.
.

Bismillahirrahmanirrahim

Ali Ekber Karagöz

İslam dünyasında tarih boyunca görülen ihanet vakaları ve bunların günümüzdeki siyasi, sosyal ve jeopolitik tezahürleri ele aldığımızda; Hz. Hüseyin’in Kerbela'daki şehadetiyle başlayan bu ihanet zinciri, modern dönemde Türkiye’de darbelerle, İran’da ise devrim karşıtı faaliyetlerle sürmüştür. Aynı zamanda çalışmada Siyonist İsrail gibi aktörlerin bu ihanet süreçlerine nasıl yön verdiği, mezhepçilik ve iç bölünmelerle İslam ümmetini nasıl parçalamaya çalıştığı da incelenmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de;

"Müminlerle beraber olup da sonra ayrılanlar, içimizden olmadıkları için ayrıldılar."[1] buyurularak, içeriden gelen ihanetin ümmet için ne denli tehlikeli olduğu vurgulanmaktadır. İslam tarihi, yalnızca zafer ve adalet örnekleriyle değil, maalesef aynı zamanda münafıklık, fitne ve ihanetle de örülmüştür. Bu yazıda, İslam dünyasındaki "hain" tipolojisinin tarihsel süreçteki evrimi incelenmekte, özellikle Hz. Hüseyin’in şehadetinden günümüzdeki direniş hareketlerine kadar olan bir süregelim izlenmektedir.

Hz. Hüseyin’in (as) Kerbela’da şehit edilmesi, İslâm tarihinin en keskin iç ihanet göstergelerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim dönemin “sözde Müslümanları”, önce biat ettikleri Ehl-i Beyt çizgisini Muaviye’nin kurduğu şer odağı Emevi düzeninin altın ve makam vaatlerine satarak terk etmişlerdir. Bu vaka, münafıklık‑çıkarcılık denkleminde ortaya çıkan sosyo‑psikolojik bozulmanın resmi anlamda başlangıç konumu olarak karşımıza çıkarken, ümmeti nasıl felç edebileceğini gözler önüne sermiştir.  Hz. İmam Hüseyin, “Zillet bizden uzaktır!” diyerek sadece o dönemin değil, tüm çağların direniş ölçütünü ortaya koymuştur. Bu olay, ümmetin içindeki çürük damarın ayıklanmasının miladı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu tarihsel paradigmadan hareketle yakın dönem İslam tarihine dönecek olursak Osmanlı’nın son yüzyılı, Batı emperyalizminin Arap topraklarında inşa ettiği ajan ağlarıyla ve Şerif Hüseyin gibi figürlerin İslam’a ihanet eden rolleriyle adeta bir çöküş laboratuvarına dönüşmüştür. Bu tarihsel miras, Cumhuriyet dönemi boyunca şekil değiştirerek devam etmiş, dış güçlerin desteklediği iç unsurlar eliyle Türkiye tekrar tekrar yeniden dizayn edilmeye çalışılmaktadır. Özellikle 1960, 1971 ve 1980 askeri müdahaleleri, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde örgütlenen NATO/Gladio bağlantılı kliklerin yönlendirmesiyle gerçekleştirilmiştir. Her bir darbe, toplumsal hafızada bir kırılma yaratmış, milli iradenin sistematik olarak baskılanmasına yol açmıştır. 28 Şubat süreci ise, sözde “irtica” tehdidi adı altında İslami kimliği hedef alarak post-modern bir darbe dönemini başlatmış, medya, sermaye ve askerî bürokrasinin iç içe geçtiği hibrit bir kuşatma mekanizması kurulmuştur. Ancak asıl kırılma noktası, 15 Temmuz 2016 gecesi yaşanmıştır. FETÖ adlı küresel bağlantılı yapı, CIA ve Pentagon destekli olarak organize ettiği darbe girişimiyle Türkiye’yi bir iç savaşa sürükleme eşiğine getirmiştir. Bu süreçte, Türk ordusunun içine sızmış “mankurtlaştırılmış subaylar” eliyle gerçekleştirilen saldırılar, yalnızca hükümete değil, doğrudan milletin iradesine yönelmiştir. Bu yapı, içeriden gelişmiş bir ihanetin dışarıdan nasıl beslendiğinin en çarpıcı örneğini teşkil etmektedir. O gece yaşananlar, Tevbe suresi 47. ayette geçen, “İçinizden sizi dinleyenler vardır. Allah zalimleri iyi bilir” uyarısının güncel bir tecellisi koordinatlarının merkezi niteliğindedir.

