.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Tövbenin Allah Katında Kabul Edilmesi Tövbenin Allah Katında Kabul Edilmesi

"Rejim onları yok ettiğinden beri artık ne bir evim ne de bir arabam var, ancak uğruna ölmeye hazır olduğum bir inancım var."

Bu sözler, Batı Şeria'daki Siyonist rejimin güvenlik ve askeri güçlerini uzun süre geceleri uyutmayan genç bir adama ait. Henüz otuz yaşında dahi olmayan, silahlarla ve yüksek gözetleme teknolojisiyle tepeden tırnağa silahlanmış acımasız bir orduyu aşağılayan genç bir adamın sözleri. Siyonist güvenlik güçlerinin ona karşı düzenlediği suikast veya tutuklama girişimlerine rağmen her seferinde başarı ile kurtulan bir direniş eri. Önemli olan soru şu: Batı Şeria'da ve daha geniş Direniş Hareketi'nde Ebu Şuca gibi gençlerin yükselişini ne sağlıyor? Onun gibi insanların bu terörist gruba karşı durmasını ve bu kadar önemli darbeler indirmesini sağlayan ne tür bir motivasyon var?

7 Ekim Aksa Tufanı Operasyonu’ndan çok önceleri, Temmuz ayında, Mescid-i Aksa’ya düzenlenen Siyonistlerin Taşkınlık Operasyonu'ndan on ay sonra, Filistin Yönetimi güvenlik güçleri Ebu Şuca'yı tutuklamak için Tulkerm'daki bir hastaneye girdi. Ancak o sırada doktorlar, hemşireler ve yerel halk güvenlik güçleriyle çatıştı ve Ebu Şuca'nın tutuklanmasını engellediler. Hatta bazıları onu Nur Şems Mülteci Kampı’na kadar korudu ve eşlik etti. Batı Şeria'daki aynı insanlar Mescid-i Aksa Taşkınlık Operasyonu’nun başlangıcından bu yana rejimin güvenlik güçleri tarafından 10.000’den fazla kişi tutuklandı ve Direniş'e verdikleri destekte ağır bir bedel ödediler. Mescid-i Aksa Taşkınlık Operasyonu'ndan önce bile, Siyonist rejimin her geçen gün artan işgaline ve apaçık baskısına direndiler ve rejimin varlığına yönelik en büyük tehdit haline geldiler.

Direniş Cephesi'nin bir başka bölümünde, işgal altındaki Filistin'e yakın Lübnan'daki bir sınır köyünde, rejimin bombalamalarından dolayı köyler ciddi hasar görmüş olmasına ve birçok evin yıkılmış olmasına rağmen hayat devam hala ediyor. Dükkânlar açık, insanlar günlük rutinlerini sürdürüyor ve koyun sesleri duyulabiliyor. Bu sahneye tanık olan bir arkadaş, yaşlı bir köylüye "Hacı, sınırın ötesine bak. Siyonistler Hizbullah'ın ateşinden kaçmak için köylerini ve yerleşim yerlerini terk ederek kaçtılar. Peki, sen neden hala buradasın? Neden Siyonistler gibi köyü terk etmedin?" diye sorduğunu söyledi. Yaşlı adam şöyle cevap verdi:

"Siyonistler köyü neredeyse yok etmiş olsa da ben kalıyorum. Hizbullah savaşçılarını yalnız bırakamam onun için ailemle kalıyorum. Savaşamam belki ama Hizbullah’a yardım etmek için yapabileceğim en küçük şey bu olabilir."

Direniş ruhu o topraklarda yaşayan her bireyde belirgin bir hal almış durumda. Örneğin, Amerikan güçleri Yemen'i bombaladıktan sonra, Yemenli Nasruddin Amir, "Yemen'in bize verdiği destek nedeniyle bombalanmasını istemedik" diyen bir Filistinliye, "Şimdi Gazze gibi bombalanıyoruz, sonunda huzur içinde hissediyoruz. Filistin halkının bombalanırken bizim bombalanmamamızdan utandık" diyerek yanıt verdi.

Evet, savaş meydanındaki direniş erlerine cesaret veren şey budur. Ebu Şuca gibi erleri yetiştiren ve onlara kendi çocukları gibi, Filistin'in çocukları gibi bakan dirençli bir toplumun gücüdür. Bu, toplumun içinden doğan bir direniştir, savaşçılarını destekleyen bir güçtür. Direniş, nesilden nesle aktarılan ve toplumu şekillendiren bir idealdir. Ve Siyonistler, bir idealle savaşamayacağını veya onu öldüremeyeceğini çok iyi bilirler. Bu ideal, inançları uğruna ölmenin ve zulme karşı savaşmanın kutsal olduğunu savunur ve fedakârlıklarıyla sonsuz yaşamlarını garantileyebileceklerine sıkı sıkıya inanır. Bu, İmam Hüseyin'in (as) ruhunu hayata geçiren ve bunu dünyanın görmesi için somut hale getiren bir toplumdur.

İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamanei, şehit aileleriyle yaptığı görüşmede Filistin ve Gazze halkının direnişine ilişkin de şunları söylemişti:

“[Filistin] halkının ağır bombardımanlara rağmen kararlı duruşu, 'İslam inancının' güç ve direnci yaratan bir faktör olduğunu açıkça ortaya koydu. Düşman karşısında teslim olmayı veya ellerini kaldırmayı reddettiler. [Siyonist rejimin] işlediği tüm vahşetlere rağmen, [Gazze meselesi] ... İslam'ı ve İslam inancını [dünyaya] tanıttı.”

İslam İnkılabı Rehberi, bu halk direnişini, İslam'ın dünyaya ve özellikle İslam ümmetine bir modeli olarak sunmaktadır.

Hikâyenin diğer tarafında ise işler tamamen farklı. Burada, dirençli bir toplumla değil, en ufak bir kriz belirtisinde kaçmak için Ben Gurion Havaalanı'nda uzun kuyruklar oluşturan ve Gazze ve Lübnan yakınlarındaki yerleşim yerlerindeki ışıkları kapatan bir toplulukla karşı karşıyayız, sanki orada hiç kimse yaşamıyormuş gibi. Sürekli olarak yerinden edilmelerine ve uzayan savaşa karşı protesto gösterileri düzenliyorlar ve işgalci rejimden tam destek bekliyorlar. Siyonist rejimin bu yerinden edilmiş insanlara işgal altındaki topraklardaki otellerde ücretsiz konaklama sağlamasına ve bölgedeki Müslüman ülkeler de dâhil olmak üzere dünyanın dört bir yanından destek almalarına rağmen böyle.

Bu, savaşları için her zaman insan gücü sıkıntısıyla mücadele etmiş ve şimdi Haredim'i askere alma utancıyla yüzleşmek zorunda kalmış bir topluluktur. Hükümetin çökme riskine rağmen, rejim Haredem’i savaşa katılmaya zorlamak için yasalar çıkarmaya başvurmuştur.

Hayatta kalmak için her şeyi mubah gören ve bu dünyayı nihai hedefi olarak kabul eden bir toplum ile bu hayatın kısa süresinde inanç ve ideallere değer veren bir toplum arasında büyük ve derin bir fark vardır. Bir toplum anavatanına geri dönmek için savaşırken, diğeri sadece hayatta kalmak için dünyanın herhangi bir yerinde yerinden edilmeye razıdır, hatta geniş vahşiliklere ve soykırımlara başvurmasına rağmen.

Aman'ın (İsrail Askeri İstihbarat Müdürlüğü) eski başkanı ve Siyonist rejimin en önde gelen güvenlik ve askeri analistlerinden biri olan Amos Yadlin, ateşkes ve esir değişiminin güçlü bir savunucusudur. Bu değişimin Siyonist rejim için önemini ayrıntılı bir Twitter dizisinde ve Siyonist medyayla yaptığı ayrı röportajlarda vurgulamaktadır. X’te önemli açıklamalarından birinde şöyle diyor:

“Esirleri geri getirmeden zafer olmaz. Biz ölümü değil, yaşamı kutsayan bir halkız. Her zaman böyleydi ve böyle olmaya devam etmelidir.”

Bu ifadenin incelenmesi Direniş Cephesi ile işgalci grup arasındaki farklılıkların nedenlerini açıklığa kavuşturabilir. Kendi dünyevi yaşamı için her şeye değer veren ve hatta her şeyi kutsallaştıran işgalci güç, Direniş Cephesi'nin kendi bakış açısını paylaştığına yanlış bir şekilde inanmaktadır. Direnişin, üyelerinin öz kimliği haline geldiğini görememektedir. İşgal güçleri, vahşetini ve saldırılarını artırarak Direniş'i zayıflatacağını ummaktadır. Aksine, onu yalnızca güçlendirmektedir. Eylemlerinin sonuçları, Direniş'in sadece Filistin'de değil, aynı zamanda Lübnan, Yemen, Irak, Suriye ve tüm bölgede artan gücü ve etkisinde açıkça görülmektedir.

Hizbullah Genel Sekreteri Şehit Seyyid Hasan Nasrallah'ın tarihi bir konuşmada ‘şehitlik’ yaşayan bir halk için yenilgi olmadığını ilan etmesi tesadüf değildir. Gelecek kaçınılmaz olarak ideallerinin bedelini eşitsiz bir mücadelede üstlenmeyi öğrenen ve bu mirası çabaları ve fedakârlıklarıyla bir sonraki nesle aktaranlara aittir.

Editör: Hasan Bedel