İnsanın biyolojik ve ruhsal ihtiyaçlara ilaveten, manevi ihtiyaçlar[1] denilen başka ihtiyaçları da vardır. Jung manevi ihtiyaçları insan sağlığının boyutlarından biri olarak dikkate almış ve şöyle demiştir: “Geçen 30 yıl boyunca dünyanın çeşitli milliyetlerinden birçok kişi benimle istişare etti. Ömrümün ikinci yarısında yaşayan hastalar, yani 35 yaştan sonrakiler arasında bir tek hasta bile görmedim ki aslında sorunu hayatında bir dini eğilime ihtiyaç olmasın. İnancıma göre onlar, manevi ihtiyaçlarını karşılamadıkları için ruh hastalıklarına yakalanmışlardı. Sadece dine döndükleri ve manevi ihtiyaçlarını tatmin ettiklerinde bütünüyle şifa bulabildiler.[2] Geçen on yıllar boyunca teorisyenler muhtelif alanlarda insanın manevi ihtiyaçlarından oluşan uzun bir listenin varlığını apaçık görüyordu. Bu ihtiyaçlardan bir kısmı birçok araştırmacının ilgisini çekmişti.[3]
Varlık İhtiyaçları; Allah'la Bağ ve Aidiyet
Felsefi ilkelere göre 'varlık' kabul edilebilecek herşeyin ya varlığı zorunludur ve kendiliğinden mevcuttur, kavramsal olarak ifade edersek 'vacibu’l-vücud'tur, ya da varlığı başka bir varlığa bağlıdır ve varlığını ona borçludur, bu da 'mümkünü’l-vücud' olarak kavramsallaştırılmıştır. 'Mümkünü’l-vücud'un anlamına dikkat edildiğinde bu kavramın karşılığı olan herşeyin sebebe muhtaç sonuç olduğu açıklığa kavuşacaktır. İlahi dünya görüşünde “vacibu’l-vücud”un yegane karşılığı Allah'tır. Kur'an-ı Kerim, Allah'ı 'kayyum', 'gani', 'samed' gibi sıfatlarla zikretmekte ve insana hitap ederek şöyle buyurmaktadır:
"Ey insanlar, sizler Allah'a muhtaçsınız. İhtiyacı olmayan, her türlü hamd ve övgüye layık olan ise Allah'tır."[4]
Varlık ihtiyaçları, insanın Allah'la varoluşsal bağ ve aidiyetini gösteren ihtiyaçlardır. Varlık ihtiyaçlarının dakik anlamı, insanın zatına ait bağımsızlığı bulunmadığıdır. Zatı, Allah'ın ona bahşettikleri dışında hiçbir mükemmellik taşımaz ve bütün hallerinde ona muhtaçtır. Bu açıdan bakıldığında dünyaya ve insana varlık bağışlayan ve varoluş kazandıran Allah'tır. Dünya ve insan onun sayesinde gerçeklik sahibidir, onsuz ise hiçbir şeydir ve bomboştur. Eğer bu ihtiyacın bütün varlıklarda bulunduğu ve insana mahsus olmadığı söylenirse deriz ki, doğrudur, bu ihtiyaç umumidir, ama yeryüzünün mahlûkatı onu idrak edemez. Allah'a muhtaç olma ve ona bağlılığı idrak edebilen sadece insandır. İnsanın akıl ve düşünce kuvveti, varlığın bu göreceli ve muhtaç şeylerle sınırlı ve münhasır olamayacağına, bilakis bu muhtaç varlığın ötesinde her şeyin varlığının bağlı olduğu sınırsız, ebedi, mutlak ve ihtiyaçsız bir hakikat bulunduğuna hükmeder. Bu bakımdan insanın manevi ihtiyaçlarının ilk seviyesi Allah'ın varlık âleminde hazır bulunduğunu idrak etmek, dünya ve insanın bir yaratıcı tarafından yaratıldığına inanmaktır. Bu ihtiyacın bazı düzeyleri müşriklerde bile görülmektedir. Allah onlar hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Bu putperestlere gökleri ve yeri kimin yarattığını sorsan, 'Allah' diyeceklerdir."[5]
Dolayısıyla varlık ihtiyaçları, temel ihtiyaçlar olarak tüm bireylerde görülmektedir.
İnsanın bu ihtiyaçlara dikkatini daha fazla çekmek için bazı ayetlerde insana şaşırarak şöyle sorulmuştur:
"Yoksa hiçbir şeyden yaratılmış değiller mi ya da bizzat kendileri mi yaratıcı?"[6]
Masum imamlar (a.s) daima varlık ihtiyaçları aracılığıyla insanlarla sohbet ettiler ve bireylerin dikkatini bu ihtiyaçlara çekerek onlarda din duygusunu uyandırmaya ve güçlendirmeye çalıştılar. İmam Sadık (a.s), Allah'a inancı olmayan ve kendisini Allah'a muhtaç görmeyen kişinin sorusunu cevaplarken şöyle buyurmuştur:
"Bir gün dünyada yoktun ama öteki gün ortaya çıkıverdin. Biliyorsun ki kendin kendi nefsini meydana getirmiş değilsin ve senin gibi bir varlık da seni ortaya çıkarmış değil."[7]
Hz. Musa da (a.s) Firavun'un sarayında önce yaratılışa ihtiyacı ortaya koydu ve dedi ki:
"Rabbimiz, bütün mevcudata varlık nimeti bahşetmiş olandır."[8]
Dualarda da muhtelif ifadelerle varlık ihtiyaçlarının manalarına işaret edilmiştir.[9]
Allah; İnsanın ihtiyaçlarının karşılayıcısı: İnsana varlık nimetini lütfeden Allah'ın mükemmel hikmeti, onlar için hayatı idame ettirecek şartları da hazırlamayı gerektirmektedir. İlahi dünya görüşünde insanın biyolojik ihtiyaçları da Allah'la bağ sayesinde anlam kazanır. "O, gecenin karanlığını sizin için libas yapan ve uykuyu huzur ve istikrarın mayası kılan, günün aydınlığını çalışma ve faaliyet için kararlaştıran Allah’tır."[10]
Kur'an'ın diğer ayetlerinde de Allah'ın sizler için hayatı korumanın ve huzurun vesilesi[11] yiyecek[12] ve giyeceklerden[13] bolca nimetler[14] ve ruhun sükûneti için yanlarında huzur bulacağınız eşler[15] var ettiği ayrıntılı biçimde ifade edilmiştir.
