.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
İkinci Bölüm
Himmet Suhrappur
İlahî Aşkın Özellikleri
Arifler ve maneviyat sahibi kişilerin ilgi duydukları ilâhî aşk, varlık âleminde hiçbir aşk türünde olmayan birtakım özelliklere sahiptir. Bu bölümde bu özelliklerden bazılarına değinmek istiyoruz:
1- Aşk, İlâhî Bağıştır
Varlık âleminde nimetler, yetenek ve liyakatler esası üzerine verilmekte ve hiçbir şey boşu boşuna ve tesadüf sonucu bir kimseye verilmemektedir; hatta bağış ve servetler liyakatler esasınca olduğu gibi yokluk ve mahrumiyetler de liyakatsizlikler esası üzerinedir. Çünkü Yaratıcının bağış ve feyzi sonsuzdur; ama ne var ki liyakatlilikleri ve liyakatsizlikleri oluşturan bizleriz. O hâlde, canların nuru ve ruhların sultanı olan ilâhî aşk, sadece temiz kişilerin yararlandığı ilâhî bir bağıştır.
Aşk varlıktan, inayetten başka bir şey değil
Gönlün açılmasından, hidayetten başka bir şey değil
Aşkı Ebu Hanife birilerinden ders almış değil
Şafiî de bunu ondan rivayet etmiş değil
“Caiz değil” ve “caizdir” sözü, ecele dek sürer
Âşıkların ilmi, bitecek bir sona sahip değil
Gönlü yanıklardan olan Attar-i Nişaburî şöyle diyor:
Dervişin bu gece lambası
Kibriya’nın özel mahzenindendir
Her iki âlem eder gıpta bize
Bu aşk Allah’ın inayetindendir
Bu aşık arif, yine aşkı Allah’ın bir bağış ve lütfü bilerek şöyle diyor:
Aşk, Allah bağışından başka bir şey değil
Bu ne sultanlıkla, ne de dilencilikle değil
Her ne dese Attar aşkın sırrından
Kesin bil ki, bağıştan başka bir şey değil
Aşk güvercini her gönülde yuva yapmaz; onun nuru her kalbe ışık vermez. Çünkü aşk, ilâhî hediyedir, bağıştır; öğrenmekle elde edilmez.
Senaî; aşk ilâhî bir lütuftur, gönül oyunu ve masal değil, diyor:
Aşk gönül oyunu ve masal değil
Aşk yolunda bir şikâyet mevcut değil
Maşukun güzelliği sınırsız olduğundan
Âşıklarının derdi bir sona sahip değil
* *
Kavgayla kimse arkadaşlık kuramaz
Çünkü sarhoşluktan onda müessir olamaz
İyi bil ki maksudun olan o şey
Hediyeden, bağıştan başka bir şey olamaz.
Ebu Nasr Ahmed b. Hasan Namikî-i Camî aşkı şöyle tavsif ediyor:
“Aşkın misali marifet, hidayet, akıl ve Allah bağışıdır; onu istediğine verir. Aşk da Allah Teala’nın bağışı ve garip bir kuş olduğu için her yerde yuva kuramaz; sıradan herkesin gönlüne girmez, her dala konmaz ve herkesle ünsiyet kurmaz.”[1]
2- Aşkın Kuşatıcılığı
Filozof Molla Sadra gibi ileri gelenlerin dediği gibi aşk varlığın özü ve varlık da aşkın özüdür; bütün varlık mertebelerinde yoğun veya zayıf olarak aşk vardır. Varlık nerede güçlüyse, orada aşk da güçlüdür ve mükemmeldir ve nerede varlık zayıfsa, aşkın zuhuru da zayıftır. O hâlde aşk, varlıkla birliktelik içerisindedir ve sonuçta aşk mutlak varlık olan Allah Teala’nın kutlu zatında en mükemmel bir şekilde vardır. Çünkü O’nun kendi zatına tam bir aşkı var ve O’nun kendi eser ve yarattıklarına aşkı, kendine olan aşkının ışığı olup, kendisinin en yüce güzelliğine karşı zatî muhabbet ve sevgisine tâbidir; uçsuz bucaksız semavî hareketlerde varlık halkaları da O’nun zatına aşıktırlar ve onların yegane matlup ve maşukları Hakk’ın zatıdır, bu yolculuktan maksat ve maksut ise Allah’a doğru seyr ve sülûktur.
“Göklerde ve yerde olanların hepsi, ister istemez Allah’a secde ederler. Gölgeleri de sabah akşam (uzanıp kısalarak O’na secde etmektedirler).”[2]
Göklerde ve yerde kim varsa, bütün varlık belirtileriyle istek ve şevkle, naçar ve kerhen gece-gündüz Allah’a itaatle meşguldürler.
O hâlde küre ve gezegenleri sonsuz uzay boşluğunda sağa sola çekip götüren cazibe, aşkın ta kendisidir.
