.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Dr. Seyyid Ali Hüseynizade
İslam'da ilmin önemi kimseye saklı değildir. Öyle ki eğer bir kimse sadece İslam'ın adını duymuş olsa, bu dinde ilmin ve âlimin çok yüce değere ve makama sahip olduğunu onaylayacaktır. Zira âlim olan Allah, değerli İslam Peygamberiyle ilk kelamî irtibatında, Ona okumayı emrediyor, kendisini de insana bilmediklerini öğreten öğretmen sıfatıyla övüyor:
“Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin en yüce kerem sahibidir. O, kalemle (insana yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediğini öğretti.”[1]
İlim ve öğretmek İslam'da o kadar önemlidir ki Allah, Kuran'da kaleme yemin etmiştir:
“Nun. Kaleme ve (yazarların) satır satır yazdıklarına andolsun.”[2]
Başka bir ayette insanların vicdanında ilmin ve âlimin üstünlüğünün yerleştiği kabulüyle şöyle soruyor:
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”[3]
Resulullah (s.a.a) da risaletinin başlarından itibaren sürekli ilim ve ilim öğrenmenin önemi üzerinde durmuş ve halkı buna teşvik etmiştir:
Hz. Peygamber (s.a.a) bir gün camiye girdi ve iki toplulukla karşılaştı: Bir gurup ilim sohbetiyle meşguldü, diğer gurup da Allah'a ibadet ile. İki gurup da Resulün kendilerine katılmasını istiyordu. Resul şöyle buyurdu: “Her iki gurup da doğruluk üzeredir ama onlar Allah'ı zikrediyorlar ve bunlar öğreniyorlar ve bilmeyenlere öğretiyorlar. Bunlar daha üstündür (ve) ben öğretmek için gönderildim.” Sonra ilk gurupla oturdu.
İslam'da ilmin ve öğretilmesinin önemi üzerinde şüphe olmadığı söylenebilir. Bu konuda önemli yere sahip olan ise çocukluk ve ergenlik döneminde öğretimin önemidir. Öyle bir dönem ki İmam Ali'nin (a.s) deyimiyle çocuğun zihin sayfası, el değmemiş ve hazır bir tarladır, hangi tohum atılsa ekin verecektir:
Ergenin kalbi ekilmemiş tarla gibidir, ne ekilse kabul eder.
Çocukluk ve ergenlik döneminde öğretimin etkisi o derecededir ki İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor:
Çocukken ilim (öğretmek) taşa işlemek gibidir. (kalıcıdır.)
Taşın üzerine işlenen nakış, daha uzun ömürlü ve kalıcıdır. Çocuklukta öğrenilen ilim de akıldan çıkmaz ve kalıcı olur. Peygamber (s.a.a) Müslümanlara bu konuda fazlasıyla tavsiyede bulunmanın yanı sıra kendisi de ashabının ve onların çocuklarının öğretimine özen gösterirdi. Resul öyle bir zamanda görevlendirildi ki tüm Arabistan yarımadasında sadece on yedi kişi okuma-yazma biliyordu. Ama ilmi ve öğrenmeyi öylesine teşvik etti ki kısa sürede Müslümanların çoğu okuryazar oldular ve eğitim öğretimle uğraştılar. Öyle ki daha sonraları matematik ve kimya dallarında dahi en büyük bilim insanları Müslümanlar arasından çıkmıştır. Bu, İslam'ın ve Peygamber'in (s.a.a) eğitim ve öğretime, özellikle de çocukların eğitim ve öğretimine gösterdikleri özen sebebiyledir. Savaş esirlerinden bile bu konuda faydalanıyorlardı. Bir rivayette şöyle geçmektedir:
"Hasan ve Hüseyin (a.s) hat yazıyorlar ve hatlarını değerlendirmesi için annelerine götürüyorlardı. Hz. Fatıma kolyesini kırdı ve şöyle buyurdu: “Kim daha fazla boncuk toplarsa onun hattı daha iyidir.”