Bu nedenle insan, varlığın esasında Allah'a muhtaç olduğu gibi onun idamesi ve bekası için de ilahi feyze ihtiyaç duymaktadır. İnsan, varlığının her anını Allah'tan alır, mutluluk ve tazeliğini korumak için de ilahi nimetlere muhtaçtır. İnsanın Allah'la bağı bir anlığına kesilse veya ilahi nimetlerden mahrum kalsa insan ölür. Hz. İbrahim (a.s) putları reddedeceği zaman önce yaratılış ve varlık esasında Allah'a olan ihtiyacını beyan etmekte, daha sonra diğer nimetleri saymaktadır: "Hepsi düşmanlarımdır, âlemlerin Rabbi hariç; beni yaratan, hidayet eden, yiyeceğimi veren, beni doyuran, hastalandığımda şifa bahşeden, beni öldürecek ve diriltecek olan."[16]
Dolayısıyla varlık ihtiyaçları manevi ihtiyaçların ilk aşamasını oluşturur ve insan bu ihtiyacı kendinde hissetmediği zaman manevi ihtiyaçların sonraki basamaklarına doğru yol alamaz.
Emniyet İhtiyaçları; Tevekkül, Sığınma, Hidayet
Manevi ihtiyaçların bu düzeyi bireyin emniyete, bir dayanağa ve beşer üstü hamiye olan ihtiyacını yansıtmaktadır. İnsan cismani ve ruhani olmak üzere iki boyuttan oluşur. Varlığının bu iki boyutunu korumak için iki savunma sistemine ihtiyacı vardır. Biri cismani boyut için, diğeri de ruhani ve manevi boyut için. Emniyet, kişinin özüne ait veya sonradan kazanılmış olabilir. Zatıyla ilgili emniyet kişinin birlikte dünyaya geldiği süreçleri veya öğeleri içerir. Bu tür bir emniyet, manevi boyutta insanın pak fıtratıyla idrak edilebilir. Oldukça basit bir emniyet türüdür. Ama aynı zamanda, manevi hastalığa yol açan ve tehdit edici etkenlere karşı koymak için bir zemin kabul edilir. Güvenliğin, sonradan kazanılan diğer türü de vardır:
a) Manevi Destek: İnsan daima başkaları tarafından desteklenmeye muhtaçtır. Bu nedenle baba, anne, akrabalar ve toplumsal gruplara ilgi duyar. Birçok konuda bireylerin sorunları başkalarının destek ve işbirliğiyle halledilir. Fakat insanın kendisini bir dayanağa ve insan üstü hamiye muhtaç hissettiği durumlar da vardır. Hepimiz hayatımızda bu tecrübeyi az çok yaşamışızdır.
Einstein, manevi desteğe ihtiyacı gündeme getiren kişilerdendir. Şöyle der: "Hepimiz ayan beyan görüyoruz ki baba, anne, akrabalar ve hatta liderler ve iktidar sahipleri ölmektedir. Öte yandan hayatımızda tek başına yüzleşmeye güç yetiremeyeceğimiz mesela işini, sağlığını, makam ve servetini kaybetme gibi eksiklikler ve yoksunluklarla karşı karşıyayız. Bazen toplumsal kurumlar bile bu konularda yardımcı olamayabilir. İnsan bu tür durumlarda, sorunları aşabilmesinde ona yardımcı olacak ve onu hep destekleyecek manevi ve insan üstü bir güce ihtiyaç hissetmektedir."[17]
Russell şöyle der: "Tanrının varlığı konusundaki en güçlü delil, insanın güvenlik ihtiyacıdır." Onun inancına göre insanı koruyan birinin varolduğuna ilişkin ortak duygu bütün bireylerde mevcuttur.[18] Şimdiye kadar insanın güvenlik ve refahını tam olarak sağlamış hiçbir devlet ve hükümet dünyada görülmüş değildir. Tam güvenlik sadece din sayesinde ve Allah'a tevekkül yoluyla mümkündür. Kendimizi ona emanet ettiğimizde ve bütün işlerimizde ona güvenip dayandığımızda, mal ve zenginliğimizin tamamını kaybetsek ve hayatta büyük başarısızlıklarla karşılaşsak bile göstereceğimiz çabayla ve Allah'ın yardımıyla onları geri alabileceğimize umudumuz vardır. Çünkü Allah'a tevekkül gösteren kişiye Allah yeterlidir ve bu sayede güçlük ve sorunların üstesinden gelecektir.[19] Allah'a tevekkül kalbe umut tohumunu eker, büyüme ve çiçeklenme ortamını, acı ve depresyondan kurtulma zeminini hazırlar. Freud dahi insanın Tanrı tarafından desteklenme ve güvenlik ihtiyacını kabul etmiştir. Dinin psikolojik köklerini açıklarken şöyle der:
"Dinin kökleri, insanın emniyete ve doğa üstü güçler tarafından desteklenmeye olan ihtiyacındadır."[20]
Kimilerinin ifadesine göre, belki de Freud'un muhtelif teorileri arasında dinin menşei hakkındaki bu teorisi en beğenilenidir. Şöyle der: "İnsanı sürekli baskı altında tutan ve içinin kaygıyla kaplanmasına yol açan güçlerden biri de asi ve kontrol edilemez doğa, gürleyen ve insanın hayati çabalarını yok eden gökyüzü, her şeyi birbirine katan ürkütücü fırtına, sel, yanardağ, deprem, insanın gururunu kıran, onu aciz bırakan ve güçsüzlüğünü ortaya çıkaran tedavisiz hastalık türleridir. Bu değişik ve ürkütücü baskıların sonucu sürekli kaygı ve anksiyetedir." Freud, insanın sığınaksızlığının derinliğini resmettikten sonra ekler: "İnsanların eliyle tanrılar icat edilmesinin asıl sebebi, hayattaki korkuları gidermeye ve güvenlik sağlamaya duyulan ihtiyaçtır."
