.

.

Ehlader Araştırma Bölümü

Verilecek cevabın daha iyi anlaşılabilmesi için, diğer dinlerin günümüz dünyasında delillerinin doyurucu olmaması ve İslâm dinin üstünlüğü ve haklılığına dair deliller vb. konuları incelememiz gerekmektedir.

A) Dünyada Bulunan Dinlerin (İslâm Dışında) Delillerinin Doyurucu Olmaması Hakkında:

Dünyada bulunan diğer dinlerin delillerinin doyurucu olmamasını açıklamadan önce şu iki noktayı hatırlatmak yerindedir:

Birinci nokta: Kastımız günümüz dinlerinde olan her şeyin batıl olduğunu ve onlarda hiç hak sözün olmadığını söylemek değildir. Kastımız, günümüz dinlerinde kabul edilmesi mümkün olmayan konuların olduğunu ve bu dinlerin hakikati kâmil olarak açıklayamayacaklarını söylemektir.

İkinci nokta: Biz bu kısa araştırmada günümüz dünyasındaki en önemli iki dinin, Yahudilik ve Hıristiyanlığın delillerinin doyurucu olmadığına işaret edeceğiz. Bu şekilde bu iki dinden daha az kabul gören ve geçerliliği daha az olan diğer dinlerin değeri ve itibarı da anlaşılacaktır.

Hıristiyanlığın, bugün hakikati tam olarak gösteremeyeceğini ispatlayan deliller şunlardır:

1. İncil mütevatir ve senedi de kat’î değildir:

Hz. İsa (a.s) İsrail oğullarındandı ve dili de İbranîce idi. Beytu’l-Mukaddes’te peygamberlik iddiasında bulunmuştur. O bölgenin halkı da İbranî idi ve sadece az bir gurup dışında ona iman getirmediler. İman getirenler hakkında fazla bir bilgimiz yoktur. Yunancayı bilen Beytu’l-Mukaddes halkından birkaç kişi vardı ve Asya kıtasındaki küçük şehirlere dağılarak insanları Hz. İsa’nın (a.s) dinine davet ettiler. Yunan dilinde kitaplar yazdılar. Bu kitaplarda bazı konular yer almaktadır ve Yunan ve Rum halkına “İsa şöyle demiş ve böyle yapmıştır” üslubuyla yazılmıştır. Hz. İsa’yı (a.s) görenler, amel ve sözlerine şahit olanlar ve onun dilini bilenler Filistin’deydiler ve Hz. İsa’yı (a.s) peygamber olarak kabul etmediler. Yunanca yazılan hikâyelerin uydurma olduğunu söylediler. Bu hikâye ve kitapları kabul edenler, Hz. İsa (a.s) ve Beytu’l-Mukaddes’i hiç görmeyen ve onun dilini hiç bilmeyen uzak bölgelerin halklarıydılar. Eğer İncil’de yazdıkları hikâyeler yalan olsaydı, ne yazarların yazmalarını engelleyecek ve ne de dinleyenlerin yalanlamalarını sağlayacak bir durum vardı.

Örneğin İncil’de şöyle yazmaktadır: “Hz. İsa doğdu, birkaç kişi doğudan geldiler ve yeni doğan Yahudi padişahının nerede olduğunu sordular. Biz onun yıldızını doğuda gördük dediler. Onlar yerini göstermediler. Birden aynı yıldızı gökyüzünde gördüler ve yıldız hareket ederek Hz. İsa’nın bulunduğu evin üzerinde durdu, o evde olduğunu anladılar.” Böylesine kesin uydurma olan bir hikâyeyi rüsva olmaktan korkmadan İncil’de yazmışlardır. İbranîce olarak Beytu’l-Mukaddes ehli için yazmadılar, başkaları için yazdılar. Başkaları için çok şey söylenebilir. Yıldız bilimcilerinden hiçbirisinin, bir kimsenin doğmasıyla beraber bir yıldızında ortaya çıktığına ve onun başı üzerinde hareket ettiğine inanmadığına yakinimiz vardır. Ne Mecusîler ve ne de başkaları böyle bir şeye inanmaktadır.

