.

.

Ehlader Araştırma Bölümü

وَاِذْ اَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَنٖى اٰدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَاَشْهَدَهُمْ عَلٰى اَنْفُسِهِمْ اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ قَالُوا بَلٰى شَهِدْنَا اَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اِنَّا كُنَّا عَنْ هٰذَا غَافِلٖينَ

“Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şahit olduk, dediler.” A’raf / 172

‘Zürriyet’ oldukça küçük toz (ya da çok küçük karınca) anlamına gelen ‘zerre’ kelimesinden türetilmiştir. Burada kastedilen insan nütfesinin bir parçası yahut küçük ve sabi yaşta olmasından dolayı ‘zerre’ kelimesinden gelir. Bir diğer görüşe göre ‘zürriyet’ parçalamak anlamında kullanılan ‘zerev’ kelimesinden türetilmiştir. Yaratmak manasında kullanılan ‘zere-e’den türetilmiş olabilir. [1] Ancak çoğunlukla evlat ve nesil olarak kullanılır.

Allah’ın Âdemoğullarından ne biçimde söz aldığı bu ayet-i kerimede beyan edilmemiştir. Ancak müfessirler bu yönde oldukça fazla görüş ortaya atmışlardır. Bu görüşlerden en meşhur olanı iki tanedir:

1- Rivayetlere göre; Hz. Âdem’in (a.s) yaratılmasından sonra dünyanın sonuna kadar gelecek olan tüm çocukları dağılmış zerreler şeklinde, birbirinin ardı sıra giden karıncalar misali onun sırtından dışarı çıkar. İşte Âdemoğlu burada ilahi hitabı ve suali işitir. Ve tüm insanlık Allah’ın kudretini ve Rabliğini itiraf eder. Daha sonra hepsi sırayla, tedricen ve tabii bir döngü ile dünyaya gelmeleri için Âdem peygamberin sulbune ve çamuruna geri dönerler. Bu âleme ‘âlem-i zer’ ve bu sözleşmeye de ‘elestu ahdi’ denilir.’ [2]

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurur: “Zer âleminde, Hz. Âdem (a.s)’ın zürriyetinden kimileri diliyle ikrar etmesine rağmen, kalbiyle iman etmemişti.” [3] Hz. Peygamber’den (s.a.a) nakledildiğine göre bu ikrar ‘Arafe günü’ alınmıştır. [4]

2- ‘Zer âleminden’ kastedilenin tekvini fıtrat sözü olduğudur. Yani Hz. Âdem’in evlatları babalarının sulbunden ve annelerinin rahimlerinden zerrecikler halinde çıktıkları zamanki halllerinden başka bir şey değildir. Allah Teâla, tevhidi fıtratı ve hakkı araştırmayı insanlığın tabiatına yerleştirmiştir. Bu ilahi sır, bir içsel his ve huy şeklinde tüm beşeriyetin fıtratında yer almıştır. Beşeriyetin akıl ve idrak etmesinde de, Allah’a inanmak bir hakikat olarak kendisinde yol gösterme etkisi yaratır. Bu yüzden fıtrat ve beşeri akıl, Allah’ın rububiyetine şahitlik eder.

Bazı rivayetlerde İmam Cafer Sadık’a (a.s) fıtrat hususunda soru sorulduğu nakledilir. İmam Cafer Sadık (a.s) fıtratı, ‘âlem-i zer’ olarak tanıtmıştır. [5]

Bir takım rivayetlerde ise, fıtrat zer âleminin kendisi değil de bir sonucu olarak anlatılmıştır. İnsanlar toplanıp durdurulduğunda ikrar ettiler; ancak daha sonra sözlerini unuttular. Bu ikrarın eseri belirtildiği üzere fıtrattır. Kalbin yönelmesi O’nadır. Bu anlatılanlar her hâlükârda kelamcı, muhaddis ve müfessirlerin konu ile ilgili söylemleridir. Bu yüzden bu husustaki son yargıyı gerçek ilim ehline, yani ilimde derinleşen kimseler olan Ehl-i Beyt’e (a.s) bırakıyoruz… [6]

[1]     Tefsir-u Numune

[2]     Usul’u Kâfi, c.2, s.13

[3]     Tefsir-u Nuru’l Sakaleyn

[4]     Tefsir-u Durru’l Mensur

[5]     Tefsir-u Burhan ve Tefsir-u Nuru’l Sakaleyn, Peyam-ı Kur’an, c.3, s.117

[6]     Muhtelif görüşlerden haberdar olmak için Ayetullah Mekarim Şirazi’nin kaleme aldığı ‘Menşur-u Cavid’ ve Ayetullah Cafer Subhani’nin ‘Etibu’l Beyan’ isimli tefsir kitaplarına bakabilirler.

Editör: Hasan Bedel