.
.

İslam dini insanı kazanmayı emreden bir dindir. Zira insan kazanmak hem kazanılana hem kazanana hem topluma ve hem de ilahi değerlerine faydalıdır. İnsan kazanmak ise çok zordur ama insan kaybetmek çok mu çok kolaydır. Bazen uzun yıllar kazandıklarımızı bir sözümüz veya bir hamlemiz ile kaybedebiliriz. Kaybettiklerimiz ise yıllarca en yakınımızda olan ve bizim için her türlü fedakarlığı yapan vefalı bir dostumuz veya bir yakınımız yahut kardeşimiz, bacımız, eşimiz, babamız, evladımız olabilir. 

Allah bile iradesinde insan kaybetmemeyi hikmeti içerisine almıştır. 

Peki, insan nasıl kaybedilir ve nasıl kazanılır? Çevremizde uzun yıllar değer verdiğimiz birisi bir yanlış veya bir hata yaptığı zaman onun uzun yıllar sayısız güzelliklerini ve müspet yönlerini bir anda unutup bu yanlışından ve hatasından dolayı bir çırpıda üzerine kalem çekmek mezkur insanı kaybetmek için bahaneler ve sebepler beklentisi içerisinde olan birinin durumunu anımsatır. Oysa Allah kendi nimetleri ile kendisine uzun yıllar karşı çıkan, asilik yapan kulu kapısına gelerek af dilediği zaman ona hoş gelmişsin kulum edası ile muamele eder. Ona kapısını kapatmaz, arkasını dönmez. Allah Allahlığı ile böyle bir kuluna kapısını kapatmamış, arkasını dönmemişse Allah'ın sıfatı ve ahlağı ile sıfatlanması yani sıbgetellah (Allah'ın rengine boyanmak) olması gereken Müslümanın da Allah'a benzemesi ve yanlışından dönen insana arkasını dönmemesi, kapıyı ona kapatmaması gerekmezmi!

Bu konuda Müslümanlar genelde zaaf içerisinde olup Allah'ın aksi yönünde hareket etmektedirler. 

Hristiyanlık dünyası genelde bu tür konularda kendi insanını kaybetmemek ve kazanmak adına her türlü girişimde bulunurlar. Ama Müslümanlar genelde kendi insanını kaybetmek için ellerine geçen bir sebebi anında değerlendirip karşı tarafı yalnızlığa ve terk olunmuşluğa mahkum ederler. İslam adabı ve ahlakı bunu mu tavsiye etmektedir. Tabiki de hayır. İslam dini kazanmak için elinizden gelen her şeyi yapın ilkesini düstur eden bir dindir. Bizler bu düsturun en güzel örneklerini Hz. Peygamber ve Ehlibeytin hayatında görmekteyiz. 

Hz. Peygamberin ve Ehlibeyt imamları kendilerine bile yanlış yapan insanları kazanmak için ellerinden geleni yapmışlar ve onları dışlayarak yanlışlar girdabında onların bocalamasına razı gelmemişlerdir.

İnsan hataya müsait bir varlıktır. Babamız Âdem aleyhisselam bile, terk'i evla yaparak hata etmiştir. Hata etmek insanı ne insanlıktan ne de İslam’dan uzaklaştırmaz. Hata insanın bünyesinde tohum gibi bulunmaktadır. İnsan hata etmemek için dikkatli olmalı ve hata yaptığı zamanda telafi etmek için gayret etmesi gerekir. Bu gayet doğaldır.

Hatasızlık bir insan için mümkün olsaydı masumların dışında herkes hatta büyük şahsiyetler hatasız bir hayat yaşarlardı. 
Ama tarihte yaşamış olan büyük şahsiyetlerden bazıları bile üstünlüklerine rağmen hatalara düştüler. Bunu bir gerçek olarak kabullenmemiz işimizi kolaylaştıracak, insanların hatalarına karşı paniklemeyeceğiz. Evliya için bile hatasızlık şartı yoktur sözü çok doğru bir sözdür.

Birbirimizi yaptığımız hatalar ve yanlışlarımıza  göre değil, hatalarda, yanlışlarda ısrar etme veya hatadan, yanlıştan dönmeye göre değerlendirirsek daha gerçekçi olmuş oluruz. 

