.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Gaybet Asrı’nın siyasî tarihinin daha iyi tanınması, bu dönem hakkında doğru ve kapsamlı araştırmaya ulaşılması, Onikinci İmam’ın (a.f.) gaybetinin sebep ve alt yapılarının anlaşılması ve sonuçta İmam’ın sergilediği konumların derinliğine ulaşılıp bu asrın siyasî, ictimaî ve fikrî durumlarının araştırılması zaruridir.

Abbasîler Dönemi

Abbasîler’in hilafeti 132 h/656 m. yılından 794 h/1258 m. yılına kadar, yani beş asırdan fazla sürdü.[1] Tarihçiler, Abbasîler’in dönemini dört bölüme ayırmışlardır:[2]

1. Birinci Abbasîler dönemi[3]veya Farslar’ın etkili oldukları dönem (h. 132-232/ m. 749- 847).

2. İkinci Abbasîler dönemi[4]veya Türkler’in etkili oldukları dönem (h. 223-334/m. 846-945).

3. Üçüncü Abbasîler dönemi veya Farslar’dan Âl-i Buveyh veya Bûye dönemi (h. 334-447/ m. 945- 1055).

4. Dördüncü Abbasîler dönemi veya Selçuklu Türkleri’nin etkili olduğu dönem (h. 447-656/ m. 1055-1258).

Bu bölümde bizim incelememiz gereken ikinci bölüm yani Mütevekkil Abbasî’nin hilafeti (h. 232)-Türkler’in etkili olduğu dönem- hatta biraz öncesidir. Bu bölüm Mu’tasım Abbasî’nin hilafeti (h. 218) döneminde Türkler’in hilafet saraylarına girişiyle ve hilafetin merkezinin Bağdad’dan Samerra’ya taşınması ve Küçük Gaybet’in başlangıcına (h. 260) kadar devam etmektedir.

Bu Dönemin Siyasî Konumu

1-Hilafet Merkezinin Bağdad’dan Samerra’ya Taşınması

Samerra veya “Surre men rea” şehri Abbasî halifesi (Mu’tasım) (h. 220) tarafından başkent olarak seçilmiş aynı yılda da (h. 221/ m. 387) onun emriyle inşa edilmiştir. Mu’tasım aynı yılda Samerra’ya giderek orayı kendi hilafetinin merkezi olarak seçti. İbn Esir Samerra’nın inşa edilmesinin sebebinin Mu’tasım’ın kendi ordusuna olan itimatsızlığı olarak nitelendirmektedir.

O şöyle yazıyor: “Mu’tasım Hicrî 220 yılında Samerra’yı inşa etmek için oraya gitti. Mu’tasım gidiş sebebini şöyle açıklamaktadır: Ben ordumun isyan edip bütün kölelerimi öldürmelerinden korkuyorum. Ben kölelerimi gözaltında tutacak bir yerde olmak ve olay çıkması durumunda da sahra ve nehirlerden geçerek onlara ulaşıp galebe etmek istiyorum.”[5]

Abbasî halifeliğinin merkezi, Hicrî 220 yılından sonra 59 yıl boyunca yani Hicrî 297 yılına kadar Samerra’ya intikal etti. “Samerra” hilafet merkezinin intikalinden sonra büyük gelişmelere şahit oldu. “Samerra Tarihî” adlı kitabın şahitliğine göre yapılanma sekiz fersaha kadar ulaştı.[6]Lakin hilafet merkezinin Samerra’dan Bağdad’a intikal etmesi ve Mu’tasım’ın hilafetinin Hicrî 289 yılında bitmesinden sonra İmam Hasan Askerî ve İmam Ali Naki’nin (a.s) kabri ve İmam Mehdi’nin (a.f.) gaybete çekildiği yerin dışında kısa süre içerisinde bozulmaya ve harabeye dönüşmeğe başladı.

Yedinci asrın başlangıcında vefat eden Yakut Hamevî, Samerra’nın harabelerini müşahede ettikten sonra Samerra’yı şöyle vasıflandırmaktadır:

“Samerra’dan biraz uzak olan Kerh ve İmam Mehdi’nin (a.f.) gaybete çekildiği mekân dışında şehrin her yeri, görenleri hayretlere ve korkuya düşürecek şekilde harabeye dönüşmüştü, oysa yeryüzünde oradan daha büyük ve daha güzel bir mekân yoktu.”[7]

Samerra bu dönem içerisinde (h. 220-279) sekiz Abbasî halifesine ev sahipliği yapmıştır.

1. Mu’tasım (h. 218-227).

2. Vasık (h. 227-232).

3. Mütevekkil (h. 232-247).

4. Muntasır (h. 247-248).

5. Mustain (h. 248-252).

6. Mu’tezz (h. 252-255).

7. Muhtedi (h. 255-256).

8. Mutemed (h. 256-279).

Hicrî 279 yılında Mutemed’den sonra halifelik koltuğuna Mutezid oturdu. Onun döneminde hilafet merkezi bir daha Samerra’ya dönmemek üzere ikinci defa Bağdad’a intikal etti.

2- Türkler’in Nüfuzu ve Galebesi

Bu dönem Abbasîler’in ikinci asrı, yani Türkler’in nüfuz asrı olarak adlandırılmaktadır. Türkler’in hükümete girmeleri ve her yeri, özellikle orduyu ele geçirmeleri bu dönemin özelliklerindendir. Mu’tasım’ın halifeliğe getirilmesinde Türkler’in büyük rolü olmuştur. Ayrıca Türkler’in hilafete sızıp ele geçirmelerinin sebebi, Mu’tasım’ın annesi “Maride”nin Türk cariyelerinden olmasıdır. Mu’tasım, ordusuna güvenmediği için Türkler’e daha fazla yönelmiştir.[8] Bazı araştırmacılar halifenin, Farsların nüfuzundan kurtulmasının sebeplerinden birisinin Türkler’e yönelmesine bağlamaktadırlar.[9]

Türkler savaşçı özelliğe sahiptiler, ancak hükümet yönetiminden anlamıyorlardı.[10]Halifelerin ayyaşlığı ve yetersizliği, Türkler’in daha çok güç sahibi olmalarına ve hükümete yerleşmelerine sebep oldu; öyle ki, hükümetin bütün her yerini ele geçirdiler.[11]

İbn Tabataba şöyle diyor: 

“Türkler, Mütevekkil’i öldürdükten sonra ülkede daha fazla güçlenmeğe başladılar. Halife ellerinde bir esir gibiydi; istediklerinde azlederdi, yeni halife seçer veya onu öldürürlerdi."[12]

3 ve 4- Peşi Sıra Atamalar ve Kadınların Nüfuzu

Devlet adamlarının peşi sıra atanması veya görevden alınması, siyasî bir hükümetin zaaflarından birisidir. Elbette bu hükümetlerde halifelerin eşlerinin ve annelerinin kendi nefis ve heveslerini tatmin etmek için yaptıkları atama veya görevden alınmaların da unutulmaması gerekir. “Mütevekkil”in eşi “Mu’tezz’in annesinin “Mustain”i azlederek kendi oğlu “Mu’tezz”i hilafete getirmesi herkes tarafından bilinen bir şeydir.[13] Dr. İbrahim Hasan kendi kitabında kadınların hilafet ve halifelerin işine karışmaları, atama ve görevden almalarına dair birkaç örnek vermiştir.[14]

