.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Muhammed Devlethah

Toplumun ruh sağlığının korunması ve geliştirilmesi büyük ölçüde ulema kurumunun işlevselliğine ve ilim havzalarının verimliliğine bağlıdır. Ulema, özel toplumsal konumu sebebiyle ahlaki ve manevi gelişim yönünde fikri sorulara ve sorunlara cevap verebilir, toplumun kültürel düzeyinin yükselmesinde etkin rol oynayabilir. Ulema kurumu, toplumda ruhsal hijyeni geliştirme, koruma ve önleyici tedbir alanında etkin biçimde faaliyet göstermek istediğinde şu özelliklere sahip olmalıdır:

Ahlaki ve Manevi Selahiyet

Ahlaki ve manevi yetkinlik ve âlimlerin ahlaki bakımdan salih olması, dinadamının, nefsi terbiye ve kendini yetiştirme neticesinde elde edilmiş bireysel özelliklerine ve kişisel sıfatlarına işaret etmektedir. Ulema, manevi başarı ve etki için herkesten önce kendi manevi bünyesini ıslah etmeli ve güçlendirmelidir. Başkalarını eğitme ve terbiye etmeden önce manevi ve ahlaki bakımdan kendini yetiştirme meselesi, toplumu ıslah ve ona yol göstermeden evvel liyakat ve yetki kazanma zarureti hiç anlatılmamış ve bilinmeyen bir mevzu değildir. çok eskiden beri eğitim işlerinin uzmanları bu konuya eğilmişler ve hepsinden de önemlisi İslami metinler bu konuyu detaylı biçimde anlatmıştır. Emirulmüminin Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Kendisini halkın önüne geçiren kimse, başkasını eğitmeden önce kendisine edep vermeye odaklanmalıdır.”

Söz ve Davranış Bütünlüğü

Ulemanın söz ve davranışı arasındaki uyum ve ahenk ne kadar çok olursa o oranda insanların güvenini kazanacak ve onların ruh sağlığı üzerinde olumlu etki bırakacaktır. Ahlak ve maneviyatın ruh sağlığını güçlendireceğini söylemek asla kişinin inançlı olduğu anlamına gelmez. İnanç, kişinin amel ve davranışlarında net biçimde görülmelidir. Eylem, düşünce ve sözün bedenlenmiş halidir ve ruhsal hijyen üzerinde sözden daha fazla rolü vardır. Güzel söz eğer düzgün davranışla birlikte olmazsa kimi zaman ruhsal hijyeni olumsuz yönde bile etkileyebilir. Bu sebeple dini metinlerde amelsiz âlim, ifsad eden ve haydut olarak tanıtılmıştır.

Zühd ve Sade Hayat

Sade hayat ve dünyanın fani şeylerine gönül bağlamamak ruhun büyüklüğünün ve ruh sağlığının alametidir. Dosdoğru âlimlerin yaşamı daima zühd içindedir, lükse ve dünyaya eğilimden uzaktır. Sade hayatın felsefesi birinci aşamada onun manevi ve ruhsal sonuçlarından yararlanmaktır. İnsan kendisini lüks hayatın bağlarından kurtarmadıkça gerçek anlamda ruh sağlığını elde etmesi imkânsızdır.

Ulema kesimi tarih boyunca sade hayatı bir kültür olarak kabul etmiştir. Onlar, lüksten ve maddiyata eğilimden uzak sade hayatları sayesinde toplumun ruh sağlığı üzerinde olumlu etkide bulunabilmektedirler. çünkü halk ulemayı sade hayat ve zühd kemali içinde gördüğünde ona uymaktadır. Toplumdaki gerilim ve huzursuzlukların çoğu fakirlik, mahrumiyet, eşit şart ve imkânlardan yoksunluktan kaynaklanmaktadır. Ekonomik açıdan aşağı seviyede bulunan kimseler şiddetli acı ve rahatsızlık hissederler. Bu durumda ulema onların derdini hafifletmek ve hayattan memnuniyet duygusunu güçlendirmek için onlar gibi yaşamalıdır. Tabii ki bu, toplumda ekonomik adaleti tesis etmek için çözüm yolları gösterme gibi çeşitli yollarla çaba sarfetmenin yanısıra olmalıdır.

Günümüzde ulema kurumunu tehdit eden meseleler arasında sade yaşamı terketmek, lükse eğilim, zühd ve kanaat ruhunu bir kenara bırakmak vardır. Hiç kuşku yok, ulema arasında lükse düşkünlük toplumun ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyecektir. Bu nedenle İmam Humeyni (rahimehullah), lükse meyletmeyi ilim havzaları için büyük bir tehlike görmüştür.

Halkçı Olmak

Ulema daima halkla içiçedir ve halk olmaksızın misyonunu güzelce yerine getiremez. Din âlimlerinin varlık felsefesi, şeriatın maarif ve ahkâmını öğrenmek, daha sonra da halka doğru yolu göstermek ve uyarmak, toplumun gerçeklerini kavramak ve ona dokunmak, diğer kurumların yanısıra muhtaçların yardımına koşmaktır.

Dini kaynaklarda, ruhsal hijyenin bahisleriyle yüzdeyüz örtüşen cazibe, yakınlık, güzel iletişim, eşitlik, içli dışlı olma, ilişki kurma gibi bazı ifadelerle karşılaşıyoruz. Ulemanın ruh sağlığındaki rolü halkın arasında bulunmadıkça dışa yansımayacaktır.

İslam Peygamberi (s.a.a) hep halkla birlikteydi. Onların evlerine gider, mutlu ve üzüntülü günlerinde yanlarında olur, sorunlarında düğümü çözerdi. Ali (a.s) yöneticiliği zamanında bile halktan uzaklaşmadı. Eğer bir din âlimi halkın arasında olursa onları tanır, sorunlarını ve ihtiyaçlarını anlar, halk da ona gönülden bağlanır ve işbirliği yaparak onların müşkülatını giderebilir.

Dinadamlarının bugünkünden daha fazla halkla haşır neşir olduğu ve çok az bölgenin âlimsiz bulunduğu geçmişte, aile içi gerilimler ve toplumsal sapmaların çoğu onların tedbiri sayesinde halledilebiliyor ve mahkemeye başvurmaya ihtiyaç duyulmuyordu. Günümüzde de ulemanın halk arasında daha fazla bulunduğu mesela Muharrem ayının ilk on günü ve mübarek Ramazan ayında ahlaki anormallikler azalmaktadır. O kadar ki, bu günlerde mahkemelere müracaat edenlerin sayısında belirgin bir düşüş vardır. Bu da göstermektedir ki, ulemanın halkla duygusal ilişkileri ve onların sorun ve ihtiyaçlarını takip etmeleri duygusal ve insani ilişkilerin iyileşmesini, toplumun ruh sağlığını olumlu etkilemesini sağlamaktadır.

Dini Açıdan Ruhsal Hijyenin İlkelerinin Anlatılması

Ulemanın bu alanda oynadığı roller arasında dini açıdan ruhsal hijyenin ilkelerini anlatmak da vardır. Ruh sağlığına ilişkin meselelerin ahlaki ve dini ilkeler ve kriterler çerçevesinde gündeme getirilmesi ve dinin ruh sağlığındaki işlevlerinin çeşitli kesimlere açıklanması büyük önem taşımaktadır. Bu bakımdan Cuma namazı hutbesinde insanların iyiliğe çağrılması, birey ve toplumun sağlığını tehlikeyle karşı karşıya getiren herşeyden ve kötülüklerden menedilmesi istenmiştir.

Editör: Hasan Bedel