.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Medeniyet her milletin yücelişi ve ilerlediğinin göstergesidir. İslami ülkelerdeki medeniyetin icat edilme geçmişi, Müslümanların fikir, düşünce, servet, sermaye ve hakeza kudret üretmiş olmalarıdır. Eğer böyle bir durum olmamış olsaydı hiç bir medeniyet şekillenmezdi.

Medeniyet şu anlamdadır: Şehirleşmeyi, düzen ve kanunu, diğer sosyal durumların gerekliliklerini ve toplumun fertlerinin birbirleriyle yardımlaşmalarını kabul etmektir. Bir medeniyetin şekillenmesi için birçok unsur gereklidir. Bu unsurlar şunlardan ibarettir: Bilgi, düzen, emniyet, yardımlaşma, işbirlikçilik vd. İslâm dininde ister asıl kaynağı olan Kur’ân’da olsun, ister Kur’ân’ın tefsiri konumunda olan sünnet ve Masumların (a.s) siyerinde olsun, hepsinde medeniyeti şekillendiren unsurlara tekit edilmiştir. Gerçek irtibatıyla şunu diyebiliriz: İslâm dini medeniyet şekillendiren bir dindir. Dünyada hali hazırda var olan medeniyet, tarih boyunca milletlerin sarf etmiş oldukları çabanın ürünüdür. Bu arada İslâm dininin de bu medeniyetin şekillenmesindeki rolü de çok büyüktür. Zira İslâm dini bilgi ve teknoloji üretiminin yanı sıra bilgi ve teknolojiyi Batı’ya da intikal ettirmiştir. Bu intikal üç yolla gerçekleşmiştir:

Bir: Hristiyanlarla irtibat kurarak ve onlarla alışverişte bulunarak.

İki: Müslüman düşünürlerin ilmi eserlerini Avrupa milletlerinin diline çevirerek.

Üç: Avrupalıların ilmi merkezlerinde ders verilerek.

Ayrıntılı Cevap

Her milletin medeniyeti o milletin ekonomik, sosyal ve kültürel yüceliğinin nişanesi ve o milletin bütün alanlardaki kalkınması ve ilerlediğinin göstergesidir. Her milletin iftiharı tarihin değişik bölümlerinde sahip olduğu farklı medeniyetleriyledir. Düzenli ve aralıksız bir şekilde medeniyetin şekillenmesi üç alanda üretime bağlıdır:

1- Servet oluşturmak için ekonomik alanda üretim.

2- Düşünce üretmek için kültürel alanda üretim.

3- Kudret ve güç olarak anılan siyaset alanında üretim.

Çok önem arz eden noktalardan birisi şudur ki emniyet olmaksızın hiçbir alanda; ne siyasette ne yeni kültürel ve ne ekonomik alanda yeni üretim gerçekleşemez. Bu nedenle bu alanlarda üretimlerin gerçekleşebilmesi için bir miktar da olsa emniyet gereklidir.

İslami ülkelerdeki medeniyetin icat edilişinin geçmişi, Müslümanların fikir, düşünce, servet, sermaye ve hakeza kudret üretmelerine dayanır. Eğer böyle bir durum olmamış olsaydı hiçbir medeniyet şekillenmezdi. Medeniyetin icat edilmesi de şiddetli bir şekilde emniyete bağlıdır. Bilgiye bağlı olan emniyet, emniyet önermelerinden ve düşüncelerinden şekillenmiştir. Dinî, felsefî, irfanî ve benzer şeyler var olmadığı sürece, tabii olarak emniyet teorileri şekillenmemiş olur ve dolayısıyla medeniyeti oluşturan yürütme kurumları ve kuruluşları da meydana gelmez. Bu açıklamadan sonra medeniyetin tanımına geçiyoruz. Medeniyet nedir ve ne gibi tanımları vardır?

