.

.

Ehlader Araştırma Bölümü

Musa AYDIN

Bismillahirrahmanirrahim

Server-ı kâinat, Habib-i Kibriya, Muhammed-i Mustafa (s.a.a)'in ve aziz torunu İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) mübarek doğum günleri ve bu münasebetle ilan edilen mübarek vahdet haftasında bulunmaktayız. Her şeyden önce bu mübarek münasebetten dolayı, bütün Müslümanları kutluyor, bu münasebetlerin hayırlara, birlik ve beraberliklere yol açması ve küfre ve istikbara karşı kenetlenmelerine vesile olmasını Yüce Mevla'mızdan temenni ediyorum. İnşallah bu istikamette bir nebze de olsun faydalı olur düşüncesiyle, bütün farklılıklara rağmen Müslümanlar arasında sağlıklı bir diyalog ve ilişkinin hangi esaslar üzerine kurulması gerektiği üzerinde durmak istiyorum.

Muhterem kardeşlerim, biz istesek de istemeksek de tarihte yaşanan bir takım olaylar ve diğer birçok nedenden dolayı, Müslümanlar arasında çeşitli konularda görüş farklılıkları meydana gelmiştir. Keşke biz de Efendimiz'in (s.a.a) zamanında yaşayıp da gerçek İslam'ı bütün ayrıntılarıyla birlikte O'nun mübarek ağzından dinleseydik. Ama İlahi takdir bize o zamanda değil de bu zamanda yaşamamızı mukadder buyurmuştur. O türlü değil de bu tür imtihan edilmemizi istemiştir. Şimdi biz kendi inisiyatifimizin dışında oluşan böyle bir manzarayla karşı karşıya bulunmaktayız. İdeal olan, insanın çeşitli tedbirler alarak, bir hastalığa müptela olmamasıdır. Ancak her şeye rağmen de bir hastalığa tutulduğunda da bunu en güzel yollarla tedavi etmeğe çalışmalı veya en azından kontrol altında tutarak ilerlemesini önlemelidir.

Bizce bugün Müslümanlar arasındaki ihtilaf ve uzaklaşmanın asıl nedeni, farklılıkların büyüklüğü küçüklüğü, azlığı çokluğu değil, onları bir kavga ve düşmanlık unsuru haline getirmektir. Nice câhil ve mantıksız insanlar, çok küçük görüş farklılıklarından dahi büyük ihtilaf ve düşmanlıklar yaratabiliyorlar. Maalesef Müslümanların tarihinde bunun örneği az değildir. "Kur'ân mahluk mudur, yoksa kadim midir?" tartışması binlerce Müslüman'ın  kanını akıtmamış mıdır İslâm tarihinde?! Ve...

Evet, önemli olan farklılıkları ve görüş ayrılıklarını kavgaya dönüştürmemek; en azından birbirinin görüşlerine saygılı olmaktır. Yanlış anlaşılmasın ben yukarıda da belirttiğim gibi, ilmi müzakere ve tartışmalara karşı değilim, tam tersine buna şiddetle muhtaç olduğumuzu düşünüyorum; zira aksi halde geçmişlerimizden tevarüs ettiklerimizle yetinirsek, bu taklidi bir imandan öteye geçmez. Ancak benim isyanım takip edilen bazı yanlış metotlara ve İslamî ahlak ölçülerini aşan ve buram buram taassup ve nefsaniyet kokan bir takım tartışma ve sataşmalaradır ki kimden olursa olsun yanlıştır ve Rabbimizin rızasına aykırıdır. 

Bu yüzden bendeniz bu tür müzakere ve tartışmalarda esas alınması gereken bir takım kurallara (ki bunların hepsi aklî, naklî ve mantıkî delillere dayanmaktadır) kısaca değinmek istiyorum. İnşallah bu hatırlatmalar İslamî bir uhuvvetin ve sağlıklı diyalogların gelişmesine yardımcı olur.

a) Her şeyden önce müştereklerimizi unutmamamız gerekir. Yani, en az farklı yönlerimiz kadar, müşterek yanlarımızın bulunduğu bir gerçektir. Bu gerçeği göz ardı etmek mantıksızlıktır, tutarsızlıktır, insafsızlıktır. Bakın Kur'ân-ı Kerim, kitap ehlini dahi müşterek noktalarda birleşmeğe ve iş birliğine davet etmektedir. (Al-i İmran, 64) Bizim kendi aramızda, Ehl-i Kitap kadar müşterek yanımız yok mudur?!

b) Birbirimizi çok yakından, hem de en yetkili ağızlardan ve en sağlam kaynaklardan tanımaya çalışmalıyız. Bunu yaparsak inanıyoruz ki birçok isnat ve ithamların asılsız veya zannedildiği şekilde olmadığı ortaya çıkacaktır. Zira uzaklaşmalar çoğu zaman yanlış ve kafadan dolma bilgiler ve isnatlara dayanmaktadır.

