.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Hasan Bedel

Gadir-i Hum Fahr-i Kâinat Efendimiz Hz. Muhammed’in (saa) Veda Haccı sonrası o büyük konuşmayı yaptığı yerin adıdır. Yani aslında tarihte Gadir-i Hum diye ayrı bir konu yoktur, o yalnızca konuşmanın gerçekleştiği mekânın adı, beldenin ismidir.

Hz. Muhammed (saa) diğer Müslümanlar gibi o seneki Hac görevini yerine getirmiş ve Mekke’den on binlerce hacıyla beraber Medine’ye doğru geri dönmeye başlamıştı.

Hicri onuncu yılın 18 Zilhacce günü (19 Mart 632) Mekke ve Medine arasında Cuffe yakınlarında, yani yaklaşık Mekke’ye 200 km. uzaklıkta bir dört yol olan Gadir-i Hum, kuzeyden Medine’ye, doğudan Irak’a, batıdan Mısır ve güneyden Yemen’e bağlanan ve günümüzde, genelde Hac için hava yolunun tercihi nedeniyle o eski hareketliliğini yitirmiş ve kullanım dışı kalmış ama zamanında, önemli bir su birikintisine sahip, bir nevi son buluşma noktası konumunda bir yerdir.

Peygamber Efendimiz de, ömrünün sonunda ümmetine kapsamlı bir vasiyet bırakma niteliğinde bir hutbe okumak etmek istemiştir bu mekânda. İstek İlahi bir istektir özünde.

Hz. Peygamber, bu teferruatlı konuşma için en iyi zamanı seçmiştir. Çünkü eskiden günümüzdeki gibi haberleşme ağı bilindiği gibi yoktu. Bugünün dünyası bir büyük köy misali internet, televizyon, gazeteler, telefon vb. O devirde ise zamanın en hızlı aracı olan atlı posta ile ve istenilen yere giden bir kervanla emanetler, mektuplar yollanır, haberler ulaştırılırdı.

İyi bir zamanla çünkü son Veda Haccı’nda birçok etraf beldelerden Mısır, Filistin, Şam, Yemen yani o günün İslam coğrafyası içinde olan her yerden hacılar gelmişti. Ayrıca o zaman Gadir-i Hum’da toplananların sayısı kaynaklarda 120 bin kişiye kadar aktarılıyor ama bu onların hepsinin Mekke’den geldiği anlamına gelmiyor. Çünkü stratejik bir konuma sahip olan Hum, diğer kafileler için de bir mola yeri hüviyetindeydi.

Allah Resulü (saa) tam da bu beldeye ulaştığında yanındakilere, ilerlemiş olanların geri dönmesi ve geride kalanların acele edip gelmeleri emrini verir. Tarih kitapları o zamanın hava koşullarını Mart aynın ortaları olmasına rağmen şöyle nakletmektedir: ‘Havanın sıcaklığından, kimisi şalını ıslatıp başına atmış, kimisi yere, ayaklarının altına sermişti. Peygamber için iki ağaç arası alelacele derme-çatma bir gölgelik hazırlanmıştı. Ayrıca bazıları, etraftaki kayaların üzerine oturmuş, bazıları da ayakta durmayı yeğlemişti.' Yani tüm bu koşullar göz önünde bulundurulacak olursa, gerçekten de Nebi Muhammed (saa) halka çok önemli bir mesaj verecektir.

Daha önce kararlaştırılmış olan planın aksine Hz. Muhammed (saa) normalde Hac ziyareti bitiminde Mekke’de kalacaktı ama Allah’ın emri ile Medine’ye doğru yola koyuldu ve ardından yolda şu ayet-i kerime nazil oldu:

“Ey Peygamber! Rabbinden sana ineni eksiksiz (halka) ulaştır. Ve bunu gerçekleştirmezsen O’nun risaletini yerine getirmemiş olursun. Allah seni halktan (gelebilecek her türlü tehlikeden) korur…” Maide/67

En büyük görevi Yüce Allah’ın mesajlarını halka iletmek olan Hz. Nebi’nin, bu gelen Allah emrini halka iletmek zorunluluğu Mekke’de değil de Gadir-i Hum’da böyle bir konuşma yapmasına neden olur. Unutmayalım ki Allah Resulü “Kendisinden hiç bir şey söylemez” Necm/3

Hz. Muhammed (saa) Cebrail tarafından gelen Maide suresi 67’den sonra uzadı uzadıya çok kapsamlı ve hemen hemen tüm İslami konulara değinen bir konuşma yapar. Konuşmanın devamında Hz. Peygamber halka: ‘Ben sizin hepinizden üstün değil miyim?’ diye sorar ve topluluk da; ‘Evet!’ diyerek Hz. Peygamberi onaylar.