Medeniyet Arapça köklü olan “temeddün”den gelmektedir. Temeddün kelimesi ise “mudun” kökünden gelmektedir. Bu kökün anlamı şehirleşme, şehirdekilerin huyunu, âdâbını ve ahlâkını almaktır. Kanunu, düzeni ve sosyal hayatın diğer haletlerini, sosyal, siyasi, kültürel ve diğer konularda toplumun fertlerinin birbiriyle işbirliğini kapsamaktadır.[1]Başka bir kitapta temeddün şöyle tanımlanmıştır: Şehirde yaşayanların ahlâkını ve huyunu alıp cehalet ve bilgisizlikten şehirleşmeye ve insanlığa yönelmek şeklinde değişmektir.[2]

Fransalı büyük düşünür olan Will Dourant medeniyeti şöyle tanımlıyor: “Genel anlamda medeniyet, varlığı neticesinde kültürel üretim olanağının doğup ilerlemesi ortamını sağlayan sosyal bir düzendir. Medeniyette üç temel unsur vardır. Bu unsurlar şundan ibarettirler: Ekonomik, siyasi ve ahlaki kuralar bağlamındaki işlerde ihtiyatlı ve öngörülü (sonradan gerçekleşecekleri önceden kestirmek) olmak ve bilgi ve sanatı genişletmek için çabalamaktır. Medeniyetin meydana gelişi karmaşanın ve emniyetsizliğin bittiği yerde mümkün olur. Zira korku ve tedirginliklerin yok edildiği yerlerde merak başlar ve üretime ihtiyaç hâsıl olur. Bu durumda insan kendini, onun yaşamını rahatlatacak araçları hazırlamasına ve ilim ve bilgi kesp etmeye sürükleyen yetiye teslim olur.[3]

Medeniyeti Şekillendiren Unsurlar

Bir medeniyetin şekillenmesinde birçok unsur etkilidir. Burada önemli olan unsurlara değineceğiz:

İlim ve bilgi: Medeniyetin bir tabakası ve en önemli temellerinden olan rükün ilimdir. İslâm’da ilmin çok önemli bir yeri vardır. Kur’ân-ı Kerim’de ilme çok tekit edilmiştir. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu”[4]şeklinde soru sorarak ilmin ne kadar yüce olduğunu belirtir. Bir anlamda dolaylı bir şekilde bu ikisinin birbiriyle mukayese edilmesinin yanlış olduğunu vurgular. Bu konuya tekit eden birçok rivayet görülmektedir: İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor:

“Ey insanlar biliniz ki, ilim öğrenip amel edildiğinde ancak din kâmil ve doğru olur. Biliniz ki ilmi tahsil etmek malı tahsil etmekten daha vaciptir.”[5]

Düzen: Düzenden maksat cüzler arasında uyum ve irtibatla her şeyin kendi yerli yerine koyulup dizilerek bir bütün olarak bir hedefe doğru hareket ettirilmesi anlamındadır. İnsanın yeryüzüne gelmesiyle ilk Peygamber’den tutun, son Peygamber olan Hz. Muhammed’e (Allahın selamı hepsinin üzerine olsun) kadar sosyal düzenin şekillenmesi için bireysel ve toplumsal birçok kanun beyan etmişlerdir. İnsan bireylerinin birbirine karşı davranış biçimi hakkında, aile fertlerinin birbirine karşı vazifeleri, toplumun bireylerine, insanın içinde yaşadığı çevreye ve hâkimlere karşı vazifelerinin neler olduğu noktasında açıklayıcı kanunları beyan etmişlerdir. Bu konu medeniyeti şekillendirmede çok önemlilik arz etmektedir.

Emniyet: Hükümet, devlet, düzen ve kanun çerçevesinde hissedilen rahatlık ve huzur anlamındadır. Bu unsur gerçekleşmediği müddetçe medeniyetin şekillenmesi mümkün olamaz. İslam’ın temel kaynağı olan Kur’ân-ı Kerim’de ekonomi, mal, can bağlamında güvenceyi sağlayacak kanunları açıklayan birçok âyetler vardır. Örneğin kısas, hırsızlık ve Müminlerin ırzının, namusunun, haysiyetinin korunmasını sağlayan hükümler bağlamında açıklamalar yapan âyetler ve bu bağlamda koymuş olduğu katı kanunlar, sosyal hayat bağlamında güvence ve emniyeti sağlama hedefi güder.

