.
.

Bismillâhirrahmânirrahîm

Yahûdîlik, İbrâhîmî (a.s) geleneğe bağlı tek tanrıcı din ailesi içinde yer alır. Yahûdîliğin etnik kökenleri ilk İbrânî atası kabul edilen Hz. İbrâhîm’e (a.s) ve ondan sonra gelen iki İbrânî atasına Hz. İshâk (a.s) ile Hz. Yâ‘kûb’a (a.s) dayandırılmaktadır.

Dinî açıdan başlangıç noktası, Hz. Yâ‘kûb’un (a.s) ya da Tanrı tarafından verilen ismiyle İsrâîl’in on iki oğlundan neşet eden İsrâîloğulları’nın Hz. Mûsâ (a.s) tarafından Mısır’daki kölelik evinden kurtarılıp, Sînâ yarımadasına götürülmeleri ve burada atalarının Tanrı’sıyla ahidleşerek O’ndan Tevrât’ı almaları (Sînâ vahyi) kabul edilmektedir.

Yahûdîlik kelimesinin tam karşılığını Yahûdî kutsal literatüründe bulmak güçtür. Tevrât’ta, İsrâîloğulları’nın tâbi oldukları dinî ya da örfü ifade edecek şekilde Yahûdî kutsal kitabının da ismi olan tora (öğreti, yasa) ile mişpat ve huka (yasa, kural, düzenleme) kelimeleri kullanılmıştır. [1]

Ahd-i Atîk’te İsrâiloğulları’nın dinî/örfü anlamında sıkça yer alan ve bilhassa Hz. Mûsâ’nın (a.s) öğretisi (Torat Moşe) şeklinde geçen Tevrât (Torah) kelimesi dinî referansa sahip olup değişmeyen ebedî ilkelere karşılık gelmekte, dolayısıyla kimlikten ziyade bir öğretiyi ifade etmektedir. Yine Tevrât belli bir topluluk (kutsal kavim İsrâîl) oluşturmayı hedefleyen merkezî unsurdur.

Arapça’da Hz. Mûsâ (a.s) dinine/şeriâtına bağlı anlamındaki Mûsevî kelimesi ise dinî içerik taşımaktadır. Yahûdîlik, inançtan çok pratiğe vurgu yapar. Belli bir âmentüden (kredo) ve merkezî dinî otoriteden yoksun olarak gelişen Yahûdîlik, esasen bir eylem ve gelenek dinîdir. Bu gelenek içerisinde Yahûdî kimliğini belirleyen temel ölçütü, kişinin “ne düşündüğünden ve neye inandığından” ziyâde, “ne olduğu ve ne yaptığı?” sorusunu teşkil etmektedir.

Yahûdîlik kitâbî bir din olmasına rağmen, doğrudan Ahd-i Atîk (Tanah) literatürüne dayanan bir din özelliği taşımaktan ziyâde, Ahd-i Atîk öğretisinin Yahûdî din âlimlerinin (rabbi/rabban) teşkil ettiği Rabbânî gelenek kanalıyla yorumlanmış ve hâlâ da yorumlanmakta olan biçimidir.

Yahûdîliği farklı kılan başka bir özellik ise, onun Tanrı-İsrâîl ilişkisi üzerine yaptığı vurgudur. Tanrı’nın “İsrâîl’i kendi kavmi olarak seçmesi” şeklinde ortaya konan seçilmişlik doktrini ile buna bağlı kavramlar olan ahid, kutsal toprak ve kurtuluş öğretileri, Yahûdîliğin merkezinde bulunan unsurlardır. Bu yönüyle Yahûdîlik aynı zamanda bireyden çok toplum fikri üzerine kurulu bir dindir.

Öte yandan Rabbânî gelenek tarafından şekillendirilen ve geleneksel Yahûdîliğin temelinde yer alan Tanrı-Tevrât-İsrâîl üçlemesi, bütün çeşitliliğine rağmen Yahûdî oluşumlarının temelinde yatan birleşene karşılık gelmektedir. Nitekim Yahûdîlik, Tanrı’nın kutsal vahyi olan Tevrât’ı kutsal kavmi olan İsrâîl’e vermesi ya da İsrâîl’in Tevrât’ı Tanrı’dan alıp kabul etmesiyle (Sînâ ahdi/vahyi) başlayan bu inancın yer aldığı bir oluşumu belirtmektedir.

Yahûdî kutsal metinlerinde yer alan anlatıma dayanan İsrâîloğulları’nın tarihi, soyundan büyük bir millet çıkarmak üzere Tanrı tarafından seçildiğine inanılan ilk İbrânî atası Hz. İbrâhîm’le (a.s) başlatılmaktadır. Tevrât’ta göçebe bir İbrânî şeklinde nitelendirilen [2] ve Mezopotamya’da yaşadığı kabul edilen Hz. İbrâhîm (a.s), Tanrı’nın vahyi doğrultusunda Ken‘ân (Filistin) topraklarına göç etmiş ve burada göçebe bir hayat sürmüştür. [3] Kalabalık bir nesle sahip olacağına dair ilâhî vaadin tecellisi olarak [4] geç yaşta câriyesi Hz. Hâcer’den (s.a) Hz. İsmâîl (a.s) ve ardından karısı Hz. Sâre’den (s.a) Hz. İshâk (a.s) doğmuş, bu iki oğlundan İsmâîloğulları ve İsrâîloğulları neş’et etmiştir.