Freud'un bu analizi, dinin ve Tanrıya inancın tüm psikolojik boyutlarını ve köklerini kuşatamasa da insanın emniyet ihtiyacıyla ilgili olan kısmını içermektedir. Freud’un hatası, dini yalnızca tabiatın kasırgaları karşısında vehme dayalı koruyucu olmakla sınırlamasıdır. Pek çok düşünür Freud'un bu dar görüşlülüğüne ve yanlış yorumuna katlanamamaktadır. Yinger bu konuda şöyle der: "İnsanın dinle bağlantılı manevi ihtiyaçlarıyla ilgili Freud'un anlayışı bu denli dar görüşlü olmasaydı dini yalnızca bireysel takdirin kasırgaları karşısında vehme dayalı koruyucu bir bina çabası olarak yorumlamaya daha az eğilim gösterir, tam tersine onu yazgıyla savaşmak için kullanılan bir kılıç görürdü."[21]
Dinin insan hayatını güvenli yapmada takdire şayan yardımları vardır ve Allah'a tevekkül kavramının yerleşmesiyle insanın aşağılık ve güçsüzlük duygusu büyük ölçüde azalacaktır. İnsan Allah'a inandığında ve Allah'ın onun tüm ihtiyaçlarına cevap verdiğini ve her şartta onu himaye edip desteklediğini kabul ettiğinde güvenlik duygusu daha fazla olacaktır. Bu yüzden, Allah'ın sıfatlarından sayılmış olan mümin[22], kulları için 'emniyet menbaı', “güvenlik bahşeden' anlamına gelir.
Allah'a sığınarak emniyet arama ihtiyacı fıtri olarak bütün insanlarda mevcuttur. Fakat çoğu zaman pek dikkat çekmez. İnsanın maddi dünyaya dikkat ve bağlılığı çetin sorunlar ve olaylarda gayri ihtiyari olarak kesildiğinde kalbinin derinliklerinde bu ihtiyacı hisseder. Kişinin heryerden ve herkesten umudunu kestiği koşullarda ona yardım eden birinin bulunduğunu hisseder.[23]
Bazı ayetlerde "Onlar (kâfirler) gemiye bindiklerinde yegane olan Allah'ı çağırırlar."[24] Bu, manevi güvenlik arayışına olan ihtiyacın bütün bireylerde mevcut bulunduğunu göstermektedir ve insan yalnızlık, güçsüzlük ve sıkışıklık anlarında yöneleceği, işinin çaresini ve sorunlarının çözümünü isteyeceği bir dayanak noktası arayışındadır sürekli. Allah, insanlarda manevi emniyet arayışına olan ihtiyacı uyandırmak ve Allah'a ihtiyacı anlamalarını sağlamak için insanları zor ve takati aşan şartlara maruz bırakır. Allah Kur'an'da şöyle buyurmaktadır:
"Allah'a yönelmeleri, huşu, tevazu ve yakarışlarına zemin hazırlamak için önce zorluklara ve belalara müptela etmedikçe hiçbir topluma peygamber göndermedik."[25]
O halde musibetler ve müşkülatların var olmasında Allah’ın hikmetlerinden biri, insanın yakarış halinde, boynu bükük ve Allah'a ihtiyaç duygusu içinde olmasıdır.
b) Sığınma: İnsanın tertemiz ve ilahi fıtratı; güdüler, nefsin hevesi ve şeytani vesveseler karşısında tam anlamıyla savunmasızdır. Eğer insanın nefsi ilahi terbiyeden geçmezse ondan artık tuğyan, ihanet ve kötülükten başka bir şey sadır olmaz. İnsan şeytanın şerrinden ve nefsin hevasından korunmuş kalabilmek için Allah'a sığınmaya muhtaçtır.
"Allah'ım, şeytanların vesveselerinden ve varlığıma nüfuz eden şeyden sana sığınıyorum."[26]
Kendi haline bırakılmış insan savunmasızdır ve rahatlıkla şeytanın tuzağına düşer.
