.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Maalesef kalbinde zerre kadar marifetullah olmayan birtakım insanlar irfânın en üst aşamalarında olduklarını söyleyebiliyorlar. Bu tür insanlar tarafından kandırılmamak için çok dikkatli olmalıyız. Ağızdan çıkanlar ölçü değildir. Önemli olan kişinin yaptıkları ve inançlarıdır. Yani yaptığı işlerin dinî kurallara uygun olup olmadığına bakılmalıdır. Söylediğiyle yaptığı birbiriyle uyumlu mudur? Söyledikleriyle yaptıkları arasında farklılıklar mı var? Buna bakılmalıdır.
Gerçek bir ârif kuru gürültüye ihtiyaç duymaz. Gerçek bir ârif kendini göstermeye ihtiyaç duymaz ve her bahane ile insanlara ârif olduğunu hatırlatmak ihtiyacı hissetmez. Âriflerin özel bir kılık kıyafeti, özel bir giyim tarzı yoktur. Hiçbir manevî makam ve âriflik iddiası taşımayan mahallenizdeki ayakkabı tamircisi bile Allah’ın veli kullarından birisi olabilir. Sekiz yıllık kutsal savunma savaşımızda büyük âriflerin altmış yıllık ağır riyazetlerle bile ulaşamadığı makamlardan daha üstün makamlarda olan genç gönüllü askerler az değildi. Bu değerli insanların şehit olması bizim için ve insanlık için büyük bir kayıptı. Bu yüce zatlar yüz yıllık irfân yolunu bir gecede gittiler. Şehitlik makamı işte onlara yakışıyor. Bu yaşımla, şu beyaz sakalımla onların ayağının altındaki toz olabilmeyi kendime kıvanç bilirim. Âriflik kesinlikle belli bir zümrenin tapulu senetli mülkü değildir. Tüm insanlar hangi ırk ve dilde olurlarsa olsunlar, meslekleri ne olursa olsun, ister din âlimi ister tabip ister mühendis ister esnaf, tüccar, çiftçi veya hiç okuma yazması bile olmayanlar şuhûdî Allah bilincine varabilirler ve ârifliğin üst aşamalarına ulaşabilirler.
Ârif olabilmek için âriflik unvanını taşımaya gerek yok ve bir insanın ârif olabilmesi için illa da ârif olarak tanınmasına gerek yok. Fakih unvanıyla bilinip de sadece fıkıh hükümleri için insanların başvurduğu nice büyük ârifler vardı. İrfanı insanların yaptıklarında aramalıyız, bin kilometre öteden duyulan irfânî sözlerinde değil. İrfanın en üst aşamasında yer alan Ehl-i Beyt (as) yaptıklarıyla ve buyruklarıyla gerçek irfânın ne olduğunu bize anlatmışlardır. Ehl-i Beyt’ten elimize ulaşan birçok duada gerçek âriflerin özellikleri açıklanmıştır. Şabaniye münacatı bu duaların başında geliyor ve çok yüce tabirlere sahiptir. Hz Ali (as) ve diğer imamların (a.s) bu duaya özel bir ilgi gösterdiği nakledilmiştir. Bu duanın bir bölümü şöyledir:
اِلهىِ وَ اَلْحِقْني بِنُورِ عِزِّكَ الاَْبْهَجِ فَاَكُونَ لَكَ عارِفاً وَ عَنْ سِواكَ مُنْحَرِفاً وَ مِنْكَ خائِفاً مُراقِبا
“Allah’ım beni izzetinin nuruna kavuşturarak bana hazların en üstününü tattır da böylelikle seni tanıyayım, senin dışındakilere sırt çevireyim, yalnız senden korkayım ve sana karşı murakabe halinde olayım.”[1]
Duanın bu bölümünde kulun Allah’tan istediği şey irfân makamıdır. “Seni tanıyayım” derken marifetullah yani irfân isteniyor. Ârif olmanın belirtisi nedir peki? İlk ve en önemli belirti Allah dışındakilere sırt çevirmektir. Allah bilincine gerçekten varmış olan bir insan artık Allah dışındakilere gönül bağlamaz ve Allah dışındaki varlıklara sırtını çevirir. Bu aşamaya ulaşmış olan bir insan artık mürit peşinde olamaz ve insanların ona yüz tutması veya sırt çevirmesi onun için farksız olur. Gerçek bir ârif için Allah dışında hiçbir şey önem taşımıyor. Bu nedenle bir dağ kadar altın bu insan için bir avuç toprakla eşittir.
Gerçek âriflerin diğer bir özelliği ise yalnızca Allah’tan korkmak ve Allah’a karşı hep murakabe halinde olmaktır. Gerçek bir ârif yalnızca ve yalnızca Allah’tan korkar ve her zaman onun rızası dışına çıkmamak için kendini kollar.
İrfânın hakikati ve gerçek âriflerin özellikleri işte bunlardır. Âriflik ve Allah’a yakın olmak şanla şöhretle değildir. İnsanların ârif olarak tanımadığı birisi için “ârif değildir” diyemeyiz. Birçok büyük ârif, Âriflik yönüyle tanınmıyordu ancak irfân yolunda ilerlemek isteyenlerin başvuracağı belki de tek adres onların kapısıydı.
Geçmişte yaşamış olan birçok fakih, felsefeci ve muhaddis olarak bildiğimiz değerli zatlar, irfânın üst seviyelerinde olmalarına rağmen kendilerini gösterme ve mürit toplama gibi bir dertleri olmadığı için insanlar tarafından tanınmamıştır. İşin ilginç yönü, insanların, bu tür şahsiyetlere, Âriflik iddiası ta uzaklardan duyulan kişilerden çok daha fazla güvenmesidir. Bazı yazarlar bu yüce şahsiyetlerin bir kısmını kerâmetlerinden ötürü ârifler sırasında anmış olsalar da gerçek şu ki bu değerli zatlar hayatları döneminde bu yönleriyle tanınmamışlardır. Mukaddes Erdebilî veya Şeyh Ensarî gibi yüce zatlar belki de ârif olarak bilinen nice kişilerden çok daha üstün bir irfânî makama sahiplerdi.
İnsanlar duyup karşılaştıkları ârifleri normal ölçülerle değerlendirirken bazen onları gerçeğinde olduğundan ve Allah nezdinde sahip oldukları makamdan çok daha yukarıya çıkarabiliyorlar. Aynı şekilde bazen Allah nezdinde çok değerli olan bir insan şaşaalı bir görünüşe sahip olmadığı için veya keramet göstermediği için insanlar tarafından fark edilmiyor.
İşte bu nedenle keşif ve kerâmet ve benzeri şeyler bir insanın, keşif ve kerâmet göstermeyen diğer bir kişiden üstünlüğüne işaret olamaz. Bazı insanlar olağanüstü işler yapabilme gücüne sahip olmalarına rağmen bunu göstermeyebilirler. Aslında diğer insanlar tarafından tanınmamak ve riya ihtimalinden uzak durabilmek için olağanüstü işler yapabilme gücüne sahip olup da bunu dışa vurmamak bir fazilet ve üstünlüktür. Bu nedenle kerâmet gösteren kişileri kerâmet göstermeyen kişilerden üstün göremeyiz. Zira bu şahıs kerâmet gücüne sahip olup da bunu dışa vurmamış olabilir.
- - - - - - - - - - - - -
[1] Mefatihu’l- Cinan, Şaban ayının ortak amelleri, sekizinci amel