Dünya aşktır, diğerleri hep oyun
Aşk muammadır, başkaları hep oyun
Âlemin aşktan başka mihrabı yoktur
Dünyanın aşk toprağından başka mayası yoktur
Çoğu filozoflar, âlemin bütün eczasına aşkın egemen olduğunu ve tüm evrenin ilâhî muhabbet ve sevgiyi her zerresinde taşıdığını çeşitli delillerle kanıtlamışlardır.
Lalenin kalbindeki kan senin acındır
Nergisin güzel gözleri senin hastandır
Mum etrafında pervane, sana vuslatı arar
Gülistanda bülbül senin sırdaşındır
* *
Her kim bir işte şaşkınsa pergel gibi
Herkesin hayranlığı, senin hakkındadır
Senden geliyorum ben, hem sana geliyorum
Seyr-u sülûkum da senin nurundandır.[3]
Büyük arif Fahreddin Irakî Lemeat’ta şöyle yazıyor:
“Aşk her şeyi etkisi altına alır ve her şey aşka muhtaçtır. Aşk nasıl inkâr edilebilir ki, varlıkta aşktan başka ne vardır ki?! Aşk olmasaydı, varlık âleminde zahir olan şeyler zuhur edip ortaya çıkmaz, ayniyet kazanmazdı. O hâlde varlık âleminde zahir olan şeyler sevgi ve aşktan, sevgili ve aşık vasıtasıyla zuhur bulur; aşk ve sevgi ona tesir eder, öyle ki zuhur ve aşk ikilikten kurtulur aynılaşırlar."
Âlemin tüm zerrelerini çeker aşk sevdası
Canlara can veren güneş, aşk deryası
Bütün afak ve canlara bakacaksan güzel bak
Âlemdeki bütün zerrelerden çıkar aşk nevası
Hem sonsuz küreleri boğar aşk deryası
Hem divanevar akıllara mekân aşk sahrası
Meşhur arif Abdurrahman Camî, aşkın varlık âlemindeki etkisini, azamet ve yüceliğini şöyle açıklıyor:
Yok, şu bitkinlerde duyma şevki
Yoksa âlemi kapsamış güzel sesi
Ah ne güzel çalgıcının bu nağmesi
Dansa geldi ondan varlığın her zerresi
* *
Zahidin yeri sahil, vehim ve hayaldir
Arifinki ise şühutta bir mekândır
Yoksa da aşkın şekli, şemaili
Her şekle sokar her an kendisini
* *
Bazen Leyla’nın güzelliğinde görünür
Mecnun’un sabrını alıp kendisiyle götürür
Bazen Azra karşısında yüzüne perde çeker
Aşığın sabrını alır sayısız derde düşürür.
Âlemdeki bütün mahlûkların zuhur bulması, sevginin mazharıdır ve onlar tümüyle aşkın hayranıdırlar. Çünkü âlemin yaratılış nedeni, kutsî hadisin “Tanınmayı diledim” gereği olan zuhur sevgisi, varlık âleminin her zerresine işlemiştir. O hâlde bütün varlık âlemi, sevgi ve muhabbet hayranı olup Yaratıcıya âşıktır.
Açarsa kanat aşk, âleme hâkim olur
Ederse cilve, varlık âlemine hâkim olur
Gösterirse bir gün gizlendiği yerden yüzünü
Anlaşılır ki, hem gizliye, hem aşikâra hâkim odur
* *
Yoktur âlemde aşk olmayan tek zerre
Aferin ki, âlemin dört bir yanına hâkim odur.
Yoktur dünyada aşk şuasından başka bir şey
Öyle yüce ki asra, zamana hâkim odur.
Mevlana aşkı çok güzel bir şekilde överek kâinatın hareketinin aşktan kaynaklandığını vurguluyor ve diyor ki: Aşk olmasaydı dünya solup yok olup giderdi.
Aşk için gökyüzüne çıkarsa revadır, çünkü
Züleyha gibi Yusuf’a hayrandır can
Dönüşü aşkın dalgasındandır her an
Olmasaydı aşk, elbet solardı cihan
* *
Fani olur mu canlılarda cansızlar
Ruha feda olur mu dünyada yaşayanlar
Ruh ne zaman feda oldu, o nefes
Ki esintisiyle hamile oldu Meryem
O kemal âşıklarının her zerresi
Fidan gibi yücelmeye gayret eder her birisi
Evet, ilâhî aşk ile sevgi okyanusundan tertemiz bir yudum içirdiler toprak âlemine ve hepsi Hak aşkının meyinden mest oldu. Yaratıcının aşkının cilvesi, varlık âlemine tecelli etti ve her şeyin varlık zerreleri O’nun aşkıyla sulandı.