Birlik, Yardımlaşma ve İşbirliği: Bu unsurun medeniyetin ilerlemesi bağlamında üstlenmiş olduğu rol çok büyüktür. Öyleki eğer insanların yardımlaşma ve işbirliği göz ardı edilirse toplumlar dağılır ve bedevi bir yaşama maruz kalırlar. Medeniyet, toplumun kanunlara bağlı kaldığı toplumsal bir hayatın gölgesinde tahakkuk bulur. Tefrika ve dağınıklık bedeviliktir. Kur’ân-ı Kerim açık bir şekilde birlikteliğe, vahdete, gönül birliğine ve ilahi hâkimlere itaat etmeye davet ediyor. Böylece insanları dağınıklıktan, parçalanmaktan ve tefrikadan menediyor ve böylelikle ilerlemenin ve yüceliğin sağlanmasını istiyor. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’ân’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.” [6][7]

Yukarıda zikredilen unsurların yanı sıra medeniyetin şekillenmesinde etkili olabilen başka etkenlere de işaret edebiliriz. Göreceli ve nispi refah, milliyetçiliği açan bir düşünce şekli, ahlâk, sabır, hilim ve benzer etkenlerin medeniyetin şekillenmesi üzerinde etkileri vardır. Yukarıdaki unsurları dikkate alarak bu unsurlar olmaksızın bir medeniyetin şekillenmesinin mümkün olamayacağını söylemek mümkündür. İslâm dinini mütalaa eden bir kimse, İslâm dinini şekillendiren Kur’ân’daki âyetlerin, rivayetlerin, hadislerin, Masumların (a.s) siyerinde, kısacası her alanda bütün bu unsurlara azami derecede tekit edildiğini müşahede edecektir. Öyleki hiçbir dinde bu unsurlara İslâm dinindeki kadar tekit edildiği görülemez.

“Çok genel bir şekilde İslâm düşencesine kaynaklık yapan Kur’ân-ı Kerim, Resulullah ve Ehlibeyt İmamlarının (Allah’ın selamı hepsinin üzerine olsun) siyerine bakıldığında Allah ve Allah’ın velililerinin aralıksız kâfirler, müşrikler, diğer dinlerin takipçileri ve müminler olmak üzere bütün insanları tefekküre, düşünmeye davet ettiği görülecektir. Bu bağlamda o kadar ileri gidilmiştir ki müminlerden bile imanlarını taklit üzere bina etmelerini kabul etmiyor. Dinin temelini oluşturan tevhit anlayışının bile tefekkür ve ilme bina edilmesini istiyor.”[8]

Günümüz dünyasındaki medeniyet birçok muhtelif milletlerin tarih süresi içinde göstermiş oldukları çaba neticesinde şekillenmiştir. Bu yeni medeniyetin şekillenmesinde İslâm dininin büyük payı olmuştur. Zira İslâm dini bilgi ve teknolojiyi üretiyor olmasının yanı sıra Batı dünyasına da intikal ettirmiştir. İslâm tarafından bilgi ve medeniyetin Batı dünyasına intikal etmesini sağlayan dört yol olduğunu söylemek mümkündür:

1- İspanya, İtalya, Seyçel (el-Cezair) ve Haçlı savaşlarında Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında gerçekleşen ilişkiler ve İslam’ın diğer dünya bölgelerinde İslâm kültürü ve medeniyetiyle tanışmaları ve İslâm dünyasının diğer ülkelerle olan komşulukları yoluyla.

2- Tercüme hareketi olarak adlandırılan Arapça diliyle yazılmış olan kitapların Latin diline çevrilmesi yoluyla ki bu hareket de beş ile yedinci asırlar arasında gerçekleşti.

3- Müslüman düşünürler tarafından yazılmış veya tercüme edilmiş olan kitapların Batı dünyasının ilmi merkezlerinde tedris edilmesiyle.

4- Hristiyanlar evlilik ve sosyal ilişkiler yoluyla ve Hıristiyanların giyim, adap ve gelenekler bağlamında Müslümanları taklit etmesiyle.[9]

