.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Muaviye dönemindeki hükümetin durumu, halkın tavrı ve İmam Hüseyin’in (a.s) konumu ile Yezid’in dönemi arasında birçok yönden fark vardı. Bu farkların önemlileri şunlardır:

1- İmam Hasan Mücteba’nın (a.s), hayatı ve imameti döneminde Muaviye’ye karşı yürüttüğü savaşta halkın yardımından ümidini kesmesi, ordusunun komutanlarının Muaviye tarafından satın alınması ve tehdit edilmesinden dolayı İslâm’ı, İslâm toplumunu ve geriye kalan az sayıdaki ashabının canını korumak, Muaviye ve halka hücceti tamamlamak, savaştan çekilmek ve ateşkes antlaşması imzalamak zorunda kaldı. Ama bu anlaşmada çok önemli maddeler vardı ki uzun vadede Ümeyye oğullarının gerçek yüzünün ortaya çıkmasını ve yenilgisini sağlamıştır. Örneğin:

a) Muaviye Şiilere eziyet etmeyecek ve sıkıntı vermeyecekti.

b) Şiilerin ve Hz. Ali’nin (a.s) özel yareninin gasbedilmiş malları geri verilecekti.

c) Muaviye, İmam Ali’ye (a.s) küfür ve lanet etmeyecekti.

d) Muaviye, Emiru’l-Muminin lakabını kullanmayacaktı.

e) Muaviye, kendisine (ister Yezid’i, ister bir başkasını) halife tayin etmeyecekti…[1]

İmam Hüseyin (a.s) İmam Hasan’ın (a.s) şehadetinden sonra, kardeşinin Muaviye’yle yaptığı anlaşmaya saygısından dolayı Muaviye’yle doğrudan bir çatışmaya girmedi.[2]Bu da onun, zamanın İmam’ı olan kardeşinin yaptıklarına saygılı davrandığını simgeliyordu. Ama Muaviye’nin ölümünden sonra bu anlaşmaya uymak için herhangi bir neden kalmamıştı. Zira İmam Hasan’ın (a.s) Muaviye tarafından şehit edilmesi, anlaşmanın diğer tarafının ölümü ve Yezid’i kendisine halife tayin etmesiyle anlaşmanın bir geçerliliği kalmamıştı.

2- Muaviye de İmam Hasan ve Hüseyin’le (a.s) kanlı bir çatışmaya girmek istemiyor, Onların (a.s) kanını dökmenin kötü sonuçlarından korkuyordu. Saltanatını korumak için Onların (a.s) varlığına katlanmak zorundaydı. O, başkalarını da bu işten sakındırıyor ve onun kötü sonucundan dolayı uyarıyordu. Hatta kendisinden sonra halife olması için Yezid’e biat alırken İmam Hüseyin’e (a.s) karşı zor kullanmadı. Yezid’e de bu işe kalkışmamasını tavsiye etti. Ama Yezid tecrübesiz bir genç olduğu için bu vasiyete uymadı. Daha halifeliğinin ilk günlerinde Medine valisine “Ya İmam Hüseyin’den (a.s) biat al veya Onun başını bedeninden ayır” diye emir gönderdi.

Yezid’in bu siyaseti onun İmam Hüseyin’le (a.s) direkt ve kanlı bir çatışmaya girmesine neden oldu. Zira İmam (a.s) Kerbela’da ödediği bedele rağmen Yezid’e biat etmedi. Sonuçta Yezid’in bu tecrübesiz tutumu Ebu Süfyan hanedanlığının yok olmasına neden oldu.[3]

3- Muaviye kurnaz bir siyasetçi olduğundan, umumda dış görünümünü iyi gösterebilen biriydi. Kendisindeki ve yönetimindeki bozuklukları halktan gizlemeyi becerebiliyordu. Halk onu Müslüman ve Resulullah’ın (s.a.a) halifesi zannediyor, İslâm’ın bir tebliğcisi olduğunu zannediyorlardı. Lâkin Yezid’in böyle bir kurnazlığı yoktu. Ahlâkî bozukluğu, şehvete düşkünlüğü herkes tarafından biliniyordu. Açıkça küfrünü ortaya koyuyor, babalarının ve atalarının müşrik oluşlarıyla iftihar ediyordu. Peygamber’e (s.a.a) bile asla saygı göstermezdi. Dolayısıyla Yezid’le barış durumunu sürdürmek demek, alenen yapılan bütün o fesadı teyit etmek demekti. Sonuçta da daha çok kimse hak yoldan sapacaktı. Yezid’in iktidarının devamı demek, İslâm’a veda etmek ve şeriatın yok olması manasına gelirdi.[4]

