Ehlader Araştırma Bölümü


 
İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Ebu Talib'in vefatı yaklaşınca Kureyş'in büyüklerini toplayarak onlara şu vasiyette bulundu:
 
"Ey Kureyşliler, sizler insanlar arasında Allah'ın seçkin kulları, Arab'ın kalbi, yeryüzü ve harem ehli arasında Allah'ın hazinedarlarısınız. Sizin aranızda muktedir bir önder, cesur bir öncü ve eli açık bir bağışlayıcı bulunmaktadır. Sizlere Kabe'yi tazim etmenizi tavsiye ediyorum ki, bunda Allah'ın rızası, rızkın devamı ve zorluklar karşısında direniş vardır. Sıla-i rahim yapınız. Zira bu ölümü erteler ve nüfusu çoğaltır. Zulmetmeyi terk ediniz ki, öncekiler de bu yüzden helak oldular. Davet edene icabet ediniz. Hayat ve ölümün şerefi de bundadır. Sadık olunuz ve emanete riayet ediniz. Zira bu ikisi sayesinde iftiradan korunur ve halk nezdinde değer kazanırsınız.
 
Sizlere Muhammed hakkında iyilik etmenizi tavsiye ediyorum. Zira Muhammed Kureyş'in emini, Arapların doğru sözlüsü ve sizi davet ettiğim şeyleri ihya edendir. Muhammed sizlere öyle bir mesaj getirmiştir ki, kalp ve ruh bunu kabul etmekte, ama dil kötüleyenlerin korkusundan inkar etmektedir.
 
Allah'a andolsun ki, adeta mustazaf halkın onun davetini kabul ettiğini, sözlerini tasdik ettiğini ve risaletini kabul ettiğini görür gibiyim. Böylece Kureyş'in büyükleri hakir, evleri boşalmış ve zayıfları yücelmiş olacaktır. En büyükleri Peygambere en muhtaç olanı, en günahkarları da ona en uzak olanlarıdır. Arap kavmi onu sevecek topraklarını ona verecek ve onu önder seçecektir.
 
Ey Kureyş kabilesi! Peygamberi seviniz, onu himaye ediniz. Allah'a andolsun ki onun yolunda ilerleyen kemale erer ve hidayetine tâbi olan saadete kavuşur. Eğer sağ kalsaydım ondan bela ve zorlukları gidermeye çalışırdım."[1]
 
Ebu Talib'in Vefatı:
 
Ebu Talib'in vefat tarihi hususunda da ihtilaf vardır. Muhaddis-i Kumi bi'setin onuncu yılının sonlarında Receb ayının 27'sinde vefat ettiğini ileri sürmektedir.
 
Makrizi, Zilkade ayının başında öldüğünü savunmaktadır.
 
Zerkani ise şöyle yazıyor: Bi'setin onuncu yılının, Ramazan ayının 12'sinde Ebu Talib vefat etti "
 
İbn-i Sa'd da Ebu Talib'in bi'setin onuncu yılının, Şevval ayının ortasında, 80 küsur yaşındayken vefat ettiğini, Hatice'nin de bundan 35 gün sonra dar-ı faniden göçtüğünü ve vefat anında 65 yaşında olduğunu nakletmektedir.
 
Resulullah böylece hem Ebu Talib' i ve hem de Hatice' yi kaybetmiş oldu. Bu yüzden bu yılı "Hüzün Yılı" olarak adlandırdı.
 
Ebu Talib "Hucun" denilen yerde defnedildi. Özellikle de Ebu Talib'in vefatı onu çok üzdü. Zira en büyük hâmisini kaybetmiş ve dolayısıyla da Kureyş için Resulullah'a (s.a.a) eziyet etmek hususunda hiç bir engel kalmamıştı.
 
Resulullah (s.a.a) bu hususta şöyle buyuruyor: "Ebu Talib hayatta olduğu müddetçe Kureyş bana eziyet edemiyordu."[2]
 
İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Ebu Talib küfrü aşikar kıldı, imanı ise gizledi. Ebu Talib vefat edince Allah-u Teala Peygamberine Mekke'de kendisini himaye edecek birinin kalmadığını ve bu yüzden hicret etmesinin gerektiğini vahyetti. Böylece Resulullah (s.a.a) Medine'ye doğru hicret etti."
 
Ebu Talib vefat edince, Emir'ül-Müminin Ali (a.s) Peygamberin (s.a.a) yanına gelip babasının vefatını bildirdi. Resululah (s.a.a) bu haberi duyunca çok üzüldü ve Hz. Ali'ye (a.s) şöyle buyurdu: "Git onun gusül ve kefenleme işlemlerini yap ve bir tabutun içine koyduğun zaman bana haber ver."
 