Müslümanlar İslam’ın asıl unsurlarından ve kendisinden daha önce şekillenmiş medeniyetlerden ilham alarak Yunan, Mısır, Rum, İran, Hindistan, iki nehir arasında, Çin ve dünyanın diğer bölgelerindeki medeniyetlerden yararlanarak İslâm medeniyetinin temelini şekillendirdiler. Daha sonra bu konuda sarf ettikleri ciddiyet ve çaba neticesinde sekiz asır boyunca milletlerin fikirsel rehberliğini omuzlarında taşıdılar. Bu uzun dönemde Müslümanlar iki yönlü bir rol üstlendiler. Bir taraftan diğer milletlerin yazmış oldukları değerli eserlerini İslâm dünyasına taşıyarak onları hem yok olmaktan hem gaflette kalmaktan kurtardı ve o milletlerin yazmış oldukları kitaplarını tercüme ederek Arapça diline kazandırdılar. O kitaplarda bulunan düşünce noksanlıklarını giderdiler, onları tashih ettiler ve birçoğunu kâmil ettiler. Diğer taraftan bazı yeni ilimleri, örneğin kimya, yeni fizik, cebir, üçgenler, jeoloji, biyoloji, sosyoloji ve tarih felsefesini insanlık âlemine kazandırdılar. Cabir b. Hayyân ve Zekeriya Razi kimya ilmini eski kavramsallıktan laboratuarlara taşıdılar. İbn Heysem fizik ilminde nur bölümünün temelini attı. Harezmî cebir ilmini ibda ederek isminin ebedileşmesi bir yana, insanlığa büyük bir hizmet yapmış oldu. İbn Haldun tarihsel konuların tahlili ve incelenmesinde yeni bir yöntem geliştirdi. Gerçek itibariyle tarihi ve sosyolojiyi meydana getirdi. İşte bunun ardından İslâm kültürü ve İslâm medeniyeti Avrupa ve onun diğer bölgelerinde etkili ve o milletlerin uyanışına neden oldu.[10]

Zikredilen konular dışında da birçok muhtelif ilim Müslümanlar tarafından ilerletilmiş ve bazen de kendileri icat etmişlerdir ki Avrupa’nın bugünkü medeniyetinde etkin olmuştur. Özellikle tıp ilminde Müslümanlar hem onun şekillenmesinde çok etkili olmuşlardır, hem kalkınmasında. Göz bağlamındaki tıpta, ameliyat, psikolojik konularda gelişen ilerleme de Müslümanların etkin bir şekilde etkili oldukları konulardandır. Tıpta Müslümanların yazmış oldukları kitaplar yüzlerce sene Avrupalıların Üniversitelerinde tedris ediliyordu. Onlar kendi doktorlarını yetiştirmek için İbn Sina gibi düşünürlerimizin eserlerinden yararlanıyorlardı. Müslüman olan İbn Sina ile iftihar ediyorlardı.

Kimya ve fizik ilimlerinde de Batı dünyası İslâm medeniyetine borçludur. Hali hazırda bile Cabir b. Hayyân, İbn Heysem, Zekeriya Razi gibi düşünürleri ilim fezasında parlamaktadırlar.

Dikkate şayandır, bugün İslâm medeniyeti unvanıyla bilinen birçok şeyler gerçeklikte Müslümanların medeniyetidir. İslâm dininin genel öğretilerinden alınmıştır. Buna binaen bütün bunlara genel anlamda İslâm medeniyeti diyerek takaddüs veremeyiz.

[1]     Lugatnameha; Deh Huda, Ferheng Muin, Ferheng Amid, madde: “m-d-n-” .

[2]     Ferheng Ebcedi, Arabi-farisi, s. 258. Made; “m-d-n” .

[3]     Will Dourant, Tarih-i Temeddün, tercüme: Ahmet Aram, 4. baskı, İntişarat-ı İnkilab-ı İslami, 1372, c. 1, s. 3.

[4]     Zümer, 9.

[5]     Kuleynî, Usul-i Kâfi, c. 1, 1. bâb, hadis no: 4.

[6]     Âl- i İmran, 103.

[7]     Mehremî, Gulam Hüseyin, “Nakş-ı Enbiya der Temeddün-i Beşer”,www.tebyan-zn.ir.

[8]     Velayetî, Ali Ekber, Puyayi Ferheng ve Temeddün-i İslâm ve İran, Tahran, Merkez-i Çap ve İntişarat-ı Vezaret-i Umur-i Harice, 1382, c. 1.

[9]     A.g.e.

[10]    Muhammedî, Zikrullah, Nakş-ı Enbiya der Temeddün-i İslam ve İran, İntişarat-ı Danışgah Beynelmilel-i İmam Humeynî, 1373.