.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Mehmet Azimli*
O dönem Sahabenin Tavrı
Hz. Hüseyin'in Kufe'ye gitmesini kibar sahabeden İbn-i Zübeyr dışında hiç biri istemiyordu. Hz. Hüseyin'in Kufe’ye gitmemesi için o günün bütün Sahabeleri seferber olmuştu. Onun gitmemesi konusunda adeta Sahabe konseyi oluşmuştu. Ancak onu ikna edememişlerdi. Rivayetlerde Hz. Hüseyin'in Kufelilerin yaptıkları ısrarlı davet sebebiyle onlara söz verdiği, dolayısıyla gitmek zorunda kaldığı aktarılır. Doğrusu Kufeliler babası Hz. Ali’yi Muaviye'ye karşı savaşta yardımsız bırakmış, Hz. Hasan'ın çadırını yağmalamışlar ve onun hilafeti Muaviye’ye devretmesine neden olmuşlardı.
Bütün bunlara rağmen, Hz. Hüseyin muhtemelen bu gelen mektuplara bakarak bölgede hakim olabileceğini düşünmüştü. (Yezid gibi hiçbir Nebevi hükme saygısı olmayan birisinin İslam iktidarında olmasının zararlarına agah olan Hz. Hüseyin; hem emr-i bilmaruf babından kendini sorumlu ve mesul hissediyordu, hem de büyük bir fitne olan Ben-i Ümeyye'nin Nebevi Hanedanlığa çektirdiği eziyetlere bir son.)
Şimdi Hz. Hüseyin'in Kûfe'ye gitmesi konusuna karşı çıkan sahabenin görüşlerini nakledelim.
Müminlerin Emiri Hz. Ali'nin Oğlu Muhammed İbn-i Hanefiyye
Hz. Ali’nin küçük oğlu ve Hz. Hüseyin’in kardeşi Muhammed bin Hanefiyye, Hz. Hüseyin'in Medine’den ayrılmasından sonra arkasından Mekke'ye kadar gitti. Hz. Hüseyin’i bulup ona:
"Kardeşim! Sen en çok sevdiğim ve en çok değer verdiğim kimsesin. Bütün yaratıklar arasında samimiyetle öğüt vereceğim senden daha lâyık hiçbir kimse yoktur. Elinden geldiğince şehirlerden uzak dur. İnsanlar senden başkasının etrafında toplanırlarsa bununla Allah ne senin dindarlığına ne de aklına eksiklik vermeyeceği gibi, senin yiğitlik ve faziletin de elden gitmez. Ben, senin varacağın şehirde yanlarına gittiğin topluluğun ayrılığa düşmelerinden korkuyorum. İnsanlar senden uzaklaşırsa sen de kumluk çöllere ve dağlara sığınır, insanların işinin nereye vardığını görünceye ve nasıl bir karar vereceğini anlayıncaya kadar bir yerden bir yere göçer gidersin.”
İbn-i Abbas
İbn-i Abbas İmam Hüseyin'e şöyle der:
“Ey Amcamın oğlu! Allah, seni rahmetiyle esirgesin. Söyle bakayım; yanlarına gideceğin kavim, valilerini öldürmüşler veya kovmuşlar, memleketlerini onun elinden geri almışlar, düşmanlarını sürüp çıkarmışlar mıdır?
Eğer, böyle yaptılarsa, onların yanına git. Ancak valileri başlarında bulunuyor, onlara hükmünü yürütüyor, zekât ve haraç âmilleri de, onların zekât ve haraçlarını topluyorken seni, yanlarına çağırıyorlarsa, onlar, seni ancak harbe, çarpışmağa çağırıyorlar demektir. Onların, babanı ve kardeşini sahipsiz bıraktıkları gibi, seni de, bırakmayacaklarından, aldatmayacaklarından, yalan söylemeyeceklerinden, muhalefet etmeyeceklerinden, ürküp senin başından dağıtmayacaklarından, sana karşı halkın en şiddetli davrananı, düşman kesileni olmayacaklarından emin değilim!”
