.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Vahdettin İnce

Şeceretu’l Kewn (varlık ağacı) birçok İslam âliminin kullandığı bir metafordur. Bu isimle kitaplar kaleme alınmış. Farklı alanlarla ilgili olsalar da hepsinin ortak noktası maddi- manevi varlığın, varlık içindeki farklı kümelerin, toplumsal oluşumların bir ağaç gibi bir çekirdekten doğup dal budak saldığını vurgulamaktır. Çeşitlilik, çeşitlenmek varlıkta değişmez ve kesintisiz bir yasadır. Bunun tersi bir iddiayla ortaya çıkmak dal budak salmış, tomurcuklanmış ve çeşit çeşit meyveler sunmuş koskoca bir ağacı bir çekirdeğe yeniden hapsetmek anlamına gelir ki zaten mümkün değildir. Aksi boşa kürek çekmektir. Varlığın böyle bir yasası var ve hiçbir engel tanımadan hükmünü icra etmektedir.


Bu tabi ayette “taw’an ew kerhen” (isteyerek veya istemeyerek) diye işaret edilen “kerhen” (istemeyerek/gayri iradi) kısmıyla ilgili. “Taw’an” (isteyerek/iradi) kısmı ise iradi bir alan olan insan hayatı ile ilgilidir. İslam âlimlerinin Kur’an’dan ilham alarak, iradi alan gayri iradi alana egemen olan yasalara uyduğu oranda insan varoluş gayesi olan mutluluğu yakalar demek istiyorlar. Kur’an da iradi alanın esas öznesi olan insana gayri iradi alana egemen olan yasalarla nasıl uyum içinde yaşayacağını, dolayısıyla nasıl mutlu olacağını göstermek üzere indirilmiştir. Bu bakımdan insanın başka da bir alternatifi yoktur. Çünkü Kur’an ve varlık aynı kaynaktan geliyorlar, dolayısıyla çelişmeleri imkânsızdır.
Kur’an da varlık bütünü de çeşitliliği, çeşitlenmeyi esas alırlar. Aslında aynı olan iradi ve gayr-i iradi alana egemen olan yasalara uymak mutluluğun alternatifsiz yoludur.


Kuşkusuz benim amacım burada kelami bir mevzuya girmek değil. İslam âleminde ve ülkemizde varlık yasalarının zorunlu bir görüntüsü olan çeşitliliğin, nasıl ölümcül bir silaha dönüştüğünü gördüm. Bunun sebepleri üzerinde düşününce gayri iradi âlemin hayatımıza yansıyan sonuçlarını iradi alemde sistemleştirmekle yükümlü iktidarların onları görünmez, hatta etkisiz kılmak için çabaladıklarını, halen böyle bir çaba içinde olduklarını gördüm.


Bugün İslam âleminin dört bir yanında oluk oluk akan kanın sebebi, çeşitliliği gerektiren ve bu hususta hiçbir engel tanımadan hükmünü icra eden varlık yasalarına karşı egemen sistemlerin bu çeşitliliği teke indirgeme, farklılıkları yok etme çabasıdır.


Peygamberimizin (s.a.a) dönemini dışarıda tutarsak, başından bugüne kadar İhsan Süreyya Sırma hocanın ifadesiyle “Müslümanların Tarihi”ni bu bağlamda bir varlığın akışını tersine çevirme (beyhude ama) kanlı çabası olarak nitelendirebiliriz.


İlk defa bunu ben söylemiyorum kuşkusuz. Özellikle beşinci yüzyıla kadar Müslümanlar arasındaki mezhep ve ekol çatışmaları birçok Müslümanı derin endişelere sevk etmiş ve bu durumdan memnun olmayanların sayısı artınca da bir orta yol bulma çabaları ivme kazanmıştır. Nitekim “hak mezhep” kavramı bunun bir neticesidir.


Hiç kuşkusuz o günün koşullarında mezhepler ve farklılıklar arası çatışmayı en azından sınırlandırmak anlamında varlığın yasalarına uygun olan bu tanımlama yine de eksiktir. Daha doğrusu Müslümanlar bu atılan ilk adımı daha da ileri götürüp evrensel bir ilkeye dönüştürmeyi başaramadılar. Bu yüzden “Hak mezhep” kavramı sadece Sünni dört mezheple sınırlı kalmıştır.


Oysa varlık yasasına ve Kur’an’ın söylemine göre her çeşitlilik; çeşitlilik olması hasebiyle haktır. Ancak bu çeşitliliğin söyleminde ve eyleminde bir yanlışlık varsa tartışılır, eleştirilir. Salt çeşitlilik olduğu için baştan itibaren adem ve yokluğa mahkum edilemez. Bu bakımdan İslam âleminde geçmişteki çeşitlenmeyi temsil ettiği için mezheplerin tümünün hak olduğu gecikmiş de olsa vurgulanmalıdır. Ve denilmelidir ki; her mezhep, varlık yasasının bir yasası olan çeşitlenmeyi temsil ettiği için haktır.


Türkiye’de varlık yasasının zorunlu çeşitlenme süreci, bugünkü kavramlarla ifade edecek olursak partiler şeklinde kendini göstermektedir. Bu bakımdan çeşitli partilerin varlığı bir zorunluluktur. Ama partilerin varoluş amaçlarına göre faaliyet gösterip göstermedikleri tartışma konusu yapılabilir.

Sözünü ettiğimiz evrensel çeşitlenme yasasına göre bir partinin varlık amacı doğal olarak çeşitlilik gösteren toplumun taleplerini yönetim katında dile getirmektir. Fakat bugüne kadar Türkiye’de kurulan partilerin kahir ekseriyeti akıntıya karşı kürek çeken devletin varlığın yasasına aykırı tekçi zihniyetini topluma empoze etmek üzere faaliyet göstermişlerdir. Bu da kaçınılmaz olarak insanların, sosyal kümelerin mutsuzluğu ile neticelenmiştir.


Zaman zaman varlık yasasına uygun hareket ederek halkın taleplerini dile getiren ve iktidar olduklarında bunları uygulamaya koyan partiler de olmuştur kuşkusuz. Ancak çok geçmeden bu partilerin de sistemin anlayışına doğru evrildiklerini ve devletin tekçi zihniyetini topluma kabul ettirme çabası içine girdiklerini üzülerek görüyoruz.


Mevcut sistem bağlamında varlığın, sosyolojinin çeşitliliğine bir cevap niteliğinde farklı partilerin olması doğaldır. Ama partiler tabandan yükselen talepleri tavanda temsil etmedikleri sürece yeni bir hayal kırıklığından öteye gitmeyeceklerdir.