c) Hiçbir şahıs veya grup hakkında ön yargılı ve peşin hükümlerle yaklaşmamak gerekir. Ön yargılı ve peşin hükümler hem İslâmî insafa ters düşer, hem de akıl ve mantık ölçülerine. Sağlam belge ve bilgilere dayanan kesin ve pürüzsüz sonuçlara varmadıkça, her zaman bildiğimizin aksinin de doğru olabileceğine bir ihtimal payı bırakmak gerekir.

d) Her grubun sadece kendi kaynaklarıyla yetinip başkaları hakkında görüş belirtme alışkanlığına son verilmelidir artık. Özellikle ihtilafî konularda karşı tarafa inandırıcı olabilmek için mümkün mertebe onların kendi kaynaklarından delil gösterilmeli; her iki tarafın kabul ettiği müşterek ölçüler ve prensipler üzerinden hareket edilmelidir.   

e) Kur'ân-ı Kerim Resulü'ne hitaben şöyle buyuruyor: "...Öyleyse müjde ver benim o kullarıma ki sözü dinler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah'ın kendilerini hidâyete eriştirdikleridir ve onlardır halis akıl sahipleri." (Zumer, 17-18) İşte bu âyet-i kerime gereği diyaloglarımızı günden güne geliştirmeli, araştırmaktan ve birbirimizi dinlemekten (dinlemek diyorum, horlamak, tahkir etmek, ayıplamak değil!) hiçbir zaman çekinmemeli; kısacası kendimizi taklidî bir imandan kurtarıp tahkikî imana varmalıyız.

f) Hiçbir mezhep ve meşrebe kendi kabul etmedikleri şeyleri zorla yamamaya çalışmamak gerekir. Bunu yapmak hem mantıksızlık, hem de insafsızlıktır. Hatta eğer söz konusu mezhebin bazı kaynaklarında veya rivayetlerinde bizi destekleyen doneler bulunsa bile.. Bu konuda şu ayeti Kerim’e bize her şeyi anlatmıyor mu?

“Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek "Sen mümin değilsin" demeyin. Çünkü Allah'ın nezdinde sayısız ganimetler vardır. Önceden siz de böyle iken Allah size lütfetti; o halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa, 94)

Eğer bir kimse ben Müslümanım, Allah’a inanıyorum diyorsa, Peygamber’e inanıyorum diyorsa, Kur’an’a inanıyorum diyorsa, Kur’an’ın tahrifine inanmıyorum diyorsa, ve ve.. Hayır, yalan söylüyorsun, sen inanmıyorsun deme hakkına sahip değiliz. 

g) Bunların hepsinden de önemlisi çeşitli mezheplere mensup İslâm âlimleri arasında güçlü bir diyalogun oluşmasıdır. Zira bu ihtilaflar en köklü şekilde ancak, dinini dünyaya satmayan, Allah'ın rızasını her şeye tercih eden, hiçbir sulta ve sultandan çekinmeyen, kendini bütün mezhebî ve ırkî taassuplardan ve kim ne der kaygılarından arındırmış hakikî âlimler arasında gerçekleşebilecek müzakerelerle çözülebilir veya en aza indirebilir. Tabi bu müzakereleri yapan alimler, kendi aralarında sırf ilmî, aklî ve nakli ölçülere dayanarak ve her şeyden önce müşterek kabuller ve prensiplerden hareketle sorunlara ve ihtilafı konulara çözüm bulmaya çalışmalıdırlar. Birbirlerini ikna edebilirlerse ne a'la, aksi taktirde yine de herkes kendi görüşünü korumakla birlikte aralarındaki kardeşlik ve dostluk bağlarını korumaya özen göstermelidirler. Elbette ulemâ arasındaki bu samimî ve kardeşçe ilişkileri, ister istemez halk arasında da olumlu yansımaları olacak ve düşmanlıklar, yerini kardeşçe ve dostça münasebetlere bırakacaktır. İnsaf sahibi her Müslüman'ın düşlediği o ortamın bir an evvel oluşması ümidiyle.

Ya Rabbi niyetimizin ne olduğunu sen her kesten daha iyi biliyorsun. Habib'in hürmetine sana yalvarıyoruz; kalplerimizi hakka yönlendir. Bizi nefsanî ve Şeytanî olan bütün düşünce ve davranışlardan koru. Hakkı olduğu gibi bize göster ve ona ittiba etme cesaret ve samimiyetini hepimize inayet buyur. İslam ümmetinin arasında kardeşlik, sevgi ve muhabbet bağını gün geçtikçe daha da güçlendir ve fitne tohumları ekmek isteyen cahil ve gafillere fırsat verme ve Resulullah’ın inayet ve şefaatini üzerimizden eksik eyleme.

Amin!

.

Editör: Hasan Bedel