.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

el-Kafî kitabında İmam Muhammed Bakır’ın (a.s) şöyle buyurduğunu okuyoruz: "Mümin kullar içinde imanı en kâmil olan kul, ahlakı en güzel olan kuldur."

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde, insanların hesap tartısına, güzel ahlaktan daha değerli bir şey koyulmayacaktır."

İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Mü’min için Allah nezdinde farzların ardından hiçbir amel, insanların, onun ahlakından ötürü güvende olmasından daha değerli değildir."

İmam Cafer-i Sadık (a.s), Resulullah’ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Güzel ahlaklı bir insana, sürekli namaz ve oruç halinde olma mükâfatı verilecektir."

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Cennet kapılarını ümmetime aralayan en büyük sebep, takva ve güzel ahlaktır. Bunlar şehirleri abad edip ömürlerin uzamasına vesile oluyor."

İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Güneş, buzu erittiği gibi güzel ahlak da günahları eritir."

İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah iyi ahlaklı olan insanlara, gece gündüz Allah yolunda cihat edenler gibi sevap verir."

İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Güzel ahlak, sahibini, gece gündüzünü oruç ve ibadetle geçiren insanın derecesine ulaştırır."

Bir kişi Peygamber Efendimize (s.a.a) iyi ahlakın ne olduğuyla ilgili soru yöneltildiğinde şu ayeti kerimeyi okudular:

“Af yolunu tut, iyiliğe yönlendir ve cahillerden uzak dur.”[1]

Ardından şöyle buyurdular: "İyi ahlak, seninle olan akrabalık ilişkisini kesen kişiyle yeniden ilişki kurmak, senden sakınana vermek ve sana zulmedeni affetmektir."

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "(Ben) İyi ahlakı tamamlamak üzere gönderildim."

Şahsın birisi karşıdan gelerek Peygamber Efendimize (s.a.a) şöyle sordu: "Ey Allah’ın Resulü din nedir?" Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Güzel ahlak." Aynı şahıs peygamberin (s.a.a) sağ tarafından kendisine yaklaşıp şöyle sordu: "Ey Allah’ın Resulü din nedir?" Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Güzel ahlak." Aynı şahıs Peygamber’in (s.a.a) sol tarafından kendisine yaklaşıp şöyle sordu: "Ey Allah’ın Resulü din nedir?" Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Güzel ahlak." Aynı şahıs Peygamber’in (s.a.a) arkasından kendisine yaklaşıp şöyle sordu: "Ey Allah’ın Resulü din nedir?" Hz. Peygamber (s.a.a) ona dönüp şöyle buyurdu: "Anlamıyor musun? Din, (yersiz yere) öfkelenmemektir."

Peygamber Efendimize (s.a.a) “en büyük talihsizlik nedir?” diye sorulduğunda şöyle buyurdular: "Kötü ahlak."

Resulullah’a (s.a.a) “en üstün amel nedir?” diye sorulduğunda şöyle buyurdular: "Güzel ahlak."

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Sirke, balı çürüttüğü gibi, kötü ahlak da (salih) amelleri çürütüyor."

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah, kötü ahlaklı kulunun tövbesini kabul etmekten sakınır." Daha sonra “Neden böyledir?” diye sorulduğunda ise şöyle buyurdular: "Bir günahtan tövbe etmesine rağmen daha büyük bir günaha düşmektedir."

İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Sirkenin balı çürüttüğü gibi, kötü ahlak da (hayır) amelleri çürütmektedir."

İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Kötü ahlaklı insan, kendine kendine azap etmektedir."

Bazı arifler şöyle demiştir: Kötü ahlak öyle bir kötülüktür ki beraberinde yapılan iyiliklerin hiçbir faydası olmaz; iyi ahlaklı olmak da öyle bir güzelliktir ki onun beraberinde yapılan (küçük) kötülüklerin bir zararı olmaz.