5- Hükümran ve Vezirlerin Zalimliği

Abbasî hükümran ve vezirlerinin çoğunluğu liyakatsiz ve zalimdiler; halkı hor görme, onları dövüp işkence etme ve haklarını yok edip mallarını çalma hususunda tam anlamıyla ileri gidiyor ve hiçbir işten geri kalmıyorlardı. Abbasî halifesi Muntasır döneminde (ö. 247 veya 248) Muntasır’ın veziri Ahmed b. Hasib atına binerek evinden dışarı çıktı. O sırada birisi hakkını almak için onun yanına gelerek şikâyette bulundu. Ahmed b. Hasib daha at üzerinde iken şikâyette bulunan adamın göğsüne tekmeyle şiddetli bir şekilde vurdu ve adam oracıkta can verdi[15]

Vasık döneminde (h. 227-232) onun veziri Muhammed b. Abdulmelik ez-Zeyyat içerisine çivi döşediği tandırda halka işkence ediyordu. Çok ilginçtir ki bu vezirin bizzat kendisi bu tandırın içerisinde işkenceyle öldürülmüştür.[16]

6- İç Fitne ve Ayaklanmalar

Bu dönemde çeşitli fitne ve ayaklanmalar gerçekleşmiştir ki bunlardan bazılarını kısaca ele alacağız:

a) Bağdad Ayaklanmaları

Her ne kadar o günlerde Bağdad hilafetin merkezi değildi, ama yine de çeşitli fitne ve ayaklanmalara şahit olmuştu.

Hicrî 249 Yılı: Bu yılda ordu ve Şakiriyye[17]Bağdad’da ayaklandılar; halkın bir kısmı da onlara katıldı ve Bağdad’da fitne çıkardılar. Bu ayaklanmaya katılanlar feryat edip kargaşa çıkartarak zindanlara saldırıp mahkûmları salıverdiler. Bağdad’ın tanınmış iki köprüsünden birisi yıkıp diğerini de yaktılar. Bu ayaklanmaların sebeplerinden birisi Türkler’e karşı durup onlara itiraz etmekti, zira Türkler Mütevekkil’i öldürmüş ve ülkenin işlerine musallat olmuşlardı.[18]

Hicrî 252 Yılı: Bu ayaklanma da ordu aracılığıyla Bağdad’da gerçekleşti. Askerler kendi maaşlarını almak için ayaklanarak Bağdad köprüsünü ele geçirdiler. Etrafta bulunan dükkânları yağmalayıp bir kısmını da yaktılar. Keza polis idarî birimi de talan edildi.[19]

b) Samerra Ayaklanmaları

Samerra’da da ayaklanmalar oldu. Birinci ayaklanma Hicrî 249 ve ikinci ayaklanma Hicrî 251 yılında oldu.

Birinci ayaklanma halk içinden belirsiz kimseler tarafından yapıldı ve bu ayaklanmada zindanlara saldırılıp mahkûmlar serbest bırakıldı. Mevali[20]ve köleler ayaklanma çıkartanlara saldırdılar, ancak halk, isyancıların yardımına koşarak isyanı bastırmak isteyenler dağıtıldılar.[21]Samerra’da gerçekleşen ikinci ayaklanmada ise isyancılar kuyumcular pazarı ve diğer yerlere saldırarak yağmaladılar. Samerra Valisi bu ayaklanmayı bastıracak güçten yoksundu.[22]

c) Haricîlerin Fitnesi

Haricîler’in dikkate değer ölçüdeki faaliyetleri Hicrî 252 yılında başladı. Bu grubun rehberi Musavir b. Abdulhamid b. Musavir Şadî Becelî Musulî idi. Haricilerin fitnesi on bir yıl boyunca (h. 252-263) devam etti.[23]

d) Sahib-i Zenc’in Ayaklanması

Şüphesiz “Sahib-i Zenc”in ayaklanması, bu dönemin yani Samerra’nin ikinci hilafet dönemindeki Muhtedi ve Mutemed’in en zayıf ve dağılmaya yüz tutmuş döneminin en etkili ve en tehlikeli ayaklanmasıdır.[24]Öyle ki pek çokları bu ayaklanmayı Abbasî hilafeti için Türkler’den daha tehlikeli bilmişlerdir.[25]

Basra’dan başlayan bu ayaklanma Bağdad’ın kapılarına kadar ulaştı ve Irak’ın büyük bir bölümünü kapsadı.[26]Kıyam süresince Abbasîler’in halifeliği her zaman yıkılma tehdidiyle karşı karşıyaydı.[27]

Bu fitnelerde onbinlerce kişi öldü, binlerce kişinin namusu kirletildi ve onlarca şehir ateşe verildi.[28]

Kıyamının önderi “Sahib-i Zenc” Hicrî 255 yılında Basra’da kıyam etti. Bu şahsın ismi Ali b. Muhammed Benî Abdulkays’tır. Bazıları bu ayaklanmanın önderinin aslî isminin “Behbud” olduğunu; “Rey” şehrinin çevresindeki “Verze’nin” köyüne mensup ve aslının İranlı olduğunu kabul etmişlerdir.[29]Sahib-i Zenc, kitlelerin dikkatini celp edip kıyamını teyid etmek için yalan söyleyerek kendisini Alevîler’e nisbet vermiş ve İslâm’ın ölümsüz şehidi Zeyd b. Ali b. Hüseyin’in (a.s) torunu olduğunu iddia etmiştir. Bu ayaklanmanın İslâm dünyasının yazgısını belirleyen hadiselerin başlangıcı olan Ehlibeyt’e (a.s) nisbet verilmesi, söz konusu kıyama tabi olmanın ve zülmün karşısında ayaklanıp kıyam etmenin güvencesi sayılmaktaydı.

İmam Hasan Askerî (a.s) Sahib-i Zenc’in Alevî olduğu iddiasını reddederek şöyle buyurmaktadır:

“Sahib-i Zenc bizim Ehlibeyt’timizden değildir”[30]

Yaklaşık on beş yıl (on dört yıl ve dört ay) boyunca halk içerisinde fesat çıkartan bu şahıs sonunda Hicrî 270 yılında öldürüldü. “Sahib-i Zenc”, bu ayaklanmasında köleleri harekete geçirip kendine bağlamak için Alevîler’den olduğunu iddia etmesinin yanı sıra hem kendisini kölelerin rehberi tanıttı ve hem de efendilerinin elinde zülüm görüp işkence edilen kölelerin özgürlük sloganlarının tercümanı oldu. Bu sebeple Sahib-i Zenc yani “Kölelerin Lideri” olarak isimlendirildi. Sahib-i Zenc, köleleri daha çok kendi yanına çekmek için özgürlük sloganı atmanın yanı sıra hükümet kurmayı; kölelerin mülkiyet sahibi olması ve köle ve cariye sahibi olmalarını da hedeflerinin aslî temellerinden saydı[31]Bazı araştırmacılar Sahib-i Zenc’in, Haricî fırkalarından birisi olan “Ezarika” düşüncesi taşıdığına inanmış ve kendi görüşleri için müsbet deliller sunmuşlardır.[32]

Sahib-i Zenc çağrısına ilk olarak Basra kölelerinden başlayarak onları kölelik ve işkenceden kurtarmak için kendisine tabi olmaya davet etti. Bunun üzerine Sahib-i Zenc’in etrafında pek çok köle toplandı. Daha sonra onlara hutbe okudu ve onları özgürlüğe kavuşturup mal sahibi yapacağına ve hiçbir zaman onları aldatmayacağına dair yemin etti.[33]

Köleler, elli ile beş yüz arasında gruplar şeklinde ona katılmağa başladılar. Sahib-i Zenc, kölelerin yanı sıra çifçileri, köylüleri ve Abbasîler’e karşı olan herkesi davet etti.[34]

Köle sahipleri, ona katılan her kölenin geri dönmesi için beş dirhem vermeye hazır oldukları teklifinde bulundu. “Zenc” bu teklifi duyduktan sonra orada bulunan kölelere kendilerini götürmeğe gelen sahiplerine veya onların elçilerine beş yüz kırbaç vurmalarını emretti.

