Herkesçe bilindiği üzere cahiliye dönemi dünyasının en kötü töresi, kız çocuklarının yüz karası sıfatı ile diri diri mezara gömülmesiydi. Sadece kuvvet ve zorbalığın egemen olduğu medeniyet ve kültürden uzak bir toplumda kızlar, erkek çocukları gibi savaşarak kabilelerini savunamayacaklarından ve daha da kötüsü, kabile savaşları sırasında düşmana esir düşüp onların çocuklarını dünyaya getirerek kabilenin yüz karası olmaları ihtimali bulunduğundan dolayı bu yola başvuruluyordu. Kimide yoksulluk derdi ve geçim korkusuyla böyle bir cehalete başvurup kız çocuklarını diri diri gömüyorlardı.
Kız çocuğu, bu toplumda uğursuzlukla özdeşleştirilmişti. Kur’an-ı Kerim bu yanlış anlayışı şöyle açıklamaktadır:
“Onlardan birine, kız çocuğu olduğu müjdelendiğinde, öfkesinden yüzü simsiyah kesilir. Aldığı bu haber üzerine toplumdan gizlenir. Aşağılanmayı göze alıp onu yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün, karar veremez. Dikkat edin, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür!”[1]
Kadının bu mahrumiyet ve mahkûmiyetini o günün Arap dünyasının edebiyat ve benzeri eserlerinde sıkça görmek mümkündür. Nitekim Araplar arasındaki geleneklere göre, kız çocuğunun babasına şöyle derlerdi: Örneğin bir Arap atasözü şöyle der:
“Tanrı onun yüz karasından seni korusun! Mezar, onun için en iyi zifaf odası olur inşallah.” Benzer şekilde, bir Arap şairi kız çocuğu olan babanın kaderini şu şekilde tasvir eder: “Bir baba için üç damat olabilir: Gölge veren bir ev, onu koruyacak bir koca ya da onu bağrına alacak bir mezar. En iyisi mezardır.” Ebu Hamza adlı birinin eşi kız çocuğu doğurunca adam eşine küsmüş, komşuya gitmişti ve evine dönmüyordu. Kadıncağız henüz dünyaya gelen kız bebeğine şöyle ninni söylüyordu: Neler oluyor şu Ebu Hamza'ya? Neden bize geleceğine komşunun evine gidiyor? Oğlan doğurmadım diye kızıyor bana. Evet, ama vallahi bizim elimizde değil ki bu! Biz (kadınlar) bize verileni teslim alıyoruz sadece! Bu cümleler, yalnızca bir annenin feryadı değil; aynı zamanda cahiliye toplumuna yöneltilmiş bir hukuki iddianame niteliği taşımaktadır. Bu dertli ananın yukarıdaki sözleri aslında o topluma hâkim olan bozuk düzene karşı itiraz ve o cahil halkın nazarında kadının nasıl bir trajedi yaşadığının bariz bir göstergesidir. Bu batıl t örenin temelini atıp onu ilk uygulayan, ʺTemimoğullarıʺ kabilesidir. Bu kabile, Numan İbn Münzir'e vergi ödemeyi reddedince aralarında savaş oldu ve bu savaşta Temimoğulları'nın kızları ve kadınları esir düştüler. Temimoğulları'nın temsilcileri kadın esirleri geri istemek için Numan’ın sarayına gittiklerinde Numan, Hıyre'de kalmaları veya kendi kabilelerine dönmeleri konusunda karar hakkını bu kadınlara bıraktı. Temimoğulları kabilesinin reisi ʺKays İbn Âsımʺın kızı da esir düşen kadınlar arasındaydı ve o sırada saray erkânından biriyle evlenmişti, bu nedenle sarayda kalmayı tercih etti ve kabilesine dönmeyi reddetti. Buna çok içerleyen Kays, o günden sonra doğacak bütün kız çocuklarını öldüreceğine ahdetti ve bu ahdini de gerçekleştirdi. Bu korkunç töre giderek diğer kabileler arasında da yayılmaya başlamıştır. Bu cinayeti işleyen kabilelerin Kays, Esed, Huzeyl ve Bekir İbn Vail kabileleri olduğu söylenmektedir. Bu töreyi reddeden ve uygulamayan akıllı insanlar ve kabileler de vardı, bu büyük insanların en başında Hz. Resulullah'ın (saa) dedesi Hz.Abdulmuttalib (as) olmuştur; o, söz konusu töreyi daima eleştirmiş ve bu çirkin uygulamaya hep karşı çıkmıştır. Ayrıca Zeyd b. Amr b. Nufeyl ve Sasaa b. Naciye gibi adamlar, fakirlik korkusuyla diri diri toprağa verilmekte olan kız çocuklarını babalarından alarak bakımını bizzat üstleniyordu, kimi zaman da bu çocukları kurtarmak için karşılığında babalarına deve veriyorlardı. Bu törenin toplumda ne kadar yaygın olduğuna dair elimizde bazı somut belgeler bulunmaktadır:
· Sasaa b. Naciye, Hz. Muhammed’e (saa), cahiliye döneminde 280 kız çocuğunu diri diri gömülmekten kurtardığını söylemiştir.
· Kays b. Âsım’ın, yemini üzerine 12 veya 13 kızını öldürdüğü nakledilir (Taberi).
· Hz. Peygamber, birinci Akabe Biatı’nda (bi'setin 12. yılı), kız çocuklarının artık toprağa gömülmemesi şartını koymuştur.
· Mekke’nin fethinden sonra, kadınlardan alınan biatte, çocukları öldürmeyeceklerine dair yemin alınmıştır. (Tevbe, 9/5).
Kur’an-ı Kerim, bu cahiliye vahşetini pek çok ayetle kınamaktadır. Örneğin:
“Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin; sizin de onların da rızkını biz veririz.”[2]
“Diri diri toprağa gömülen kıza, hangi suçtan dolayı öldürüldüğü sorulduğunda...”[3]
“Müşriklerin ortakları, onlara çocuklarını öldürmeyi güzel gösterdi, böylece onları helake sürüklediler.”[4]
“Şüphesiz çocuklarını cehaletle öldürenler ziyana uğradılar.”[5]
Nihai olarak, İslam öncesi Arap toplumunda kadının yaşadığı trajedi, bireysel vakaların ötesinde sistematik bir toplumsal şiddet biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum, İslam’ın gelişiyle büyük bir dönüşüme uğramış ve kadın insan onuruna yaraşır bir statüye kavuşmuştur. Bu da İslam'ın sosyal adalet ve merhamet eksenindeki evrensel mesajının en çarpıcı örneklerinden biri olma özelliğini taşımaktadır.
Hamd, Allah’a mahsustur.
-- -- -- -- -- --
Kaynakça
- Hamidullah, M. (1991). İslam Peygamberi (Salih Tuğ, Çev.). İstanbul: Beyan Yayınları.
- İbn Hişam. (1995). Siretü’n-Nebi (M. Asım Köksal, Çev.). İstanbul: Çağrı Yayınları.
- İz, M. (1994). İslam Medeniyeti Tarihi. İstanbul: Kitabevi Yayınları.
- Taberi, M. b. Cerîr. (2001). Tarihü’r-Rusul ve’l-Müluk (M. Said Mutlu, Çev.). İstanbul: Hicret Yayınları.
- Kur’an-ı Kerim (Diyanet İşleri Başkanlığı Meali)
- - - - - - - - - - - - - -