.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Sıffîn ve Nehrevan Savaşları Sıffîn ve Nehrevan Savaşları

 

 Rahmân ve rahîm Allah’ın adıyla

Şia rivayetlerinden anlaşıldığı üzere masum İmamlarda, Allah tarafından verilen gayb bilgisi bulunmaktadır. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz (onu muttali kılmaz).”[1]

Bu ayetten anlaşıldığı gibi gaybı bilen yalnızca Allah’tır. Fakat Allah gayb bilgisini, Peygamber’ine veya diğer istediği kimselere verebilir.

Merhum Allame Tabatabai bu hususta şunları yazıyor:

İmam Hüseyin (as), Şia inancına göre Allah tarafından Peygamber vasıtasıyla belirlenen üçüncü masum ve tam velayete sahip bir imamdır. İmam’ın olan veya olacak olayları bilmesi iki kısımdır.

Birincisi; imam her durumda âlemde oluşan bütün olayları ister beş duyu organımızla algılanabilen, isterse de hissi olaylar olsun hepsini Allah’ın izniyle bilmektedir. Örneğin gökteki varlıklar, geçmişte ve gelecekte olan olaylar.

İkincisi; Peygamber ve İmamların bilgisi diğer insanların bilgisi gibi normal bilgidir. Fiziksel kapasiteleri ve normal bilgileri ölçüsünde ne uygunsa o işi yapmaktadırlar.”

Şunu unutmayalım ki İmam’ın, kesin oluşacak olayları bilmesi cebir anlamında değildir. Zira Allah insanların yapacağı işleri bilmektedir, ama bu insanın özgürlüğüyle çelişmez. Allah insanın iradesini kullanarak özgürce yapacağı işi bilmektedir.

İmam Hüseyin’in (a.s) şehit olacağını, Resulullah (s.a.a) ve Hz. Ali (a.s) çok önceden bildirmişlerdi bu husustaki rivayetler mütevatir olarak birçok tarih ve hadis kitabında nakledilmiştir. İmam’ın şehit edileceği haberini sahabeler, Peygamber’in eşleri ve akrabaları, Peygamber’den direk veya dolaylı olarak duymuşlardı.

Hz. Hüseyin’in (a.s) Medine’den Mekke’ye oradan da Irak’a gideceği haberini alan İslam’ın ileri gelenleri, iyice korkup tedirgin olmaya başladılar. Çünkü herkes Peygamber’den nakledilen hadisler üzere İmam’ın şehit edileceğini biliyordu. Bundan ziyade, zaten Kufelilerin geçmişi, Hz. Ali’ye karşı vefasızlıkları, ayrıca Yezid’in ve ordusunun acımasızlığı herkes tarafından bilinen bir gerçekti. İmam Hüseyin’in (a.s) şehit edilmemesi ve olayların başka bir şekilde cereyan etmesi çok zayıf bir ihtimaldi.

Hazret, sürekli olarak öldürüleceğini söylemekte ve hiçbir zaman Yezid’in azledilip yeni bir hükümetin kurulacağı haberini vermemekteydi. Lakin ister sonunda öldürülmek olsun, isterse de hükümete ulaşmak her halükarda bütün Müslümanların vazifesi İmam Hüseyin’in (a.s) yanında yer almaktı, Yezid’e biat etmeyip zalim hükümete karşı kıyam etmekti. Elbette İmam da halkın topluca kıyam etmeyeceğini iyi biliyordu, dolayısıyla kendisi ve yanındaki az bir grupla sonunda ölüm olsa bile kıyam etmek zorundaydı. Bu yüzden şehit olacağını önceden söylüyordu.

Bazen kendisine Irak’a gitmemesi gerektiğini söyleyenlere şöyle buyuruyordu:

“Ben Resulullah’ı (s.a.a) rüyamda gördüm, beni yapmam gereken bir işle görevlendirdi, onu yapmam çok daha iyi olacaktır.”[2]

Keşfu’l-Kumme adlı eserde, İmam Zeynelabidin’den (as) şöyle nakledilmektedir:

“Yol boyunca nerede dursak, babam hep Hz. Yahya’nın nasıl şehit edildiğinden bahsederdi. Örneğin bir gün şöyle buyurdu: Dünyanın Allah katında değersiz ve kötü olmasının sebeplerinden birisi de Hz. Yahya’nın mübarek başının kesilip, İsrailoğullarından zinakar bir kadına hediye olarak sunulmasıdır.”

Sonuçta, hadislerden ve tarih kaynaklarından anladığımız kadarıyla İmam Hüseyin (as), şehit olacağını ve askeri bir başarı kazanmayacağını kesin bilmekteydi. Fakat her şeye rağmen kıyam etmesinin nedeni; Yezid’in hükümetinin batıl olduğunu ilan etmek, Resulullah’ın (saa) getirdiği dini, hurafelerden temizlemek ve İslam’ı Yezid hükümetinin yok edici darbelerinden korumaktır.

İmam Hüseyin’in (as) en büyük başarısı; haklılığını Kufelilerin davetine olumlu yanıt vererek göstermesidir. Böylece herkese hücceti tamamlamış oldu. Hareketini de mazlumiyet ile birleştirerek zalimlerin maskesini düşürüp, kıyamını tarih boyunca ebedi kıldı. Eğer bugün Kerbela kıyamı üzerinden asırlar geçmesine rağmen hala canlı, hala özgün ve hala ilahi bir renge sahipse bu şehadet ve esaret sayesindedir.

- - - - - - - - - - - -


[1]     Cin, 26.

[2]     Tarih-i Taberi, c. 4, s. 292.

Editör: Hasan Bedel