Bu fitnenin başlamasıyla daha fazla güç ve şevk elde eden köleler, Basra’yı işgal etmek istediler. Basra halkı kölelerin ayaklanmasına sadece üç gün dayanarak onlarla savaştı, ancak üç günden sonra hile ile güvence verdikleri kişilerden kaçıp kurtulan bir kaçının dışında hepsini öldürdüler. Şehrin merkez camisini ateşe veren isyancılar, şehirin diğer yerlerini de yaktılar. Mal varlığı olan herkesin servetini yağmalayıp serveti olmayanları ise fırsat vermeksizin oracıkta katlettiler. Bu fitne ve ayaklanma Abadan, Ahvaz, Able ve Ebil-Hasib şehirlerinde de aynı şekilde gerçekleşti.

Bu fitne ve kargaşa Abadan, Ahvaz, Deştmişan, Vasıt, Ramhurmuz ve bu şehir ve bölgeler arasında yer alan şehirlere kadar sıçradı.

Zamanın hükümeti, “Musa b. Buğa” gibi birkaç ordu komutanını isyancılarla savaşmaya gönderdi, ne var ki bunların tamamı yenilgiye uğradı. Sadece Ebu Ahmed Muvaffak Talha b. Müvekkil savaşta zafer elde etti. Ebu Ahmed Muvaffak Talha b. Müvekkil “Mutezid”in oğlu ve Ahmed b. Tutun’dan ayrılıp “Muvaffak”a sığınan kölenin yardımıyla “Sahib-i Zenc”i yenilgiye uğrattı. “Muvaffak”ın makamının yükselmesine ve güçlenmesine sebep olan bu başarı, Hilafet makamı konusunda Mutemed’den sadece sembolik bir isim kalmasına sebep oldu. “Muvaffak” son anına kadar (h. 278 ö.) bu makamda baki kaldı ve ölümünden sonra ordu komutanları, veliahd makamında olan ve “el-Mutazıd Billah” lakabı verilen “Abu’l Abbas”a biat ettiler. Mutazıd’ın da sahip olduğu güç ve kudreti “Sahib-i Zenc” ile yaptığı savaşta elde ettiği unutulmamalıdır. Mutazıd Hilafet’in Bağdad’a intikalinden sonraki ilk halifedir.[35]

7- Alevî Kıyamları

Bu dönemde İslâm ülkeleri etrafında Alevîler’in aracılığıyla ve “Rızayi Âl-i Muhammed (a.s.)” sloganıyla çeşitli kıyamlar gerçekleşmiştir. Gerçekte bu kıyamların sloganı genelde halifelerin halka yaptıkları zülümlere itiraz feryatlarını içeriyordu.

Mütevekkil açıkça Ali’nin (a.s) zürriyeti ve Alavelere karşı nefretini gösteriyordu. Ebu Talib’in soyunun, Mütevekkil zamanında katlandığı musibetlerin hiç birisi diğer zalim halifelerin zamanındaki gibi olmamıştır. Mütevekkil, Alevîler’e iktisadî ambargolar uyguluyor ve onlara yapılan ihsanlara engel olarak yardımda bulunanları da feci şekilde cezalandırıyordu.[36]Halk ise Mütevekkil’in cezai yaptırımlarından dolayı korkudan her türlü yardımdan kaçınıyordu. Halkın yoksulluğu öyle bir hadde ulaştı ki Alevî kadınlarından bir grubun elinde yalnızca bir elbise vardı ve namaz esnasında sırasıyla bu elbiseyi giyerek namaz kılıyor; elbiseden yoksun olan kadınlar ise ip eğirme makinası arkasında çıplak oturuyorlardı.[37]

Bununla birlikte Mütevekkil milyonlarca dinarı alkol sofralarına, şarkıcılara, dansözlere ve palyaçolara harcıyordu.

Mütevekkil, Mısır’daki valisine Alevîler’e aşağıdaki maddelere göre davranmasını emretti:

a) Hiçbir Alevî’ye hiçbir mülk verilmemeli ve ata binmeleri yasaklanarak Fustat şehri dışına çıkmalarına izin verilmemelidir.

b) Hiçbir Alevî’ye bir köleden fazlasına sahip olma hakkı tanınmamalı;

c) Alevî ile Alevî olmayan birisi arasında kavga çıkması durumunda hâkim öncelikle gayri Alevî’yi dinlemeli ve Alevî’ye hiçbir söz hakkın tanınmaksızın gayri Alevî’nin sözü kabul edilmelidir.[38]

Mütevekkil, Alevîler’in İmam Huseyin’i (a.s) ziyaret etmelerinin ve Kûfe’ye yaklaşmalarının önünü aldı. Aynı şekilde Şialar’ın mukaddes mekânlara gitmelerini yasakladı ve İmam Huseyin’in (.a.s) mezarından hiçbir eser kalmayacak şekilde yıkılmasını emretti. Mütevekkil’in emriyle halk kutsal mekânları pullukla sürerek bu yerlerde çiftçilik yaptı.[39]

Mütevekkil, İmam Huseyin’in (a.s) kabrini suya boğmuş, ancak su kabrin etrafında toplanarak kabre ulaşmamış ve bu sebeple bu hadiseden sonra oraya “Hair” ismi verilmiştir. [40]

Mütevekkil, kendisini Ali (a.s) ve Ehlibeyt (a.s) taraftarı olarak nisbetlendiren herkesi öldürmüş ve malına el koymuştur.[41]

Mütevekkil’in İmam Ali’ye olan kıskançlık ve kini öyle bir hadde ulaşmıştı ki; nedimelerinden birisi elbisesi altına yastık koyup dökülmüş saçlarını tamamen açarak Mütevekkil’in karşısında raksediyor ve Mütevekkil’le birlikte yüksek sesle Ali’yi (a.s) kastederek “Bu şiş göbek Müslümanlara halife olmaya gelmiş” diyorlardı. Keza Mütevekkil şarap içiyor ve sarhoşluğun etkisiyle kendinden geçiyordu.[42]

Mütevekkil’in dışında diğer Abbasî halifeleri de aynı şekilde Alevîler’e ve Şialar’a zulümler etmiş, Şia İmamları’nın kanını dökmeden de rahat etmemişlerdir.

