.

.

Ehlader Araştırma Bölümü

İntizar-ı ferec, intizar ve ferec kelimelerinden oluşmuştur.

“İntizar” lugatte korumak, gözü yolda olmak ve endişe manalarına gelmektedir.[1] Hazır bulunma haline denir. Zıt anlamlısı ümitsizliktir. “Ferec” ise dert, keder ve sıkıntılardan kurtulmaya denir.[2]

İntizar-ı ferec, Kelam ilminde hak, barış ve adaletin batıl güçlere karşı başarıya ulaşmasının son arzu ve ümidi, vadedilmiş Mehdi’nin (a.f) eliyle İslami imanın bütün dünyada yayılması, insani değerlerin her yönlü ve tam olarak yerleşmesi, bütün âlemde medine-i fazile ve ideal tevhidî toplumun kurulması manasına gelmektedir. İntizar yalnızca bir ümit ve bir arzu değildir. Bu intizarın arkasında amel de vardır.

İntizar-ı ferec kavramında iki yön vardır. Biri bütün varlık âleminden zulüm, şirk ve fesadı kaldırmak yönü, diğeri de tevhide dayalı küresel bir toplum oluşturmak ve adaleti sağlamak yönüdür.

İntizar-ı Ferec’in Önemi

Hadislerde intizar-ı ferece özel bir önem verilmiş, intizarın faziletine, bekleyenin görevlerine, intizarın faydalarına ve onun doğru manasına değinilmiştir. Söz konusu hadislerden birkaçını aşağıda getiriyoruz:

Resulullah (s.a.a) buyuruyor: “İntizar-ı ferec ibadettir.” [3]

İmam Ali (a.s) buyuruyor: “Allah’ın en sevdiği amel intizar-ı ferec’dir.” [4]

İmam Cevad (a.s) şöyle buyuruyor: “Şialarımızın en üstün ameli intizar-ı ferec’dir.” [5]

Bekleyenler

Birçok dinde, her ne kadar kim olduğu ve adının ne olduğu konusunda görüş birliği olmasa da ahir zamanda zuhur edecek ve dünyayı adaletle dolduracak bir ahir zaman kurtarıcısı inancı vardır.

İslam dininde bütün Müslümanlar, Peygamberimiz’in (s.a.a) zamanından günümüze kadar Resulullah’ın öğretileri sayesinde ahir zaman kurtarıcısına inanmakta ve Onun, Peygamber’in soyundan geldiğini ve Peygamber’in adını taşıdığını kabul etmekteler. Ama bazı konularda aralarında ihtilaf vardır. Örneğin Şia, O’nun hicri üçüncü asırda dünyaya geldiğine ama bir süre sonra gaybete çekildiğine inanırken, Ehl-i Sünnet’in çoğu O’nun dünyaya gelmediği ve ahir zamanda dünyaya geleceği görüşündeler.

Bütün peygamberler, vasiler ve ilahi velilerin hedefi adaleti dünyaya yerleştirmek, küresel tevhidî sistemi ve ilahi kanunlarla yönetilen bir dünya düzeni kurmaktı. Öyle bir düzen ki, insanı dünya ve ahiret saadetine götürmelidir. Böyle bir düzen bütün peygamberler ve vasilerinin arzusu olmuş ve bunun için mücadele vermişlerdir. Bu ilahi insanların tümü hep böyle bir an için gün sayarak onu bekleyenlerden olmuşlardır.

İmam Sâdık’ın (a.s) ashabından biri “Biz sizin zamanınızda olduğumuz halde neden bugünden zuhur zamanında Hz. Kaim’in (a.s) ashabından olmayı isteyelim?” diye sorduğunda İmam (a.s) şöyle buyurdu:

“Subhanallah! Aziz ve Celil olan Allah’ın hakkı ortaya çıkarıp, adaleti her yerde göstermesini, insanların durumunun düzelmesini, dağınık kalplerin biribirine yaklaşmasını, Allah’a karşı yeryüzünde günah işlenmemesini, ilahi hükümlerin uygulanmasını, haklının hakkına kavuşmasını... istemez misiniz?”[6]

Bu hadis-i şeriften, hakkın batıl karşısında ulaşacağı son zaferi ve küresel ilahi hükümetin kurulmasını arzulayan herkesin Mehdi-i Mev’ud’un zuhurunu bekleyenlerden olacağı anlaşılmaktadır. Yine İmam Sâdık (a.s) şöyle buyuruyor: “Ben o günü görsem kendimi Ona hizmet etmeye hazırlarım.”[7]

Fereci bekleyenlerden biri İmam Mehdi’nin (a.s) kendileridir. Zira birincisi, rivayetlerimizde intizar (beklemek) en üstün ibadet olarak sayılmıştır. Buna göre O mübarek insanın en üstün ibadetten gafil ve mahrum olduğu düşünülemez, hatta böyle bir şey imkânsızdır. İkincisi, ferec kelimesinin geçtiği rivayetlerde bir tek müminlerin fereci zikredilmemiştir. İmam-ı Zaman’ın da fereci söz konusudur. Yani İmam-ı Zaman da kendi işlerinin ferecini beklemektedir.

Dolayısıyla Hz. Veliyy-i Asr’ın (a.s) kendileri de dünyaya tevhidî düzenin gelmesini, adaletin bütün varlık âlemini kapsamasını, zulmün kökünün kazınmasını ve bütün varlıkların nihai kemale ulaşmasını istemektedir. Hz. Kaim’in kendileri de Allah Teâlâ’nın izniyle zuhur etmeyi ve muvahhidlerin arzusunu yerine getirmeyi bekleyenlerdendir.

[1]     Tacu’l-Arus, c. 7, s. 539.
[2]     Ragıb İsfahanî, Müfredat-ı Elfazi’l-Kur’an, s. 628, Safvan Ahmed Davudî’nin tahkiki, 1. Baskı, Daru’ş-Şamiye, Beyrut, h.k. 1413.
[3]     Biharu’l-Envar, c. 52, s. 122, Şeyh Tûsi’nin Emaliadlı eserinden alınmıştır.
[4]     Şeyh Saduk, Men La Yehduruhu’l-Fakih, c. 4, s. 381, İntişarat-ı Camiay-ı Müderrisin, Kum, h.k. 1413.
[5]     Şeyh Saduk, Kemalu’d-Din, c. 2, s. 377, Daru’l-Kutubi’l-İsmailiyye, Kum, h.k. 1395.
[6]     Kemalu’d-Din, c. 2, s. 646.
[7]     Muhammed bin İbrahim Numanî, el-Gaybet, s. 273, Mektebetu’s-Saduk, Tahran, h.k. 1397.

Editör: Hasan Bedel