.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Abbas Akyüz

Hz. Peygamber (s.a.a), katıldıkları savaştan galibiyetle geri dönen İslam ordusuna, mealen şöyle buyurur: “Küçük cihatta galip olan ancak, kendilerini en büyük cihadın beklediği topluluğu kutlarım.”

Bazıları onları, katıldıkları savaştan daha büyük bir savaşın beklediğini ve ileride daha büyük ve tam donanımlı bir düşman ordusuyla savaşmaları gerektiğini düşündüler. Bunun üzerine “Ya Resulullah, en büyük cihat da nedir?” diye sordular. Hz. Peygamber: “Nefisle cihattır.” buyurdu.[1]

Görüldüğü üzere bu ve benzeri hadislerde insanın kendi nefsine karşı vermiş olduğu savaş, büyük cihad ve savaş olarak nitelenir. Bu tanımlama, nefisle mücadelenin ne kadar önemli ve tehlikeli olduğunu vurgulayan kapsamlı ve öz bir ifadedir. Bir çok hadis alimi de Hz. Peygamber’in (s.a.a) bu tanımlamasından hareketle cihadı, “düşman ve nefse karşı cihad” diye ikiye ayırmış ve hadis kitaplarında ahlâk ve nefis tezkiyesiyle ilgili hadislere cihad bölümünde yer vermişlerdir. Hatta bazı hadislerde Hz. Ali’den naklen şöyle geçer: “En üstün cihat, kendi içinde yer alan nefsiyle cihat eden kimsedir.”[2]

Nefisle savaşımın silahlı savaştan daha büyük ve önemli oluşunu aşağıda sıralanan unsurlarda aramak gerekir. Nefisle savaş şu açılardan silahlı mücadeleden daha önemli ve daha büyüktür:*

1- Süre açısından. Nefisle cihat, insanoğlunun yaratılışıyla başlayan ve kıyametin gerçekleşmesiyle noktalanacak olan bir savaştır. İnsan ölene dek sürekli bu savaşla iç içe yaşar. Oysa silahlı savaş belli dönemlerde yaşanan kısa süreli bir olaydır. En uzun süren savaşlar bile ona oranla kısa süreli kalır.

2- Mekân açısından. Nefisle cihat, belli bir yer ve mekânla sınırlı değil. İnsanın ayak bastığı ve gittiği her yerde gerçekleşebilecek bir savaştır. İnsan, ister evinde olsun, ister dışarıda olsun; ister dünyada yaşasın, ister uzayda yaşasın; ister toplum içerisinde yaşasın, ister yalnız başına bir dağda veya ormanda yaşasın; ister karada olsun, ister havada ve denizde olsun; ister normal mekânlarda olsun, ister kutsal mekânlarda olsun; sürekli bu savaşla iç içedir. Oysa silahlı savaş belli mekânlarda gerçekleşir.

3- Katılım açısından. Erkeğiyle kadınıyla, genciyle yaşlısıyla, zenginiyle fakiriyle, hastasıyla sağlıklısıyla, güçlüsüyle güçsüzüyle, rütbelisiyle rütbesiziyle, şehirlisiyle köylüsüyle, alimiyle avamıyla mükellefiyet çağına ermiş bulunan herkes nefisle cihada katılmak zorundadır. Oysa silahlı savaşta kadınlar, hastalar, yaşlılar ve ihtiyaç fazlası muaf ve dışarıda tutulur. Başka bir tabirle nefisle cihat, farz-ı ayndır; silahlı savaş ise, farz-ı kifaye'dir, yeterli ölçüde katılım gerçekleştiğinde bu farz diğerlerinin üzerinden kalkar.

4- Düşman açısından. Nefisle cihatta, iç ve dahilî düşmana karşı; silahlı savaşta ise genelde haricî ve dış düşmana karşı savaşılır. Bilindiği gibi dahilî düşmana karşı savaş, daha tehlikeli ve daha zordur.

