.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
"Aşk" terimi Arapça bir sözcük olmasına rağmen Kur'an-ı Kerim'de kullanılmamıştır; fakat Resulullah'tan (s.a.a.) nakledilen hadislerde bu kelimeye rastlamak mümkündür; örneğin Resul-i Ekrem (s.a.a) bir kutsî hadiste şöyle buyurmuştur:
"İnsanların üstünü ibadete aşık olan, onunla sarmaş dolaş kucaklaşan, kalbiyle seven ve bedeniyle yerine getiren kimsedir."[1]
Elbette "aşk" terimini ifade eden ve onunla aynı manaya gelen kelimeler Kur'an-ı Kerim'de geçmektedir; buna örnek olarak "Hubb" ve "Betele" kelimelerini gösterebiliriz. Zaten asıl önemli olan da sözcük değil, onun anlamıdır; çünkü bir manaya işaret etmek için, çeşitli sözcüklerden yararlanılabilir.
Yoktur fark "hubb" ile "aşk" arasında
Şam kullanılır Dimeşk manasında
Kur'an-ı Kerim'de, dualarda ve diğer dinî belgelerde İslam dini açısından Allah Teala'ya aşk ve sevgi beslemenin mümkün ve övülen bir husus olduğunu gösteren bir çok deliller vardır; bütün din önderleri dualarında bunu Allah Teala'dan dilemişlerdir; bunlardan bazıları şöyledir:
Birinci Örnek:
Kur'an-ı Kerim kalbinde Allah'tan başkasının sevgisi olan cahil insanları kınamakta ve gerçek müminleri Allah sevgisiyle sıfatlandırarak şöyle buyurmaktadır:
"İnsanlardan kimi, Allah'tan başka eşler tutar, Allah'ı sever gibi onları severler. İnananlar ise en çok Allah'ı severler."[2]
İkinci Örnek:
Allah, Resul-i Ekrem'den (s.a.a.) gecenin bir kısmını uyanık kalıp ibadetle geçirmesini ve Hak Teala'ya gönül vermesini emrediyor:
"Rabbinin ismini zikret ve her şeyden kendini alarak yalnızca O'na yönel."[3]
Yukarıdaki ayetin Arapça'sında geçen "Tebettel" kelimesi" "Gönül vermek ve kararsızlık" anlamındadır. Bu ise aşk ve büyük oranda sevgi ve muhabbettir.
Üçüncü Örnek:
Allah Teala Hz. Davud'a (a.s) vahyedip Allah’ı sevenlerin makamını şöyle tavsif etmektedir:
"Ey Davud! Zikrim zikredenlerin, cennetim itaat edenlerin, sevgi ve muhabbetim iştiyak edenlerindir ve ben ise muhiplere özeldir."[4]
Dördüncü Örnek:
Emirulmüminin Ali (a.s) şöyle buyuruyor:
"Allah Teâla’nın kendi dostlarına içirdiği bir şarabı var. Dostları o şarabı içince mest olurlar; mest olunca neşelenirler; neşelenince temizlenirler; temizlenince erirler; eriyince bütün hile ve kötülüklerden arınırlar, arınınca sevgililerini talep ederler; talep edince onu bulurlar; bulunca ona ulaşırlar, ulaşınca ona bağlanırlar; varlıklarının sevgililerinin yanında fena olduğunu görünce kendilerinden geçer ve sevgililerinden başka hiçbir şeyi göremezler."[5]
Beşinci Örnek:
Kumeyl duasında, müminlerin emiri ve evliyalar serveri Hz. Ali (a.s) Allah Teala'dan şöyle niyaz ediyor:
"Dilimi kendi zikrinle konuştur ve kalbimi kendi sevginle kararsız kıl."
Altıncı Örnek:
"Allah'ım! Senin sevgini tattıktan sonra kalbine senden başka bir sevgiliyi yerleştiren kim var ki ? Senin yakınlığına ünsiyet bulduktan sonra senden başkasına dönmek isteyen kim?
