Tarih boyunca Şia uleması daima müstekbirlerin karşısında ve Müslümanların yanında yer almışlar ve ümmetin vahdetini ve maslahatını her zaman gündemlerinde tutmuşlardır. İster Ehlisünnet Müslümanlara, ister Şia Müslümanlara karşı tehdit ve tehlikelere karşı mücadeleler etmişler ve batı mihraklarının İslam coğrafyasını sömürü girişimlerine karşı olmuş ve bu uğurda mücadeleler etmişlerdir.

Şia ulemasının Ehlibeyt mektebine mensup olanların toplumlarında etkileri çok olmuştur. Bazen rütbeli bir askerin yapamadığını mercei taklidin iki cümlelik fetvası yapmıştır. Bunun en son örneğini yakın zamanda Irak'ta Ayetullah Seyyid Ali Hüseyni Sistani'nin fetvasında görmüştük.

Tarihte şöyle bir hadise vüku bulmuştur; İran şahı Nasıruddin şah İngiltere'ye gitmişti. İngiliz kraliçesi Elizabeth İngiliz ordusunun gücünü İran şahına göstermek için askeri bir gösteri tertiplemelerini emretti.

Gösteri bittikten sonra Elizabeth İngiliz ordusunun gücünün İran şahını ne derece etkilediğini öğrenmek için "bizim ordumuz nasıldır" diye bir soru sordu.

İran Şahı; Çok güçlü ve disiplinli bir ordunuz var dedi.

Daha sonra Elizabeth İran Şahını küçümsemek için "sizin ordunuz nasıldır" dedi.

Bu konuşmanın olduğu yerde bulunan Atabek A'zam şöyle diyor; O gün bende oradaydım. İran şahının ne cevap vereceğini merakla bekliyordum. Eğer cevabı olduğu gibi söylese İran halkını küçümsemiş olacaktı. Zira bizim ordumuz İngiltere'nin ordusunun karşısında çok zayıf ve geri kalmış durumdaydı. Eğer sorunun cevabında yalan konuşmuş olsa, onlar bizim ordumuzun durumunu bildiklerinden bu yalana inanmayacaklardı.

Bir anda Nasıruddin şah kraliçe Elizabeth'i ve yanındakileri şaşırtan çok ilginç şöyle bir cevap verdi; Bizim İran'da dâhili emniyeti sağlayan ve gücü belli olan bir ordumuz vardır. Ancak bir gün bizim devletimizi herhangi bir devlet tehdit eder,  devletimiz için tehlike arz eder ve devletimize saldırırsa; böyle bir durumda Müslümanların rehberi ve taklit mercii memleketlerini savunmak ve korumak için Müslümanlara fetva verir.

Dini rehber ve taklit mercii tarafından böyle bir fetva verildiği zaman ülkenin bütün insanları;  ister asker olsun ister asker olmasın herkes ülkesini savunmak için hareket eder ve cephelere koşarlar. Hatta o gün ben bile dinin vacip emrine amel etmek için ülkenin şahı olduğum halde bir asker gibi cepheye gider savaşırım.  (Merdan-ı İlm, c.2 s.428)

Bu cevap İngiltere kraliçesini ve yanındakileri o denli rahatsız etmişti ki Şia içerisinde taklit mercilerinin ve Şia ulemasının rolünü, etkisini, hürmetini yok etmek ve onları itibarsızlaştırmak için birçok plan projeler gerçekleştirdiler.  Taklit mercileri ve etkin âlimler hakkında yalan ve iftiralara, karalamalara tevessül ettiler. Bu uğurda etkili olmak için kendi ajanlarını Şia camialarının genlerine kadar yerleştirdiler. Şia mercei taklitleri ve etkili olan Şia âlimleri hakkında türlü türlü yalanları ve iftiraları yaydılar. İslam düşmanları çirkef planları doğrultusunda hareket ederken Müslümanların içinden kendilerini satanlar bilerek veya ahmaklar farkında olmadan onların plan ve projelerine katkı sundular ve halen daha bu çark ve plan bu şekilde işlemektedir.