Anne-baba, eşler  evlat, aile dost, akraba ve eğitimci sorumluluğu olanlar altındakine böyle bakmalıdır. Hem kazanır hem rahat yol alır.

Hatalı insanın hatasını düzeltmek önemli bir meziyettir. Bazı düzeltme formülleri hataların kökleşmesine, hatadan daha büyük bir hatanın oluşmasına sebep olabilir. Hatadan döndürmek ve onarmak için girişimde bulunmak yeterli değildir. Söylenen sözlerin, yaklaşım tarzlarının ve sergilenen tavırların uygunluğu kesinlikle düşünülmelidir. Hatanın kökleşmesine sebep olmak mesuliyet almaktır. Öğrencinin hatasını düzeltmeye çalışan öğretmen, o hatayı düzeltirken talebesi üzerinde bir öğretmen nefretine neden oluyorsa, bu tutumu hatayı hata ile düzeltmek olur ki yanlıştır.

Hatayı ifşa etme sonucu doğuran düzeltmeler yanlıştır. İslam dininin ana ilkelerinden biri yanlışı, hatayı teşhir etmemektir. Hata teşhir edildiği zaman hata sahibini hatasından döndürmek ve onu kazanmak mümkün olmayabilir. 

Hata düzeltmede esas olan ifşa etmeden,  yaymadan, dağıtmadan düzeltmektir. İmam Cafer Sadık aleyhisselam şöyle buyurmuştur: "Hata ve ayıplarımı bana hediye eden benim gerçek kardeşimdir." Peki hata ve ayıp bir insana nasıl hediye edilir? Hata ve ayıbı ifşa etmeden kimselerin olmadığı bir yerde karşı tarafa hata ve ayıplarını sükunet ile söylemek hediye vermektir. İşte İslamın düsturu budur. Bunu ise ancak Allah'ın salih kulları yapar. Ancak bunu aksini yapanlar karşı tarıfı yerle yeksan ettikleri gibi onları hataların kötüsüne de itmiş olabilirler. Böyle yaptıkları taktirde de Allah'ı değil şeytanı sevindirmiş olurlar. 

Ayıp ve hatası olan birisine nasihat edenin, mü’min kardeşinin halini düzeltmeye çalışan kişi niyetini halis tutmalıdır. Allah için yapılanla başka bir maksatla yapılanın aynı olmayacağı açık bir gerçektir. Özellikle nefsanî bir intikam, pansuman tedavisi bile yapmaya yeterli olmaz.

Kaş yaparken göz çıkarmamak için samimi ve ihlaslı olunmalıdır. Yapılmış olan hatadan daha  daha kötü bir sonuç çıkmasına sebep olacak düzeltme, düzeltme olmaz. 

Mümin bir insanın izzeti nefsini rencide edecek, onur ve haysiyetini zedeleyecek bir üslup kullanmak ikinci bir hatadır. Bu tutum sünnet bir ameli düzeltmek için farzı terk ettirmek gibi bir şeydir ve bu ikinci bir hatadır.

Sabırsız ve daima suçlayıcı bir üslup takınan insanın düzeltebileceği bir hata yoktur. Sabırsızlık yarayı derinleştirir, daima suçlama pozisyonu ise yaraya yara katar. Sabır ve yumuşaklık,  nezaket kendi kendine bir düzeltme hamlesidir. Merhametlilerin başarısı her zaman daha yüksektir.

Uzun yıllar sizlerle yanyana olanların bir hatasından dolayı fırtına koparmak, yıkıcı tavırlar içine girmek başlı başına bir hatadır zaten ve bu tutum nasıl başka bir hatayı düzeltebilir!

Hatayı düzeltmek isterken, hatanın sahibine de dikkat edilmelidir. Çocuğun hatasını çocuksu yollarla, yaşlının hatasını da onun yaşına uygun yollarla düzeltmek gerekir. Toplumda kariyer sahibi olmuş birine karşı muamele kesinlikle farklı olur. Bir bayanın çocuklarının ve akrabalarının önünde azarlanması, hatasının yüzüne vurulması çirkinliktir.

Bir insanın bir hatasını görünce onun önceki güzelliklerini yok saymakda adalet değildir.
Bir insanın hatasını kabullenip, düzeltme gayreti içinde olmasını onun adına bir iyilik olarak görmemiz gerekir.