3- Aşk, Yaratıcıya Yakınlaşmanın Basamağı
Yaratıcıya aşk ve sevgi beslemek, mutlak kemal ve maneviyata ulaşmanın en güzel yoludur. Aşk gemisi olmaksızın, Allah’ın kurb sahiline ulaşmak imkânsız veya çok zordur. Yaratıcı iki kanat gibi ruha uçma gücü verir ve o, insanı varlık kulesinin zirvesine ulaştırır ve ona Allah’ın mukarreb katında yuva kurar. Yine çok güçlü bir mıknatıs gibi bütün kelimeleri insan varlığının denizine bağlayan da ilâhî aşktır.
Ben güneşin kaynağına gitmedim kendim
Senin aşkın semaya götürdü; ben zerreydim
Sanma ki Mecnun kendiliğinden oldu mecnun
Semek’ten Sema’ya onun cazibesiydi götürdü Leyla’yı
* * *
Ben sele tutulmuş değersiz bir varlıktım; elsiz, ayaksız
O giderken beni de alıp okyanusların ortasına götürdü
Şarap kadehi neredendi, bilmem kimin elindeydi
Ki bu dünyada gezdi de şeyda gönlü alıp kendisiyle götürdü
Sen öğrettin bana sevgini, sen yaktın beni
Ay parçası güler yüzünle tutuşturdun âşık kalbimi[4]
İnsan, ilâhî aşkın cezbesiyle uçsuz bucaksız mana âleminde meleklerle hemrenk ve hemneva olur.
Gönül senin kemalinden bulunca nişan
Can arasından senin aşkını bulur can
Can talep etti senin huzurunu
Lâ-mekân cihanın içinde buldu can
İlâhî aşk ve Hazret-i Hakk’ın sevgisi, insanın ulaşabileceği en üstün makamdır ve aşk yolunda ölen ise şehittir.
Çehrenin bir yarısı: “Uzak değilim sizden, ben”
İkinci yarısı ise: “Azabım şiddetlidir gerçekten.”
Yüzüne ise, “Diriltir ve öldürür” oturmuştur.
“Aşk yolunda ölen ise, gerçekte şehit olmuştur.”
Maddî ve mecazî aşklarda insanın ruhu bir kemale yönlendirilmediği gibi, aşağı da düşürmektedir; fakat ilâhî aşkta, insanın ruhu hedef ve ülküsünün en yüce mertebesine ulaşır; çünkü Allah Teâla’ya aşk beslemek, bütün kemallere aşk beslemektir.
4- Aşk, En Üstün Lezzet
Şüphesiz insan, duyu organlarıyla “maddî lezzetler” denilen birtakım lezzetlere ulaşır. Bu tür lezzetler hem geçicidir, hem de onlara bağımlılık insanın gerçek kemallere ulaşmasını engeller. Fakat batın yoluyla elde edilen birtakım lezzetler var ki, onlara “aklî lezzetler” denilir. Bu lezzetler, maddî lezzetlerden üstündür ve esasen bu lezzetler daha yüce güzelliklere sahiptirler. Aşk ve ilâhî sevgi lezzeti de, işte bu türdendir.
İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“İlâhî! Senin sevgi ve aşkının tadını aldıktan sonra senden başkasını seven, senin kurb makamına ünsiyet bulup da bir an senden başkasına yönelen kim var ki?!”
Aşk cevherinin özel bir makamı var
Aşk güvercininin bambaşka bir yuvası var
Kişinin, canına aşk beslemesi hatadır
Aşk başka bir cana beslenir ey yar!
* *
Aşığın çok güzel bir dünyası var, ey yar!
O dünyanın bambaşka bir seması var
Attar’ın cevheri aşk sevdasında
Sanki onun başka bir dünyası, deryası var.[5]
Allah’ın sevgilileri, dünyayı Hakk’ın nurunun tecellisi bilir, O’nu her şeyde görür ve bu müşahedeyle büyük bir lezzet alır ve hâl diliyle şöyle derler:
Deryaya baksam, deryayı sen görürüm
Sahraya baksam, sahrayı sen görürüm
Dağa, tepeye, dereye, her neye baksam
Senin güzel yüzünden bir nişan görürüm.