Hz. Ali (a.s) denilenleri yerine getirdikten sonra Peygambere (s.a.a) haber verdi. Resulullah (s.a.a) Ebu Talib'in cenazesinin yanına vardığında keder ve üzüntü içinde şöyle buyurdu: "Ey Amca! Seninle akrabalık ilişkim vardı. Allah tarafından mükafatlandırılacaksın. Beni çocukken terbiye ettin. Büyüdüğümde bana yardımcı oldun." Daha sonra da halka dönerek şöyle buyurdu: "Allah'a andolsun amcama öyle bir şefaatte bulunacağım ki, ins ve cin topluluğu şaşıracaktır."[3]
 
Daha sonra Hz. Ali (a.s) babasının mateminde şöyle dedi: "Ey Ebu Talib, ey sığınanların sığınağı, ey rahmet yağmuru, ey karanlıkların nuru. Gerçekten de senin yokluğun, gayretli ve büyük insanları perişan etti. Sen Peygambere iyi bir amca idin."[4]


 
Ebu Talib ve Hz. Ali (a.s)


 
Ebu Talib'in en büyük özelliklerinden biri de Ali'nin (a.s) makam ve mevkisinin farkında olmasıydı. Ebu Talib oğlunun doğumu asında Allah'ın,yardımıyla onun velayer ve vesayet makamına sahip olacağından haberdudı. Bu konu rarihi metinlerde yeralan hadislerden çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
 
1- Seyyid Ali Han-i Medeni şöyle yazıyor: Peygamber hayattayken kavmine Ali'nin (a.s) kendi vasi ve halifesi olduğunu duyurdu. Orada Ebu Talib de hazır bulunuyordu.[5]
 
Taberi de Hz. Ali'den (a.s) şöyle naklediyor: "Yakın akrabalarını uyar" ayeti nazil olunca, Resulullah (s.a.a) kavmini topladı ve onları Allah'ın dinine davet ederek şöyle dedi: "Bu hususta bana hanginiz yardımcı olsa o, benim kardeşim ve , halifem olur."
 
Hiçbir kimse yerinden kıpırdamadı. Ben (Ali) en küçükleri olmama rağmen kalkıp şöyle dedim: "Ben, ey Allah'ın Resulü; sana yardımcı olacağım."
 
Resulullah şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki, bu şahıs (Ali) benim kardeşim ve halifemdir. Sözünü dinleyiniz ve itaat ediniz."
 
Oradakiler alaylı bir şekilde gülerek Ebu Talib'e şöyle dediler: "Peygamber sana oğlunu dinlemeni ve itaat etmeni emrediyor."[6]
 
2- Şeyh Tabersi, Ebu Talib'in bir kasidesini nakletmektedir ki, bir beyti şöyledir:
 
"Hazret-i Adem' den beri daima / Vasi ve mürşid bizden çıkmıştır."


3- Şeyh Ebu'l-Futuh Razi, İmam Rıza'dan (a.s) naklettiği üzere Ebu Talib'in yüzük kaşında şöyle bir ifade yer almıştır:
 
"Rabbim Allah'tır, yeğenim Mühammed peygamberdir ve oğlum Ali vasidir."[7]
 
4- Şeyh Kuleyni'nin imam Sadık'tan (a.s) naklettiği bir hadiste şöyle yer almıştır:
 
"Amine bint-i Veheb'in doğum sancıları başlayınca Ebu Talib'in eşi Fatıma bint-i Esed doğuruncaya kadar onun yanında kaldı. Daha sonra 'Acaba benim gördüğüm şeyleri görüyor musun?' diye sordu. O, 'Ne görüyorsun?' diye sorunca da 'Şu doğu ve batıyı kuşatan nuru.' diye cevap verdi. Bu esnada Ebu Talib içeri girdi ve onlara şöyle dedi: 'Hangi şeyden dolayı şaşırıyorsunuz?' Fatıma bint-i Esed ona gördüğü nuru anlattı. Ebu Talib Fatıma'ya hitaben şöyle dedi: Sana bir müjde vereyim mi?" "Evet" deyince de Ebu Talib onaoşöyloe üeun "Sen dünyaya öyle bir çocuk getireceksin ki, ç ğ ,(peygamber'in) vasisi ve halifesi olacaktır."[8]
 