Allah'ım! Bizi kendi yakınlık ve sevgine seçtiğin, kendi aşk ve sevgine hass kıldığın kişilerden kıl."[6]
Yedinci Örnek:
İmam Seccad (a.s) Müridler Münacatı'nda şöyle buyuruyor:
"Sensin, başkası değil muradım; sanadır, başkasına değil gece ibadet için uyanışlarım. Seni mülakat etmek kalp gözümün nurudur; vuslatın ruhumun son arzusudur. İştiyakım sanadır ve senin sevgine hayranım; senin sevgine gönül kaptırmışım."[7]
Sekizinci Örnek:
Hz. İsa (a.s) renkleri solmuş ve bedenleri zayıf düşmüş üç kişinin yanından geçerken onlara, "Sizi bu hale düşüren şey nedir?" diye sordu. Onlar, "Cehennem ateşinin korkusudur" dediler. İsa (a.s), "Allah Teala'ya her korkana emniyet vermesi lazım gelir" buyurdu. Daha sonra onlardan daha solgun ve daha zayıf olan diğer üç kişinin yanından geçince onlara da, "Sizi bu hale düşüren şey nedir?" diye sordu. Onlar bu soruya, "Cennet sevgisi" diye cevap verdiler. Hz. İsa (a.s) onlara da, "Allah Teala'ya sizleri de sevdiğiniz şeye ulaştırmak lazım gelir" buyurdu. Daha sonra zayıflık kendilerine galip gelen ve yüzlerinde nur parlayan başka bir üç kişiden, "Sizi bu hale getiren şey nedir?" diye sordu. Onlar, "Allah sevgisi" diye arzettiler. Hz. İsa (a.s) onlara, "Siz Allah katına mukarrep olanlarsınız" buyurdu.[8]
Dokuzuncu Örnek:
Evliyalar serveri ve arifler imamı Hz. Ali (a.s), Allah Teala'ya karşı aşk ve sevgisini şöyle dile getirmektedir:
"Ey ilahım ve efendim ve mevlam ve Rabbim! Senin azabına dayandığımı farzetsem bile, senden ayrılığa nasıl dayanayım?!"[9]
Onuncu Örnek:
Şehitler Serveri İmam Hüseyin (a.s) Arefe Duasında şöyle buyuruyor:
"Allah'ım! Seni tanımaları ve seni tek bilmeleri için tecelli nurlarını dostlarının kalbine ışıldattın; senden başkasını sevmemeleri ve senden başkasına sığınmamaları için dostlarının kalbinden senden başkalarını gideren de sensin."[10]
Ariflerin Penceresinden İlahî Aşk
Büyük arif ve filozofların eserlerine birazcık göz attığımızda istisnasız tümünün aşk vadisinden bahsettiklerini, şiir ve nesir yazılarıyla ilahî aşk şarkısını söylediklerini görmekteyiz. Neden böyle olmasın ki? Hâlbuki onlar bu aşk sayesinde yüce irfan ve marifet derecelerine ulaşmış, ilahî aşk ateşinde yanmış ve varlık damlaları Allah'a yakınlık deryasında ebedi olarak fani olmuştur.
Bu bölümde bu yüce kişilerden bazılarının aşk hakkındaki sözlerini açıklayacağız.
Hace Abdullah Ensarî'nin Görüşü
Aşk yakıcı bir ateş ve sonsuz bir denizdir. Hem candır hem de canandır cana. Aşk sonu olmayan bir kıssa, dermansız bir derttir. Akıl aşkı idrak etmekten acizdir; şaşkındır. Kalp onu anlayamaz. Âşık kurbandır. Gizlidir. Açığı gizleyen, gizliyi açığa çıkarandır. Aşk kalbin hayatıdır; sönecek olursa kalbi yaralar; kalbi başkasından temizler. Kükreyecek olursa onu alt-üst eder ve onun kıssasını diyarlara taşır.[11]
Şeyh Ebu'l-Hasan-i Herkanî'nin Görüşü
Tarikat şeyhlerinin ileri gelenlerinden olan Şeyh Ebu'l-Hasan-i Herkani aşk konusunda bir yerde şunları söylemiştir:
Aşk herkesin gelip geçemeyeceği deryadan bir nasiptir; her ruhun geçemeyeceği bir ateş vadisidir, kulun haberi olmadığı bir olgudur; hüzün ve niyaz dışında ise bu denizlere bırakılan hiçbir şey açılamaz. Âşık olan Allah'ı bulur ve Allah'ı bulan kimse ise kendini unutur.[12]
Şeyh Ebu Nasr-i Cami'nin Görüşü
Şeyhu'l-İslam, Ebu Nasr Ahmed b. Hasan-i Namikî Camî ilahî aşkı tavsif ederken şöyle diyor:
Aşk, Allah Teâla’nın bağışıdır. Garip bir kuş gibidir; her yerde yuva kurmaz; herkesle düşüp-kalkmaz; her dala konmaz; herkesle ünsiyet ve samimiyet kurmaz, Aşkın kimyası, hem ateşin tadına hem de tabiatına sahiptir. Yakıcı ve yok edicidir. yiyip bitirici ve alevlidir. Yiğit er gerek "bela" şimşeğini "elestu birabbikum"un ezel ateşinden kalbinde yakmak için çaba harcasın ve mücahidet etsin.[13]
Aynu'l-Kuzat Hemdani'nin Görüşü
Bu gönül kaptırmış arif Temhidat adlı eserinde şöyle diyor:
Bu bölümde aşk âlemini açacağız. Her ne kadar aşktan geçmeye çalışıyorsam da aşk beni hayran ve sergerdan etmektedir. Bütün bunlara rağmen aşk galip, ben ise mağlup olmaktayım. Aşkla mücadele edebilir miyim ki? bilmem![14]
Aşk yurduna gelince işim zorlaşıyor
Yerim-yurdum ateşinden harap oluyor
Ne zaman kaçayım aşktan diyorsam
Aşk benden önce o menzile varıyor.