Nimetullah Veli, lezzetlerin en üstününü ilâhî aşk lezzeti bilmekte ve mekânların en üstününü meyhaneler mahallesi görmektedir:
Ne hoş zevktir bade içenlerin zevki
Ne hoş yerdir mey satanların yeri
Ne hoş ahtır, dertli kulların ahı
Ne hoş derttir şarap içenlerin derdi
Ne hoş hâldir zavallıların hâli
Ne hoş andır, eski giyenler anı
Hafız’ın yanık gönlü, aşk neyinin nağmesini övüp, dünyanın, âşıkların iniltisiyle dolup taşmasını arzulamakta, bu inilti ve ahengi neşelendirici sayıp aşk sözünü dile getiren sesten daha hoş bir sesin olmadığını vurgulamaktadır:
Âlem, âşıkların iniltisinden boş kalmasın
Neşe verici sesi, güzel ahengi var; unutulmasın
Yine sevgilinin, âşıkların iniltisiyle ünsiyet bulduğunu ve aşığın iniltisinin onu memnun ettiğini müjdelemektedir:
Müjde olsun güzel öten kuşa ki aşk yolunda
Gece uyanık kalanların iniltisi hoştur dosta
Evet, aşk lezzeti lezzetlerin en üstünüdür; çünkü ilâhî aşk insanı varlık âlemiyle uyumlaştırmakta, aşığın ruhu Hazret-i Hakk’ın tecellileriyle ünsiyet kurmakta, öyle bir sevinç ve sürur bulmakta ki, maddî lezzetler gözünde küçük görünmektedir. Hatta bu sevinç ve sürur karşısında ona cennet ve cennet nimetlerini verseler de, hiçbir zaman böyle bir muameleye yanaşmaz.
5- Aşkın Belâlarla İç içe Oluşu
Aşk vadisi, belâ ve tehlike vadisidir. Bu fırtınalı ve dalgalı denize ayak basan kimse, içinde korkuya yer vermemeli, şecaatle tehlikeleri canı pahasına satın almalı, az bir sıkıntı ve küçük bir tatsızlıkla aşkı bırakıp kaçmamalıdır.
Aşkın yüz nazı, ululanması var
Aşk yüzlerce nazla eder istikrar
Aşk yeterlidir; tabi ki yeterli ister
Vefasızlıkta meye de bakmaz o yar
Bilinçli bir âşık, belâ mumunun yandığı bir yerde binlerce aşığın ruhunun yandığını bilir.
Her nerede belâ mumu yaktılar
Yüz binlerce aşığı da yaktılar
Evin içinden olan âşıklar
Yar yüzüne pervane oldular
Aşk, refah ve rahatlıkla bağdaşmaz; naz-u nimetlerle beslenenler aşk vadisine giremezler. Âşık olmak, varlık damlasının fani olmasıyla maşukun varlık deryasına ulaşmak için yanık yürek ister.
Âlemde aşığın heyecanından başka bir şey yoktu
Dünyada fitne çıkaran senin sihirli gamzen oldu
Aşığı öldürüp şehri ayaklandırmak metodu
Onun boyuna dikilen bir elbise oldu
Aşk yolunda çeşitli belâlar vardır ve bir insan aşk yolunda tatsızlık ve sıkıntılardan geçmedikçe herhangi bir başarı elde edemez.
Ey mahzun kalp ve müptelâ!
Aşk yolunda çeşitli belâlar var
Var mı aşk yolunda rahatlık
Baştanbaşa el de kana bulanmışlık?
* *
Etmezsen rahatlığı kendine haram
Atamazsın aşk yolunda bir gâm
Bu yolda tatsızlıktan başka tat yoktur
Aşk yoludur bu, değil rah-i hamam
Attar-i Nişaburî, Mantıku’t-Tayr’da ariflerin makamlarını beyan ederken aşk makamına ulaştığı zaman şöyle diyor:
Bundan sonra, aşk vadisi çıkar ortaya
Ateşte boğuldu ulaşan herkes oraya
*
Bu vadide ateşten başka kimse olmaz
Ateş olmayanın yaşamı da hoş olmaz
*
Âşık odur ki olsun misl-i ateş
Sıcak yüzlü, yakıcı ve serkeş.
Evet, zer âleminde insan varlığının toprağını aşk şebnemiyle çamur yaptıkları ve ilâhî muhabbet şerbetini insanın ağzına döktükleri ilk günde onu belâ kadehiyle tanıştırdılar.
Açılınca söz benim dilberimden
Kaçar renk şahitlerin çehresinden
Korkmadan konuşunca bir yardan
Bu divane gönlüm gider yerinden
* *
Gönül hâlâ elest gününün heybetinden
Çarpar her an, durmaz, gider yerinden
O malum günde “belâ” dediğimizden
Gelir başımıza bu belâlar, kurtulamam elinden
Ebu Said Ebu’l-Hayr, gerçek aşığın tehlikelerden korkmaması gerektiğiyle ilgili şöyle diyor:
“Bir gün bir köylü oturmuştu; o sırada bir çiftçi yeni biten salatalıklardan biraz getirip verdi ona. Köylü ev halkını sayıp her birine bir tane verdi; birini de ayakta duran kölesine verince kendisine bir şey kalmadı. Köle biraz çalıştı; sonra durup salatalığı yemeye başladı. Efendisinin de gönlü salatalık çekince kölesine, ‘Bir parça da bana ver.’ dedi. Kölesi salatalığı bölüp bir parçasını efendisine verdi. Efendisi salatalığı ağzına koyunca acı olduğunu görüp kölesine, ‘Sen bu kadar acı bir salatalığı nasıl böyle tatlı tatlı yiyorsun?’ dedi. Kölesi, ‘Elinden yıllarca tatlı şeyler yediğim efendimin verdiği acı bir şeyi de acı görmem ve geri çevirmem.’ dedi.”