Biz bu kısa metinde Abbasî hilafetinin temellerini sarsan bazı hareketlerde veya Abbasîler’in Alevî ve diğer halk kesimleri üzerindeki zulüm ve baskının azalmasında İmamlar’ın (a.s) rölü üzerinde durmayacağız. Aynı şekilde söz konusu bu kıyamların getiri ve eserleri veya bu hareketlerle alâkalı diğer meseleleri de konu etmeyeceğiz. Bununla birlikte Mu’tasım’ın hilafetinden yarım asır devam eden Mutemid’in hilafetine kadar gerçekleşen kıyamları ve kıyam eden rehberlerin isimlerini zikretmekle yetineceğiz.

1. Muhammed b. Kasım (b. Ali b. Ömer b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib’in -a.s) kıyamı. “Künyesi” Ebu Cafer’dir ve sürekli beyaz yün hırka giydiği için halk içinde “Sûfî” lakabıyla meşhur olmuştu. Bu şahıs ilim, fıkıh, din ve zühd ehli olup övülmüş ahlâka sahipti. Sözünde sürekli adalet ve tevhid tarafını tuttu ve “Zeydiyye-i Carudiyye”[43]düşüncesi taraftarıydı.

Mu’tasım döneminde Talikan’da kıyam etti ve kendisiyle “Abdullah b. Tahir” [44]arasında çıkan olaydan sonra Hicrî 219 yılında Abdullah b. Tahir onu tutuklayarak Mu’tasım’a gönderdi. Muhammed b. Kasım, halkı Âl-i Muhammed’in (s.a.a.) rızasına davet ediyordu.[45]Takipçilerinin bir kısmı onun zehirletilerek öldürüldüğüne inanmıştır. Zeydiyye fırkasından başka bir grup ise onun İmametine inanmış ve bu grubun çoğunluğu Muhammed b. Kasım’ın ölmediğine, bilakis hayatta olup bir gün zhur ederek zülümle dolan yeryüzünü adaletle dolduracağına ve aynı şekilde onun zamanın Mehdi’si olduğuna inanmıştır.[46]

2. Muhammed b. Sâlih (b. Abdullah b. Musa b. Abdullah b. Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebi Talib’in -a.s.-) kıyamı. Künyesi Ebu Abdullah olup Âl-i Ebi Talib’in yiğit, cesur ve savaşçılarındandır. O Medine yakınlarında Ali b. Ebu Talib’in yerleşmiş olduğu “Suveyka” denilen bir yerde Mütevekkil’e karşı kıyam etti. Mütevekkil, Ebu’s-Sac’ı büyük bir orduyla onunla savaşmağa gönderdi. Ebu’s-Sac savaşı kazandı ve “Suveyka’yı yerle bir ederek Suveyka ahalisinin bir kısmını esir alıp bir kısmını da öldürdü. Esir alınan Muhammed b. Sâlih Samerra’ya gönderildi ve Samerra’da Mütevekkil’in emriyle zindana atıldı.[47]

3. Yahya b. Ömer (b. Yahya b. Hüseyin b. Zeyd b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib’in -a.s) kıyamı. Yahya b. Ömer’in künyesi Ebu’l-Hüseyin’di. Hicrî 250 yılında Mustain’in hilafet döneminde Küfe’de kıyam eden Yahya b. Ömer; zahid, takvalı, âbid, âlim,[48]son derece cesur ve savaşçı olup çok sağlam bir beden ve kalbe sahipti.[49]Yahya b. Ömer kıyam etmeden önce İmam Huseyin’in (a.s) ziyaretine giderek ziyaretçileri kendi hedefi hakkında bilgilendirdi ve daha sonra Kûfe’ye giderek kıyamını alenileştirdi.[50]

Bazı tarihçiler Yahya b. Ömer’in kıyamının sebebinin Mütevekkil ve Türkler tarafından doğan maddî sıkıntılar ve fakirlik olduğu ifade edilmektedir.[51]Oysa Ebu’l-Ferec İsfahanî “Mekatilu’t-Tâlibîn” adlı eserinde naklettiği bir habere göre kıyam sebebinin Allah’ın (c.c) rızasından başka bir şey olmadığını ortaya koymaktadır.[52]Yahya b. Ömer, Kûfe’de halkı “Âl-i Muhammed’in” rızası’na davet ederek birçok insanı kendisine cezbetti. Geçmişinde hiçbir kimseyi kendisi için vali seçmeyen Bağdad halkı, onu kendilerine “vali” olarak seçti ve Kûfe halkının önde gelenlerinden bir kısım da ona biat ettiler.

Hüseyin b. İsmail bu saygın Alevî büyüğüyle savaşarak onu öldürdü ve başını Samerra’ya Mustain’e gönderdi. Bir süre sonra, o zatın başı halkın görmesi için Bağdad’a asılmak üzere gönderildi, ancak halkın korkusundan bu olay gerçekleşmedi.[53]

Küçüğüyle büyüğüyle Yahya b. Ömer’e ilgi ve alâka besleyen halk, onun ölümünden dolayı feryad edip gözyaşı döktü ve onun musibetinden ötürü pek çok şiir yazıldı.[54]Ebu’l-Ferec İsfahanî Şöyle diyor:

Ben, Abbasîler’in döneminde Yahya için tutulan matem kadar ve onun musibetinden dolayı okunan şiirler kadar hiçbir Alevî’ye matem tutulup şiirler okunduğunu işitmedim.[55]

4. Hasan b. Zeyd (b. Muhammed b. İsmail b. Hasan b. Zeyd b. Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebi Talib)’in kıyamı. Hicrî 250 yılında Taberistan’da kıyam edip Taberistan’ı ele geçirdikten sonra “Amul” ve “Rey” şehirlerini de eline geçirdi. Hicrî 257 yılında Taberistan’dan Gurgân’a hamle eden Hasan b. Zeyd, pek çok savaş ve epeyce insanların ölümünden sonra, ölüm anına kadar (h. 270) Gurgân’ı elinde tuttu. Hasan b. Zeyd’in yerine geçen kardeşi Muhammed b. Zeyd, Hicrî 277 yılında “Deylem”i fethetti. Her iki kardeş de halkı “Âl-i Muhammed Rızası”na davet ediyorlardı. Hasan b. Zeyd; fakih, edip, devamlı bağışta bulunan ve cömert bir kişiydi.[56]

5. “Atruş” olarak tanınan Hasan b. Ali Hasanî’nin kıyamı. Atruş, Muhammed b. Zeyd’den sonra Taberistan’a hükmetti. Hasan Ali Hasanî’den sonra oğlu, oğlundan sonra da “Esfar” tarafından Taberistan’da öldürülen Hasan b. Kaim oraya hükmetti. Her üç şahısta halkı “Âl-i Muhammed Rızası”na davet ediyorlardı.[57]

6. Muhammed b. Cafer b. Hasan’ın kıyamı. Muhammed b. Cafer Hicrî 250 yılında “Rey” şehrinde kıyam ederek halkı Taberistan hâkimi Hasan b. Zeyd’e davet etti. Muhammed b. Cafer, Horasan ehliyle yaptığı savaşta yenilerek esir düştü ve onu “Nişabur’a Muhammed b. Abdullah b. Tahir’in yanına götürdüler. Muhammed b. Cafer b. Hasan vefatına kadar Muhammed b. Abdullah b. Tahir’in zindanında kaldı.[58]