İmam Hasan (a.s) evlatlarını ve kardeşinin çocuklarını bir araya toplayarak onlara şöyle buyuruyordu:
"Siz şimdi bizim taze fidanlarımızsınız ama yakın gelecekte başka bir kavmin büyükleri olacaksınız. öyleyse ilim öğreniniz ve sizden kim dersi ezberleyemezse onu yazsın ve evine götürsün."
İmam Seccad (a.s) da evlatlarının öğretimine özen gösteriyordu ve onları öğrenim görmeleri için mektebe yolluyordu. İmam Bâkır (a.s) şöyle buyuruyor:
"Ben mektepteyken Cabir yanıma geldi."
Yani İmam Bâkır (a.s) okuma yazma öğrenmek için okula gitmişti ve Cabir orada İmam'la görüştü.
İmam Kâzım (a.s) da okuryazarlık öğrenmek için okula gidiyordu. İbni şehraşub İmam'dan şöyle naklediyor:
"Bir gün okuldan dönmüştüm. Yanımda kitap ve kalemimle babam İmam Sadık'ın (a.s) huzuruna çıktım. Babam beni karşısına oturttu ve şöyle buyurdu: “Evladım yaz: çirkinden uzak dur ve cevap verme O'na” Sonra buyurdu: “Diğer mısrasını sen söyle…"
Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor:
Evlatlarınıza ilim öğrenmeyi emrediniz.
Bu rivayette İmam, öğrenim için zorlamayı gündeme getirmiştir. Çünkü eğer bu dönemde çocuklar öğrenimle uğraşmazsa fazlasıyla zarar göreceklerdir. Bu yüzden ebeveynler çocukluğun ikinci döneminde ve ergenlikte çocuklarının öğrenimiyle uğraşmakla vazifelidirler. Bu dönemden sonra öğrenim, çocuğun kendi uhdesindedir.
1) Okuma yazma öğretimi
Çocuğun her tür öğretiminin mukaddimesi, okuma yazmanın öğretimidir. Çünkü okuma yazma bilmeyen kimsenin öğrenim görmesi mümkün değildir diyemesek de en azından zordur. Tabi bazı ustalıkların ve zanaatın teorik öğretimi gerekmeyebilir. Masumlar (s.a.a) evlatlarının ve çocukların öğretiminde önce okuma yazmanın, ıstılahtaki “kitabet”in öğretimi üzerinde çalışıyorlardı. Bazı İmamların mektebe gitmesi hakkında daha önce zikredilen siyerler, bu öğretime gösterilen teveccühü anlatmaktadır. Zira günümüzde mektep denildiğinde akla gelen Kuran kurslarının aksine geçmişte ve İslam'ın ilk yıllarında mektep, ilköğretimdi yani okuma yazma, basit matematik, biraz şiir, tarih, Kuran ve hadisin basit şekilde öğretildiği yerdi.
Resulullah'ın (s.a.a) savaş esirlerini çocukların öğretiminde kullanması ve Abdullah bin As'ı Medine'deki camide okuryazarlık ve hat öğretmesi için görevlendirmesi, Resulün siyerinin çocukluk döneminde öğrenime ve okuryazarlığa teveccühünü anlatır niteliktedir.
Okuma yazmanın öğretimine ilaveten kişilerin ve toplumun ihtiyaç duyduğu ilimlerin muhtasar olarak öğretimi de mekteplerin programlarındaydı. Hz. Ali'nin (a.s) çocuklara ilim öğrenimi hakkındaki tavsiyesi, kastedilenin sadece okuma yazma öğrenimi olmadığını göstermektedir. Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor:
Küçükken ilim öğrenin ki büyüdüğünüzde ulu olun.
Yine şöyle buyuruyor:
Çocukluğunda ilim öğrenmeyen kimse, yetişkinliğinde başkalarının önüne geçemez.