6- Aşkın Her Türlü Delilden Üstün Oluşu
Aşkın, aklî ve naklî ilimlerden üstün olduğunu söylemek, ilim ve bilgiyi küçümsemek anlamına gelmez; aksine aşkın önemini ve onun insanın manevî hayatındaki etkili rolünü beyan etmektedir bu söz. Çünkü ilim ve tartışmayı övmekle birlikte, aşkı her şeyden üstün bilen, ariflerdir. Şeyh Bahaî, ilim ve bilgiyi överken şöyle der:
Kimsenin senden alamayacağı mal, ilimdir
Seni hakka ulaştıracak vesile, ilimdir
Âlemde ilimden başka bir şey etme talep
Seni gamlardan kurtaracak olan, ilimdir.
Fakat buna rağmen, ilim ışığının, aşk güneşi karşısında ışıksız, nursuz kaldığına inanmakta ve şöyle demektedir:
Sonunda Bahaî, eleştirisini ilân etti
Aşk meclisinde akılla alay etti
İlim kitaplarının sayfalarını
Yırttı da pencereye kâğıt etti
Bu seçkin âlim, aşkın ilme olan üstünlüğü hakkında yine şöyle der:
İlim baştan sona tartışmadır
Ne bir hâli, ne keyfiyeti vardır
Tabiatı soldurur her an, her zaman
İnanmaz Mevlana bu söze, inanmak ardır
* *
Ah ne güzel diyordu Hicaz yolunda
O Arap şiirinde, mecazî aşk hakkında
Kullu men lem ye’şiki’l-vechu’l-hasen
Karrib er-rehle ileyhi ve’r-resen…
* *
Yani, yar aşkına sahip olmayana
Palan getir, yular getir…
Deseler kaldı ömründen ancak
Yedi gün ve sonra son bulacak
* *
Yakin etsen buna, bu yedi gün içinde
Hangi ilmi istersin, bir uyan sen ey insan
Tıp, astronomi mi, felsefe mi, nahiv mi?
Geometri, uğursuz sayılar mı, yoksa remel mi?
* *
Aşk ilminden başka bir ilim yoktur
Gerisi İblis’in hilesidir; boştur, koftur
Aşktan boş olan her bir göğüs
Eski bir sandıktır, değil göğüs
* * *
O gönül ki sevgisinden boştur yârin
Necaset silme taşıdır; oyuncağıdır şeytanın
Hazret-i Hakk’ın âşıkları, ilimle aşkın mukayesesinde aşkı üstün bilmiş, aşkı övmüşlerdir. Onlar, âlimin saf bir aynada göremediğini, aşığın siyah toprakta gördüğüne inanırlar.
Sofinin defteri siyah değil, harf değil
Kar gibi bembeyaz bir kaptır, başka değil
Âlimin ürünü kalem ürünü
Ayak nuru, sofinin ürünü
O gönül mehtaplardan haberdar
Her arife açıktır cümle kapılar
Seninle duvardır, onunla kapı
Seninle taştır, azizlerle cevher
Senin aynada apaçık gördüğünü
Pir, siyah toprakta görür daha önce
Vuslata eren arifler ve irfan sahibi âşıklar hikmeti, Hakk’a aşk ve sevgi beslemede görür, aşk karşısında felsefe ve ilim aynasını pek önemsiz bilip derler ki:
Ne güzel o gün ki biz meyhanede mu’tekif olsak
Aklın elinden kurtulup divane olsak
Kırsak felsefe ve irfan aynasını
Bu kafilenin puthanesinden bîgane olsak!
* * *
Ev, medrese ve kiliseden kurtulsak
Varlığa teveccüh etmeyip azad olsak
Akıl sarhoşluğunu giderip, kendimizi bulsak
Ta ki mestane badesinin kadehinden sarhoş olsak![6]
Gönül ve yürek ehli, Allah’a doğru seyr ve sülûk edenler, yazı ve şiirlerinde aşkın zahirî ilim ve tartışmalara üstünlüğü hakkında birçok noktaya değinmişlerdir; konunun uzamaması için burada onlara değinmeden geçiyoruz.
7- Aşkın Fıtrî Oluşu
Tüm marifet ehli, insanın ruhunun derinliklerinde fıtrî bir muhabbet gücü yerleştirildiğine, insanın ilâhî bir fıtrata sahip olduğuna ve bu ilâhî tohumu şeriat suyuyla sulayıp ilâhî sevgi şeceresini ruhumuzda kemale ulaştırmamız gerektiğine inanmaktadırlar.
Yırt defteri, kır kalemi; hakkında konuşma,
Ona hayran olup gönül vermeyen kim var?!