Aynı şekilde, Hıristiyanların eski büyüklerinin Hz. İsa’nın öldürülmesi üzerinde ihtilâfları vardır. Bazı İncillerde o hazretin öldürülmediği yazmaktadır. Çünkü eğer bir şehirde birisi öldürülse, özellikle asılarak, halkın çoğu buna dikkat edeceğinden dolayı gizli kalması mümkün değildir. Ama İncil’i yazanlar, onu yabancıların dilinde yabancılar için yazdıkları ve bu yabancılar Beytu’l-Mukaddes’te bulunmadıklarından dolayı Hz. İsa’nın öldürülüp öldürülmediğinden habersiz oldukları için, yazarlar hiç korkmadan özgürce kendileri için neyi maslahat gördülerse yazdılar. Üç yüz yıl sonra Hz. İsa için bir toplantı düzenleyerek aradaki ihtilâfları nasıl ortadan kaldıracakları üzerine Yahudi âlimleriyle meşveret ettiler. Bütün İnciller arasından sadece dört incili seçerek onları doğru ve haddi hesabı belli olmayan diğer İncilleri de batıl kabul etme kararını aldılar. Hz. İsa’nın öldürülmediği, reddedilen İncillerde bulunmaktaydı ki bu resmiyetten düşürüldü.[1]

2. Hıristiyanlığın bugün hakikati tam olarak gösteremeyeceğine dair ikinci delil, bugünkü İncil’de birçok tahrif ve eksikliklerin olmasıdır. Daha fazla bilgi edinmek için Allâme Şe’ranî’nin yazdığı Saadet Yolu[2], Fazıl Hindî’nin yazdığı İzharu’l-Hakve şehit Haşiminejad’ın yazdığı Kur’ân ve Diğer İlâhî Kitaplar adlı kitaplarına başvurabilirsiniz.

3. Üçüncü delil, Hıristiyanlığın bazı inançlarının, akıl ve mantık kurallarıyla olan uyumsuzluğudur. Örneğin, tanrı oğulun insan şekline girdiğine, insanların günahlarını kendi üstüne alacağına ve çarmıha gerilmesinin günahların keffaresi olduğuna inanmaktadırlar. Yuhanna İncil’inde şöyle yazmaktadır:

Allah, âlemi muhabbet kudreti kıldı ve ona iman getiren kimselerin helak olmaması ve kalıcı olmaları için biricik oğlunu verdi. Çünkü Allah, oğlunu bu âleme dünyaya hâkimlik yapması için değil onun sayesinde dünya kurtulsun diye göndermiştir.” [3]

Yahudilik hakkında da aynı problemler vardır. İlk olarak üç tane Tevrat vardır.

1. Yahudiler ve Protestan âlimlerinin geçerli saydıkları İbranîce nüshası.

2. Samirîlerin (Benî İsrail’in başka bir grubu) geçerli saydıkları Samirî nüshası.

3. Protestanların dışındaki Hıristiyan âlimlerinin geçerli saydıkları Yunanî nüshası.

Samirîlerin nüshası, sadece Musa’nın (a.s) beş kitabını ve Yuşa’ ve hâkimler kitabını kapsamaktadır ve Ahd-i Atik’in diğer kitaplarını geçerli saymamaktadır. Hz. Âdem’in (a.s) yaratılması ile Nuh tufanı arasında birinci nüshada 1657 yıl, ikinci nüshada 1307 yıl ve üçüncü nüshada 1362 yıl yazmaktadır. Buna göre bu üç nüshanın hepsi doğru olamaz. Sadece birisi doğru olabilir ve hangisi olduğu da belli değildir.[4]

İkinci olarak, Tevrat’ta akılla uyuşmayan konular vardır.

Örneğin Tevrat’ta Allah, yol yürüyen, şarkı söyleyen, yalancı ve kandıran insan şeklinde tanıtılmaktadır. Çünkü Hz. Âdem’e, iyilik ve kötülük ağacından yerse öleceğini söylemiştir ama Âdem ve Havva, o ağacın meyvesini yemelerine rağmen ölmemişler, tam tersine iyilik ve kötülükle tanışmışlardır.[5]Yahut Tevrat’ta geçen Allah ile Hz. Yakup’un güreşmesi olayı vardır.[6]

b) İslâm Dininin Üstün ve Hak Olduğu Hakkında:

1. İslâm dininin canlı ve kalıcı mucizesi kitap, mantık ve ilim alanında olan Kur’ân-ı Kerim’dir ama önceki peygamberlerin mucizeleri hissedilir konulardadır. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerim, sürekli canlı ve Peygamber’in (s.a.a) yaşayıp yaşamamasına bağlı değildir. Bundan dolayı İslâm dininin mucizesi kalıcı ve ebedîdir.