Üstünlük sağlayan ilmin sadece kitabet olmadığı, modern ilim ve insanın toplumda kullandığı ilimler olduğu açıktır. Bu yüzden Masumların (a.s) siyerinde öğrenimin bir kısmı mektep öğrenimidir. Bunun da yaklaşık olarak ilkokul öğrenimine denk olduğu söylenebilir.
2) Kuran Öğretimi
Masumların (a.s) siyerinde öğretimin bir başka bölümü Kuran öğretimidir ve özel öneme sahip olup mekteplerde öğrenilirdi. Hz. Ali (a.s) bu konu hakkında oğlu İmam Hasan'a (a.s) şöyle buyuruyor:
“Ve sana önce Allah'ın kitabını öğreteyim…”
Çocukların ve evlatların Kuran öğrenmesi o kadar önemlidir ki Masumlar (a.s) bunu evlatların ebeveynleri üzerindeki haklarından saymışlardır. Kenzu'l Ummal'de Peygamber'in (s.a.a) Ebu Rafi'ye şöyle buyurduğu bir rivayet nakledilmiştir:
“Fakirlik zamanın için ne yaptın?” Ebu Rafi şöyle arzetti: “O gün için bir şey yollamayayım mı?” Buyurdu: “Tabi yolla. Ne kadar malın var?” arzetti ki: “Kırk bin (dirhem veya dinar) ve hepsini Allah için veriyorum.” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Hayır! Hepsini Allah yolunda verme. Bir kısmını sakla ve evladının hayır ve iyiliği için harca.” Ebu Rafi şöyle arzetti: “Acaba onların üzerimizde bir hakkı var mı, bizim onların üzerinde olduğu gibi?” Resul şöyle buyurdu: “Evet, evladın baba üzerindeki hakkı şudur: Ona Allah'ın kitabını, ok atmayı ve yüzmeyi öğretmeli ve ona bir mal miras bırakmalıdır.”
İmam Hüseyin (a.s) de çocuğunu Kuran öğrenmesi için mektebe yolladı. çstad, Fatiha suresini çocuğuna öğretti. O, sureyi babasına okuduğunda İmam üstada bin dinar ve bin giyecek verdi ve ağzını inciyle doldurdu.
Masumların siyerinde Kuran öğrenmenin fevkalade önemi vardır. Bunun okuma yazmadan sonra gelmesi daha az önemli olduğu için değil, Kuran öğrenmenin mukaddimesi olduğu içindir. Sonuçta Kuran öğrenimi ve okuryazarlık birlikte oluyordu.
3) Âdâp Öğrenimi
Masumların (a.s) siyerinde öğretimin bir başka bölümü âdâp öğretimidir. Onların siyerlerinde âdâp öğretimi mektepte veya sınıfta ders verme şeklinde değildi. Çocuk âdâbı bilmesi gerektiği yaşa geldiğinde Masumlar (a.s) toplumsal meselelerle karşılaştıkça âdâb-ı muaşereti çocuklarına öğretiyorlardı. Şöyle naklediliyor:
Peygamber (s.a.a) bir gün bir adamı bir gençle gördü. Gence şöyle buyurdu: “Bu adam kimdir?” Arzetti ki “Babamdır.” Peygamber (s.a.a) buyurdu ki:
“Asla ondan önde gitme, başkalarının ona yakışıksız sözler etmesine sebep olma, ondan önce oturma ve ona adıyla seslenme.”
Hz. Ali (a.s) de yemek yeme âdâbını oğlu Hasan'a (a.s) öğretmek için şöyle buyurmuştur:
“Oğulcuğum seni, doktor ihtiyacını ortadan kaldıracak dört haslet hakkında bilgilendirmemi ister misin?” Hz. Hasan “Evet” dedi. Buyurdu ki: “Acıkmadan sofranın başına oturma, doymadan önce yemeyi bırak, yemeği iyi çiğne ve uyumadan önce idrarını kendinden uzaklaştır.”
