.
.
Rahmân ve rahîm Allah’ın adıyla
İmam Hüseyin’in (a.s) Aşura gecesi ashabına hitaben söylediği şu muhteşem sözü hemen hepimiz duymuşuzdur:
“Ben kendi ashabımdan daha iyisini ve daha vefalısını görmedim!”
Yine hepimiz İmam’ın mübalağa ehli olmadığını ve bu sözü rastgele söylemediğini ve bir hakikati ifade ettiğini de biliyoruz. O halde nedir bu kelamın sırrı? Bunun bizim bilmediğimiz ve idrak edemediğimiz boyutları da elbette vardır; ama biz, idrakimiz ölçüsünde bu sırrın bazı boyutlarını çözmeye gayret edeceğiz.
Evet, İmam’ın bu ulvi kelamının sırlarından birini imtihan meselesinde aramak gerekir. İslam ve Kur’an, dünyayı imtihan alemi olarak tanıtıyor.
Önce bu değişmeyen ilahi sünnet ve kanunla alakalı birkaç ayeti görelim:
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَ نَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَ الْخَيْرِ فِتْنَةً وَ إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
“Her nefis, ölümü tadacaktır. Bir imtihan olarak sizi hayır ve şerle sınıyoruz. Siz ancak bize dönersiniz.”[1]
اَحَسِبَ النَّاسُ اَنْ يُتْرَكُٓوا اَنْ يَقُولُٓوا اٰمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ ﴿٢﴾ وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذٖينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبٖينَ ﴿٣﴾
“İnsanlar, "iman ettik" demeleriyle imtihan edilmeden kendi başlarına bırakılacaklarını mı sandılar?! * Biz, onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah, doğru söyleyenleri ortaya çıkaracak ve yalancıları da ortaya çıkaracaktır.”[2]
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِؕ وَبَشِّرِ الصَّابِرٖينَۙ
“Muhakkak sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden azaltma ile deneriz. Sabredenleri müjdele.”[3]
وَمَٓا اَرْسَلْنَا فٖي قَرْيَةٍ مِنْ نَبِيٍّ اِلَّٓا اَخَذْنَٓا اَهْلَهَا بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَضَّرَّعُونَ
“Biz hangi beldeye bir peygamber gönderdiysek, oranın halkını (Allah'a) yakarsınlar diye zorluk ve sıkıntıya duçar ettik.”[4]
وَاعْلَمُٓوا اَنَّـمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌۙ وَاَنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظٖيمٌࣖ
“Ve bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir sınamadır ve büyük mükâfat Allah'ın katındadır.”[5]
تَبَارَكَ الَّذٖى بِيَدِهِ الْمُلْكُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَیْءٍ قَدٖيرٌ * اَلَّذٖى خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزٖيزُ الْغَفُورُ
“Mutlak hükümranlık elinde olan Allah, yüce ve kutludur. O'nun her şeye gücü yeter. * Hanginizin daha iyi davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratan O'dur. O, üstündür ve çok bağışlayandır.”[6]
Bu ayetlerden istifade edilen nükteler:
a) Bu âlem, imtihan âlemidir.
b) İmtihan herkes içindir, hiçbir istisnası yoktur.
c) İmtihan vesileleri çeşitlidir.
d) İmtihanın hedefi insanın layık olduğu kemale ulaşmasıdır.
Şimdi gelelim İmam Hüseyin’in ashabına:
Dikkatlice bakarsak onların imtihan vesilelerinin hemen hepsine maruz kaldıklarını görürüz. İşte bu çeşitli ve çetin imtihanlardan bazıları:
1- Yezidi cepheyi saptıran ve onları hak cephesinden koparan imtihan vesilelerinin hemen hepsiyle onlar da karşılaştılar. Tehdit, korku, para pul, makam vb.
2- Kuru yığınların İmam Hüseyin’in yanında olmayışı.
İnsanların çoğunu şüpheye düşüren, haktan alıkoyan bu etken zerre kadar onların üzerinde etkili olmadı.