7. Ahmed b. İsa (b. Ali b. Hasan b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib)’in kıyamı. O İdris b. Musa (b. Abdullah b. Musa b. Abdullah b. Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebi Talib) isminde başka bir Alevî ile beraber Hicrî 250 yılında Muhammed b. Cafer’den sonra Arafe gününde “Rey”de bayram namazından sonra kıyam ederek halkı “Âl-i Muhammed” rızasına davet etti. Ahmed b. İsa, Muhammed b. Tahir”in ordusuna galebe ederek ona üstünlük sağladı.[59]

8. “Kerekî” veya “Kevkebî” olarak bilinen “Hasan b. İsmail” (b. Muhammed b. Abdullah b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib)’in kıyamı. Hasan b. İsmail Hicrî 250 yılında “Kazvin” ve “Zencan”da kıyam ederek hükümet çalışanlarını oralardan kovdu.[60]Daha sonra Hicrî 252 yılında Sahib-i Deylem ve İsa b. Ahmed b. Alevî ile birlikte “Rey”e saldırarak orayı ele geçirdiler. “Rey” halkı, onların orayı bırakmaları için 2 milyon dirhem önererek onlarla anlaştılar.[61]Sonunda “Musa b. Buğa” ile Hicrî 253 yılında “Kazvin”de savaşan “Kerekî” ona yenildi ve oradan “Deylem”e kaçtı.[62]

9. Hüseyin b. Muhammed (b. Hamza b. Abdullah b. Hasan b. Ali b. Ebi Talib) Hicrî 251 yılında yılında Kûfe’de kıyam ederek halifenin Kûfe’deki valisini sürgüne gönderdi. Mustain, Hüseyin b. Muhammed’i yenilgiye uğratması için Muzahim b. Hakan’ı Kûfe’ye gönderdi. Kûfe’ye saldıran Muzahim b. Hakan, Kûfe halkıyla savaşarak onları yenilgiye uğrattı ve şehrin yakılmasını emretti; Kûfe şehrinin 7 tane pazarı yanarak yok oldu. Mes’ûdî, Hüseyin b. Muhammed hakkında şöyle diyor: “Taraftarları Hüseyin b. Muhammed’i yalnız bırakmaları üzerine o da saklanmak zorunda kaldı”.[63]

10. Hüseyin b. Muhammed’in halefi olan Muhammed b. Cafer (b. Hasan b. Cafer b. Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebi Talib), Hüseyin b. Muhammed’den sonra Kûfe’de kıyam etti. Muhammed b. Tahir onu kandırarak Kûfe’nin valisi tayin etti, ancak oraya hâkim olduktan sonra “Ebu’s-Sirac”ın yardımcısı Muhammed b. Cafer’i tutuklayarak Samerra’ya gönderdi. Muhammed b. Cafer ömrünün sonuna kadar mahkûm olarak zindanda kaldı.[64]

11. İsmi bilinmeyen bir Alevî’nin kıyamı. Bu şahıs Hicrî 251 yılında Irak’ın Neynava bölgesinde kıyam etti.

Hişam b. Ebi Dulf ile savaşan Alevî’nin takipçilerinin bir kısmı öldürüldü ve kendisi de Kûfe’ye firar etti.[65]

12. İsmail b. Yusuf (b. İbrahim b. Abdullah b. Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebi Talib), Hicrî 251yılında Mekke’de kıyam etti. Aynı yılda vefat eden İsmail b. Yusuf’un yerine kendisinden 20 yaş daha büyük olan kardeşi geçti. Mekke, İsmail b. Yusuf’tan ötürü pek çok sıkıntıyla karşı karşıya kaldı. “Mutezz”, “Ebu’s-Sac’ı onunla savaşması için Mekke’ye gönderdi. Muhammed b. Yusuf’un ordusunun büyük bir kısmı bu savaşta öldürüldü ve kendisi de Mekke’den “Yemame” ve “Bahreyn”e firar ederek oraları ele geçirdi.[66]Mekke halkıyla Muhammed b. Yusuf arasında çıkan savaşta İsmail’in kardeşleri Hasan b. Yusuf ve Cafer b. İsa (b. İsmail b. Cafer b. İbrahim b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Cafer b. Ebi Talib) öldürüldüler.[67]

13. Musa b. Abdullah (b. Musa b. Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebi Talib) İsmail b. Yusuf’tan sonra Medine’de kıyam etti.[68]

14. “Mer’aşî” olarak tanınan Ali b. Abdullah Talibî (h. 251)’de “Amul”’da kıyam etti. Esad b. Cendan, Mer’aşî’yle savaşarak onu mağlup etti ve sonra da “Amul” şehrini eline geçirdi.[69]

15. Ahmed b. Muhammed (b. Abdullah b. İbrahim b. Tabataba) Hicrî 255 yılında “Berka” ve “İskenderiye” arasında bir yerde kıyam ederek hilafet iddiasında bulundu. Ahmed b. Tulun (Mısır Emiri) Tabataba’yı bastırması için bir ordu gönderdi. İki grup arasında çıkan savaşta Tabataba’nın askerleri yenilgiye uğradılar. Tabataba, zorlu bir mücadele sonrasında öldürülerek başı bedeninden ayrıldı. Tabataba’nın başı Mısır’a, İbn Tulun’a gönderildi[70]ve İbn Tulun’da Tabataba’nın başını “Mutemed”e gönderdi.[71]

16. Ali b. Zeyd ve İsa b. Cafer Alevî’nin kıyamı. Bu iki şahıs birlikte Hicrî 255 yılında Kûfe’de kıyam etti. “Mutezz” büyük bir orduyu onlarla savaşması için gönderdi. Ancak askerlerinin dağılması üzerine yenilgiye uğradılar.[72]

17. Ali b. Zeyd (b. Hüseyin b. İsa b. Zeyd b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib)’in kıyamı. Ali b. Zeyd Hicrî 256 yılında tek başına Kûfe’de tekrar kıyam ederek Kûfe’yi ele geçirdi ve Kûfe valisini dışarı atıp kendisi onun yerine oturdu. Zamanın halifesi “Mutemed”in, Ali b. Zeyd ile savaşması için gönderdiği güçlü ordusu yenilgiye uğradı. Bunun üzerine Mutemed, ikinci bir ordu gönderdi ve bu ordu uzun arama çalışmalarından sonra Ali b. Zeyd’i ele geçirerek öldürdü. Ali b. Zeyd’in askerlerinin pek çoğu öldürüldü ve bir kısmı da esir alındı.[73]

18. İbn Sûfî diye bilinen İbrahim b. Muhammed’in (b. Yahya b. Abdullah b. Muhammed b. Ali b. Ebi Talib) kıyamı. İbn Sûfî Hicrî 256 yılında Mısır’da kıyam etti ve “Esna” şehrini ele geçirerek şehri yağmaladı. İbn Sûfî’nin ayaklanması diğer şehirleri de etkisi altına aldı. Ahmed b. Tulun (Mısır hâkimi) İbn Sûfî’yle savaş için bir ordu gönderdi, ancak İbn Sûfî bu orduyu yenilgiye uğrattı. Sonra İbn Tulun ikinci bir ordu gönderdi ve iki ordu arasında şiddetli bir savaş gerçekleşti. Bu savaşta yenilgiye uğrayan İbn Sûfî’nin yârânlarının çoğu öldürüldü ve İbn Sûfî kaçıp ormanlık alanda kendini gizledi.[74]Bir süre sonra Hicrî 259 yılında tekrar kıyam eden İbn Sûfî, Mısır halkını kendi kıyamına davet etti ve Mısır halkının pek çoğu onun etrafında toplandı. İbn Tulun, İbn Sûfî’yle savaşması için bir ordu daha gönderdi ve onu yenilgiye uğrattı. İbn Sûfî bu defa da Mekke’ye firar etti. Mekke valisi onu tutuklayarak İbn Tulun’a gönderdi. İbn Tulun, onu şehirde dolaştırdı ve sonra da onu hapse attı. Bir süre sonra zindandan azat edilen İbn Sûfî Medine’ye yerleşti ve ömrünün sonuna kadar orada kaldı.[75]