"Rabbim merhamet etmedikçe insanın nefsi daima kötülüğü emreder."[27]
Allah başka bir yerde şöyle buyurmaktadır:
"Eğer Allah'ın lütfu ve merhameti olmasaydı çok az kişi hariç hepiniz şeytanı izlerdiniz."[28]
Sığınma ihtiyacı, ayet ve rivayetlerde çokça vurgulanmıştır.[29]
c) Korku ve Umut: İlahi azaptan korkmak da güvenlik ihtiyacıyla ilişkilidir. Cennet ve cehennemin işin içinde olduğunu biliyoruz. Bu nedenle Allah'ın azabından korku varlığımızın her yanını kuşatır. Biz, Rabbimizin kahrından, acısı ve zorluğu insanların çehresini darmadağın edecek ve üzüntüye boğacak günden korkarız.[30] Kureyş suresi dördüncü ayette insanın biyolojik ihtiyaçları ve güvenlik arayışı ihtiyacı Allah'la ilişkilendirilerek şöyle beyan edilmiştir:
"O (Allah), onları açlıktan kurtardı, korku ve güvensizlikten emniyete kavuşturdu."[31]
d) Hidayet: İnsanın manevi ihtiyaçlarından biri de yol gösterilmeye olan ihtiyacıdır. Çünkü bu dünyada, özdeki güvenliğin ve deruni peygamberin mücadele etmeye güç yetiremeyeceği, harici etkenlerle karşılaşmanın önünü almayı sağlayacak ilahi peygamberlerin öğretilerinden edinilmiş irşatlara ihtiyaç duyuran çok fazla harici etken ve perdeler vardır. İnsanın bu ihtiyacını göz önünde bulundurarak Allah insanlığa nimet lütfetmiş ve insanları sapkınlıktan nura yönlendirecek peygamberler göndermiştir.
"Allah, ayetlerini onlara okumak, onları arındırmak, onlara kitap ve hikmeti öğretmek üzere aralarına kendilerinden bir peygamber göndererek müminlere nimet vermiştir. Tabii ki bundan önce açık bir sapıklık içindeydiler."[32]
Hidayete ihtiyaç, manevi emniyet arayışı ihtiyaçlarından biri olarak varlık ihtiyaçlarının ardından sözkonusu edilmiştir. Hz. İbrahim (a.s) şöyle der:
"O ki beni yarattı ve bana hidayet etti."[33]
Başka bir yerde de şöyle geçmektedir:
"Allah katından size bir nur ve aydınlatıcı kitap geldi. Allah, rızasını izleyenleri onun ışığında emniyet ve afiyet yollarına yönlendirir."[34]
Vahiy hidayeti insanlara ulaştıktan sonra insanlar onun karşısında iki gruba ayrılırlar: Bir grup ilahi hidayeti kabul eder, kendisini azap ve sapkınlıktan korur. Diğer grup ise bu hidayeti görmemiş ve işitmemiş olanlardır.[35] Bu da göstermektedir ki, güvenlik arayışı, insanın manevi ihtiyaçlar hiyerarşisinde özel bir öneme haizdir. Bazı yerlerde güvenliğe ihtiyaç bireyi ibadete sevk eder. Bir rivayette İmam Sadık (a.s) ibadet edenleri üç gruba ayırmaktadır. Bunlardan bir grup hakkında şöyle buyurur:
"İnsanlardan bir grup, Allah'a cehennem azabı korkusuyla ibadet edenlerdir. Bu, kölelerin ibadetidir."[36]
Varlık ihtiyaçlarının ardından hasıl olan manevi güvenliğe ihtiyaç hayatın bütün aşamalarında baki kalır. Önemli olan şudur ki, insan bu ihtiyaçla yetinmeyerek kendisinde diğer manevi ihtiyaçları da geliştirmektedir. Allah'la ilişkileri yalnızca güvenlik arayışı nedeniyle olan ve Allah'a sadece cehennem azabı korkusuyla ibadet edenler, güvenlik ihtiyaçları aşamasında çakılıp kalır ve manevi ihtiyaçların daha üst basamaklarına yükselemezler.
Allah'a Dostluk İhtiyaçları; İbadet, Ehl-i Beyt'e Dostluk ve Diğerleri
Manevi güvenlik arayışı ihtiyaçları belli ölçüde karşılandığı sırada Allah'a dostluk ihtiyacı ortaya çıkar. Bu ihtiyaç bireyi Allah'la muhabbete dayalı ilişkiler kurmaya sevk eder. Allah'a dostluk ihtiyacı, Allah'tan muhabbet alma ve ona muhabbet ifade etmeyi kapsar. Allah'a dostluk ihtiyacı Kur'an'daki birçok ayette 'muhabbet' ve 'vedd' kelimeleriyle beyan edilmiştir. Allah müminleri vasfederken şöyle buyurmaktadır:
"İman edenler Allah'ı çok severler."[37]
Allah'a dostluk, Allah hakkında olumlu bir tasavvur ve tanımayla birlikte ortaya çıkar. Allah'a iman eden ve onu kendileri için emniyetin menbaı ve güvenlik bahşedici görenler onunla sağlıklı duygusal bir ilişki kurmuş ve kalplerinde Allah'a aşkın en derin basamakları oluşmuştur. Rivayetlerde 'hubb' makamının korku makamından daha üstün ve Allah'a dostluk ihtiyacının da Allah’tan korku ve güvenlik ihtiyacından daha üst merhalede yeraldığı açıkça belirtilmiştir.[38] Gerçekte Allah'a dostluk ihtiyacı, bireyin güvenlik ihtiyacının belli ölçüde tatmin edildiği ve onda korkudan eser kalmadığı sırada ortaya çıkar.