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Allah Resulünde sizin için güzel örnek vardır.”[2]

Bazı din âlimleri şöyle demişlerdir:

Resulullah (s.a.a) insanların en sabırlısı, en cesuru, en adili ve en affedici olanıydı. Kesinlikle kölesi olmayan veya nikâhında bulanmayan ve mahremi olmayan yabancı bir kadının eline eli değmedi. İnsanların en cömerdiydi; hiçbir gece yanında bir kuruş para var gecelemez ve yanında fazla para kalırsa gerekli kişilere vermeden eve gitmezdi. Yırtık ayakkabısını kendi elleriyle diker, yırtık elbisesini kendisi yamalar, ev işlerinde ev halkına yardım eder ve doğranacak etleri onlarla birlikte doğrardı.

İnsanların en hayâlısıydı. Gözünü kimsenin yüzüne dikmez, köle ve hür ayırt etmeksizin herkesin davetini kabul eder, kendisine verilen hediye bir yudum süt bile olsa onu kabul edip telafi eder ancak sadaka kabul etmezdi. Rabbi için öfkelenir ancak kendisi için öfkelenmezdi. Hastaların ziyaretine gider, başsağlığı vermek için cenazesi olanların kapısını çalardı. Düşmanlarının arasında yalnız başına koruma olmaksızın gezinirdi. İnsanların en mütevazısıydı. En vakarlı insan olduğu halde kibir izleri kendisinde görülmezdi. Sözü uzatmadan büyük konulara açıklık getirirdi. En güzel görünümlü insandı. Hiçbir dünya işi onun için önemli olamazdı. Hiçbir zaman üç gün üst üste buğday ekmeğiyle karnını doyurmazdı, bunu fakirlik veya cimrilik yüzünden değil de yalnızca Allah rızası için yapardı. (Zaman zaman) açlık sebebiyle karnına taş bağlar, bulduğunu yer önüne gelen nimeti reddetmez ve hiçbir zaman helal bir yemeği kötülemezdi. Bulduğunu giyer, maddi imkânlarının müsaade ettiği bineğe binerdi. Bazen ata, bazen katıra, bazen eşeğe biner ve kimi zaman da yürüyerek giderdi. Şehrin diğer ucundaki hastaların bile ziyaretine gideri. Güzel kokuları sever ve kötü kokulardan uzak durmaya çalışırdı. Fakirlerle oturur ve miskinlerle birlikte yemek yerdi. Ahlaki faziletlere sahip insanlara ikramda bulunur ve şeref sahibi kişilere iyilik yaparak onlara yakınlık kurardı. Ayrıcalık tanımadan akrabalarını ziyaret ederdi. Kimsenin hakkını yemez ve kendisinden özür dileyenlerin özrünü kabul ederdi. (Kimi zaman) şakalaşır ancak hak sözden başkasını söylemezdi. Gülerdi ancak kahkaha atmazdı. Kendisine yükseltilen seslere sabrederdi. Hiçbir zaman eşine veya hizmetçisine kötü bir söz söylemedi. Kötülüğe kötülükle değil de iyilik ve afla karşılık verirdi. Birisiyle karşılaştığında ilk selamı hep o verirdi. Birisiyle tokalaştığında karşı taraf elini çekmeyene dek onun elini bırakmazdı. Oturup kalkması dahi Allah’ın zikriyle idi. Genellikle dizlerini kucaklayıp otururdu. Ashabının oturduğu yerle onun oturduğu yer ayırt edilemezdi zira boş olan ilk yere otururdu. Genellikle kıbleye doğru otururdu.

Kendisine gelen insanlara ikramda bulunurdu; öyle ki hiçbir akrabalık bağı olmayan kişiye bile elbisesini çıkarıp verdiği görülmüştür. Kendisine gelen kişiye ayağının altındaki sergiyi bile verirdi, kişi kabul etmezse onu ikna etmek için ısrar ederdi ve bu hediyeyi kabul etmesini sağlardı.