Benzer bir iç‑dış bileşke, 1979 yılında İran'da gerçekleşen İran İslam Devrimi, yalnızca Şah rejimini sona erdirmekle kalmamış bununla birlikte Batı destekli sekülerleşme politikalarına karşı İslam dünyasının direniş refleksini kurumsallaştırmıştır. İslam Devrimi’nin “ne Doğu ne Batı, yalnızca İslam” ilkesi, yeni rejimin temel yönelimini oluşturmuştur. İran’ı emperyalizmin bölgesel projelerine karşı hem ideolojik hem de askerî bir direniş merkezi haline getirmiştir. Bu süreçte Amerika ve İsrail’in iç müdahale çabaları kesintisiz devam etmiştir. İran’ın içinde, Halkın Mücahitleri (MEK) gibi silahlı muhalefet hareketleri, CIA ve Mossad ile iş birliği içinde terör faaliyetlerine girişmiş, onlarca dini ve siyasi figürü suikastlarla hedef almıştır. İran-Irak Savaşı ise yalnızca iki ülke arasındaki konvansiyonel bir savaş değil, Körfez ülkelerinin ve Batı'nın İran’a karşı birleştirildiği geniş çaplı bir vekâlet savaşıdır. Saddam Hüseyin’e açık destek veren Batı, İran’ı yalnızlaştırmak ve rejimi içeriden çökertmek istemiştir. Tüm bu baskılar karşısında İran İslam Cumhuriyeti, direnişin sınırlarını genişleterek bölgesel bir savunma stratejisi geliştirmiştir. Lübnan Hizbullahı, Irak’taki Haşdi Şaabi, Yemen’deki Ensarullah ve Suriye cephesine verilen destek, İran’ın "Direniş Ekseni"ni kurmasına zemin hazırlamıştır. Bu eksen, yalnızca askeri bir blok değil, aynı zamanda Siyonizme karşı bir ideolojik ve ahlaki cephe olarak şekillenmiştir. Maide suresi 64. Ayette geçen “Onlar ne zaman bir ateş yaktılarsa Allah onu söndürdü” ifadesi, bu coğrafi cepheleşmenin manevi zeminine işaret etmektedir. İran İslam Cumhuriyeti, ateşi körükleyenlere karşı, fitneyi söndürmeyi hedefleyen bir siyaset yürütmektedir.

Bu kolektif direniş mimarisinin karşı cephesinde yer alan İsrail ise konvansiyonel askeri varlığını, psikolojik harp ve dijital dezenformasyon ağlarıyla desteklemektedir. RAND’ın Moderate Muslim Networks raporunda teorize edilen “taşeron Müslüman” figürleri üzerinden direnişi “aşırılık” etiketiyle kriminalize etmektedir. Böylece savaş alanı, kurşun ve füzelerin ötesine geçip algı‑inşa katmanına taşınmaktadır. Bakara suresi 2/191’de “fitnenin adam öldürmekten beter oluşu” ifadesi, modern hibrit savaş bağlamında Siyonist politika evreninde somutlaşmaktadır. İsrail, varlığını yalnızca silah ve teknolojiyle değil, psikolojik savaş, medya kontrolü ve dijital manipülasyonla da sürdürmektedir. Siyonist stratejiler artık yalnızca askeri saldırılarla değil, hibrit yöntemlerle sürdürülmekte, sosyal medya üzerinden algı operasyonları, yapay zeka destekli dezenformasyon kampanyaları ve içeriden çökertmeye yönelik ideolojik sahte figürlerin üretimiyle desteklenmektedir.

“İsrail terör varlığı, “taşeron Müslümanlar” üzerinden Kudüs, Gazze ve direniş hattını "aşırılık" ile özdeşleştirerek meşruiyet zeminini ortadan kaldırmaya çalışmaktadır.”

İslam dünyasının gerçek “baş dönüm noktası”, dış müdahaleleri suçlamadan önce kendi bağrındaki ihaneti teşhis edebildiği anda başlayacaktır. Kerbela’da Hz. Hüseyin’in gösterdiği direniş, bu içsel farkındalığın tarihi temeli konumundadır. Zulmün kaynağı ister saraydan ister sokaktan gelsin, hakikat terazisi ilk önce “bizden görüneni” tartacaktır. Bu basiret, Kur’an’ın “Basiret (içgörü) sahipleri”[2] diye övdüğü mü’minin asalet dolu duruşunda yatmaktadır. Bugün Gazze’den Güney Lübnan’a, Ankara’dan Tahran’a kadar Siyonizme karşı direnen her yapı, kendisini salt askeri bir cephe değil, Kerbela mirasının çağdaş cüz’ü olarak konumlandırmaktadır. Çünkü tarihi hafıza, ihanetin daima içeriden bir zafiyetle beslendiğini dış aktörlerin ise yalnızca bu zafiyeti araçsallaştırdığını göstermektedir. 15 Temmuz’da FETÖ’nün “tekbir” gürültüsü altında kurşun sıkması ile 1980’lerde Amerikan destekli Saddam’ın Bağdat tanklarına kılavuzluk etmesi aynı patolojinin iki ayrı tezahürüdür.