AYNA OLABİLMEK!

Ayna hayatımızın vazgeçilmez bir parçasıdır. Her ikisinin de ayrı alanları vardır. Ayna insanın fiziksel ve dışa dönük güzelliklerini, eksikliklerini insana yansıtan bir eşyadır. Ayna özü sözü bir, yalansız, hilesiz, içten pazarlıksız, dürüst bir dostudur insanın. Ayna insanı olduğu gibi kabullenen arkadaştır. Sen ağlarken ayna da ağlar, sen güldüğünde ayna da güler. Ayna karşısına çıkan herkesi olduğu gibi gösterir. Karşısına çıkanlar arasında hiçbir ayrım gözetmez. Ayna yalan söylemez. İnsanın kendisini olduğu gibi maddi aynada görebilmesi için aynanın lekesiz, saf ve temiz olması gerekir. Tozlanmış ve sahibi tarafından temizlenmemiş bir ayna insanı olduğu gibi göstermez. Kalp aynası da böyledir. 

Aynadan bu şekilde söz etmemin sebebi Hz. Fahri kâinat efendimizin şu hadisi şerifleridir; "Mümin müminin aynasıdır." Burada insanın karşısına iki seçenek çıkmaktadır; Birincisi, biz müminlere aynayızdır. Bundan dolayı biz müminlerin kemallerini, güzel yönlerini göreceğiz, onu ücbe-beğeniye sokmayacak tarzda o güzellikleri dile getireceğiz, takdir edeceğiz, noksanlıklarını, yanlışlarını da muhakkak "taca atma, çelme takma mantığı" ile değil "mümin müminin aynasıdır" ilkesi ile konu edeceğiz, üslubuna uygun olarak söyleyeceğiz.  Bu kendisini ayna gören her insanın vazifesidir. 

İkincisi; müminler bize aynadır. Bizi "taca atma, çelme takma mantığı ile şaşı baktığı için değil" ayna rolünü üstlendiği için kusurlarımızı, lekelerimizi görerek uyardıklarında, hatalarımızı kabul edip, tevbe ve istiğfar yoluna gitmeliyiz.

Masumlar dışında kimse hatasız, günahsız değildir.  Fakat yanlışları, hataları düzeltmek için samimi, ihlâslı ve yumuşak olmalı kaba ve sert üsluplardan uzak durmalıyız. Unutulmamalıdır ki aynalar taş atarak temizlenmez. 

Bizler aynada neleri görüyoruz veya neleri görmek istiyoruz? Elinize bir ayna alıp baktığınızda gördüklerinizden memnun musunuz? Veya aynayı etrafınızda olup bitenlere, yaşananlara, insanlara tuttuğunuzda gördüklerinizden memnun musunuz?

Şemsi Tebrizi Makalat-ın birinci bölümünün ikinci sayfasında ne de güzel demiş: "Şimdi ey dost, aynayı elime ver de bakayım diyorsun! Buna bir bahane bulamıyorum, sözünü kıramıyorum, ama gönülden bir bahane bulayım da aynayı sana vermeyeyim diyorum. Çünkü senin yüzünde bir kusurun var desem, belki ihtimal vermezsin, eğer aynanın yüzü kusurludur desen daha beter olur. Sevgi bırakmaz ki bir bahane bulayım. Simdi diyorum ki, aynayı eline vereyim, ancak aynanın yüzünde bir kusur görürsen onu aynadan bilme; aynada sonradan olmuş bil! Onu kendi hayalin bil, yahut kusuru kendinde bul! Bari benim yanımda aynaya bakma. Şart odur ki aynanın yüzünde kusur bulmayasın. Eğer kendine de kusur bulamıyorsan, bari o kusuru bende bul ki aynanın sahibiyim. Aynayı kötüleme!"

Ayna bakımı yapıldığı, temizlendiği takdirde tozlardan, karıncalanmalardan arıdır, beridir. Ama kalp aynası lekeli olanlar aynalara öfke duyarlar. Aynada onlara hal diliyle şöyle söyler; "Benim varlık nedenim seni güzel göstermektir. Ama sen sorumluluklarını yapmazsan ben seni umduğun gibi güzel gösteremem ki!" 

Selam ve Dua ile…