Bu büyük arif, aşkı bir sıçramayla iki âlemden geçip mekân ötesinde dolaşan güçlü bir binek olarak tanımlıyor:
Aşk bineği güçlü bir binektir; bir sıçrayışla her iki âlemden kurtulup mekansız âlemde geziniverir. Talip mekânsız âlemi dilerse eğer süratli aşk bineğine binmekten başka çaresi olmaz bu amacına ulaşmak için.
Şehabuddin Suhreverdi'nin Görüşü
"Şeyh-i İşrak" ve "Şeyh-i Şehid" diye tanınan Şeyh Şehabuddin Suhreverdi şöyle diyor:
Sevgi zirveye ulaşırsa ona aşk denir ve "Aşk aşırı sevgidir" derler. Ama aşk'ın dairesi sevgiden daha küçüktür; çünkü her aşk sevgidir; fakat her sevgi aşk değildir. Sevgi dairesi ise marifet dairesinden daha küçüktür; çünkü her sevgi marifettir, fakat her marifet sevgi değildir. O halde ilk basamak marifet basamağı, ikincisi sevgi basamağı ve üçüncüsü ise aşk basamağıdır. Marifet ve sevgiden merdivenin iki ayağını oluşturmadan hepsinden yüksek olan aşk âlemine ulaşmak imkânsızdır.[15]
İzzuddin Nesefi'nin Görüşü
Altıncı asrın ariflerinden olan bu büyük şahsiyet, ilahî aşkı kemalin en yüce derecesi bilmektedir:
“Bil ki, zakirler dört aşamadadırlar: Bazıları meyl ve rağbet aşamasında, bazıları isteyiş ve yöneliş aşamasında; bazıları sevgi ve bazıları da aşk aşamasındadırlar. Zakir dördüncü aşamaya (aşk) ulaşmadıkça ruhunun uçup yükselmesi imkânsızdır. Aşk saliklerin bineğidir. Aklın elli yılda biriktirdiğini aşk bir anda yakıp yok eder ve aşığı tertemiz yapar. Aşığın bir göz kırpışında aldığı yolu salik yüz yıla alamaz.”[16]
Celalettin Rumi'nin Görüşü
Mevlana Celalettin Muhammed Belhî Rumî (Mevlana) ilahî aşkın, insana ilahî bir renk kazandırdığına ve onu ilahımsı yaptığına inanmaktadır. Diyor ki:
“Dünyevi uğraş ve bağlar gönül aynasına oturan bir boya gibidir. Boya az olursa resimler tam olarak kendini göstermez; fakat boya çok olursa aynanın tüm yüzeyini kapsar ve insan ona baktığında, az veya çok, gerçek veya hayal hiçbir şey görünmez. Fakat aşk riyazetiyle paslar giderilip aynada Hakk Teâla’nın cemali görülürse, kalp aynasındaki pasların giderilmesiyle kendisini buluverir; kendisini bulduğunda ise Allah'ı da kendisinde bulur ve O'nu hiçbir zaman kendisinden ayrı görmez."[17]
Fahruddin-i Irakî'nin Görüşü
Yedinci asrın meşhur ariflerinden Fahruddin-i Irakî, Lemaat'ında ilahî aşkın aşamaları konusunda çok güzel şeyler söylemiştir; bu meşhur arif aşkın yakıcılığını anlatırken varlık âlemini aşktan başka bir şey bilmemektedir. Diyor ki:
“Aşkın derecesi akıl, idrak ve beyan gücüyle yüceliğinin tozuna ulaşılmayacak kadar yüce ve tabiat gözüyle hakikatinin cemaline bakılamayacak kadar parlaktır”.[18]
Şeyh Ebu Said Ebu'l Hayr'ın Görüşü
Dördüncü ve beşinci asrın meşhur ariflerinden olan Şeyh Ebu Said Ebu'l Hayr, şeyhi(aşık) kavmi içinde peygamberi kendi ümmeti içinde gibi görmekte ve bu makamlara aşk olmaksızın ulaşmanın olası olmadığını vurgulamakta ve şöyle demektedir.