4- Daha önce işaret ettiğimiz gibi Muaviye kendine has kurnazlığıyla İmam Hüseyin’le karşı karşıya gelmekten çekiniyordu. Eğer İmam (a.s) onun döneminde kıyamı başlatsaydı geniş ve etkili bir propaganda gücüne sahip olan Muaviye kendini haklı gösterme imkânını bulacak, halkı kandırıp İmam Hüseyin’in (a.s) hamasetini önemsizleştirecek, olayı kendi lehine çevirip Benî Ümeyye saltanatının daha fazla yaşama şansını sağlayacaktı. Ancak Yezid, fesadı aleni ve siyasi tecrübesi az olan biri olduğundan İmam’ın (a.s) karşısına dikildi. İmam Hüseyin’in (a.s) ve ashabının şehadetinden sonra da bu hareketin etkisini yok edecek fırsata sahip değildi. Bu uğurda ne kadar çaba harcadıysa bir faydası olmadı. Onun bütün çabalarına rağmen halk daha çok aydınlanıyor, kendisi daha çok rezil oluyordu. Sonunda Ümeyye oğulları yok olup gitti.

5- Muaviye’nin döneminde halktan, İmam Hüseyin’i (a.s) Emevîlerin zulüm ve fesatlarıyla mücadele etmek için kıyama davet ve ona (a.s) yardım edeceklerine dair açık ve genel bir talep gelmemişti. Sınırlı kişilerin çağrı ve desteklerinin de Muaviye’nin hileci siyasetleriyle baş etmesi mümkün olmazdı. Ama Muaviye’nin ölümünden sonra Yezid’in başa geçmesi ve İslâm beldelerinin durumunun karışmasıyla Kûfe halkı galeyana geldi ve İmam Hüseyin’e (a.s) yüzlerce mektup yazarak Emevîlerin aleyhine yapılacak kıyama önderlik etmesi, İslâm ümmetinin idaresini ele alması yönünde açıkça davette bulundular.

Muaviye’nin ölümü, anlaşmanın bitmesi, Yezid gibi açıktan fesat işleyen birinin başa gelmesi ve halkın da büyük çoğunluğunun isteği karşısında İmam Hüseyin’in (a.s) kıyam etmek ve halkın davetine icabet etmekten başka bir çaresi kalmıyordu.

İmam (a.s) bu davete icabet etmese ve Irak’a gitmeseydi -halkın nazarında- bu, İslâm ümmetinin kaderine itina etmemesi, onun (a.s) İslâm dinini, mazlumların zulümle mücadele isteklerini önemsemediği şeklinde algılanırdı. Bunun da sonuçları çok kötü olurdu. Ama İmam’ın (a.s) Hac döneminde Mekke’den çıkışı, yürekler yakan Âşura olayı ve Emevîlerin, Âl-i Resul’ün (s.a.a) ölü ve esirlerine karşı yaptıkları acı verici davranışları, Emevîlerin nasıl bir mahiyete sahip olduklarını herkese gösterdi.

O günden bugüne ve tüm tarih boyunca hak peşinde olanlara hücceti tamam etti. Artık gasıp halifelerin tarihi saptırmasına imkân bırakmadı. Düşman onun eserlerini ne kadar yok etmeye kalksa da onun etkisi, yani öz Muhammedî İslam daha çok parlıyor. Gerçekte İmam Hüseyin (a.s) yaptığı kıyamla İslâm ümmetinin hidayet çırağı ve kurtuluş gemisi oldu. Artık bundan sonra Zeynep (a.s) ve İmam Zeynel Abidin (a.s) gibi Kerbela kahramanlarının çektikleri zahmetleri korumak, onların amaçlarını matemlerde ve diğer dinî merasimlerde dünyanın hak taliplerine anlatmak bizim vazifemizdir.

- - - - - - - - -

[1]     Seyyid Muhsin Emin Âmulî, İmam Hasan ve İmam Hüseyin (a.s),s. 54 ve 70.

[2]     a.g.e, s. 148.

[3]     Cevad Muhaddisî, Ferheng-i Aşura, s. 27-38 ve 428-430.

[4]     Cevad Muhaddisî, a.g.e, s. 482-484; Seyyid Muhsin Emin Âmulî, a.g.e, s. 276 ve 282.

Editör: Hasan Bedel