Münafıklığın en büyük tezahürü olan “maskeli mü’min” tipine karşı, Kur’an merkezli değer filtres işletilmelidir. Direniş, önce “kalpte cihad” (niyet) sonra “dilde cihad” (tebliğ) en nihayet “el ile cihad” (fiil) düzeniyle meşruiyet kazanmaktadır. Güvenlik yapıları “iç yetkinlik‑dış bağımsızlık” dengesini kurmalı, disiplinli hukuk mekanizmaları keyfî tasfiyeyi engellerken, sızmaları da hızla deşifre edebilmelidir. Eğitim ve medya ekosistemleri, tarihsel ihanet vakalarını ders materyali yaparak kolektif unutkanlığı kırmak zorundadır. Mezhep ve etnik farklılıkları aşan “ümmet güvenliği doktrini” oluşturulmalıdır.

En güncel örnek olarak, 13 Haziran 2025’te başlayan ve İsrail’in doğrudan İran içindeki hedeflere yönelik gerçekleştirdiği saldırılar, klasik askeri harekâtların ötesine geçerek hibrit savaşın güncel örneklerinden birini teşkil etmiştir. Bu kapsamda hem nükleer tesisler ile akademik ve kültürel alanlardan isimlerin hedef alınması, saldırının çok katmanlı ve psikolojik yönünü açığa çıkarmıştır. Özellikle İran Devrim Muhafızları Ordusu içinde yer alan üst düzey komutanların ve nükleer bilim insanlarının eşzamanlı olarak suikasta uğraması, yalnızca fiziksel bir saldırı değil, İslam toplumunun temel dokusunu hedefleyen aslında basit düşünceli bir yıpratma stratejisi olarak karşımıza çıkmıştır. Teorik düzeyde tartışılan “münafık” ve “taşeron Müslüman” kavramlarının, bu saldırılarla birlikte somut yansımalarını görmek mümkündür. İsrail’in içerideki iş birlikçilerle gerçekleştirdiği bu saldırılar, Kur’an’da yer alan “içinizden sizi dinleyenler vardır”[3] ayetinin çağdaş bir yansıması olarak değerlendirilmektedir. Zira burada, ihanet sadece dışarıdan gelen bir tehdit değil, içeriden üretilmiş bir ihanet ağı olarak tezahür etmektedir. Ancak güçlü İran İslâm Cumhuriyeti, bu çok katmanlı saldırılara asimetrik‑stratejik bir mukabele geliştirerek dengeleri kısa sürede tersine çevirmiştir. Öncelikle, Devrim Muhafızları’nın “Fettâh‑2” hipersonik füzeleriyle İsrail’in Ramon hava üslerine yönelik nokta atışı misilleme yapılmış, aynı anda Kermanşah ve İsfahan’daki elektronik harp merkezleri devreye sokularak İsrail’in uydu‑GPS bağlantılı güdüm sistemleri geçici olarak kör edilmiştir. İç cephede ise SEPAH ve İstihbarat Bakanlığı, Mossad’la irtibatlı olduğu belirlenen 87 kişilik bir hücreyi çökertmiştir. Böylece “münafık ağ”ın lojistik ve enformasyon damarları kesilmiştir. İran basını bu operasyonu, “Kerbelâ’dan miras kalan direniş ruhunun çağdaş tezahürü” olarak nitelendirirken, İslam Rehberi Hüseyni Lider Ayetullah Seyyid Ali Hamanei, Enfal suresi 60. ayet’te emredilen “güç hazırlama” ilkesine atıfla ülkenin savunma kapasitesinin hem maddi hem manevi düzlemde tahkim edildiğini vurgulamıştır. Bölgesel düzlemde Hizbullah, Ensarullah ve Haşdi Şaabi’nin eş‑zamanlı teyakkuz ilan etmesi ise “Direniş Ekseni”nin ortak caydırıcılık doktrinini sahaya yansıtarak İsrail’in stratejik manevra alanını daraltmıştır. Böylece saldırının hedeflediği moral‑psikolojik çöküntü tersine dönmüş, İran İslam Cumhuriyeti yalnızca toprak bütünlüğünü değil, ümmetin direniş hattının meşruiyetini de tahkim etmiştir.

