.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Dinlerin dünya coğrafyasında dağılımına kısaca baktığımızda onların giyim rengi gibi değil, deri rengi gibi dağıldıklarını görüyoruz. Bir bölge halkının deri rengi aynıdır ama giysilerinin rengi farklıdır. İnsan yaşamı boyunca çeşitli renklerdeki elbiseleri kullanır. Bazılarının kendileri, babaları, anneleri, çocukları, komşuları, hemşerileri ve aynı ülkeyi paylaştığı insanlar “Beyaz derili” veya “Siyah derilidir” ancak pek az kimse yıl boyu sadece beyaz elbise veya siyah elbise giyer. İnsanların dinleri ve mezhepleri de tıpkı deri rengi gibi onlara yapışmıştır ve onların kendi dinlerinden ayrılıp başka bir dine geçmeleri kolay olmadığı için bu duruma az rastlanır.

Dinler ve mezhepler toplumsal, siyasi, askeri ve duygusal olayların tarihte ve coğrafyada sabitlediği dindarlar okyanusudur. Bu okyanuslardan bazı damlalar da zaman zaman başka okyanuslara sıçramaktadır. Alıcı okyanuslar yeni damlalara bir mücevher kadar değer vermekte ve onların kendi aralarındaki varlığıyla iftihar etmektedirler.

Din değiştirenlerin üzerinde yapılan incelemeler, onların çoğunun avam kesimden olduğunu, terk ettikleri din ve yeni kabul ettikleri din hakkında da uzmanlıkları olmadığını göstermektedir. Bu yüzden bir din âliminin kendi dinini bırakıp başka bir dine geçmesi oldukça nadir yaşanır. Cizvit rahibi Thomas Michael şöyle yazmıştır:

“Aslında tarihten edindiğimiz bilgiye göre kendi dinine ve manevi konulara ihlâsla bağlı olan Hıristiyan ve Müslümanların başka bir dine geçmesi oldukça azdır. Geçmişte ve günümüzde bazı kimselerin evlilik, iş seçimi, kültür seviyesinin yükselmesi veya toplumsal baskılar gibi nedenlerden dolayı dinini bırakıp başka dine geçtiği doğrudur. Ancak dinine tam anlamıyla bağlı olup da başka dine geçenlerin sayısı fazla değildir.”[1]

Gayet açıktır ki, dinler arası bu açıklama bir dinden çıkıp başka bir dine geçmek hususunda dinlerin teolojisinde kesinlikle kabul edilmez. Din değiştirme girişimi her dininin teolojisinde incelenir ve kendi dininin hak, diğer dinlerin batıl olduğu konusu ispatlanır.

Dinlerin çoğu yeni gelenleri kabul etmektedir. Ancak bazı dinler de vardır ki, bir kimse o dine girmek isterse din mensupları onu kabul etmezler. Lübnan Dürzîleri ile İran ve Irak Sabiileri gibi. Bu dinler açısından bu dine girecek kimsenin liyakati dünyaya gelirken bu dine mensup bir aileden gelmesiyle olur.

Yeni gelenleri kabul eden dinlerin genellikle tebliğleri vardır. Ancak tebliğleri olmadığı halde yeni geleni kabul eden dinler de vardır. Tıpkı Yahudilik gibi.

Hıristiyanlık başından beri sıkı bir tebliğ dini olmuştur. Bu dinin tebliğcileri dünyanın dört bir köşesine gitmiş ve bir takım başarılar elde etmişlerdir. Onlar çeşitli kavimlerin dillerini öğrenmekte, Kitab-ı Mukaddes’in tercümesinde ve o dillerde rengârenk tebliğ kitapçıkları hazırlama hususunda oldukça çalışkandırlar. Sömürgeci devletlerde her zaman bu misyonerlik faaliyetlerini desteklemişlerdir.

Hıristiyan tebliğcilerinin çoğu Protestanlardır. Onlar hastane, okul ve eğlence merkezleri kurarak insanları Hıristiyanlığa davet ederler. Bu arada çekici radyo ve televizyon programları da kullanılmaktadır.

Yahudilikten çıkmak mümkün değildir. Çünkü Yahudilik etnik bir dindir. Dolayısıyla etnik kökenini ve bunun gereksinimlerini kendinden atmak mümkün değildir. Şu halde Yahudilikten başka bir dine geçen bir kimse Yahudiler açısından hala Yahudi’dir ve sadece günah işlemiştir. Hristiyanlıktan çıkmak, ister kendi isteğiyle ve ister icbar yoluyla olsun mümkündür. Çünkü Hristiyanlıkta takiyye yoktu. İslam’dan çıkmak sadece kişinin kendi isteğiyle olur. Takiyye kuralından dolayı zorlamayla ondan çıkmak mümkün değildir. Doğu dinleri ise dinlerin birleşmesini mümkün görmektedir.

- - - - - - - - - - - - - -


[1]     Kelam-ı Mesihi, s.16-17.