8- Abbasîler’in Etkili Oldukları Bölgelerin Özerkleşmesi

Şimdiye kadar bahsettiğimiz siyasî durum Abbasîler’in ülke içerisi konumu ile alâkalıydı. Abbasîler’in etkili oldukları ülke ve bölgelerin siyasî konumlarıyla alâkalı iki özelliğe işaret edilebilir: Bunlardan birincisi Abbasî halifelerinin nüfuzu altındaki bölgeler, İslâm devletinin çok geniş alanları kapsaması hasebiyle hükümet merkezine bağlı kalma mecburiyetinde değillerdi ve istedikleri zaman itaat ediyor ve istemezlerse bağımsızlıktan dem vurarak diğerleriyle savaşıyorlardı. Bu mesele ülkenin fethedilip şehirlerin genişletilmesine isteklerinin olup olmadığına bağlıydı.[76]

Konuyu uzatmamak için yalnızca bu bölgelerin isimlerini zikretmekle yetineceğiz: Endülüs, Kuzey Afrika (Tunus ve diğer bölgeler), İran, Mısır, Suriye ve Musul.

9- İçeriğin Değişmesi ve Fetihlerin Hedefleri

Şüphesiz İslâm fetihlerinin hedefleri fethedilen yerlerin halkını öldürüp mallarını ellerinden almak değil, bilakis halkların, başkalarının köleliğinden kurtarılması ve doğru bir şekilde İslâm’ın uygulanmasıdır. Bu sebeple İslâm ordusu, savaştan önce halkı İslâm’a davet ederek onlara İslâm’ın güzelliklerini sunması gerekir. İslâm’da cihadın kendine has âdap ve hedefleri olup bunlar kendi yerinde mahfuzdur.[77]Ne var ki söz konusu ettiğimiz asırlarda bu fetihlerin hiç birisinde İslâm’ın âdap ve hedefleri görülmemektedir.

Fetih sahneleri, İslâm’ın asil hedef ve fetih yöntemlerinden uzaklaştı ve ne savaş öncesi ve ne de savaş sonrası İslâm’a davet yoktu. Hâlbuki bu şeylere davet edilmesi, İslâm şeriatının apaçık vecibelerinden sayılmaktadır. Konu ettiğimiz bu dönemlerde savaş esirlerini İslâm kanunlarının ölçüleri dışında öldürüyor veya ağaç ve şehirleri hiçbir sebep olmaksızın yakıyorlardı. Daha önce bu yakıp yıkmaların bir örneğine “Tiflis” savaşı olayında işaret edilmişti.

İbn Esir başka bir örnekte şöyle nakletmektedir: Abbasî halifesi Muntasır, Hicrî 248 yılında Türk kökenli “Vasîf”i Rumlarla savaşması için gönderdi ve Muhtasır’ın veziri Ahmed b. Hasib’in ısrarı üzerine gerçekleşen bu olayın sebebi, Ahmed b. Hasib ile Vasîf arasındaki ihtilaftan kaynaklanmıştı. Bunun üzerine Ahmed b. Hasib, Muntasır’ı Vasîf’i ordudan ayırarak savaşa göndermesi için harekete geçirdi. Muntasır da sınırın korunması unvanıyla on iki bin askerle birlikte dört yıllığına Vasîf’i gönderip ikinci bir emre kadar Rumlar’la savaşmasını emretti.[78]

Kısaca söylenmesi gerekir ki; hareket ve savaşların ölçüsü İslâmî değil, bilakis siyasî sürtüşmeler, şahsî husumetler veya bunun gibi eksenler üzerinde dönüyordu.

Abbasî halifeliğinin merkezi, H. 220 yılından sonra 59 yıl boyunca yani H. 297 yılına kadar Samerra’ya intikal etti

[1]     Bu hilafet Bağdad’da Ebu’l-Abbas ile başlayıp Tatarlar tarafından yıkılmasıyla son bulmuştur.

[2]     Dr. İbrahim Eyyub, et-Tarihu’l-Abbasî, s. 26-27. Bazı tarihçiler Abbasîler’in dönemini birinci ve ikinci Abbasîler olarak iki kısma ayırmış ve ikinci Abbasîler döneminin de “Türkler, Âl-i Bûye ve Selçuklular” olarak üç kısım olduğunu belirtmişlerdir. Bkz. Dr. Nadiye Hasanî Sakar, Matlau’l-Asri’l-Abbasî es-Sânî, s. 46-47.

[3]     Bu asırdaki halifelerin isimleri şöyledir: 1) Seffah (h. 132-136); 2) Mansur (h. 136-158); 3) Mehdi (h. 158-169); 4) Hâdî (h. 169-170); 5) Reşid (h. 170-193); 6) Emin (h. 193-198); 7) Me’mun (h. 198-218); 8) Mu’tasım (h. 218-227); 9) Vasık (h. 227-232). Bkz. Tarihu’l-İslâm, c. 2, s. 20; Tarihu’l-Abbasî, s. 100.

[4]     Bkz. Tarihu’l-İslâm, s. 2; Tarihu’l-Abbasî, s. 141, bu asrın halifeleri ise şunlardan ibarettir: 1) Mütevekkil (h. 232-247); 2) Muntasır (h. 247-248); 3) Mustain (h. 248-252); 4) Mu’tazz (h. 252-255); 5) Muhtedi (h. 255-256); 6) Mutemed (h. 256-279); 7) Mu’tezid (h. 279-285); 8) Muktefi (h. 289-295); 9) Muktedir (h. 295-320); 10) Kahir (h. 320-322); 11) Muttaki (h. 329-333).

[5]     İbn-i Esir, el-Kâmil fî’t-Tarih, c. 6, s. 351.

[6]     Tarih-i Samerra, s. 56; ) Mucemu’l-Buldân, c. 3, s. 176; (Hatırlatılması gerekir ki böylesine bir genişleme abartılıdır, ne var ki çok fazla geliştiği anlatılmak istenmiştir).

[7]     Mucemu’l-Buldân, c. 3, s. 176;Tarihu’l-İslâm, c. 2, s. 382.

[8]     et-Tarihu’l-Abbasî, s. 93.

[9]     Dr. Şevki Zayf, el-Asru’l-Abbasî es-Sânî, s. 10.

[10]    a.g.e., s. 5,10; Yusuf el-Eş, Tarihu Asri’l-Hilafet’il-Abbasiyye, s. 101.