Tevrât’ta Tanrı’nın, Hz. İbrâhîm (a.s) ile bir ahid yaparak kendisini ve soyunu kutlu ve bereketli kıldığı, Ken‘ân topraklarını mülk olarak soyuna verdiği ifade edilmektedir. [5] Hz. İbrâhîm (a.s) soyunun taşıyıcısı olarak Hz. İshâk’ın ve oğlu Hz. Yâ‘kûb’un (a.s) seçildiği Hz. İbrâhîm’le (a.s) yapılan ahdin ve Ken‘ân topraklarına vâris kılınma vaadinin sadece Hz. Yâ‘kûb’un (a.s) soyu için geçerli olduğu belirtilmektedir. [6] Hz. İbrâhîm (a.s), Hz. İshâk (a.s) ve Hz. Yâ’kûb’dan (a.s) meydana gelen üç büyük İbrânî atasının ve Hz. Yâ‘kûb’un (a.s) on iki oğlunun hikâyeleri, Hz. Yûsuf’un (a.s) Mısır sarayındaki yükselişi, Ken‘ân’da baş gösteren kuraklık yüzünden Hz. Yâ‘kûb’un (a.s) ve diğer oğullarının onun himayesinde Mısır’a yerleşmeleri, burada çoğalmaları Tevrât’ın “Tekvîn” bölümünde ayrıntılı biçimde anlatılmaktadır. Mısır dönemi [7], İsrâîloğulları’nın geniş bir aileden on iki kabilelik kalabalık bir topluluğa [8] geçiş sürecini oluşturmaktadır.

Mısır’da kısa bir refah döneminin ardından kendilerini Firâvun’ların yönetiminde köleleştirilen İsrâîloğulları’nın bu durumuna Hz. Mûsâ (a.s) son vermiştir. İsrâîloğulları’nın, Hz. Mûsâ (a.s) önderliğinde Mısır’dan çıkarılıp mûcizevî biçimde Kızıldeniz’den geçirilmeleri ve daha sonra Sînâ dağına ulaştırılıp burada Tanrı ile ahidleşmeleri İsrâîloğulları tarihindeki ikinci dönüm noktasını teşkil etmektedir. [9]

“Sînâ ahdi” diye isimlendirilen bu ahid kapsamında İsrâîl Tanrısı Yahve tarafından Hz. Mûsâ’ya (a.s) İsrâîloğulları’nın uyması gereken kuralları içeren Tevrât verilmiş, yalnızca İsrâîl Tanrısı’na itaât edip, Tevrât kurallarına göre yaşamaları karşılığında kendilerine Tanrı’nın has kavmi (seçilmiş kavim) olma ve -ataları Hz. İbrâhîm’e (a.s) vaad edildiği üzere- Ken‘ân topraklarını mülk edinme fırsatı bahşedilmiştir. [10] 

İsrâîloğulları, Hz. Mûsâ (a.s) zamanında Ken‘ân (Filistin) topraklarına girememişlerdi. Hz. Mûsâ’nın (a.s) Tanrı’dan ahid sözlerini (on emir) içeren levhaları almak üzere Sînâ dağına çıkıp orada kırk gün kalması sırasında altından buzağı heykeli yapan ve bunu ilâh edinen İsrâîloğulları, daha sonra Ken‘ân topraklarında yaşayan halkla savaşmak istememiş ve Hz. Mûsâ’ya (a.s) isyan etmiştir. [11]

İsrâîloğulları, İsrâîl Tanrısı’na karşı gelmenin cezası olarak kırk yıl boyunca çöle mahkûm edilmiş, vaad olunan topraklardan (arz-ı mev‘ûd) menedilmiştir. Çölde geçirilen kırk yıllık süre Yahûdî geleneğinde, İsrâîloğulları’nın kutsal topluluk olma yolunda eğitilme ve dinî-etnik bir topluluk hâline gelme süreci şeklinde yorumlanmıştır.

Bu süre zarfında İsrâîloğulları, Tanrı ile buluşma mekânı olarak inşa ettikleri, on emir levhalarının muhafaza edildiği ahid sandığının da içine konduğu taşınabilir tapınak (toplanma/buluşma çadırı) eşliğinde ve Tanrı’nın rehberliğinde yaşamışlardır. [12] Ancak İsrâîloğulları ahde sadık kalmadıkları için, Tanrı’nın tarafında gazaba uğramışlardır. [13]

---------------

[1]- Kitâb-ı Mukaddes, Çıkış, 12/49; Levililer, 24/22; Sayılar, 15/15-16
[2]- Kitâb-ı Mukaddes, Tekvîn,14/13; Tesniye, 26/5
[3]- Kitâb-ı Mukaddes, Tekvîn, 11/31; 12/9
[4]- Kitâb-ı Mukaddes, Tekvîn, 12/2; 13/16
[5]- Kitâb-ı Mukaddes, Tekvîn, 12/2; 15/4-5, 18-21
[6]- Kitâb-ı Mukaddes, Tekvîn, 17/18-21; 21/12-13; 26/2-4; 28/13
[7]- Kitâb-ı Mukaddes, Tekvîn, 15/13; Çıkış, 12/40
[8]- 7/A’râf: 160
[9]- Kitâb-ı Mukaddes, Çıkış, 5-19
[10]- Kitâb-ı Mukaddes, Çıkış, 19-24; Tesniye, 26-29
[11]- Kitâb-ı Mukaddes, Çıkış, 32; Sayılar, 13-14
[12]- Kitâb-ı Mukaddes, Çıkış, 25/8-10; 33/7-10
[13]- Kitâb-ı Mukaddes, Tesniye, 26-30