5- Araç ve gereçler açısından. Silahlı savaşta kullanılan araç ve gereçler bu gün itibariyle çok olsa da nefis mücadelesinde kullanılan araçlara oranla sınırlı ve az sayılır. Nefisle savaşta makam, mevki, toplumsal itibar, akraba, evlat, eş, kısacası insanın sevdiği her şey araç olarak kullanılabilir. Hatta insanın haccı, umresi, bir başkasına yaptığı yardımı ve övünç kaynağı sayabileceği her şey bile aleyhine olabilecek bir araca dönüşebilir. Bu meydanda abid ibadetiyle, arif irfanıyla, tüccar ticaretiyle, alim ilmiyle kısacası herkes övündüğü şeyle kaybedebilir.

6- Sonuç açısından. Nefisle cihatta galibiyetin sonucu, şüphesiz vasfı Kur'an-ı Kerim'de geçen cennet ve en önemlisi Allah'ın sevgi ve rızasını kazanmaktır. Silahlı savaşta ise, toprak, mal, mevki vb. şeyler kazanılır. Nefisle cihatta yenilgi ise, telafi edilmez felaketler doğurur. Yenilginin sonucu, hüsran ve uhrevi mutsuzluktan başka bir şey olmaz. Silahlı savaşta ise, yenilgi bazen iyi sonuçlar doğurabilir. Örneğin insan şehadet makamına erişebilir. Farklı bir tabirle şöyle diyebiliriz: Silahlı savaşta gerçek anlamda yenilgi düşünülemez, ama nefisle mücadelede gerçek anlamda yenilgi söz konusudur.

7- Zor olması açısından. Hakka tam anlamıyla boyun eğmek, olaylarda şeytanın izini bulup ona karşı gelmek, bir ömür boyu nefsani istek ve arzularla mücadele etmek, çoğunluk akımına kapılmayıp sele ve rüzgara ters istikamette hareket etmek, kısacası gerçek anlamda nefisle savaşmak, tabii ki savaş meydanında birkaç günlük sıkıntılara katlanmaktan ve sonunda şehit olmaktan daha zordur. Ömrünü nefisle mücadelesiyle geçiren insan, aslında her gün birkaç kez şehidin yaşadığı zorlukları yaşamaktadır. Bundan dolayıdır ki bazı insanlar şehidin şahadetiyle ulaştığı makama bu dünya hayatında ulaşırlar. Nefis mücadelesinin kahramanı olan bir alimin kaleminin mürekkebinin şehidin kanından daha değerli olmasındaki nükte de bu olsa gerek. Ne mutlu nefis mücadelesini başarıyla tamamlayan ve yaşamını şahadetle noktalayan alimlere.

Ayrıca nefisle cihat, bütün zorluklarına rağmen insanın tekamülü için kaçınılmazdır. Oysa silahlı savaş çoğu zaman gereksiz olup insanların ve toplumların çöküşüne ve gerilemesine sebep olur.

Söz konusu edilen nefisle mücadelenin bunca zorlukları ancak yüce Allah'ın yardımıyla aşılabilir. Bu yüzden sürekli namaz ve dualarda doğru yol üzere kalma istenilir. Bakın Hz. Peygamber'in (s.a.a) şu duasına: "Allah'ım, bir göz açıp kapama süresince bile beni kendi hâlime bırakma."

Elbette şunu da unutmayalım ki yüce Allah, mücadele kararı alıp nefis ordusuna karşı savaş açanlara yardım vaadinde bulunmuştur: "Bizim uğrumuzda cihat edenleri, elbette onları kendi yollarımıza hidayet ederiz."[3]

[1]- Vesailü’ş-Şia, c.11, Cihad Kitabı, s.124

[2]- Vesailü’ş-Şia, c.11, Cihad Kitabı, s.124

* Makaledeki mükayesede Ayetullah Mekarim'in derslerinden faydalanılmıştır.

[3]- Ankebut, 69