"Dikkat edin, Allah'ın dostlarına korku yoktur ve onlar üzülmezler de."[39]
Rivayetlerde Allah'a muhabbet, hakikat ve dinin cevheri olarak zikredilmiştir.[40] Arifler insanın en köklü manevi ihtiyacının aşka ihtiyaç (kasdedilen Allah'ın zâtına aşktır) olduğunu düşünmektedir.[41]
Allah'a dostluk, bütün dostlukların ekseni: Psikologlar bağlanma, aşk ve sevgiyi insanlarla ilgili olarak ele almışlardır. Oysa din açısından bütün dostlukların ekseni Allah'la dostluktur. Bu açıdan bakıldığında insan başkalarıyla dostluktan daha fazla Allah’la dostluğa muhtaçtır. Allah Rasülü (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:
"Bütün bir kalbinizle (kalbinizin tüm samimiyetiyle) Allah'ı sevin."[42]
Bu, hiç kimsenin dostluğunun Allah’la dostluk seviyesinde olmadığını göstermektedir. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurur:
"Allah ona kendisi, babası, annesi, çocukları, ailesi ve insanlardan her kim olursa ondan daha sevgili olmadıkça kişinin Allah'a imanı halis olmaz."[43]
Dualarda da şöyle geçmektedir:
“İlahi! Sevgini benim için sevgilerin en büyüğü kıl.”[44]
Allah'ı seven kişileri Allah da sever.[45] Kutsi hadiste insan ve Allah'ın arasındaki iki düzeyli olan aşk ve muhabbet şöyle açıklanmıştır:
"Beni seven kişiyi ben de severim. Benimle hemhal olan kimseyle ben de hemhal olurum. Benim zikrimle meşgul olan kimseyle ben de meşgul olurum."[46]
Allah’ın dostluğunu beraberinde getiren şey: Allah'ın muhabbetine muhatap olmak, Allah'a sevgi besleme ve Allah için sevmeye bağlıdır. Hadiste şöyle geçmektedir:
"Benim hatırım için birbirini seven ve birbirine müşfik davrananlar sevgime hak kazanırlar. Benim hatırım için birbirlerine bağlanan, ilişki kuran ve bana tevekkül edenler muhabbetime hak kazanır. Benim dostluğumun ucu bucağı ve sonu yoktur."[47]
Allah'ın sevdiği kimseler ile Allah'ın muhabbetin mahrum olan kimselerin özelliği Kur'an ayetlerinde beyan edilmiştir.[48]
Bütün bu ayet ve rivayetlerden, başkalarıyla dostluğun Allah'a dostluktan doğması ve o doğrultuda yürümesi gerektiği sonucu çıkmaktadır. Dolayısıyla insan başkalarıyla ilişkisini Allah'la ilişki temelinde düzenlemelidir. Ayet ve rivayetlerde Peygamber'e (s.a.a) ve Ehl-i Beyt'e (a.s) dostluk, Allah'a dostluktan sonraki basamak ve gerçekte Allah'ın muhabbetini kazanmanın vesilesi olarak tanıtılmıştır.[49] Allah'ın evliyasını, baba, anne ve başkalarını sevmek eğer Allah'ın rızası için ve Allah tarafından muhabbet kazanmak amacıyla olursa Allah'la dostluğa ihtiyacın tecellilerinden biri sayılır.
Daha geniş bir bakışaçısıyla bakıldığında Allah'la dostluğa ihtiyaç iki bileşenden oluşmaktadır: Biri 'tevella' adı verilen pozitif[50] bileşen ve diğeri dini öğretilerde 'teberra' şeklinde ifade edilen negatif[51] bileşendir. Bu bakımdan Allah’la dostluk iki somut özelliğe (tevella ve teberra) ayrılır. Allah Rasülü (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:
"Allah yolunda dostluk vaciptir. Allah yolunda düşmanlık vaciptir."[52] Hazret sahabesinden birine şöyle buyurdu: "Allah'ın hatırına sev ve Allah'ın hatırına nefret duy. Allah'ın hatırına dostluk kur ve Allah'ın hatırına düşmanlık et. Çünkü Allah’ın dostluğu bunlardan başkasıyla kazanılamaz."[53]
İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın evliyasını sevmek vaciptir. Tıpkı Allah'ın düşmanlarına buğzedip onlardan ve liderlerinden uzaklaşmanın vacip olması gibi."[54]
Bu sebeple Allah'a dostluğa ihtiyaç, insan davranışları üzerinde geniş çaplı etkisi olan manevi ihtiyaçların en önemli eksenlerinden biridir.