Ardından şöyle buyurur:

“ من کنت مولا فهذا علي مولا ”

(Men kuntu mevla fe haza Aliyyun mevla!)

“Ben kimin önderi isem, bu Ali de onun önderidir!”

Burada kilit nokta “Mevla” kelimesidir. İslam dünyasının kahır çoğunluğunu teşkil eden Ehl-i Sünnet maalesef bu kilit kelimeyi ‘Dost’ olarak alırlar. Neredeyse yüz bini aşkın insanın o uygunsuz hava şartlarında bekletilmesi, Peygamberin uzunca bir konuşma yapması ve hepsinden ötesi “Ve bunu gerçekleştirmezsen O’nun risaletini yerine getirmemiş olursun” ayet-i kerimesi… Yani Allah sırf Hz. Ali’yi halka ‘Dostum’ diye tanıtmazsan 23 sene zarfında yapmış olduğun tüm çabalar boşa gitmiştir mi demek istemiştir!?

Peygamberin bu örneği aynı namaza benzer, sen kalk abdestini al, tüm namaz öncesi gereksinimleri yerine getir ve namaz içinde okuyuş ve telaffuzlar olsun, tüm namaz içi vacip ve müstehaplara dikkat et ama namaz sonunda selam vermeden öylece kalk git; namaz batıl olur… Peygamberin risaleti de aynı buna benziyor; “Gadir-i Hum’da verilen görevi yapmazsan, tüm 23 senen boşa gitmiş olur!” Akla biraz ters düşmüyor mu bu?

Allah Resulü bir önceki cümlesinde “Elestu evla bikum…” (Ben sizin hepinizden üstün değil miyim?) derken üstünlüğü kastediyor ama nasıl oluyor da “Men kuntu mevla”da arkadaşlığı ve dostluğu? Bir tezat ve yanlışlık olmalı burada?

Farz-ı misal “Mevla” kelimesi dost manasında kullanıldı, ama şu var ki herkes Hz. Ali’nin Peygamberin dostu olduğunu, aralarından su sızmadığını zaten biliyordu. Bunun böylesi bir durumda değinilmesine ne gerek var!?

Konuyla alakalı kendi dilimizden “Mevla” hakkında bir kaç örnek vermekte fayda var:

“Mevla” kelimesinin asıl harfleri nedir? (و ل ی ) / V-L-Y’dir. Türkçe’de kullanılan kelimeleri irdelediğimizde; Mevlana Celaleddin Rumi’deki (مولانا ) “Mevlana” ‘Arkadaş’ ve ‘Dost’ değil bilakis ‘Efendi’ manasındadır. Başka bir örnekse; öğretmenin öğrencisine “Yarın okula Velin gelecek!” dediğinde burada (ولی ) Veli’den kasıt, sözlük manası olan “Küçük çocukların halinden mesul kimse, Sahip, Malik, Muhafaza edendir.” Ya da aynı kökten türeyen ( والی ) “Vali” de bir ilde hükümeti temsil eden en yetkili yönetim görevlisidir. Konuyla alakalı örnekler oldukça çoktur.

“Veliaht” da V-L-Y kökünden gelir. Onun da sözlük manasının: “Bir hükümdarın ölümünden veya tahttan çekilmesinden sonra tahta geçmeye aday olan kimse” olduğunu görürüz. Aynı şekilde “Velayet” o da; “Sulta ve otorite” anlamında. Ve kilit kelimemiz “Mevla” da; “Efendi, Sahip, Malik” olarak beyan edilir lügatlerde. Yani bunlar en kapsamlı kullanış şekilleridir.

“Gadir-i Hum” hadisi en güvenilir kaynaklı İslam hadisleri arasında yer almaktadır. Tüm Şii kaynak ve büyükleri bunu kabul ederken yaklaşık 360 kadar tanınmış Sünni din adam ve araştırmacısı da bunu onaylar. Hadis doğrudan 110 peygamber sahabesi tarafından aktarılmış ve bu konu üzerine 26 meşhur din adamı ve tarihçi onlarca kitap yazmıştır.

“Birçok Ehl-i Sünnet ravi ve hadisçisi, bu hadisi 110 sahabi aktarımlı meşhur bir nakil olduğundan kitaplarında yer vermişlerdir. Yani bu hadisi inkâr eden birisinin ilmi şahsiyeti yüzde yüz zedelenecektir.” Bu şekilde olunca da kaynaklardan eksiltilememiştir ama manası ile oynanmıştır.

Müslümanlar sadece bu tarihi konuda biraz samimi olsalardı; dünkü tefrika ve ayrılıklar ve bugünkü bu başımıza gelen musibetler asla olmaz ve ‘Tek Bir Ümmet’ olurduk.