3- O günde birçok meşhur ve itibar edilen şahsiyetin İmam’ın yanında olmayışı.
Bu da çok önemli bir faktördür ve maalesef birçoklarının gözünü boyamaya yetiyor. Abdullah b. Abbaslar, Abdullah bin Ömerler, Abdullah bin Zübeyrler ve hayatta olan birçok sahabi ve meşhur şahsiyet, Yezid’in safında olmasalar da amelen İmam Hüseyin’in de yanında değillerdi.
4- 42 yıllık Muaviye[7] ve ardından Yezid’in hâkimiyeti döneminde yaşanan zulüm, baskı ve cinayetlerin haddi hesabı yoktu. Yani insanlar, hâkimiyete karşı çıkmanın, özellikle Ehl-i Beyt’in yanında ve safında olmanın akıbetinin ne olacağını çok iyi biliyordu. Bu da o günün her Müslümanının, ezcümle İmam’ın ashabının da bir imtihanıydı ve onlar bu imtihanı da başarıyla aştılar.
5- Bütün bunların yanında İslam toplumundaki genel atmosfer, tamamen onların aleyhine işliyordu. Yani tam anlamıyla Ehlibeyt maddi ve manevi bir ambargo altındaydı.
6- Ehl-i Beyt düşmanları, özellikle Emeviler, Ehl-i Beyt aleyhinde öylesine yoğun ve etkili bir propaganda yürütüyorlardı ki Müslümanların birçoğu, bilhassa Şam diyarında esasen Ehl-i Beyt’in İslam’dan çıktıklarını zannediyorlardı. Bu yüzden de yarım asırdan fazla minberlerde, hutbelerde gurbeten ilallah Hz. Ali’ye lanet, küfür, hakaret ediyorlardı. Şam’da Muaviye öylesine İmam Ali aleyhine tebliğ etmişti ki insanlar İmam’ın camide ve namaz halinde şehid olduğunu duyunca “Ali de mi namaz kılıyordu, Ali de mi camiye gidiyordu?!” diyerek şaşkınlığa düşmüşlerdi.
Kerbela’da Yezit ordusunun komutanlarından olan Amr bin Haccac ismindeki zalim, Yezid ordusuna şöyle sesleniyordu:
الزموا طاعتکم و جماعتکم، و لا ترتابوا فی قتل من مرق من الدین، و خالف الامام.
“(Halife Yezid’e) itaatinizden ve cemaatinizden (kuru kalabalıktan) ayrılmayın ve dinden çıkan ve imama (Yezid’e) muhalefet eden kimseyi (Hüseyin’i) öldürmekte tereddüt etmeyin!”[8]
7- Dolayısıyla yıllarca İmam Hasan (as) ve İmam Hüseyin’in (a.s) kapılarını çalan olmadı. Allame Tabatabai’nin şöyle bir tespiti var:
“İmam Hüseyin (as) şehid oluncaya kadar koskoca ümmet yıllar boyu ne İmam Hasan’ın ne de İmam Hüseyn’in kapısını çalıp da onlardan herhangi bir konuda bir hadis, görüş sormuyorlardı!”
8- Halktan ılımlı olanları ve bir ölçüde iyi niyetli olanları bile İmam’ı acelecilik, siyasetsizlik, tedbirsizlik ve abesle iştigal gibi şeylerle eleştiriyordu. Bir kısmı da vardı ki esasen İmamı haşa fitnecilikle ve ümmeti bölüp parçalamakla suçluyordu. Şu an bile bazı gafil ve ahmak kimseler aynı düşüncedeler.
9- Ve bilahare genel olarak mali ve maddi imkânlar açısından öylesine ambargoya maruz kaldılar ki artık yiyecek bir lokma ekmek ve daha önemlisi kavurucu çöl sıcağında içecek bir yudum suları bile yoktu.