Aşk ve İbadet: Allah'la dostluğa ihtiyacın tecellilerinden biri, ibadete duyulan ihtiyaçtır. İbadet umumi ve genel bir ihtiyaçtır ve hiç kuşku yok beşeriyetin tarihi kadar eskidir. İnsanın mevcut bulunduğu her zaman ve her yerde ibadet de vardı. Durkheim, araştırmalarında, ibadetin evrensel bir fenomen ve herkesin ihtiyacı olduğu, tüm efsanelerde, kültürlerde ve dini hayatın ilkel biçimlerinde görüldüğü sonucunu çıkardı. [55]
Taylor, Frazer ve Müller de şekilleri zaman içinde farklılaşsa da ibadete ihtiyacın bütün bireylerde bulunduğuna inanmaktadır. Taylor, dindarlık tarihinin seyri ve dindarlığın tarih boyunca insanların ibadet alanında sergilediği muhtelif şekillerini inceledi. İnancı şudur: İbadete ihtiyaç fetişizmden başlayarak paganizm, politeizm ve nihayet monoteizme doğru evrimsel bir seyir izlemiştir.[56] Frazer da Taylor'ın görüşünün etkisi altında dinin ve çeşitli ibadet şekillerinin evrimi konusunda sistematik bir araştırmaya girişti ve bulgularının önemli bir kısmını on altı ciltlik 'Altın Dal'[57] külliyatında yayınladı. Frazer'ın teorisinde ortaya konan model, Taylor'ın görüşüne çok benzemektedir. Bu arada Müller başka bir model geliştirdi. Ona göre beşer, başlangıçta muvahhid ve monoteist idi, gerçek ve tek Tanrıya ibadet ediyordu. Puta veya güneş ve aya tapmak, sonraları baş gösteren sapkınlık türlerindendi. Müller'in dindarlığın gelişim süreci alanındaki bulguları, ayet ve rivayetlerde net biçimde açıklananla benzeşmektedir.[58] Burada dikkat edilmesi gereken nokta, 'dindarlık'ın ibadet ve tapma ile tam olarak aynı anlama gelmediğidir. Çünkü dindarlık bir tür bireydeki eğilime işaret etmektedir. Hâlbuki ibadet, insanın Tanrısıyla kurduğu teslimiyet ve huşu ilişkisidir. Allah'la dostluk bağı kurulduğunda ve bu Allah’a aşka dönüştüğünde bu aşk ve muhabbet, bireyi ibadete sevk eder. Dolayısıyla ibadet, Allah'la dostluk ihtiyacının tecellilerinden biridir. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Allah'a isyan ederek ona dostluğunu gösterdiğini mi sanıyorsun? Canıma andolsun ki bu davranış tuhaftır. Eğer dostluğun hakiki olsaydı ona itaat ederdin. Çünkü dost, sevdiği kişiye muti olandır."[59]
Bu tür bir ibadet, güvenlik arayışı ihtiyacından daha üst düzeydedir. İmam Sadık (a.s) bu ibadeti tavsif ederken şöyle buyurmaktadır:
"Bir grup, Allah'a ona olan aşk ve muhabbeti nedeniyle ibadet eder. Bu, özgürlerin ibadetidir ve en üstün ibadettir."[60]
Halisane ve aşkla yapılan ibadet, imamların (a.s) ibadetidir. Allah Rasülü (s.a.a) geceleri ibadet için kalkar, bazen gecenin üçte ikisini, kimi zaman gecenin yarısını, bazen de gecenin üçte birini ibadetle geçirirdi.[61] Aişe, Peygamber'in (s.a.a) gecenin bu kadar vaktinde ayakları şişene dek ibadete durduğunu gördüğünde Peygamber’e (s.a.a) şöyle diyordu:
"Neden bu kadar ibadet ediyorsun? Sen ki Allah'ın, senin hakkında 'Allah geçmiş günahlarını ve sana nispet edilen gelecektekileri bağışlasın diye'[62] buyurduğu kişisin. Yani Allah sana teminat ve güvence verdi." Hazret şöyle buyuruyordu: "Şükreden bir kul olmayayım mı?[63] Bütün ibadetler sadece cehennem korkusundan mı yapılmalı?"
Bu öykü, ibadetin iki farklı anlaşılma biçimini göstermektedir. Güvenlik ihtiyacını karşılamak için ibadet ve Allah Teâla'ya şükür, minnettarlık ve dostluk için yapılan ibadet. Ali de (a.s) diyordu ki:
"Allah'ım, sana cennetine tamah veya cehenneminden korkuyla ibadet etmedim. Aksine seni ibadete layık gördüğüm için ibadet ettim."[64]
Ayetlerden ve rivayetlerden çıkan sonuç şudur ki, Allah’la dostluk ihtiyacını gayet iyi karşılayan ve ibadetleri cehennemden korku ve cennete tamahla değil, aşk ve muhabbetle olan kimselerin ruh sağlığı fazlasıyla yerindedir. Deneysel araştırmalar da Allah'la sağlıklı duygusal bağa sahip ve Allah’a aşk ve sevgi nedeniyle ibadet eden kişilerin, Allah'la hiç irtibatı bulunmayan veya ilişkisi korku ve güvenlik arayışı nedeniyle olan kişilere oranla çok daha fazla ruh sağlığına sahip olduğunu göstermektedir.[65] Walsch[66], Allah'la dostluğa ihtiyacın boyutlarını ve onun ruhsal hijyen üzerindeki etkilerini ele almıştır.[67]
Keramete İhtiyaç: Özsaygı ve Ahlaki Özgürlük
Manevi ihtiyaçlar piramidinde insanın büyüklük ve özgürlüğüne yer verilmesi dini öğretilere dayanmaktadır ve psikologların özsaygı ve kendine saygılı olma[68] gibi kavramlarla ilgili anlayışının ötesinde bir iştir. Bu kavramda insanın değeri iman, takva, izzeti nefis, keramet ve özgürlük temelinde göz önünde bulundurulmuştur.