[11]    Türklerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz: “Büyük Buğa” “Musa b. Buğa”’nın oğlu, Musanın kardeşi (Muhammed b. Buğa”, Kiğliğ”, Baykiyal”, “Asartekin”, “Simaytavil”, “Markoç”, “Tabayğu”, “Azkutekin”, “Buğay Şarapi Küçek” ve “Vasıf b. Bağır Türkî”.

[12]    el-Fahru fî’l-Âdâbi’s-Sultâniyye, s. 181.

[13]    Tarihu’l-İslâm, c. 3, s. 447.

[14]    a.g.e., c. 2, s. 430-434; c. 3, s. 446-451.

[15]    Muhaziratu fî’l-Umemi’l-İslâmiyye, s. 270 (Muhammed Bâkır Kureşî, Zindegân-i İmam Ali el-Hâdî(a.s), Çeviri: Seyyid Hasan İslâmî, s. 223).

[16]    Murucu’z-Zeheb, c. 4, s. 88; el-Kâmil, c. 7, s. 37; Muhammed b. Cerir Taberî, Tarihu’l-Umemi ve’l-Muluk (Tarih-i Taberî), c. 11, s. 28 ve 67 nakil: Tarihu’l-İslâm, c. 3, s. 255) Abbasî vezirlerinin zulmü ve liyakatsizliği ile ilgili daha fazla bilgi için bkz. İbn-i Tabataba, el-Fahrî; Cehşiyari, el-Vuzera ve’l-Kuttab;Kalkaşandî, Measiru’l-İnafeti fî’l-Mealimi’l-Hilafe, Tarihu’l-İslâm, c. 3, s. 255-260; Matlau’l-Asri’l-Abbasî es-Sânî, s. 93-105.

[17]    “Şakiriyye” Mütevekkil’in kendisi için kurduğu ordu birliğinin adıdır. O bu orduyu Alevî inancına ters düşen “Suriye, el-Cezire, Cebel, Hicaz ve Anba” gibi yerlerden seçilen kişilerden oluşturmuştur. Tarih-i Siyasî-yi Gaybet-i İmam-i Devazdehom (a.f), s. 82,

Dr. Faruk Ömer, el-Abbasîyyun el-Evail, c. 1, s. 90, adlı eserinde bu konuya yer vermiştir.

[18]    el-Kâmil, c. 7, s. 122.

[19]    el-Kâmil, c. 7, s. 169-171. (konu hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenler a.g.e., s. 141’e Bkz. ).

[20]    Çeşitli yerlerden satın alınan kölelere Mevali denilmektedir ve bu köleler gösterdikleri başarılar nisbetinde terfi ederek ordu ve ülke hizmeti için atanırlar.

[21]    el-Kâmil, c. 7, s. 122.

[22]    a.g.e., s. 149.

[23]    a.g.e., s. 188-309.

[24]    Tarihu’l-Gaybeti’s-Sugra, s. 350.

[25]    Tarihu Asril-Hilafetil-Abbasiyye, s. 121.

[26]    a.g.e., s. 121.

[27]    Ahmed Albi, Sevretuz-Zenc ve Gaiduha Ali b. Muhammed, s. 60; (Nakil: Dr. Ahmed Muhtar el-İbadi, fi Tarihil-Abbasî vel-Fatımi, s. 125.

[28]    Sahib-i Zenc’in Askerlerinin sadece Basra’ya düzenledikleri saldırıda 300 000 kişi öldürüldü, birçok kadın ve çocuk esir edildiği bu saldırıda her askerin kendisi ile birlikte on kadını esir ve cariye olarak götürdüğü söylenmektedir. Tarihu Asril-Hilafetil-Abbasiyye, s. 127; el-Asru’l-Abbasîyu’s-Sânî,s. 30; yine bu kıyamda 1500000 kişiye yakın kişinin öldürüldüğü ve kurban edildiği söylenmektedir. el-Asru’l-Abbasîyu’s-Sânî,s. 33.

[29]    el-Asru’l-Abbasîyu’s-Sânî,s. 27;Tarihu Asril-Hilafetil-Abbasiyye, s. 122.

[30]    Menakib, c. 4, s. 428; Sefinetul-Bihar, c. 1, s. 559; Dr. Şevki Zayf Sahib-i Zenc’in Alevî olmadığı konusunda önemli delliler sunmuştur. Bkz: el-Asru’l-Abbasîyu’s-Sânî,s. 28.

[31]    Tarihu Asri’l-Hilafeti’l-Abbasiyye, s. 122-123.

“Sahib-i Zenc”in düşüncesinde ve davetinde eşitliğe dair hiçbir şey görülmemektedir; zira özgürlük genel halkın sloganıdır ve eşitlik düşüncesiyle hiçbir bağlantısı yoktur. Mallar bile aralarında eşit bir şekilde taksim edilmemekteydi ve herkes kendi mülkünün sahibiydi. Bu davette şaşırılacak bir diğer konu ise köleliğin meşru olmasıdır, tarihî nakillere göre her “Zenc”in (Zenc kabilesinden olan) evinde on veya on’dan daha fazla Zencî kadın cariye ve esir köle olarak bulunmaktaydı! Bkz: Tarihu Asri’l-Hilafeti’l-Abbasiyye, s. 123.

[32]    Murucu’z-Zeheb, c. 4, s. 108-109; el-Asru’l-Abbasî es-Sânî,s. 28-29; Tarihu Asri’l-Hilafeti’l-Abbasiyye, s. 123; “Havaric” fırkasından olan “Azrakiyye” hakkında bilgi edinmek isteyenler Dr. Ahmed Muhammed Ahmed Celiy, Dırasetu ani’l-Fıraki fî Tarihi’l-Muslimînve “el-Havaricu ve’ş-Şia”, s. 66. Kaynaklarına Bkz.

[33]    Tarihu Asri’l-Hilafeti’l-Abbasiyye, s.123-124.

[34]    a.g.e..

[35]    “Sahib-i Zenc”in kıyamı ve konu ile ilgili belgeler hakkında daha fazla bilgi içim bkz: el-Kâmil, c. 7, s. 205-406 (h. 255- 270 yılları arasındaki vakalar); Tarihu’l-İslâm, c. 3, s, 209-213; Tarihu’l-Gaybeti’s-Sugra, s. 71; Muhammed Cevad Tabesî, Hayâtu’l-İmam el-Askerî, s. 227-283; el-Asru’l-Abbasî es-Sânî, s. 26-33;Tarihu Asri’l-Hilafeti’l-Abbasiyye, s. 121-130, (bu kitap “Sahib-i Zenc’in şahsiyeti, kıyam sebepleri, savaş ve savaş taktikleri, savaşın eser ve sebeplerinden bahsetmektedir); Dr. Ali Hasanî el-Harputî, 10 Savratu fî’l-İslâm, s. 172-190. (bu kitap genelde kıyamın sebeplerinden bahsetmiş ve kıyamın sebeplerinden altı tanesine de yer vermiştir); Dr. Faruk Ömer, el-Hilafetu’l Abbasiyye fî Asri’l-Fevzi’l Askerîyye (h. 247-334 m. 861-946), s. 143-161; Dr Huseyn Ali Mumtahan, Nehzetî Sahibu’z-Zenc (veya zenci kölelerin Irak’taki kıyamı).

[36]    Ebu’l-Ferec İsfahanî, Mekatilu’t-Tâlibîn, s. 478, 479.

[37]    a.g.e., s. 479.