Buna ilâve olarak Kur’ân-ı Kerim, meydan okumasıyla günden güne insanlara hayat ve kalıcılığını ilân etmektedir. Örneğin:

“Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin.”[7]

2. Kur’ân-ı Kerim’in tahrif olmamıştır. Yani onda hiçbir değişiklik gerçekleşmemiştir. Allah’ın Kur’ân’ı koruma sözü[8]vermesine ilâve olarak Peygamber (s.a.a) de onun korunmasına özel bir dikkat göstermekteydi. Vahiy kâtibi olarak meşhur olan bir gruba, âyet ve sûreleri yazma emri vermiştir. Yarenlerini ve sahabelerini sürekli Kur’ân ezberlemeye teşvik etmiştir ve bu yüzden Peygamber’in (s.a.a) zamanında büyük bir gurup Kur’ân hafızları olarak meşhur olmuşlardır. Kur’ân okumaya teşvik etmiştir. Yani sadece mütalâa etme ve anlamlarını öğrenme değil, lâfızların tam olarak özelliklerine ve tecvid kurallarına göre okunmasını istemiştir.[9]Bu çalışmalar Kur’ân-ı Kerim’in tahrif olmasını engellemiştir.

3. İslâm dininin haklılığını ispatlayan üçüncü delil ise Hz. Muhammed’in (s.a.a) son peygamber olmasıdır. İslâm dininin yazılı kaynakları,[10]Hz. Muhammed’in (s.a.a) son peygamber olduğunu ve ondan sonra başka bir peygamberin gelmeyeceğini onaylamaktadır.

Bütün toplumlarda bir müdür ve patronun en son verdiği talimat, yapılan iş için kriterdir ve bu talimatın uygulanması gerekir. Yeni bir talimatın gelmesiyle de önceki talimatlar kendiliğinden geçerliliklerini kaybederler.

Diğer dinlerin yazılı kaynaklarında peygamberlerinin son peygamber olduğu geçmemektedir. Tam tersine Hz. Muhammed’in (s.a.a) geleceği müjdesini kendi takipçilerine vermiştir.[11]Yani kendisinin geçici olduğunu bir şekilde açıklamıştır.

4. Göz önünde bulundurulması gereken dördüncü konu, İslâm dininin toplumsal olduğudur; İslâm dininin, bireysel ve sosyal psikoloji, maddî ve manevî gibi insan hayatının değişik ve çeşitli alanlarında öğretileri vardır. İslâm dininin konularının toplumsallığını ve üstünlüğünü anlamak için, İslâm dininin yazılı metinleriyle diğer dinlerin yazılı metinlerini kıyaslayarak mütalâa etmek gerekir. Böylesi bir durumda, İslâm öğretilerinin, üstünlüğü ve toplumsal olduğu, inançta, tevhitte, Allah’ın sıfatlarında, bireysel ve toplumsal ahlâkta, hukukta, iktisatta, siyasette, hükümette vb. açıklığa kavuşacaktır.

5. Beşinci nokta; günümüz dünyasında var olan dinler arasında, canlı ve geçerli tarihi olan tek din İslâm dinidir. Tarihçiler Peygamber’in (s.a.a) çocukluk çağının en ince ayrıntılarını dahi kaydetmişlerdir. Ama diğer dinlerin geçerli tarihi kaynakları yoktur. Bu yüzden bazı batılı düşünürler Hz. İsa’nın (a.s) varlığında şüphe etmektedirler. Eğer biz Müslümanların Kur’ân’ı, Hz. İsa (a.s) ve diğer peygamberlerin isimlerini zikretmemiş olsaydı, belki Hıristiyanlık, Yahudilik dinlerinin ve peygamberlerinin, dünyada şu anki gibi geçerlilikleri ve resmiyetleri olmazdı.[12]

[1]     Şe’ranî, Ebu’l-Hasan, Saadet Yolu, s. 187-188-197-221.
[2]     Aynı kaynak.
[3]     Yuhanna İncili, 3, 16-17.
[4]     Saadet Yolu, 206-207.
[5]     Tevrat, Ortaya Çıkma Yolculuğu, İkinci ve Üçüncü bölüm.
[6]     Aynı kaynak, 21:24.
[7]     Bakara, 23.
[8]     Hicr, 9.
[9]     Saadet Yolu, s. 22, 215, 24 ve 25.
[10]    Ahzab, 40. ayet; Sahih-i Buharî, c. 4, s. 250.
[11]    Saadet Yolu, s. 226-241; Yuhanna İncili, 21-41.
[12]    Eserler Külliyatı, c. 16, s. 44.

Editör: Hasan Bedel