.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Coğrafya Kader mi, Direniş mi?
“Bağımsız İslam Dünyası Üzerine…”
Ali Ekber Karagöz
Büyük İslam bilim adamı İbn Haldun’un dile getirdiği “coğrafya kaderdir” sözü, Batı Asya ya da Garplıların tabiriyle Ortadoğu örneğinde acı bir gerçeklik olarak karşımıza her Muharrem döneminde binlerce anma törenine rağmen ve her Ramazan ayında binlerce hutbeye rağmen hiç ders almadığımız için çıkmaktadır. Zengin doğal kaynaklara, stratejik geçiş noktalarına ve büyük tarihsel medeniyet mirasına sahip coğrafyalarımız, yüzyıllardır emperyal ve siyonist arzuların hedefi olmuş, işgal, sömürü ve savaşlarla yoğrulmuştur. Bu minvalde bakıldığında, çağdaş birçok düşünürlerimizin ifade ettiği gibi “coğrafya bir beladır” ifadesi, özellikle Ortadoğu’nun tarihsel ve güncel trajedisini özetler niteliktedir. Ancak bu kaderi tersine çevirme çabaları da yok sayamayız. Direnişi sadece silahla değil, ekonomi, kültür ve toplumsal kalkınma gibi alanlarda da sürdüren liderler, coğrafyanın belasını direnişe dönüştürme gayretindedirler. Bu bağlamda Seyyid Hasan Nasrallah ve Direniş hareketi önemli bir örnek teşkil etmektedir.
Ortadoğu’nun jeopolitik önemi, modern kapitalizmin yükselişiyle birlikte daha da belirginleşmiştir. Petrol ve doğalgaz rezervleriyle bölge, enerji temelli emperyal rekabetin merkez üssü haline gelmiştir. İngiltere ve ABD’nin İran İslam Cumhuriyeti üzerinde ekonomik ve politik hâkimiyet kurma çabası, ABD’nin Suudi Arabistan’la geliştirdiği petrol ittifakı, İsrail’in Filistin ve bölge üzerindeki işgal politikaları ve Körfez Savaşları, coğrafyanın ekonomik değerinden kaynaklanan siyasi baskıların tezahürleridir. Jeopolitik hesapların bölge halklarının iradesi önüne geçmesi, halklara refah değil, sömürü ve bağımlılık getirmiştir. Bu durum, coğrafyanın sadece doğal kaynaklar açısından değil, aynı zamanda küresel sermaye için stratejik bir pazar olarak görüldüğünü göstermektedir.
Bu koşullarda Seyyid Hasan Nasrallah’ın siyasi yaklaşımı, coğrafyayı bir kader olmaktan çıkarıp mücadele alanına dönüştürmeyi hedefleyen bir direniş perspektifi sunmaktadır. Nasrallah’ın mustazaflara bıraktığı direniş mirasına göre bağımsızlık sadece askeri zaferlerle değil, aynı zamanda ekonomik bağımsızlıkla mümkün olacaktır. Bu nedenle Hizbullah hareketi, sadece bir silahlı direniş örgütü değil, aynı zamanda halkın temel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik ekonomik projeler, sağlık hizmetleri, tarımsal kalkınma ve eğitim faaliyetleriyle de ön plana çıkmaktadır. Bu anlayış, Batı merkezli bankacılık ve faiz sistemine alternatif olarak faizsiz ve adalet temelli finans modellerini savunmaktadır. Tüketim kültürüne karşı yerel üretimi, uluslararası ambargolara karşı ise kendi kendine yeten bir toplumsal yapıyı öne çıkarmaktadır.
Bu perspektifin temelinde yer alan “bağımsız İslam ekonomisi” anlayışı, kapitalist-emperyalist ve hatta komünist ekonomik düzene karşı İslami ilkelerle şekillenen, dayanışmacı ve üretim temelli bir ekonomik düzen önermektedir. Bu modelde kalkınma, yalnızca ivmeli biçimde büyüme değil eşit ve elit paylaşım, yerel üretimin teşviki, faizsiz finansman ve toplumsal refah olarak tanımlanmaktadır. İran İslam Cumhuriyeti’nin uyguladığı Velayet-i Fakih modelinde görülen devlet destekli kalkınma stratejileri, Gazze’deki iktisadi direniş yapıları ve Lübnan’daki Hizbullah örneği bu ekonomik direnişin pratik yansımalarını oluşturur niteliktedir. Buradaki amaç bütünsel anlamda dışa bağımlılığı azaltmak, halkın ekonomik haklarını savunmak ve kapitalist sistemin dayattığı tüketim odaklı kültüre karşı kendi kültürel ve iktisadi değerlerini koruyarak kalkınmaktır.
Bugün Ortadoğu’nun karşı karşıya kaldığı tehditler yalnızca geçmişin izleriyle de sınırlı değildir. Çin’in İpek yolunu canlandırma girişiminden ABD’nin Arap Yarımadası üzerindeki askeri varlığına, İsrail’in doğalgaz projelerinden Körfez ülkelerinin finansal merkezlere dönüşmesine kadar birçok yeni jeopolitik hamle, bölgenin kaderini yeniden biçimlendirme iddiasındadır. Ancak bu yeni kuşatma girişimleri karşısında Şehid Nasrallah gibi liderlerin duruşu, mustazaf halklara alternatif bir yol sunmaktadır; “Coğrafyayı bir yazgı olarak değil, bir irade meydanı olarak görmek.” Direniş yalnızca silahla değil, aynı zamanda üretmekle, adil bölüşmekle ve ekonomik bağımsızlığı sağlamakla mümkündür.
Sonuç olarak, “coğrafya kader midir?” sorusu yalnızca pasif bir kabullenişi değil, aktif bir irade arayışını da içermektedir. Ortadoğu halkları için bu kader, direnişle ve toplumsal dayanışmayla aşılabilir gözükmektedir. Şehid Seyyid Hasan Nasrallah’ın, Şehid Yahya Sinvar’ın ve benzeri liderlerin gösterdiği gibi, coğrafyanın kaderi; halkların iradesi, adaleti ve ekonomik bağımsızlığıyla özgürlüğe dönüşecektir. Bu yönüyle, coğrafya kader değil, kararlılıkla inşa edilen bir geleceğin zeminini teşkil etmektedir.
- - - - - - - - - -
Kaynakça
- İbn Haldun. (2004). Mukaddime. (Çev. Süleyman Uludağ). Dergâh Yayınları.
- Karagül, İ. (2019). Jeopolitik ve Ortadoğu. Yeni Şafak Yayınları.
- Kırbaşoğlu, H. (2009). İslami Direniş ve Ekonomi Politik. Ankara İlahiyat Fakültesi Yayınları.
- Gölcük, S. (2021). “Hizbullah’ın Sosyo-Ekonomik Politikaları ve Direniş Ekonomisi”. Ortadoğu Analiz, 13(2).
- Özkan, B. (2015). Ortadoğu’da Güç Mücadelesi ve Enerji Savaşları. SETA Raporları.
- Nasrallah, H. (2016). Konuşmalar ve Direniş Stratejisi. Lübnan Direniş Yayınları.
- Şahin, A. (2022). İslam Ekonomisinin Temelleri. İSAM Yayınları.