İbn-i Abbas, o gün akşam veya ertesi günü sabahleyin Hz. Hüseyin'in yanına tekrar gitti:
“Ey Amcamın oğlu! Sen, gitmekten vazgeçmeyeceksen ben de söylemeden duramayacağım: Senin gideceğin yerde helak olacağından, kökünün kazınacağından korkuyorum! Çünkü Iraklılar, gaddar, vefasız, sözlerinde durmaz bir kavimdir. Sakın, onlara yaklaşma. Sen, şu beldede otur. Çünkü sen, Hicaz halkının Seyyidi ve ulususun. Eğer, Iraklılar, dedikleri gibi, seni istiyorlarsa, onlara yaz, düşmanlarını (valilerini) sürüp çıkarsınlar. Sonra, yanlarına git. Eğer ille de burada oturmayacak, oturmaktan kaçınacaksan, bari Yemen diyarına git. Çünkü orada kaleler, vadiler var. Orası, enine, boyuna geniş bir topraktır. Hem, orada babanın taraftarları da vardır. Orada, huzurlu bir hayata kavuşmuş, halktan ayrılıp bir köşeye çekilmiş de olursun. Oradan halka yazılar yazar, davetçilerini her tarafa dağıtırsın. Böyle yaparsan, istediğin selâmet ve afiyetin sana vasıl olur, böylelikle muradının hâsıl olacağını umarım.
Eğer, mutlaka gideceksen, kadınlarını ve çocuklarını yanında götürme. Vallahi, Osman bin Affan'ın kadın ve çocuklarının gözleri önünde öldürüldüğü gibi, senin de, öldürüleceğinden korkuyor ve öylece öldürülmeyeceğinden emin bulunmuyorum. Onlar, seni harp için çağırıyorlardır. Gitmekte acele etme. Babanın, kardeşinin ashabı olduklarını söyleyen o kişiler, bir sabah, başlarındaki valileri ile birlikte gelip seninle çarpışacaklardır! Sen, Mekke’den çıkacak olursan, İbn-i Ziyad, senin yola çıktığını haber alacak, sana mektup yazmış olanları ürkütüp başından dağıtacak, onlar, sana en azılı düşman kesileceklerdir! Eğer, gücüm yetseydi iki elimle saçını yakalardım. Seni durduracağımı bilsem, böyle yapardım!” dedi ve ağladı.
İbn-i Abbas, dışarı çıkınca İbn-i Zübeyr’e rastladı ve “gözün aydın Hüseyin gidiyor” dedi.
Abdullah bin Ömer
Abdullah bin Ömer, Hz. Hüseyin'in Irak'a doğru gittiğini haber alınca, onunla buluştu. Ona "Sakın, onların yanına gitme!" dedi. Ayrıca İbn-i Zübeyr ile Hz. Hüseyin'e “Allah’tan korkun Müslüman cemaatine tefrika çıkarmayın” dedi.
Hz. Hüseyin'in geri dönmeğe yanaşmadığını görünce, boynuna sarılıp onunla kucaklaştı ve vedalaştı. “Biz Hüseyin’e engel olamadık. O bize galebe çaldı!” dedi.
Abdullah bin Muti
Abdullah:
“Allah aşkına sakın Kufe’ye gideyim deme! Vallahi, oraya gidecek olursan, muhakkak öldürülürsün! Baban, orada öldürüldü. Kardeşin Hasan, orada yalnız bırakıldı, aldatıldı ve yaralandı. Sen, Mekke Hareminden ayrılma. Hicaz halkı, sana, hiç kimseyi denk tutmaz. Sen, sana bağlı olanları her taraftan oraya çağır. Gelip yanında toplanırlar. Vallahi, Ümeyye Oğulları, seni önlerinde bulurlarsa, muhakkak, öldürürler. Sen, öldürülecek olursan, senden sonra, onlar, hiç bir zaman, hiç bir kimseden korkmazlar. Gel, yapma! Sen, ne Kufe'ye git, ne de, Ümeyye Oğullarının önlerine çık!” dedi.
Hz. Hüseyin ise cebriyeci bir tavırla: “Allah, dilediği şeyi takdir ve hükm eder!” dedi.
Ömer bin Abdurrahman
Ömer bin Abdurrahman bin Haris bin Hişam el-Mahzûmî der ki:
“Iraklılardan, Hüseyin'e mektuplar geldiği, Hüseyin'in Irak'a gitmeğe hazırlandığı sırada, Mekke'de yanına vardım ve şöyle dedim: “Ey Amca oğlu! Ben, sana bir hacet için geldim. Eğer, öğüdümü tutmayı uygun görürsen, sana bir öğüt vermek istiyorum. Uygun görmezsen, sana söylemek istediğim şeyden vazgeçeceğim.” dedim.