Dinî kaynaklardan da anlaşıldığı üzere, insan ilâhî aşk ve sevgi fıtratıyla yaratılmıştır ve bu ilâhî nurun ışımasına engel olan tek şey nefsanî hicaplardır.
Yok, hiçbir gönülde senden başka bir heves
Yok, senden başka imdadımıza koşan bir kes
Yok, senin aşkını kalbinde beslemeyen hiç kes
Ki şayet feryadımıza yetişsin ilâhî bir nefes.[7]
Mevlana açısından aşk ezelîdir. O, sarhoşluk ve heyecanı üzüm şarabından değil, âşıkları mest eden Hazret-i Hakk’ın ezelî aşkından biliyor:
Dünyada bağ, mey ve üzüm olmadan
Biz sarhoştuk cihanın ezelî şarabından
“Ene’l-Hak” diyorduk biz ezelî Bağdat’ta
Mensur’un fitnesine bu cihan tutulmadan
İnşa olmadan önce bu nefis su ve çamurdan
Mamurdu ruhumuzun gerçeklerinin harabesinde.
Hafız ise şöyle diyor:
Çekmeden gökyüzüne bu kubbeyi, bu mavi tavanı
Çektiler cananın kaşının üstüne gözümün manzarını.
İlâhî sevgi nurunun, insanoğlunun ruhuyla ezelî bir bağlantısı var. Çünkü Âdem’in toprağını yaratılışın başında aşk şebnemiyle karıştırmış, ondan, güzel fıtrat binasını yapmışlar.
Aşk şebneminden Âdem’in toprağı çamur oldu
Âlem-i imkâna yüzlerce fitne ve heyecan doğdu
Aşk bıçağını vurdular ruh damarına
Bir damlası yere düştü de ismi gönül oldu.[8]
Aşk, Allah Teâla’nın kullar arasındaki bir emanetidir. Çünkü insan ruhu, zer âleminde asil ve mutlak güzellikleri tanımış, can alıcı ilâhî sevgi nağmelerini duymuş, onlarla ünsiyet kurmuş ve bu ilâhî emaneti kabul ederek eşrefiyet (en üstün olma) makamına ulaşmıştır.
Sürdüler bu kafileyi ezelden sana doğru
Sürecekler ebedî Şam’a kadar hep sana doğru
Aşkında garktır şaşkın ve hayran herkes
Her yerde yanık yürekler çırpınıyor sana doğru
* * *
Çek yüzünden perdeyi, göster şu cemalini
Çıkar açığa herkesin peşindeki ahvalini
Ey perde-nişin! Görmek için şu çehreni
Canlarımız can vermiş, kalplerimiz perişandır[9]
İnsan, kendisi farkında olmasa bile vücudu Hz. Hakk’ın aşkıyla yoğrulmuş ve tüm ruhu ilâhî sevgi ıtırıyla ıtırlanmıştır.
Bilmesek de O’na gönül vermişiz biz
O güzel çehreye mestiz, hayranız biz
Sürekli aşk meyhanesinin sakinleriyiz
Ezelden beri yârin o gamzesine mestiz biz
* * *
Gül bağının gülzarındandır her kokladığımız
Onun ıtırıdır ki sürekli koklarız hepimiz
Yârin çehresinden başka ne cemal var, ne cemil
Onun gamında konuşmadayız hepimiz[10]
Fahreddin İrakî, ilâhî aşk meyini insana ezelden içirip onu Hakk’ın şarabıyla doyurduklarına inanıyor:
Ezelden beri ki bu çarkı yücelttiler
Su ve çamurla bu nakşı muamma ettiler
Aşkının şarabından bize içirdiler
Sabrımızı, hem aklımızı yağma ettiler
Büyük İslâm filozofu İbn-i Sina, ilâhî aşkın fıtrî oluşu ile ilgili şöyle diyor:
“İnsan nefisleri istidat hâlinde güdüsel aşktan boş değildir. Çünkü tabiatı gereğince, kemali olan ilim ve makulatı, özellikle idrakiyle bütün makullattan güdülen hedefe ulaşacağı birinci makulu idrak etmeye iştiyak duymayan hiçbir kişi yoktur.”[11]
8- Aşkın Akla Tercihi
İlâhî aşkın özeliklerinden biri de, akla tercih edilişidir. Marifet/irfan ehli arasında aşkın, akla tercih edilişini kabul etmeyen bir tek kişi bile bulunmaz. Aşkın akla tercihi ise, birini kabul edip diğerini reddetmek anlamında değildir. Bu tercihte söz konusu olan şey, aşkın akıldan üstünlük ve yüceliğidir; yoksa akıl ve aşktan birinin değerli ve diğerinin ise değersiz oluşu değildir. Örneğin Şeyh Bahaî, ilâhî aşk konusunda çok mükemmel ifadeler kullanmasına rağmen aklı da överek şöyle diyor:
Biliyor musun hekîmin yanında akıl nedir?