“İlahî aşk Hakk'ın tuzağıdır;” (el-eşk-u şebeketu'l Hakk)[19]
Yine onu ilahî bir hediye bilerek şöyle demiştir:
“Ey yanandan ve yakılandan bi haber
Aşk gelir seni bulur, öğrenilmez edilmez ezber”
Bayezid Bestami'nin Görüşü
Kim Hakk'a müptela olursa mülkü ondan esirgemezler ve onun kendisi her iki cihan karşısında eğilmez; aşk gelir de ondan başka ne varsa alır götürür ve içinde yabancıdan herhangi bir eser kalmaz; böylece yegâne olduğu gibi yegâne kılar insanı; nitekim arif, Hakk'ın sevgisinde yanmakla kemale erir.[20]
Ebu Hamid Muhammed Gazali'nin Görüşü
Bilesin ki Allah Teâla’yı sevmek makamların en yücesidir; hatta bütün makamların maksat ve amacı budur; çünkü helak edici şeylerden kaçınmak Allah Teâla’yı sevmekten alıkoyan her şeyden temizlenmek içindir ve tevbe, zühd, sabır, korku gibi bütün kurtarıcılar ise bunun için ön hazırlıktır. Allah Teâla’yı sevmek ise bir farizadır.
"O, onları sever; onlar da onu severler."[21]
Hekim Sebzivari'nin Görüşü
Büyük arif ve hekim Molla Hadi Sebzivarî aşkı, ilahî kurb makamına ulaşmak için en güçlü vesile bilerek şöyle diyor:
“İnsanın nefs-i natıkası tabiat âleminde şehvet bağlarından kurtulmak için şeriatın caiz gördüğü riyaziyat ve cezbelerden sonra ilahî aşktan daha güçlü bir şeye sahip olamaz.”[22]
Aşkın bir zerresi bütün âlemlerden güzel
Derdin bir zerresi bütün âşıklardan güzel
Kutsal kişilerin aşkı var, dertleri yoktur
Derde insandan başka layık olan yoktur.
Molla Sadra’nın Görüşü
Büyük filozof ve arif Sadrulmuteellihin (Molla Sadra) aşkı, küçük, orta ve büyük olmak üzere üç kısma ayırarak şöyle demektedir:
Büyük aşk, kâmil muvahhidlere, yani tam anlamıyla fani olanlara has olan ilahî aşktır. Allah Teâla’nın haklarında, "O, onları sever; onlar da onu severler" buyurduğu kişiler de bunlardır işte.[23]
Şeyh Muhammed Lahici'nin Görüşü
Dokuzuncu asrın ariflerinden ve Gülşen-i Raz kitabını şerh eden büyük arif Şeyh Muhammed Lahici, ilahî aşk konusunda şunları söylemektedir:
“Kulların fena makamı ve rabbanî kemal sıfatıyla sıfatlanmış beka menzili olan ilahî aşk mertebesine akıl ve akıl sahibi giremez.”[24]
Akıl, aşk vadisinde kör bir kişidir
Akıllı olmak İbn-i Sina'nın işidir
O, yine ilahî aşkı bütün varlık âleminde geçerli görerek şöyle diyor:
“Âlemin yaratılış sebebi "Ve tanınmak istedim" gerekçesinde zuhur ve izhar sevgisi olduğu için sevginin her zerresinde caridir; o halde bütün âlem sevgi ve aşkın hayranı olup gerçek yaratıcıya taliptirler.”[25]
Molla Ahmed Neraki'nin Görüşü
Mirac’us - Seadet kitabının yazarı rabbanî âlim ve ilahî arif Molla Ahmed Nerakî, ilahî aşkın vasfında diyor ki:
“Bütün varlıkların kıvamı ve tüm varlık halkalarının düzeni sevgi şartına bağlıdır; içinde sevgiden bir parça olmayan bir gönül ve aşk heyecanı olmayan bir kalp yoktur. Kâinatın uyum içinde dans edişi ve heyecanı sevginin şarabından ve yer kürenin sarhoşluğu ve baygınlığı sevgi badesinde sunulan meydendir."[26]