İmam Hasan Askeri aleyhisselam da babasının buyurdukları çerçevesinde şöyle buyuruyor: “Eğer Mehdi aleyhisselam’ın gaybetinden sonra halkı ona davet eden ve ona yönlendiren ve Allahın delilleri ile onun dinini savunan ve zayıf kulları İblis ve onun askerlerinden ve tuzaklarından ve Ehli Beyt düşmanlarından koruyan âlimler olmasaydı, bir tek fert dahi kalmaz, herkes Allahın dininden çıkardı. Ama o âlimler tıpkı geminin kaptanının dümeni tuttuğu gibi zayıf Şialarımızın kalbini korumuştur. Allah katında en üstün olanlar da onlardır." (Biharu’l Envar, 2/6)

Velayet nurunun düşmanları, Siyonistler, emperyalistler, münafıklar, fasıklar bizleri manevi ve dini babalarımızdan ayırmaya çalışmaktadırlar. Onlarla bizlerin arasına ayrılık düşürmek istemektedirler.

Emperyalizmin, Siyonizmin memurları ve Velayet mektebinin yeminli düşmanları, bugün Ehlibeyt imamlarının davasının yolcusu ve temsilcisi olan rehberiyet ve merceiyet makamını ve Ehlibeyt mektebinin özellikle aktif âlimlerini halkın gözünde basitleştirme çalışmalarına girdiler ve böylelikle halkın içinden birileri bu iki ulvi makamı ve ulemayı eleştirmeye, önemsememeye ve hatta eleştiri adı altında iftira ve hakarete başladı.

Emperyalizmin, Siyonizmin memurları ve Velayet mektebinin yeminli düşmanları, Hz. Fahri kâinat efendimiz (sallallahu aleyhi ve alihi vesellem) ve Ehlibeyt imamları tarafından varis-i enbiya unvanına layık görülen ulema ile halk arasına ayrılık düşürme projeleri geliştirdiler. Halkı ulemadan ayırmak, ulemayı halka kötü tanıtmak, halk içerisinde en itibarsız ve güvenilmez kitlenin ulema olduğunu halkın aklına yerleştirmek ve bunu halkın ezberi yapmak için türlü türlü yollara başvurdular bu uğurda satın aldıkları memurlarına sosyal medyada görevler verdiler...

Bu arada nadan dostlar da farkında olmadan bu çirkef zihniyete alet oldular ve bu çirkef zihniyetin bir dişlisi haine gelerek oturup kalktıkları her yerde ve sosyal medyada ulema hakkında atar tutar oldular, ulema hakkında yazarçizer oldular. Velayet uleması hakkında duydukları şayiaların içerisine araştırmadan dalanlar ve hatta şayialara ilaveler yapanlar dine, mektebe hizmet mi ediyorlar! Aşura ve Mehdeviyet mektebine hizmet etmedikleri kesin, kimlere hizmet ettikleri ise malum. Yazık, hem de çok yazık.

Yersiz Nasihatler ve Yersiz Tenkitler!

İnsanın toplum içerisinde konuşma yaparken veya sosyal medyada yazarken bir kitleyi aşağılayıcı şekilde nasihat ediyormuş gibi tavır sergilemesi ya gaflettir ya dalalettir veya nefsani bir tutumdur.  Zira böyle bir görüntüyü sergileyen insan aslında çaktırmadan tenkit ettiği kitlenin en titizi, en hassası, en takvalısı olduğu imajını vermek istemektedir. Örneğin; dine göre haram olmayan bir şeyle ulema veya talebe kitlesini tenkit etmek yahut onların yediklerini, giydiklerini, arabalarını, evlerini, eşlerini eleştiri konusu yapmak kendisinin tenkit ettiği konumun dışında olduğunun imajını topluma vermek istemesindendir. Böyleleri bu tür tutumları ile halkın beğenisini celbetmenin peşinde olurlar ama unuttukları bir şey var; o da Allah'ın hesabı ve takdiri...

