.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Şeyh Ensarî, Şia’nın önde gelen büyük âlimlerindendir. En büyük ve en etkin ilmî şahsiyetlerden birisidir ve yazmış olduğu ‘Resâil’ ve Mekâsib adlı kitaplar yıllardır medreselerde ders kitabı olarak okutuluyor. Bu nedenle bu yüce şahsiyet sonrasında yetişen büyük ilmî şahsiyetler bu ilim deryasından beslenerek yücelebilmişlerdir.

Bu yüce zatın ilmî yönü, ince düşüncesi ve getirmiş olduğu ilmî yenilikler bir yana sahip olduğu takva, zahitlik ve manevî faziletler bu değerli zatın yüceliğine yücelik katıyor. Şeyh Ensarî gerçek irfânı hayatının tüm alanlarına, kişiliğinin her köşesine yansıtmış olan değerli bir zattır. Şeyh Ensarî hiçbir zaman irfân dersi vermedi, irfânla ilgili bir kitap yazmadı ve insanlar arasında bu yönüyle hiç bilinmedi; ancak hayatının her köşesinde Allah’ın varlığını görebilirsiniz. Şeyh Ensarî’nin irfânî yönünü anlatacak sözlerin tümünü bu kitaba sığdıramayız; ancak bu değerli zatla ilgili iki olayı burada nakletmek istiyorum.

Şöyle nakledilmiştir: Şeyh Ensarî, Necef’te yaşadığı sırada sıcak bir yaz gününde eve döndüğünde su ister. Necef’in sıcak yaz günlerini yakından gören arkadaşlar ne denli sıcak bir iklimden bahsettiğimi biliyorlar. Daha buzdolabı ve benzeri soğutma araçları olmayan bu dönemde insanlar soğuk su ihtiyaçlarını ve bozulabilir gıdaları daha uzun süre koruyabilmek için yerin metrelerce altında ‘serdab’ denilen odacıklar yaparlarmış ve su fıçılarını bir iple yukarıdan bu odacıklara asarlarmış. Şeyh, su istedikten sonra serdaba gidip su getirilinceye kadarki zamanı değerlendirebilmek için iki rekât namaz kılmayı uygun görmüş. Düşünebilir misiniz, Necef’in elli dereceyi aşan yaz sıcağında yaşlı hoca, yorgun argın bir şekilde eve dönmüş, su istemiş; ancak su gelene kadar boş durmayı kendine yakıştırmıyor ve namaza duruyor. Sözün kısası Şeyh namaza durduktan sonra güzel bir manevî hale kapılıyor ve uzun surelerden birini okumaya başlıyor. Bu nedenle namaz bittiğinde su da ısınmış oluyor ve Şeyh oradaki sıcak suyu içerek diğer işlerinin peşine gidiyor.

Sizce irfân bu mudur yoksa Paris’te, İsviçre’de veya Amerika’da sarayında oturup da insanlara manevî reçete yazmak mı? Elinizi vicdanınıza koyun da hükmedin, bunların hangisi irfândır? Şeyh Ensarî’nin Necef’teki sade ve zahitçe hayat tarzı mı irfâna uygundur; yoksa kâfirlerin bayrağı altında görkemli sarayların içinde şaşaalı bir hayat tarzı mı?

Şeyh Ensarî çok sert giysiler giyerdi ve çok sade bir kıyafete sahipti. Şeyh Ensarî’nin öğrenciliğini yapmış olanlar şöyle anlatıyor: Şeyh, çok sade giyinirdi. Öyle ki Şeyh’i tanımayan birisi onu çarşıda sokakta görseydi belki de mezarlıkta çalışan kabir kazmakla görevli birisi zannederdi. Oysa aynı dönemde çuval çuval para ve altın, humus ve ‘vucuhat-ı şeri’ olarak Şeyh’e veriliyordu. Ancak Şeyh bu paralara dönüp bakmıyordu bile.

Evet, gerçek ârifler işte Şeyh Ensarî gibi en ufak fırsatları bile sevgilisi olan Allah’la konuşmak için değerlendirip de namaza duran ve susuzluğunu unutan kişilerdir. Bu insanlar dünyadan koptukları için para ve değerli taşlar diye insanların ilah edindiği şeylere dönüp bakmıyorlar bile ve dünya hayatı adına en düşük seviyeyle yetiniyorlar. Konuyla ilgili olarak Şeyh Ensarî hakkında ilginç bir olay nakledilmiştir. Olay şöyle cereyan ediyor:

Şeyh Ensarî’nin öğrencilerinden birisi şöyle anlatıyor: Bir gece rüyamda şeytanı gördüm. Elinde türlü renklerde ince ve kalın ipler vardı. Şeytana “bunlar da nedir?” diye sorduğumda şöyle dedi: İnsanları kandırıyorum ve bu ipleri boyunlarına geçirip istediğim yere götürüyorum. Biri paradır, diğeri kadın, öteki makamdır ve sonuncusu ise şöhrettir. İplerin içinde yırtılmış kalın bir ip vardı. “bu da nedir?” diye sorduğumda ise şeytan şöyle dedi: Yıllardır Şeyh Ensarî’yi tuzağa düşürmek istiyordum; ama bir türlü başarılı olamıyordum ta ki dün akşam bu ipi onun boynuna geçirebildim; ama yine de ipi kopardı ve elimden kurtuldu.

Şeyhin bu öğrencisi şöyle anlatıyor: Gecenin bir yarısı korkuyla uykudan uyandım ve “bu rüya da neydi Allah’ım” diye düşünceye daldım. Sabah erkenden Şeyh’in yanına gittim ve gördüğüm rüyayı anlattım. Şeyh ağlamaya başladı ve şöyle dedi: O melun doğru demiş. Dün akşam renkli hilelerle beni kandırdı ve uçurumun kıyısına kadar da götürdü; ancak başarılı olamadı. “Olay nedir? Anlatır mısınız?” diye sorduğumda ise Üstat şöyle buyurdular: Dün akşam eşim doğum yaptı ve kadınlar eşim için bir miktar tereyağı almamı istediler; ama bende tereyağı alacak para yoktu. Kendi kendime dedim ki elimdeki humus parasından borç alıp tereyağı alırım ve elime para gelir gelmez yerine koyarım. Bu düşünceyle bir kuruş para yanıma aldım ve tereyağı almak için evden çıktım. Yola giderken kendi kendime düşündüm, neden bunu yapıyorum diye, benim yerime herhangi bir talebe bu durumda olsaydı acaba o da benim bu yaptığımı yapabilecek miydi? Onun yanında da bu bir kuruş olacak mıydı ki borç niyetine alabilsin? Ben diğer talebelerden üstün müyüm? Bu düşünceler beni bu işten vazgeçirdi ve tereyağı almadan eve döndüm.

Gerçek irfân yalnızca Allah’tan korkup tüm işlerde onu gözetmekse acaba bunu Şeyh Ensarî ve benzeri kişilerin hayatında mı daha çok görebiliyoruz yoksa irfân iddiasında bulunan diğer kişilerin hayatında mı? Acaba irfân etiketi olmayan Şeyh Ensarî mi irfân ruhuna daha yakındır yoksa âriflik iddiası kilometrelerce öteden duyulup da dünyaya dört elli sarılan insanlar mı?

Editör: Hasan Bedel