İnsanların en az öfkelenen ve en çabuk rıza göstereni idi. İnsanların en merhametlisi ve insanlara en çok hayrı dokunanıydı. İnsanların en güzel, en mantıklı ve en veciz konuşanıydı. Söylemek istediklerini kısa ve öz sözlerle ifade eder, asla boş sözler söylemezdi. Çokça sessiz kalır gerek olmadıkça konuşmazdı. Ağzına kötü sözler almaz ve öfkeli ve sevinçli hallerinde sadece hak söz söylerdi.

En çok sevdiği yemek, birçok elin uzandığı yemekti. Acı yemeklerden sakınır ve kendi önünden yerdi. Yemek için üç parmağını kullanır ve bazen de dördüncü parmağından da istifade ederdi. Kepekli ekmeği tercih eder; soğan, sarımsak veya kötü koku yapan yiyecekleri yemezdi. Bununla birlikte hiçbir yemeği kötülememiştir. Hoşuna giderse yemiş, gitmezse el sürmemiştir. Tabağın dibini sıyırıp şöyle derdi: Yemeğin sonu daha bereketlidir. Yemekten sonra parmaklarını kızarana dek yalardı. Giysilerinin tamamı topuğun üzerindeydi, (yere sürtünmezdi).

Resulullah (s.a.a.) en sabırlı ve güçlü olduğu halde affetmeğe en istekli olan insandı. İnce tenli, dış hoş görünümü ve içi(kalbi) iyi birisiydi. Öfkesi ve sevinci yüzünden okunabilirdi.

Resulullah (s.a.a.) en cömert ve en eli açık insandı. Yüreği en geniş, sözüne en sadık, emanete en sadık, en yumuşak huylu, en cana yakın insandı. Onu ilk görenler heybetine kapılırlardı ama onu tanıyarak oturup kalkanlar ona muhabbet beslerdi. Kendisinden İslam dairesi dahilinde bir şey istendi m muhakkak verirdi.

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Bedir gününde hepimiz Peygamber’e sığınıyorduk ve Peygamber (s.a.a) düşmana en yakın olan kişi idi. O gün, insanların en yiğidi Peygamber idi.

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: (Savaşın) en şiddetli döneminde, düşmanın içimize kadar ilerlediği vakitlerde Resulullah’a (s.a.a.) sığınıyorduk. O anlarda düşmana Peygamber’den daha yakın olan kimse yoktu.

Yüce makamına rağmen en tevazulu insandı. İnsanlarla beraber oturup kalkardı, hasta ziyaretine gider cenaze (azalarına) katılırdı. Kendisini davet eden kölelerin davetini kabul ederdi. Kendi ayakkabı ve giysilerini kendi elleriyle onarırdı. İçeri girdiğinde ashabı ayağa kalkmazdı zira bundan hoşlanmadığını bilmekteydiler. Çocukların bile yanından geçerken onlara selam verirdi.

Hz. Peygamber (s.a.a) bir gün bir kişiyle karşılaştı ve bu şahıs Peygamber’in (s.a.a) heybetine kapılıp titremeğe başladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdular: Korkma, ben sultan değilim. Ben kuru ekmek yiyen Kureyşli kadının oğluyum.

Ashabıyla, onların içinde, onlardan birisiymiş gibi otururdu. Öyle ki yabancı birisi soru sormak üzere geldiğinde, hangisinin peygamber olduğunu fark edemiyordu. Bu durum üzerine sahabeler çamurdan bir kürsü yaptılar ve Peygamberin (s.a.a) bu kürsü üzerinde oturmasını istediler. Hz. Peygamber (s.a.a) bu kürsü üzerinde oturuyordu.

Kendine yöneltilen bütün çağrılara “buyur” şeklinde yanıt verirdi. İnsanlarla oturup muhabbet ettiğinde, ahiret ile ilgili konuşurlarsa onlarla muhabbet eder, yemek ve içmek gibi konularda konuşurlarsa yine onlarla muhabbet eder, dünya işleriyle ilgili konuşurlarsa yine de onlara arkadaşlık etmek için ve tevazu gereği onlarla muhabbet ederdi. Allah’ın salâtı ve selamı ona ve Ehlibeyt’ine olsun.

[1]     Araf, 199.

[2]     Ahzab, 21.