Kerametin tarifi: Keramet; cömertlik, şeref, izzet ve hürriyet manasına kerem'in türevidir.[69] İslami maarif açısından keramet kelimesi Allah[70], peygamberler, evliya ve bunların dışındakiler için kullanılır. Keramet insan için kullanıldığında ahlaki özgürlük ve hürriyet anlamına gelir, yaratılışsal menşei vardır. Allah bu konuda şöyle buyurur:
"Gerçekten de Âdem'in çocuklarına keramet bahşettik ve onları yarattıklarımızın çoğundan açıkça üstün kıldık."[71]
İslam ahlakının temel yapısı, insanın kendi özündeki şeref ve kerameti dikkate almasıdır. İslam açısından insan, yaratılışta hem potansiyel değerli bir varlık ve Allah'ın halifesi makamına layıktır, hem de Hak Teâlâ’nın sıfatlarının zuhur ve tezahür imkânına, Allah'a yakınlaşma şansına sahiptir. İnsanın üstün bir varlık olduğu, değerli ve eşsiz bir cevher taşıdığını göz önünde bulundurmak ve bunun bilincinde olmak onun zatındaki kerameti korumaya ve üzerine titremeye ihtiyaç duyulmasına yol açmaktadır ve bu keramete ulaşmak için de ahlakın müteal değerlerine doğru sevk etmektedir.
İnsan fıtri olarak özgürlüğe ve nefsin kerametine eğilimlidir, rezaletlerden ve bayağılıklardan kaçınır. Peygamberlerin ve masum imamların (a.s) en büyük mesajı, özgür ve kerim kişiliği yetiştirmektir. İslam bütün işlerde insanın 'keramet'ini, 'hürriyet'ini ve 'izzeti nefs'ini korumayı vurgulamış ve insanın saygı, keramet ve hürriyetinin bayağılığa dönüşmesine izin vermemiştir.
"Seni arzularına ulaştırsa bile nefsini her türlü bayağılıktan alıkoy. Çünkü kaybettiğin şerefin ölçüsünce pahayı elde edemeyeceksin. Başkasının kulu olma, çünkü Allah seni özgür yarattı."[72]
İnsanın gerçek özgürlüğünün anlamı, insani gelişim ve kemal için herhangi bir engel olmaması; beşeri fikirler, davranışlar ve isteklerin insani hakikatle uyum içinde ve aynı istikamette olmasıdır. Bu, mutsuzluk, utanç ve bayağılık da içerse her davranış ve düşünceyi kabul eden mutlak özgürlüğün tersinedir.
Özgür ve özsaygı sahibi bireylerin özellikleri: İslami öğretilere göre özgür ve özsaygı sahibi bireylerde af ve vazgeçme[73], ahde ve anlaşmaya vefa[74], tedbir ve dikkatli bakış, hayâ, adaptasyon, güzel huy[75], misafirperverlik,[76] ihtiyatlılık[77], dindarlık[78], günahtan uzak durma, şehveti terk ve utançtan kaçınma[79] gibi özellikler vardır.
Keramet ve hürriyete olan ihtiyacı karşılamak ruhun yücelişini sağlayacaktır. Nefsin kerameti, insanı bayağı ve zelil davranışlarda bulunmaktan uzak tutar ve ruh sağlığı için en iyi zemin sayılmaktadır. Bazı rivayetlerde keramet ve hürriyete ihtiyacı karşılamanın sonuçları ve etkileri ile onun ruhsal hijyenin göstergelerindeki rolüne işaret edilmiştir. Örneğin:
"Keramet-i nefse sahip olanın gözünde dünya çok küçüktür."[80]
"Kimin keramet-i nefsi varsa asla onu günah işleyerek ve isyankârlıkla bayağı ve düzeysiz yapmaz."[81]
"Kim kendini büyük şahsiyet görürse nefsani şehvetleri ve temayülleri onun gözünde hor ve hakir olur."[82]
"Kimin keramet-i nefsi varsa onun insanlara düşmanlığı ve muhalefeti az olur."[83]
Nefsin aşağılanması türlü türlü ruhsal bozukluk ve hastalıkların sebebi ve ruhsal hijyeni tehdit eden asli etkenlerden sayılmaktadır. Çünkü insanın keramet alanı ihlal edildiği ve insan bayağılık ve hakirliği tarz edindiğinde bu, her çeşit kirliliği kabul etmesine hazır olduğu anlamına gelir. Müminlerin Emiri (a.s) nefsin aşağılanmasının ruhsal hijyen üzerindeki olumsuz sonuçlarını şöyle açıklamaktadır:
"Kim nefsini hor ve hakir görürse hayır ve iyilikten umudunu kesmiş demektir."[84]
"Bayağı nefis, bayağılıklardan ayrılamaz."[85]
_____________
[1]Spiritual need
[2]Nihad-i Numayendegi-yi Makam-i Muazzam-i Rehberi der Danişgah-i Ulum-i Pezeşki-yi İran, İslam ve Behdaşt-i Revan, c. 1, s. 194
[3] Harrison, M. O., International Review of Psychiniatry, Mayıs 2001, c. 13, sayı 2, s. 86-93
[4]“يَا أَيُّهَا النَّاسُ أَنتُمُ الْفُقَرَاء إِلَى اللّٰهِ وَاللّٰهُ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ” (Fatır 15
[5]“وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُ ” (Lokman 25)
[6]“أَمْ خُلِقُوا مِنْ غَيْرِ شَيْءٍ أَمْ هُمُ الْخَالِقُونَ” (Tur 35)
[7]“انت لم تکن ثم کنت و قد علمت انت لم تکون نفسک و لا کونک من هو مثلک”(Saduk, Tevhid, s. 293)
[8]“رَبُّنَا الَّذِي أَعْطَى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ” (Taha 50)