10- Adil bir savaş ve mücadele olmayacağını çok iyi biliyorlardı. Çünkü sayı açısından yetmiş ila en fazla yüz küsür kişi 30 bin kişiye karşıydı. Ayrıca bu zalimlerin ne kadar alçak ve vahşi olduklarını da çok iyi biliyorlardı.
11- Mecburiyet değil, gönüllü fedakârlık.
Bazen insan sorumluluktan kaçmak için türlü türlü bahaneler, gerekçeler arar. En ufağını bulduğunda da hemen ona sarılıp kendini mazur görür veya göstermeye çalışır. Nitekim Kerbela olayında da bunu yapıp İmam’dan uzaklaşan birçok kişi oldu. Oysa İmam’ın ashabının bir kısmı kendilerini İmam’a ulaştırmak için en zor şartlarda günlerce gizli gizli, kendilerini kamufle ederek Kerbela’ya doğru yürüdüler. Ve bazısı Aşura gecesi, bazısı ise Aşura sabahı, ancak ulaşabildiler Kerbela’ya.
Aşura gecesi ise İmam şer’i mesuliyet getirecek biati bile onların üzerinden kaldırdı. Yani gitselerdi günah işlemiş olmayacaklardı. Ama buna rağmen kaldılar, hem de büyük bir aşk ve iştiyakla kaldılar; kendilerini mecbur hissederek değil.
12- Şehadetin kesin olduğunu bildikleri halde kaldılar.
Savaş meydanına giden kimsenin ölüm ihtimaliyle yaşama ihtimali genelde yarı yarıyadır. Dolayısıyla da hayata umudu olduğu halde giden kimsenin imtihanıyla, kesin olarak öleceğini bilen kimsenin imtihan derecesi aynı olmayacaktır.
13- Bunların yanında bazıları başka imtihanlara da tabi tutuldular.
Yani kendileriyle birlikte evlatları, kardeşleri, babaları, eşleri, yeğenleri de bu meydandaydı ve şehadet veya esaret adayı idiler. Amr bin Cünade ve babası, Abdullah b. Yezid, Übeydulah bin Yezid (iki kardeş) ve babaları, bazı rivayetlere göre Hür, kardeşi, oğlu ve hizmetçisi birlikte meydanda şehit düştü. Elbette bu konuda Beni Haşim’e apayrı bir sayfa açmak gerekir. Çünkü sadece Hz. Abbas, üç kardeşiyle birlikte kurban olma sırasındaydı. İmam’ın diğer kardeşleri, evlatları, yeğenleri, amcaoğulları, Hz. Zeyneb’in çocukları vs.
14- Bazıları için imtihanın ilginç bir cilvesi de karşı cephede yakınlarının olmasıydı. Ne kadar ilginçtir değil mi? İki kardeşin dahi birisinin Hüseyni cephede diğerinin Yezidi cephede olduğunu görüyoruz. Kurzat İbn-i Ka’b’ın biri Amr, diğeri Ali adında iki oğlu vardı; Amr hak cephesinde, Ali batıl cephede yer almıştı.
Aynı kabileden ve dolayısıyla birbiriyle akraba olan kimseler vardı, ama bazısı Hüseyni cephede bazı ise karşı tarafta!
* * *
Aşura Gecesi:
Evet, bunlar ve daha birçok imtihanı başarıyla geçip Aşura gecesine kadar kalan yiğitlere İmam hutbe okudu ve hutbesinin bir bölümünde şöyle buyurdu:
ألا و إنّی أظنّ یومنا من هؤلاء الأعداء غدا فانطلقوا جمیعا فی حل، لیس علیکم منّی ذمام هذا لیل قد غشیکم فاتخذوه جملا. ثم لیأخذ کل رجل منکم بید رجل من أهل بیتی [و] تفرّقوا فی سوادکم و مدائنکم حتى یفرّج اللّه فان القوم انما یطلبونی و لو قد أصابونی لهوا عن طلب غیری.