Ümmü Seleme'nin çocuğu Ömer bin Ebi Seleme şöyle diyor:
Çocukken Peygamber'in evinde yaşıyordum. Sofradayken elimi her tarafa uzatarak yemek alıyordum. Peygamber şöyle buyurdu: “çocuk, Bismillah de, sağ elinle ve kendi önünden yemek ye.”
İmam Rıza (a.s) babalarından, İmam Hüseyin'in (a.s) şöyle buyurduğunu naklediyor:
Emiru'l-Muminin bize, misvak kullandığınızda üç kez ağzınızı çalkalamadan su içmeyin, diye buyuruyordu.
Peygamber'in (s.a.a) hizmetlilerinden biri şöyle diyor:
Bir müddettir Peygamber'e (s.a.a) hizmet ediyordum ve izin almadan huzuruna çıkıyordum. Bir gün girdiğimde Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Evladım sen artık büyüdün, bundan sonra asla izin almadan girme.”
Masumların (a.s) siyerinde adap öğretimi sadece çocuklara mahsus değildir. Onlar büyüklere de adap öğretiyorlar ve hatırlatıyorlardı. Örneğin Mustedreku'l-Vesail'in yazarı İmam Hüseyin'den (a.s) şöyle nakletmektedir:
Bir şahıs İmam Hüseyin'in (a.s) huzuruna vardı ve şöyle arzetti: “Nasılsın? Allah seni selamet etsin.” İmam buyurdu ki: “Konuşmaya başlamadan önce selam (ver), Allah da seni selamet etsin.” Sonra şöyle buyurdu: “Selam vermeyen hiç kimseye (girmesi veya konuşması için) izin vermeyin.”
4) Fıkıh ve Hadis çğretimi
Masumların (a.s) siyerindeki öğretim bölümlerinden biri de fıkıh, hadis, tefsir ve Kuran tevilinin öğretilmesidir. Hz. Ali (a.s) İmam Hasan'a (a.s) şöyle buyuruyor:
Sana önce Allah'ın kitabını öğreteyim ve tevilini, İslam şeriatini ve helali haramdan ayıran fıkhını öğreteyim ve başka bir şey üzerinde durmayayım.
Resulullah (s.a.a) da bu konuda şöyle buyurmuştur:
“Babaları ve anneleri dolayısıyla vay ahir zaman çocuklarına!” Peygamber'e sordular: “Müşrik babaları ve annelerinden mi?” Resul buyurdu: “Hayır, mümin anne ve babalarından ki dinin vaciplerinden ve fıkhından hiçbir şey öğretmezler ve eğer evlatları bir şey öğrenirse, öğrenmesine engel olurlar ve onlardan dünyada değersiz bir sermayeye razıdırlar. Ben böyle babalardan uzağım onlar benden yüzlerini çevirirler.”
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
Mürcie sizden önce davranmadan (ve inançlarını onlara empoze etmeden) gençlerinize ve ergenlerinize hadislerimizi öğretin.
Bu sakındırmanın sadece Mürcie için olmadığına dikkat edilmelidir. İmam'ın zamanında Mürcie revaçta olduğu ve gençleri yoldan çıkardığı için onların adı geçmektedir. Ancak her zamanda gençlerin inancını saptıracak ekoller, izmler ve guruplar olabilir. Din ahkâmının ve Masumların (a.s) ahlak ve inançla ilgili hadislerinin öğretilmesi, sapkın ekollere karşı evlatlarımızı silahlandırmak için bir yoldur. İmam Seccad (a.s) bu öğretimi ebeveynlerin vazifesi ve çocukların ebeveynler üzerindeki haklarından saymaktadır ve anne-babalara hitaben şöyle buyurmaktadır:
Sen –ey anne ve baba- evladının eğitiminden, Allah'a doğru yönelmesinden ve Allah'a itaat etmesine yardım etmekle yükümlüsün. Öyleyse bu vazifeye, eğer evladına iyilik ederse sevabını göreceğini ve eğer kötülük ederse azap göreceğini bilen bir kimse gibi amel et.