“Söyle! Vallahi, ben, senin, ne kötü bir şey düşünebileceğini, ne de çirkin bir iş işlemeyi arzu edebileceğini sanmam!”dedi. Ona:
“Ey Amcamın oğlu! Seninle aramızda bir süt akrabalığı var. Bilmem ki, ben, sana nasıl öğüt vereyim?"dedim. Bana:
“Sen, herhangi bir suçla suçlanmamış kimselerdensin. Ne söyleyeceksen, söyle!” dedi.
“Sen, Irak'a gitmek istiyormuşsun. Ben, sana karşı çok şefkatliyimdir. Senin Baban; İslâmiyet'e girenlerin ilki, İslâmiyet uyarınca hareket edenlerin en iyisi, tutuş ve yakalayış bakımından da, Müslümanların en zorlusu idi. Halk, ondan dünyalık umdu. Onun sözlerini dinledi ve başına toplandı. O da kalkıp Muaviye'nin üzerine yürüdü. Şamlılardan başka herkes, babanın başına toplanmıştı. Muaviye ise, Şamlılar katında nüfuzlu ve itibarlı idi.
Bunun üzerine, halk, dünyaya tama ederek ve ona saplanarak babanı bıraktılar. Allah'ın ikram ve rızasına erininceye kadar ona karşı gelmekten, kin tutmaktan geri durmadılar. Babandan sonra kardeşine de, yapılmayacak şeyleri yaptılar. Sen, bunların hepsinde bulundun ve bütün olan bitenleri de, gözlerinle gördün.
Demek ki babana, kardeşine düşmanlık etmiş, onlarla çarpışmış olan Şamlılar'ın, Iraklılar'ın yanına gitmek istiyorsun?! Hâlbuki rakibin olan kişi, sayıca senden daha çok, hazırlılık ve kuvvetlilik bakımından da, senden daha hazırlıklı ve daha kuvvetlidir. Halk; ondan, daha çok korkar; dünyalığı, ondan, daha çok umar.
Yanlarına varacak olursan, onlar, senden, mal ihsan etmeni isteyecekler. Çünkü onlar, dünya ve dünyalık kuludurlar. Senin elde etmek istediğin beldelerdeki valiler ve amirler onlardandır. Beytülmallar, hazineler de, onların elindedir. Halk ise, şu dirhem ve dinarların kuludurlar. Sana yardım etmeyi vadedenler, seninle çarpışır ve seni bırakırlar. Senden çok, ona ve onun adamlarına yardım etmeyi arzu ederler. Sana yardım vadinde bulunanların seninle çarpışmayacaklarından, senden ziyade, seninle çarpışanların yanlarında bulunmayı arzu etmeyeceklerinden emin değilim!”dedim.
Ebû Saîd el-Hudrî
Ebû Saîd el-Hudrî, Hz. Hüseyin'in yanına gelip:
"Ey Eba Abdullah! Ben senin için hayırlı bir öğütçüyüm ve şefkatliyim. İşittiğime göre; taraftarın olan kavim sana mektup yazmış. Sakın, onların yanına gitme! Kûfe'de babandan işitmiştim, demişti ki: “Vallahi Kûfelilerden bıktım, usandım, onlara kızdım. Onlar da benden usandılar ve bana kızdılar. Onlarda asla vefa yoktur. Allah'a yemin ederim ki, onların herhangi bir işe niyet ve azimleri yoktur, kılıca karşı da sabır göstermezler."
Ahnef bin Kays
Ahnef bin Kays, Hz. Hüseyin'e Rum suresinin son ayeti olan: “Sabret ki, Allah'ın sözü şüphesiz gerçektir. Kesin olarak inanmayanlar seni hafife almasınlar.” yazıp gönderdi.
"Sen, şimdi sabır et. Şüphe yok ki Allah'ın vaadi haktır. Buna katî inanç beslememekte olanlar, sakın, seni sabırsızlıkla hafifliğe götürmesinler!"
Ayrıca Ebubekir bin Haris bin Hişam, Abdullah bin Cafer, Cabir bin Abdullah gibi önde gelen kişiler onu engellemeye çalışsa da Hz. Hüseyin kimseyi dinlemedi.