5- Cabir b. Abdullah şöyle diyor: Resulullah'tan (s.a.a) Ali'nin (a.s) doğumunu sordum; şöyle buyurdu:
 
"Doğumu Mesih gibi olan en iyi çocuğun doğumunu sordun. Allah-u Teala Ali'yi benim nurumdan, beni de Ali'nin nurundan, ikimizi de bir nurdan yarattı. Sonra da bizleri temiz sulblerden temiz rahimlere yerleştirdi. Nakledildiğim her sulbde Ali de benimleydi. Sonunda Allah beni annem Amine'nin rahmine yerleştirdi, Ali'yi de Fatıma bint-i Esed'in rahmine yerleştirdi. "
 
Ali'nin (a.s) doğum gecesi olduğunda yeryüzü nurlandı ve Ebu Talib dışarı çıkınca şöyle dedi: Ey halk, Allah'ın velisi Kâbe'de dünyaya geldi." Sabah Kâbe'ye gelince şöyle diyordu kendi kendine:
 
"Ey Allah'ım, bu siyah zulmette ve nurlu bir ay.
 
Gizli emrini bize açıkla.
 
Bu çocuğun adı hususunda"
 
O esnada şöyle bir gaybi ses duyuldu: "Ey seçkin Peyamberin Ehlibeyti, tertemiz bir çocuk size verildi; Allah tarafından adı Ali seçildi ki, Allah,ın 'Aliyy' adından alınmıştır."[9]


 
Ebu Talib'in Şiiri


 
İbn-i Şehraşub şöyle yazıyor: "Ebu Talib'in mümin olduğunu gösteren şiirlerin sayısı üçbini geçmektedir."[10]
 
"Ebu Talib Divanı'nı lügat alimi olan Ebu Nuaym b. Hamza-i Basri et-Tamimi toplamış ve bu divanı Ebu Muhammed Harun b. Musa-i Telakberî ve diğer bir grup Şia alimlerinden rivayet etmiştir.[11]
 
Aynca Afif b. Es'ad'ın Osman b. Cinni'den rivayet ettiği şekliyle Divan-u Şeyh'il Ebatih Ebi Talib" adıyla basılan, Ebu Heffan-i Mehzem-i Abdi'nin toplamış olduğu bir divan vardır.
 
İmam Sadık (a.s) da şöyle buyurmuştur: "Hz. Ali (a.s), Ebu Talib'in şiirlerinin rivayet ve tedvin edilmesini çok severdi ve daima şöyle derdi: Bu şiirleri öğreniniz ve çocuklarınıza öğretiniz. Zira Ebu Talib Allah'ın dini üzereydi. Bu şiirlerde birçok bilgiler vardır."[12]
 
Ebu Talib'in en meşhur kasidelerinden biri Lâmiye kasidesidir ki, edeb ve siret ehli kimseler nezdinde ün yapmıştır. Elbette beyitlerinin sayısı hususunda ihtilaf edilmiştir. İbn-i Hişam sahih kabul ettiği 94 beytini nakletmiştir. Resulullah'ı medhettiği meşhur beyitlerinin birinde şöyle diyor:
 
"Beyaz yüzlüdür ve yağmurlar onun yüzü hürmetine istenir.
 
Yetimlerin sığınağı, dulların koruyucusu
 
Fakir Haşimiler ona sığınır
 
Ve onun yanında rahmet ve fazilet içinde olurlar.
 
Onlar evlâdımızın yalan söylemediğini
 
Ve batıla itimad etmediğimizi biliyorlar."
 
İmam Sadık (a.s) ve İbn-i Abbas son beytin Ebu Talib'in imanına delil olduğunu buyurmuşlardır.
 
Şeyh Kuleyni şöyle naklediyor: İmam Sadık'a (a.s), halkın Ebu Talib'in kafir olarak öldüğünü söylediği hususunda sorulunca, İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: "Ebu Talib nasıl kafir sayılabilir? Halbuki o şöyle demiştir: Bizim, Muhammed'i de Musa gibi bir peygamber kabul ettiğimizi biliyor musun?"[13]
 
İbn-i Ebi'l-Hadid'in nakline göre Harun Reşid'in babası Abdullah Memun şöyle diyordu: Allah'a andolsun ki, Ebu Talib şu sözüyle iman etmiş birisi olduğunu ortaya koymuştur:
 
"Allah'ın elçisine şimşek gibi parlak bir kılıçla yardım ettim.
 
Resulullah'ı himaye ediyoruz ve ona şefkatli davranıyoruz.
 