Ezelî lambadan bir nurun alıntısıdır
Nefis için mümkün oldukça eder ayan
Işıdığı var olan bütün manalardan
Aklın cemali O’nun zatının aynısıdır
Onun için hiçbir şeye muhtaç değil
Onun zatı hem latiftir, hem güzel
Diğerlerinin de güzelliği O’na döner
Aklın nuru güneşten fazladır; bil
Çünkü bu cisme, o ise cana ışıldar.
Fakat buna rağmen akıl, aşk ateşi karşısında dumandır ve aşkın yapabildiklerini akıl yapmaktan âcizdir. Attar diyor ki:
Aşk ateştir, akıl ise duman
Aşk gelince, aklın hâli yaman
*
Akıl üstadı aşkının sevdasında değil
Aşk, anadan doğan bir aklın işi değil
*
Gayptan bağışlayanı görürsen, kaçırma
Asıl aşkı burada gör, hiç şaşırma
*
Bütün varlıklar var olur aşk varlığından
Başını sallar aşk sarhoşluğundan
*
Gayb gözün açık olursa senin
Tüm zerreler sırdaşı olur nefesinin
* *
Akıl gözüyle bakarsan eğer
Göremezsin aşkta ne ayak, ne ser
Aşkın akla önceliği ve bu tercihin nedenine gelince, bunun başlıca sebepleri şunlardır:
1- Akıl işlerini hesap-kitapla ileri götürür; fakat aşk devrimci bir güçtür. Akıllı bir insan işlerinde ihtiyatlı davranır, işinde en küçük bir tehlike görürse aklî bir hesapla onu gidermeye ve mümkün yollarla kendini korumaya çalışır; fakat âşık olan bir kişi, kalıbından dışarı çıkmak ister. Bu nedenle inkılâpçı davranır ve sonunun ne olacağını düşünmeden hareket eder. Başka bir tabirle, akıl uyanıktır, düz ve engelsiz yollardan gitmek ister; fakat aşk denize atılıp tehlikeli dalgaları aşarak geçmeye çalışan bir gemi gibidir.
Aşk bir gemidir, kişilere has
Az olur afeti, çoktur halâs
* *
Uyanıklığı sat, satın al hayranlık
Hayranlık görüştür, zandır uyanıklık
2- Akıl, varlık şeceresinin meyvesini tadamaz; fakat aşk, insanı yüce maarif ve gerçeklere götürür. Akıl, küçücük bir lamba gibi çok sınırlı bir alanı aydınlatma gücüne sahiptir; fakat aşk bütün varlık âlemine ışıldayıp nur saçar. Ayrıca aklın yolu, görmek yolu, aşkın yolu ise tatmak yoludur. O hâlde aşk, akla tercih edilir.
3- Aşk seyr-u sülûkta akıldan daha fazla yardımcı olur insana. Her ne kadar filozoflar, “İnsanın kemali dünyanın bilimsel bir nüshası olmasındadır.” diyorlarsa da, bunun karşısında marifet sahipleri, “İnsanın kemali, varlığının tüm hakikatiyle Allah’a doğru hareket etmesindedir.” diyorlar.
“Ey insan! Sen, Rabbine varan yolda çabalayıp durmaktasın, nihayet O’na varacaksın.”[12]
Bu hedefe ulaşmak için akıldan değil, aşktan yardım almak gerekir. O hâlde aşk, akıldan üstündür.
4- Akıl Allah’ı dışarıda arar; fakat aşk, Allah Teâla’nın kutlu zatını içte arar. O, insan fıtratında Allah’ı görür; akıl ise istidlâl ve önermelerin peşinde koşar. İçten elde edilen marifetin de dıştan gelen marifetten üstün olduğu şüphe götürmez bir gerçektir.
Akıllılar Hakk’ı kendilerinin dışında arar
Âşıkların, içinden dostla başka bir yolu var.
5- Nefsi tezkiye etmek, arındırmak için aşk yolu akıl yolundan daha iyidir. Arifler, ruhun tezkiyesi için aşk yolunun akıl yolundan hem daha hızlı, hem de daha tehlikesiz oluşunu söylerler. Aklın aksayan ayaklarıyla tezkiye ve nefsi arındırma caddesini kat etmek yıllarca uzun sürecektir; oysa bu iş aşk bineğiyle çok hızlı kat edilebilir ve bazen yüz yıllık yol bir gecede alınabilir.
Her kimin aşktan yırtılırsa elbisesi
Ayıptan, kusurdan temiz olur nefsi
* * *
Şad ol ey bizim sevdalı aşkımız
Ey tabib-i cümle hastalıklarımız![13]
O hâlde, aşk çeşitli yönlerden akla tercih edilir; yani marifet, amel, makam bakımından aşk akıldan daha üstündür. Marifet yönünden, gönül yolu olan aşk yolu, maarif ve gizli şeylere daha iyi ulaşabilir; amel yönünden, aklın aksine bahane getirmez, her halükârda hedefe doğru ilerler; makam yönünden aşk, akıl makamını idrak eder; fakat akıl, aşk makamını idrak edemez.