Bu bölümde öğretimle ilgili önemli nokta şudur: Fıkıh ve akaid öğretimi, gencin ve ergenin fikri ve zihni yaşam meşgalesiyle veya başka düşüncelerle dolmadan önce verilmelidir. Zira boş zihinler hakkı daha iyi ve kolay kabul edeceklerdir. Bu, yeni yapılmış temiz bir havuzun temiz suyla doldurulmasına benzer. Eğer bu temiz havuza önce bir miktar kirli su dökülürse, sonradan ne kadar temiz su dökülürse dökülsün yine de bulanık olacaktır. Ergenlerin zihni hak olan akaid ve fıkıhla şekillenirse batıl akaid bu zihne yol bulamayacaktır. Eğer bu zihin batıl akaidle karışırsa, hak akaidle karşılaşsa bile yine de önceki batıl akaide bulanmıştır ve her zaman hak olan akaide galip gelecektir.
5) Hikmet öğretimi
Masumların (a.s) siyerindeki evlat öğretimi bölümlerinden birisi de hikmetli ilimlerin öğretimidir. Öyle ki bunlara dikkat edildiğinde yaşam başka bir şekil alır ve insan çoğu sorunla karşılaşmaz. Eğer karşılaşacak olsa da üstesinden gelebilir. Babaların tecrübeyle ulaştığı veya din büyüklerinden ve başkalarından öğrendikleri nasihatler ve hikmetler, çocuklar için ergenlik ve gençlik döneminde fazla önemli olmayabilir ve dikkatlerini çekmeyebilir ama geleceklerinde kendilerini bu bilgece nasihatlerin bir zerresine ve büyüklerin ve ebeveynlerin öğütlerine muhtaç göreceklerdir.
Birçok kişi, sadece anne-babalarının veya büyüklerinden birinin bilgece bir veya birkaç tavsiyesine uyarak hayatta başarıya ulaştıklarını itiraf etmişlerdir. Ya da tam tersi anne-babalarının veya başkalarının bilgece cümlesini uygulamamak yaşamlarını viran etmiştir. Evlatlar er ya da geç bu gerçeğin farkına varacak ve babacan tavsiyeler tesirini gösterecektir.
Lokman Hekim de evladına şöyle buyurdu:
Yavrucuğum, ben sana yedi bin hikmet öğrettim. Sen bunlardan dördüne amel edersen benimle cennete girersin. Gemini sağlam yap zira adım atacağın deniz, derindir. Yükünü azalt zira yamaçlardan geçmek zordur. Azığını fazla al zira mesafe uzaktır ve Allah için amelini halis yap zira Allah dakik ve basir bir sorgulayıcıdır.
Masumların (a.s), evlatlarına hikmet öğretmeyle ilgili siyer örnekleri şöyledir: İmam Sadık (a.s) Süfyan Surî'ye şöyle buyurdu:
Süfyan! Babam beni üç şey üzere eğitti ve üç şeyden alıkoydu. Beni eğittiği üç şey şunlardır ki buyurdu: “Evladım, kötü dost edinen salim kalmaz. Sözünü dizginlemeyen pişman olur. Kötü yerlere giden itham edilir…” ve beni kıskanç kimseyle, musibette hoşnutluk eden ve laf taşıyanla arkadaşlıktan sakındırdı.
Yine şöyle buyuruyor:
İmam Bâkır (a.s) bizi topladı ve şöyle buyurdu: “Aziz evlatlarım, başkalarının haklarına taarruzdan kaçının, hayatın sertliklerine karşı sabırlı olun ve sizi zararı faydasından çok olan işlere davet edenlerin davetini kabul etmeyin.”