Düşmanlarına genç bir deve gibi yumuşak davranıyorsam da
 
Ama onlara büyüklük sebebiyle arslanı korkuturcasına kükrüyorum."[14]
 
Allâme Emini şöyle diyor: "Eğer bu sözler risalet ve nübüvveti tasdik için yeterli değilse, o halde ne yeterlidir?"[15]
 
İbn-i Eb'il-Hadid şöyle diyor: Gerçi bu lafız mütevatir değilse de ancak manası mütevatirdir. Hepsi de Resulullah'ın risaletini tasdik etmekte olan ortak bir manayı ifade etmektedir."[16]
 
Adamın birisi, Hz. Ali'ye (a.s) şöyle dedi: "Senin yüce bir makamın var; ama baban azap içindedir."
 
Hz. Ali ona şöyle buyurdu: "Sus! Allah ağzını kırsın. Allah'a andolsun ki, babam hangi günahkâra şefaat etse Allah şefaatini kabul eder... Allah'a andolsun ki, Ebu Talib'in nuru kıyamette Muhammed, Fatıma, ben, Hasan, Hüseyin ve evlatlarının (İmamların) nuru dışında tüm nurları söndürür. Bil ki, onun nuru bizim nurumuzdandır. Allah-u Teala bu nuru Adem'den tam iki bin yıl önce yarattı."
 
Bir gün Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: "Allah'a andolsun ki babam, dedem Abdulmuttalib, Haşim ve Abdulmenaf asla putlara tapmamıştır."
 
"Onlar neye ibadet ediyordu." diye sorulunca da şöyle cevap verdi: "Onlar Kâbe'ye, doğru ve Hanif din üzere namaz kılıyorlardı."[17]
 
Hz. İmam Zeyn'ül Abidin'e (a.s) Ebu Talib'in imanı hakkında sorulunca şöyle buyurdu:
 
"Allah-u Teala Resulü'ne Müslümanların kafirlerle evlilik bağını kesmelerini emretti. Fatıma bint-i Esed İslam'ı kabul edenlerden idi. Ölünceye kadar da Ebu Talib'in karısıydı."
 
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: "Ebu Talib'in misali de Ashab-ı Kehf misalidir ki, imanını gizlemiş, şirki açığa vurmuşlardı. Allah onların sevabını iki kat yazmıştır."
 
Şeyh Saduk İmam Hasan-i Askeri'den o da babasından naklettiği bir hadiste şöyle yer almıştır;
 
"Allah-u Teala Peygambere şöyle vahyetti: Ben sana takipçilerinden iki grupla yardımcı oldum. Bir grup açıkça, bir grup da gizlice seni teyit ediyorlar. Gizlice yardım edenlerin efendisi amcan Ebu Talib'dir. Açıkça yardım edenlerin efendisi ise oğlu Ali'dir. Ebu Talib Âl-i Firavun'un mümini gibi imanını gizlemiştir."[18]

--------------------------------------------------------------------------------------

 [1]- Revzet'ul Vaizin, c.l, s.169-170, ed-Derecat-ur Refia, s.60.
 [2]- Kamil-i İbn-i Esir, c.l, s.507, Sire-i İbn-i Hişam, c.2, s.57, Sire-i İbn-i İshak, s.239. Tabakat-i İbn-i Sa'd, c.l, s.124.
 [3]- el-Hücce, s.265, İman-u Ebi Talib, s.24-26. 36
 [4]- el-Hüccet Ala'z-Zahib, s.122-123.
 [5]- Derecat'ur Refia, s.58.
 [6]- Tarih-i Taberi, c.2, s.62-63, Kami1-i İbn-i Esir, c.l, s.487-488. 4t - Mecma'ul-Beyan, c.7, s.144.
 [7]- Tefsir-i Eb'ul Futuh, c.8, s.417.
 [8]- el-Kafi, c.8, s.302.
 [9]- Kifayet-ut Talib, s.406.
 [10]- Muteşabih-ul Kur'ân, c.2, s.659.
 [11]- ez-Zeria, c.9, s.42-43.
 [12]- el-Hüccet âla-z Zahib, s.130.
 [13]- el-Kafi, c.1, s.449.
 [14]- Şerh-u Nehcül Belağa, c.14, s.74.
 [15]- el Gadir, c.7, s.341.
 [16]- Şerh-u Nehcül Belağa, c.14, s.78.
 [17]- Kemal-üd Din, c.9, s.174; Tefsir-i Eb'ul Futuh, c.4, s.210.
 [18]- el-Hüccet-u Alâ'z-Zahib, s.361-362.