“Şunu bilin ki ben düşmanla olacak yüzleşmemizin yarın olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden hepiniz serbestsiniz, üzerinizdeki biatimi kaldırıyorum. Şu gece vaktini binit yapın; gece karanlığının örtüsünden yararlanın; her biriniz Ehlibeyt’imden birinin de elinden tutsun ve cemiyetlerinize halkınızın arasına, şehirlerinize dağılıp gidin, ta ki Allah kurtuluşu nasip edinceye kadar. Bu düşman topluluğu asıl beni istiyor. Beni ele geçirdikten sonra başkalarıyla bir işi olmaz.”
Ashabın cevabı:
و اللّه لا نفارقک ولکن أنفسنا لک الفداء نقیک بنحورنا و جباهنا و أیدینا فاذا نحن قتلنا کنا وفینا و قضینا ما علینا:.تکلّم جماعة أصحابه فی وجه واحد بکلام یشبه بعضه بعضا.
“Allah’a yemin olsun ki senden asla ayrılmayız; canlarımız sana fedadır. Boğazlarımızı, alınlarımızı ve ellerimizi sana siper edeceğiz. Biz ancak canlarımızı feda edince ahdimize vefa etmiş, üzerimize düşen görevi ifa etmiş olacağız!”
Her biri buna benzer sözler söylediler. Hatta bazısı “Bin defa öldürülüp dirilsem de yine de senden vazgeçmem ya Eba Adillah!” deyince, İmam (a.s) hepsinin şehid olacağı haberini verdi, ama onlar zerre kadar üzüntü veya ıstırap göstermeden bu büyük şeref ve feyizden dolayı sevinip Allah’a hamd ettiler, şükrettiler!
Gerçekten de bu dediklerini sonuna kadar fazlasıyla yerine getirdiler, ahitlerine sadık kaldılar.
* Aşura günü hayatta oldukları müddetçe Beni Haşim’den kimsenin meydana gitmesine izin vermediler.
* Öğle vakti olduğunda İmam Hüseyin meydanın ortasında ashabıyla birlikte namaza durdu. Bir grup da önde kendilerini onlara siper etti. Namaz bittiğinde onlar da birer birer yere düştüler. Onlardan birisi de Said b. Abdullah idi. İmam başını dizine alınca kanlı gözlerini açtı ve şöyle hitap etti İmam’a:
يا ابن رسول الله أوفيت؟
“Acaba ahdime vefa edebildim mi Ey Peygamber’in oğlu?”
İmam da onun boynuna o muhteşem madalyayı astı ve buyurdu:
نعم، أنت أمامي في الجنة.
“Evet, sen cennette (de) benim önümde olacaksın!”
* Müslim b. Avsece yaralanıp yere düştüğünde, İmam (a.s) ve Müslim’in çocukluk arkadaşı ve Kerbela’nın bir diğer yaşlı aslanı Habib İbn-i Mezâhir, yanına geldiler. Habib dedi ki: “Gerçi ben de senin ardından geliyorum, ama İslami bir sünnettir vasiyet etmek. Eğer varsa bir vasiyetin söyle kardeşim!” Müslim kanla dolmuş gözleri araladı ve bir Habib’e bir de İmam’a bakıp kısık sesle “Usike bi-Haza.” Yani bunu (İmam Hüseyin’i) sana vasiyet ediyorum. Ondan ayrılma!” diyebildi sadece.
Böylece en zor imtihanları en başarılı şekilde ve düşünülebilecek en yüksek notla tamamladıkları için o muhteşem madalyayı İmamlarından almayı fazlasıyla hak ettiler.
“Ben kendi ashabımdan daha iyisini ve daha vefalısını görmedim!”
Selam olsun Hüseyn’e, evladına ve ashabına. Ve ona gönül vermiş sadık dostlarına, aşıklarına.
- - - - - - - - - - -
[1] Enbiya, 35
[2] Ankebut, 1-2
[3] Bakara, 155
[4] A’raf, 94
[5] Enfal, 28
[6] Mülk, 1-2
[7] 18 ila 41 h. arası vali, 41 ila 60 h. arası halife
[8] Taberi, Tarih, c. 5, s. 435