Bu tutum ya gaflettendir ya dalalettendir veya nefistendir...

Hacı Ağa Hüseyin Fatimi büyük bir şahsiyetti. Cuma akşamları kendi evinde ahlak dersleri veriyordu. Çok büyük âlimler onun ahlak derslerine katılırlardı. Hatta merhum İmam Humeyni'nin bile bazı zamanlarda onun derslerine katıldığı söylenir. Etkileyici konuşmaları olan bir ahlak üstadıydı.

Hacı Ağa Hüseyin Fatimi, merhum Mirza Meliki Tebrizi'nin öğrencilerindendi. Onun kendi hatıralarında insanı derinden etkileyen, hayretlere düşüren ve günümüzün kokuşmuşluk haline, din adı altında riyakarlıkların kol gezdiği bu zamana dair çok derin mesajlar içeren bir konuyu sizlerle paylaşmayı uygun gördüm. Lütfen dikkatli bir şekilde okuyalım ve böylelikle insanların konuşma ve yazma tarzları ile insanları daha iyi tanımış olalım.

Merhum Hacı Ağa Hüseyin Fatimi kendi hatıralarında şöyle yazmıştır: Bir Ramazan ayında bir akşam şehirden dışarı çıktım. Bir grup gencin piknik yapmaya çıktıklarını gördüm. Bu gençlerin içerisinde bir kaç tane de medrese talebesi vardı. Çok üzüldüm ve rahatsız oldum. Kendi kendime şöyle dedim: Bu mübarek Ramazan ayında ve bu manevi akşamda bu gençlerin piknik yapması hiç doğru bir şey değil. Ertesi gün Feyziye medresesine gittim. Merhum Ayetullah Mirza Meliki Tebrizi orada namaz kıldırıyor ve namaz sonrası konuşma yapıyordu.

Merhum Mirza Meliki Tebrizi'nin konuşmasından sonra merhum Hacı Ağa Hüseyin Fatimi'de mersiye okuyordu.

Merhum Hacı Ağa Hüseyin Fatimi şöyle anlatıyor: Mersiyeye başlamadan önce şunları söyledim: Ben dün akşam şehir dışına çıktım. Bir grup talebenin Ramazan ayı gecelerinde pikniğe çıktıklarını gördüm ve onları çok yadırgadım ve tenkit ettim. Bu sözleri söyledikten sonra mersiye okumaya başladım.

Merhum Hacı Ağa Hüseyin Fatimi şöyle devam ediyor: O akşam geçti. Ertesi sabah bir soru sormak için üstadım Mirza Meliki Tebrizi'nin huzuruna gittim. Sorumu sordum. Bana cevap vermediler ve öfkeli bir şekilde bana baktılar ve şöyle dediler: Dün ne yaptığını gördün mü?

Dedim üstadım ne yaptım?

Nasihat etmek istedin ama nasihat böylemi yapılır! Neden bir grup ilim ehli talebenin Ramazan ayı akşamında piknik yapmalarını anlattın ve o talebeleri kınadın? Neden?

Birincisi: Piknik yapmak günah mıdır ki sen avam halkın içinde o talebeleri ağır cümlelerle kınayıp onların haysiyetini kırdın ve halkın gözü önünde söylenmemesi gereken şeyleri söyleyerek talebelik makamını halkın gözünde basitleştirdin! Sen hangi hakla bu şekilde sohbet ettin?

İkincisi: Böyle nasihat yapılmaz! Toplum içerisinde özel bir kitle tenkit olunmaz.

Dedim ki: Üstadım hata ettim.

Buyurdu ki: Bana hata ettim söylemen yeterli değildir. Konuşma yaptığın yere gideceksin ve oradaki cemaatin içerisinde özür dileyecek ve hata yaptığını söyleyeceksin.

(Dastanhaye Semt Khuda, c.1 s.43)

Selam ve dua ile