[38]    Ali-Bûye, s. 415; Tarih-i Siyasî-yi Gaybet-i İmam-i Devazdehom (a.f), s. 84; Measiru’l-İnafeti fî Mealimi’l-Hilafeti, c. 1.s, 228.

[39]    Mekatilu’t-Tâlibîn, s. 479; Measiru’l-İnafeti fî Mealimi’l-Hilafe, c. 1.s, 231; Murucu’z-Zeheb, c. 4, s. 135; Tarih-i Taberî, c. 11, s. 44; el-Kâmil, c. 7, s. 55 (Şeyh Abbas Kummî Tetimmetu’l-Muntehaadlı eserin Tarihu’l-Hulefabölümünün 327. Sayfasında şöyle yazmaktadır: Mütevekkil, Mukaddes Kerbela mezarını 17 defa yıktı, ancak yine eski haline geldi).

[40]    Bâkır Şerîf Kureşî, Zindegânî-yi İmam Hasan Askerî (a.s), s. 245.

[41]    Mekatilu’t-Tâlibîn, s. 224.

[42]    el-Kâmil, c. 7, s. 55; Maasirul İnafeti fi Maalimil Hilafe, c. 1.s, 213-130; Mütevvekkilin bu davranışı oğlu “Muntasır”ın itirazına ve ölümüne sebep oldu. Bkz: el-Fahri, s. 215 (Mütevekkilin İmam Ali ve ailesi (a.s)’a karşı olan düşmanlığı gerçektir, bu yüzden oğlu onu ırz ve namus düşkünlüğünden dolayı öldürdü.

[43]    Ziyad b. Munzir’in “Ebul-Carud” takipçilerine Carudiyye denir. Onlar Peygamber (s.a.a)’in kendisinden sonra İmamet Makamına İmam Ali (a.s)’ı vasıf üzerine seçtiği inancındadır isim değil. Zeydîyyede ise sahabeden her kim kendi İmam’ına (a.s)’a biat etmezse kâfirdir inancı yer almaktadır. Zira onlar “Zeyd b. Aliyyİbnl-Hasan İbn Aliyyİbn Ebi Talib”in İmam olduğuna inanmaktadırlar. El-Fargu beynel-Fireg, s. 22; el-Milelu ven-Nihel, c. 1, s. 212.

[44]    Abdullah b. Tahir Mutasım tarafından hem vali hemde ordu komutanı olarak tayin edilmişti. O dönemlerde Irak, Rey, Taberistan ve Kerman Horasan’ın bir parçasıydı. O vefat ettiğinde illerin vergileri 48 milyon dirhemi aşmaktaydı. (h. 230) yılında 48 yaşında öldü. el-Kâmil, c. 7, s. 13,14.

[45]    Mekatilu’t-Tâlibîn, s. 464-465; el-Kâmil, c. 6, s. 442.

[46]    Murucu’z-Zeheb, c. 4, s. 52; Mekatilu’t-Tâlibîn, s. 464-473 bu konuda daha fazla bilgi yer almaktadır.

[47]    Mu’cemu’l-Buldân, c. 3, s. 286 (Suveyka kelimesinin açıklaması); Mekatilu’t-Tâlibîn, s. 480. (Mu’cemu’l-Buldân kitabının sahibi şöyle diyor: O ölünceye kadar Mütevekkil’in zindanında esirdi, Mekatilu’t-Tâlibîn kitabının sahibi ise şöyle yazıyor: O ölümünden iki yıl önce Mütevekkil’in zindanından azat edildi).

[48]    Murucu’z-Zeheb, c.4, s.148. (Mes’ûdî Hicrî 248 yılını Yahya b. Ömer’in kıyam yılı unvanında zikretmiştir).

[49]    Mekatilü’t-Tâlibîn, s.506.

[50]    a.g.e., s. 506-507.

[51]    el-Kâmil, c. 7, s. 126.

[52]    Mekatilu’t-Tâlibîn, s. 521.

[53]    el-Kâmil, c. 7, s. 127-128.

[54]    Murucu’z-Zeheb, c. 4, s. 149.

[55]    Mekatilu’t-Tâlibîn, s. 511. Bu şiirlerin en tanınmışı “Ali b. Abbas b. Rûmî’nin” meşhur kasidesidir. Başlangıcı şöyledir: (Önüne bak ve nerede gittiğini gör, zira iki farklı yol vardır: Doğru yol ve eğri yol.) Ebul-Ferec İsfahanî bu kasidenin tamamına ve onun hakkında yazılmış diğer şiirlere kendi kitabında değinmiştir. (Bkz:Mekatilu’t-Tâlibîn, s. 511-520; Murucu’z-Zeheb, c. 4, s. 149-151; el-Kâmil, c. 7, s. 129-130).

[56]    Murucu’z-Zeheb, c. 4, s. 153; el-Kâmil, c. 7, s. 130, 132, 133, 147, 407; Mekatilu’t-Tâlibîn, s. 490.

[57]    Murucu’z-Zeheb, c. 4, s. 153.

[58]    a.g.e.; el-Kâmil, c. 7, s. 133; Mekatilu’t-Tâlibîn, s. 490.

[59]    Murucu’z-Zeheb, c. 4, s. 154; el-Kâmil, c. 7, s. 134; Mekatilu’t-Tâlibîn, s. 490.

[60]    Murucu’z-Zeheb, c. 4, s. 154; Mekatilu’t-Tâlibîn, s. 490;el-Kâmil, c. 7, s. 165. (el-Kâmil’de onun ismi şöyledir: Huseyn b. Ahmed b. İsmail b. Muhammed b. İsmail el-Arkat b. Muhammed b. Ali b. Hasan b. Ali). Mes’ûdî, her iki ismi de onun için zikretmiştir.

[61]    el-Kâmil, c. 7, s. 177.

[62]    a.g.e., s. 184.

[63]    a.g.e., s. 164,165; Mekatilu’t-Tâlibîn, s. 521.

[64]    Mekatilu’t-Tâlibîn, s. 522.

[65]    el-Kâmil, c. 7, s. 165.

[66]    a.g.e., s. 165,177; Murucu’z-Zeheb, c. 4, s. 176, 177, 180 (Mes’ûdî Kıyamın “h. 252”de gerçekleştiğini ifade etmiştir); Mekatilu’t-Tâlibîn, s. 524.

[67]    Mekatilu’t-Tâlibîn, s. 524,525.

[68]    Murucu’z-Zeheb, c. 4, s. 180.

[69]    el-Kâmil, c. 7, s. 163.

[70]    a.g.e., s. 217.

[71]    Mekatilu’t-Tâlibîn, s. 536.

[72]    Murucu’z-Zeheb, c. 4, s. 180; İbn-i Kesir, el-Bidayetu ve’n-Nihaye, c. 11, s. 16.

[73]    el-Kâmil, c. 7, s. 239,240; Mekatilu’t-Tâlibîn, s. 528.

[74]    el-Kâmil, c. 7, s. 238,239.

[75]    a.g.e., s. 263,264.

[76]    Tarihu’l-Gaybeti’s-Sugra, s. 348.

[77]    Bkz. Şeyh Hürrü’l-Âmilî, Vesailu’ş-Şia, c. 11.

[78]    el-Kâmil, c. 7, s. 111,112; Tarih-i Taberî, c. 11, s. 74.