Hz. Ali (a.s) de evlatlarına böyle tavsiyelerde bulunuyordu. çrneğin İmam Hasan'a (a.s) vasiyetinde şöyle buyuruyor:
“Yavrucuğum, cehaletten daha kötü bir fakirlik yoktur. Akılsızlıktan daha kötü bir yokluk yoktur. Ucbdan ve kendini beğenmişlikten daha korkunç bir korku yoktur. Güzel ahlâktan daha iyi bir akrabalık yoktur. Allah'ın haramlarından kaçınmaktan daha iyi dindarlık ve Allah'ın yarattıkları üzerinde tefekkürden daha iyi bir ibadet yoktur.
İmam Sadık'ın (a.s) ashabından biri şöyle diyor:
İmam'ın huzuruna vardım. Oğlu İmam Kazım (a.s) da oradaydı. İmam ona şöyle vasiyet ediyordu:
“Yavrucuğum, sözlerime ve vasiyetime amel et. Zira böyle yaparsan saadetli bir hayata ve güzel bir ölüme sahip olursun. Her kim Allah'ın kendisine verdiği rızıktan hoşnut olursa ihtiyaçsızdır ve her kim başkalarının elinde olana göz dikerse fakir ölecektir.”
Hz. Ali (a.s) de İmam Hasan'a (a.s) hitaben şöyle buyuruyor:
“Evladım, olmayan şeyleri, olan şeylerden çıkar. Zira dünya işleri birbirine benzer.”
Ebu Es-Sured de şöyle diyor:
Hz. Ali (a.s) İmam Hasan'a (a.s) akıl, sağduyu, mertlik vb. hakkında sorular sordu. İmam Hasan (a.s) cevap verdi. Sonra İmam Hüseyin'e (a.s) fakirlik, zenginlik, tevazu vb. hakkında sorular sordu. O da cevapladı. Sonra Haris A'ver'e dönerek şöyle buyurdu:
“Haris, bu hikmetleri evlatlarına öğret. Zira aklın çoğalmasını, hoşgörünün artmasını ve görüş bildirmeyi sağlar.”
Masumlar (a.s) hem kendi evlatlarına bilge nasihatler öğretiyorlardı ve hem de ashaplarına böyle yapmalarını tavsiye ediyorlardı. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, bu öğütlerin ve hikmetlerin küçük yaşlar için pek uygun olmadığıdır. Çoğu gençliğin, ergenliğin son dönemleriyle ve hatta bazıları yetişkinlik dönemiyle ilgilidir. Zira çocukluk döneminde böyle öğütler anlaşılamaz ve idrak edilemez. Bu yüzden Hz. Ali (a.s), İmam Hasan'a (a.s) bu tür öğütler içeren Nehcu'l-Belağa'nın 31. mektubunu, Sıffin dönüşü yazmıştır ve bu sırada İmam -yaklaşık 35 yaşlarında- orta yaş dönemindeydi.
Diğer bir nokta da şudur: Bu tür öğüt ve hikmetlerin her zaman büyükler tarafından olması gerekmez. Ebeveynler de hayatları boyunca elde ettikleri tecrübeleri evlatlarına öğretmelidirler ki onlar ebeveynlerinin değerli tecrübe sermayesine sahip olabilsinler. Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor:
“Yavrucuğum, gerçi ben geçmiştekilerle birlikte yaşamadım ama onların işlerine öyle baktım, haberleri üzerinde öyle düşündüm ve eserlerini öyle seyrettim ki sanki onlardan biriydim. Onlarla beraber yaşamışım gibi işlerinden haberdardım. Temiz işlerini, kirli işlerinden faydalarını da zararlarından ayırabildim. Senin için her işin üstününü ve güzelini seçtim ve kötü işleri kenara ayırdım ve gördüğün gibi sevgi dolu bir baba olarak sana himmet ettim.”
[1] Alak suresi, 1-5. ayetler.
[2] Kalem suresi, 1. ayet.
[3] Zümer suresi, 9. ayet.