.

Ehlader Araştırma Bölümü

Bir adam, çölden Medine’ye geldi ve Resul-i Ekrem'in (s.a.a) huzuruna çıktı. Hazret'ten bir öğüt ve nasihatte bulunmasını istedi. Resul-i Ekrem (s.a.a) ona öfkelenmekten sakın” buyurdu ve bundan fazla bir şey sölemedi.

Adam kabilesine döndü. Kabilesine vardığı zaman kendisinin yokluğunda mühim bir hadisenin çıktığını haber aldı. Öyle ki kendi kavminin gençleri, diğer kabilenin malını çalmış ve onlar da mislini ona yapmışlardı; ortalık iyiden iyiye karışmış, birbirlerinin karşısında saf tutmuşlar ve savaş meydanlarında savaşa hazırlanmışlardı. Bu heyecanlandırıcı haberi işitmek, onun öfkesini tahrik etti; hemen silahını isteyerek kuşandı ve kavminin safına katılarak savaşa hazırlandı.

Bu sırada aklına geçmiş olaylar geldi. Medine’ye gittiğini, neler gördüğünü ve işittiğini, Allah’ın elçisinden bir öğüt istemiş olduğunu ve o hazretin “öfkelenmekten sakın” sözünü hatırladı.

“Niçin heyecanlandım, ne sebeple silah kuşandım ve niçin şimdi kendimi öldürme ve ölmeye hazırladım, niçin sebepsiz yere parlayıp, öfkelendim?” diye düşünceye daldı. “Şimdi o kısa cümleyi kullanmanın tam zamanı” diye kendi kendine düşündü.

Öne çıktı ve muhalif safın reisini çağırdı. Dedi ki: “Bu kavga ne içindir? Bizim cahil gençlerimizin tecavüzünün ziyanına bakılırsa, ben kendi malımdam zararı ödemeye hazırım. Küçük bir şey için birbirimizin canına düşmemizin ve kanımızı dökmenin bir faydası yoktur.”

Karşı taraf, bu adamın affa yönelik akıllıca sözlerini işittikten sonra, kendilerine geldiler, onlar da mertlik yaptılar ve “Biz senden az değiliz madem ki durum böyledir, biz de kendi iddiamızdan vaz geçeriz.” dediler.

Her iki saf da kendi kabilelerine döndü.[1]

-----------------------

1 Doğruların Öyküsü, Murtaza Mutahhari

Editör: Hasan Bedel