Hekim İlahî Kumşeî'nin Görüşü
Modern dönem İlahiyatçı filozof ve gönül ehli arif Muhyiddin Mehdi İlahî Kumşeî, ilahî aşkı şöyle tavsif etmiştir:
“Aşk, ilahî cazibe, ilham ve kutsal ruhun güzellik iklimine doğru tahrikidir; bu ilhamla, başka şeylerin yapamayacağını yapar aşk. Aşk âlemi ayakta tutan güçtür; âlemin ruhudur. Aşk dışındaki her şey aşkta fani olur; aşkı anlatmaya akıl ve beyanın gücü yetmez.”[27]
Muhyiddin Arabi'nin Görüşü
"İbn-i Arabî" diye meşhur olan büyük şeyh Muhyiddin İbn-i Abdullah-i Tai Endulusî şöyle diyor:
“Aşk şiddetli sevgi, sevgi âlemi icat eden, meydana getiren etken ve sevginin hâsıl oluşu ise mutlak cemal sahibi Hz. Allah'tan gelen tecellilerdendir.”[28]
Şeyh Ahmed Gazali'nin Görüşü
"Şeyh Ahmed Gazalî" diye meşhur olan Ahmed b. Muhammed b. Ahmed-i Tusî şöyle diyor:
“Aşkın kemali ışıldarsa, en hafifi kendisini onun için istemesi ve onun rızası doğrultusunda can vermek, gözünde bir oyun gibi basitleşmesidir. Gerçek aşk budur; diğerleri hep sevda, heves ve gönül oyunudur. Aşk katında, ezelde, ruhlarda "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" dağının meyvelendiği yer ruhun evidir. Perdeler şeffaf olursa o da örtülerin içine ışıldar."[29]
Tüm bu söylediklerimizin dışında, Attar-i Nişaburî, Senaî, Şeyh Mahmut Şebisterî, Harfız-ı Şirazî, Camî ve İmam Humeynî (r.a) gibi diğer yüce arifler de şiir ve nesirlerinde ilahî aşk hakkında çok güzel şeyler söylemişlerdir; dileyenler bu yüce kişilerin eserlerine müracaat edebilirler.
- - - - - - - - - - - - -
[1] - Sefinetu'l - Bihar, c. 2, s. 97.
[2] - Bakara, 165.
[3] - Muzzemmil, 8.
[4] - Biharu'l - Envar, c. 77, s. 42.
[5] - Feyz-i Kaşani, Hakaik, s. 178.
[6] - Mefatihul Cinan, Hamse Aşer Münacatı, dokuzuncu münacat.
[7] - Şeyh Abbas Kummi, Mefatihu'l - Cinan, s. 266.
[8] - Feyz-i Kaşani, Muhaccetu'l - Beyza, c. 8, s. 6.
[9] - Şeyh Abbas Kummi, Mefatihu'l Cinan, s. 133.
[10] - Age. s. 273.
[11] - Hace Abdullah Ensari, s. 125.
[12] - Ahval-i Şeyh Ebu'l-Hasan-i Harkani, s. 90.
[13] - Ravzatu'l - Muznibin., s. 124 ve 129.
[14] - Aynu'l-Kuzat-i Hemdani, s. 96.
[15] - Suhruverdi, Risaletun fi Hakikati'l Aşk, s. 12.
[16] - Nesefi, el-İnsanu'l - Kamil, s. 112.
[17] - Mevlana, Fihi Ma Fihi, s. 532.
[18] - Divan-i Iraki, "Lemaat", s. 383.
[19] - Ebu Said Ebu'l Hayr, Esraru't Tevhid, s. 37.
[20] - Attar, Tezkiretu'l - Evliya, s. 191.
[21] - Gazali, Kimya-i Seadet, s. 829.
[22] - Esfaru'l Erbea c. 7, s. 173.
[23] - Age. s. 183.
[24] - Lahici, Şerh-i Gülşen-i Raz, s. 63.
[25] - Age. s. 125.
[26] - Neraki, Miracu's - Saaade, s. 716.
[27] - Kumşei, Hikmet-i İlahi, s. 146.
[28] - İbn-i Arabi, Resail, s. 93.
[29] - Sevanihu'l - Uşşak, s. 17.