Akıllılar varlık pergelinin noktasıdırlar
Fakat âşık bilir ki bu dairede şakındırlar
Bu konuda arifler çok şey söylemişlerdir. Hafız, aşkı zirveye ulaştırmış, aklı ise eksik ve noksan bir vesile bilmiş ve Divan’ının her yerinde aşkın akla üstünlüğünü vurgulayarak şöyle demiştir:
Mukayese ettim aşk yolunda aklın tedbirini
Gördüm denize yazı yazan bir şebnem gibi
Aşk hariminin akıldan çok yüce bir dergâhı var
Onun eşiğini canında can olanın öpme imkânı var
Aşkla akıl arasında bir kavga var. Bu iki padişah hiçbir zaman bir memlekete sığmazlar; hangi menzile aşk yerleşirse, akıl oradan kenara çekilir ve hiç kimse akıl yoluyla aşkın sırrını keşfedemez.
Akıl nasıl anlasın bu aşkın sevdasını?
Akılla bulamazsın aşkın muammasını
* *
Senin aklın denizden ayrı bir damla gibi
Ne anlasın bir damla, aşk deryasından şimdi?
* *
Akıl terzisi hatırlara attıysa her ne kadar dikiş
Aklın endamına lâyık bir cüppe dikememiş
Berrak sevgi badesi âşıklara hastır; akıl sahipleri ise ondan mahrumdurlar ve akıl ona hayran ve sergerdandır.
Yârin aşk şarabından içtim bir kadeh
Kararsız oldu aklım, kalpsiz, divane
Tanıştırdı onun nuru aşkı âleme
Din, kalp, ruh ve aklıma oldum bigâne
Kutsî ruh mest olur, akıl ise divane
Ederse saki göz kırpışı mestane
Merhum Feyz-i Kaşanî, aklın makam ve mevkisini övdükten sonra aşk ve aşığın yerini akıl ve akıllının makamından çok daha yüce bilmiştir:
Güzellik âleminde olur mu zorluk, ıstırap
Akıl âlemi gelirse, yüzlerce çalgı ve oyun görür
Akıl âleminde onun gözü ve kalbidir o
Neşe gülleri koparır şaşırtıcı sırlar görür
Akıldan yönelirse eğer aşkın tarafına
Yaratılan her şeyde Rabb’in cemalini görür
Hakk’ın ayetlerini o okur da bu anlar
Bu, lebden lezzet alır, o ise lebi görür.
Abdullah Ensarî “Kenzu’s-Salikin” adlı risalesinin birinci babını, “Akıl ve Aşkın Makamları” konusuna ayırmıştır; burada onun bir bölümünü getiriyoruz:
Bu şehre gelince halkın sarayda olduğunu ve iki kişinin de sarayı istediğini gördüm: Biri iş-gücü inkâr etmek olan akıl, diğeri ise şaşkın aşk. Tahtın kime ulaşacağına, bahtın kime yar olacağına baktım.
Akıl: Ben kemallerin sebebiyim.
Aşk: Hayır; ben hayallerin esiriyim.
Akıl: Ben zenginlik ateşini yatıştırırım.
Aşk: Ben fenayı yudumlarım.
Akıl: Ben bilinçli bir kaptanım.
Aşk: Ben dergâhın çobanıyım
Akıl: Ben has gümüş sarrafıyım.
Aşk: Ben vuslat hareminin mahremiyim.
Akıl: Ben takvalıyım, çekingenim.
Aşk: Kavga benim ne işime?!
Akıl: Ben varlık şehrinde önderim.
Aşk: Ben ise varlıktan üstünüm.
Akıl: Benim ilmim var; belâgatım var.
Aşk: Ben her iki âlemden boşum.
Akıl: Benim hayrete düşüren inceliklerim var.
Aşk: Maşuktan başka her ne desen boştur, nahoşum…[14]
- - - - - - - - - - - -
Dipnotlar:
[1]- Camî, Ravzatu’l-Muznibin, s.124.
[2]- Ra’d, 15.
[3]- Şah Nimetullah Veli.
[4]- Allâme Seyyid Muhammed Hüseyin Tabatabaî.
[5]- Attar-i Nişaburî.
[6]- Ruhullah Musevî (İmam Humeynî).
[7]- Age.
[8]- Mecduddin-i Bağdadî.
[9]- Ruhullah Musevî (İmam Humeynî).
[10]- Age.
[11]- Ebu Ali Sina, Risaletu’n Fi’l-Aşk, s.28.
[12]- İnşikak, 6.
[13]- Mevlana Celaleddin-i Rumî.
[14]- Hace Abdullan Ensari, Resail, s. 31.