Son tahlilde, Kerbela’dan Osmanlı’ya, Türkiye, Irak ve İran İslam Cumhuriyeti’nin bugünlerine uzanan direniş silsilesi, İslam toplumlarına şu ilkeyi hatırlatmaktadır: “Fitne, adam öldürmekten daha büyüktür”[4]. Fitnenin kaynağı ister tank namlusunda, ister sahte güler yüzlü bir ekran yorumcusunda, isterse algoritmik bir trol ordusunda veya bir drone saldırısında tecessüm etsin fark etmez adalet ve basiret birleştiğinde sönecektir. Dolayısıyla, ümmetin “hain avı” gayreti keyfi bir cadı‑avı değil, hukuk‑ahlak eksenli, tarih bilinciyle donanmış, stratejik bir öz‑savunma hareketi olarak görülmelidir. Böylece Hz. Hüseyin’in bıraktığı emanete sadakat, çağdaş mücadele alanlarında etik, meşru ve kolektif bir direniş kapasitesine dönüşecektir.

- - - - - - - - - -

Kaynakça

1.      Acemoğlu, D., & Robinson, J. A. (2017). Ulusların düşüşü (F. R. Velioğlu, Çev.). Doğan Kitap.
2.      Acar, M. (2016, Ekim 26). İslamcı aydınlar, üniversite, yahut İslam dünyası neden bu halde? Fikir Coğrafyası. https://fikircografyasi.com/makale/islamci-aydinlar-universite-yahut-islam-dunyasi-neden-bu-halde
3.      Alkan, M. (2016). Osmanlı Devleti’nin İslam birliği siyaseti: Ortadoğu’nun Osmanlılaşması. Gazi Akademik Bakış, 9(18), 17–32. https://doi.org/10.19060/gav.320623
4.      Azimli, M. (2019). Müslümanların engizisyonu -1. Mana Yayınları.
5.      Bardakoğlu, A. (2019). İslam'ı doğru anlıyor muyuz? Kuramer Yayınları.
6.      Garaudy, R. (2018). İslam dünyasının yükseliş ve çöküşleri. Timaş Yayınevi.
7.      Genç, M. (2015). Osmanlı İmparatorluğunda devlet ve ekonomi (12. bs.). Ötüken Neşriyat.
8.      Grunebaum, G. (1989). İslam tarihi kültür ve medeniyeti (İ. Kutluer, Çev.). Kitabevi Yayınları.
9.      Harari, Y. N. (2017). Sapiens: İnsan türünün kısa bir tarihi (E. Genç, Çev.). Kolektif Yayınevi.
10.  Hayek, F. A. (2013). Özgürlüğün anayasası (Y. Z. Çelikkaya, Çev.). BigBang Yayınları. (Orijinal eser yayımlanma yılı: 1960)
11.  Heywood, A. (2016). Siyasi ideolojiler (L. Köker, Çev.). BB101 Yayınları.
12.  Hodgson, M. G. (2017). İslam'ın serüveni 1. Cilt: İslam'ın klasik çağı. Phoenix Yayınları.
13.  Kanbir, Ö., & Dikkaya, M. (2022). İslam dünyasının geri kalma nedenleri üzerine bir analiz. İktisadi İdari ve Siyasal Araştırmalar Dergisi, 7(19), 556–580. https://doi.org/10.25204/iktisad.1023798
14.  Kur’an-ı Kerim Meali, Ayetullah Murtaza Turabi. (2012). İstanbul: Kevser Yayınları.
15.  Kurşun, Z. (2013). Ortadoğu tarihine giriş. Z. Kurşun (Ed.), Modern Ortadoğu Tarihi içinde (s. 2–27). Anadolu Üniversitesi Yayınları.
16.  Önal, M. (2024). Hıristiyan bir din adamının İslam algısı: Julius Richter’ın gözüyle 20. yüzyılın eşiğinde Müslüman dünya. Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi(35), 88–114. https://doi.org/10.54600/igdirsosbilder.1315407

Zafer İran'ın
Zafer İran'ın
İçeriği Görüntüle

- - - - - - - - -


[1] (Al-i İmran, 3/179)
[2] (Yûsuf 12/108)
[3]  (Tevbe 47)
[4] (Bakara 2/191)