[9]Mesela: “خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ” (En’am 102), “الْبَارِئُ” (Haşr 24), “تُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ” (Âl-i İmran 27)
[10]“وَهُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ لِبَاسًا وَالنَّوْمَ سُبَاتًا وَجَعَلَ النَّهَارَ نُشُورًا” (Furkan 47)
[11]Nahl 80, Zuhruf 12, Gafir 79 ve 80, Yasin 41 ve 42, En’am 142
[12]“يَا أَيُّهَا النَّاسُ اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ هَلْ مِنْ خَالِقٍ غَيْرُ اللّٰهِ يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ” (Fatır 3)
[13]“يَا بَنِي آدَمَ قَدْ أَنزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَارِي سَوْءَاتِكُمْ وَرِيشًا” (A’raf 26)
[14]“وَآتَاكُم مِّن كُلِّ مَا سَأَلْتُمُوهُ وَإِن تَعُدُّواْ نِعْمَتَ اللّٰهِ لاَ تُحْصُوهَا إِنَّ الإِنسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ” (İbrahim 34)
[15]“وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً” (Rum 21)
[16]“فَإِنَّهُمْ عَدُوٌّ لِّي إِلَّا رَبَّ الْعَالَمِينَ الَّذِي خَلَقَنِي فَهُوَ يَهْدِينِ وَالَّذِي هُوَ يُطْعِمُنِي وَيَسْقِينِ وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ وَالَّذِي يُمِيتُنِي ثُمَّ يُحْيِينِ” (Şuara 77-81)
[17]Einstein, Dünyayi ki Men mi Binem, s. 55
[18]Russell, Çera Mesihi Nistem, s. 27
[19]“وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إِنَّ اللّٰهَ بَالِغُ أَمْرِهِ” (Talak 3)
[20]Krik, Attachment and Religious, s. 807
[21]Yinger, Mutalaa-i İlmi-yi Din, s. 182, aktaran: Tevekküli, Ruykerd-i İntikadi be Hastgah-i Din ez Nigah-i Freud, s. 28
[22]“هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ” (Haşr 23)
[23]İmam Sadık (a.s) , Allah’ı adeta görüyormuşuz gibi tarif etmesini isteyen kişiye verdiği cevapta şöyle buyurmuştur: “Hiç deniz yoluyla seyahat ettin mi?” [Galiba Hazret şahsın böyle bir şey yaşadığını anlamıştı] “Evet”. Buyurdu ki: “Geminiz denizde arızalandı mı?” Dedi ki: “Evet. Bir seyahatte böyle bir olay yaşandı.” Buyurdu ki: “İş heryerden umudunu keseceğin noktaya geldi mi? Kendini ölümün eşiğinde hissettin mi?” Dedi ki: “Evet, böyle oldu.” Buyurdu ki: “O haldeyken bile kurtulma ümidin var mıydı?” Dedi ki: “Evet” Buyurdu ki: “Kurtulman için hiçbir vesilenin bulunmadığı bir yerde kimden ümitvardın?” Şahıs, o haldeyken kalbinin, adeta onu görüyormuşçasına birisiyle irtibatta olduğunu anladı. İmam şöyle buyurdu: “İşte o Allah’tır.” (Saduk, el-Tevhid, Müessesetu’l-Neşri’l-İslami, s. 231
[24]“فَإِذَا رَكِبُوا فِي الْفُلْكِ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ” (Ankebut 65)
[25]“وَلَقَدْ أَرْسَلنَآ إِلَى أُمَمٍ مِّن قَبْلِكَ فَأَخَذْنَاهُمْ بِالْبَأْسَاء وَالضَّرَّاء لَعَلَّهُمْ يَتَضَرَّعُونَ” (En’am 42),
“وَمَا أَرْسَلْنَا فِي قَرْيَةٍ مِّن نَّبِيٍّ إِلاَّ أَخَذْنَا أَهْلَهَا بِالْبَأْسَاء وَالضَّرَّاء لَعَلَّهُمْ يَضَّرَّعُونَ” (A’raf 94)
[26] “وَقُل رَّبِّ أَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ وَأَعُوذُ بِكَ رَبِّ أَن يَحْضُرُونِ” (Müminun 97 ve 98)
[27]“إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّيَ إِنَّ رَبِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ” (Yusuf 53)
[28]“وَلَوْلاَ فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لاَتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ إِلاَّ قَلِيلًا” (Nisa 83)
[29]“ فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ إِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ ” (Nahl 98 ve 99)
Hafız da insanın şeytanın ayartması karşısında sığınmaya ihtiyacını şiirle anlatmıştır (Refii, Divan-i Hafız, gazel 36)Tuzak çetin, Allah’ın lütfu yardımcı olmasa / Eğer menfaat sağlamasa Adem şeytan-ı racimden
[30]“إِنَّا نَخَافُ مِن رَّبِّنَا يَوْمًا عَبُوسًا قَمْطَرِيرًا” (İnsan 10)
[31]“الَّذِي أَطْعَمَهُم مِّن جُوعٍ وَآمَنَهُم مِّنْ خَوْفٍ” (Kureyş 4)
[32]“لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولًا مِّنْ أَنفُسِهِمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُواْ مِن قَبْلُ لَفِي ضَلالٍ مُّبِينٍ” (Âl-i İmran 164)
[33]“الَّذِي خَلَقَنِي فَهُوَ يَهْدِينِ” (Şuara 78)
[34]“قَدْ جَاءكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَثِيرًا مِّمَّا كُنتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ قَدْ جَاءكُم مِّنَ اللّٰهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُّبِينٌ يَهْدِي بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ ” (Maide 15 ve 16)
[35]“إِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبِيلَ إِمَّا شَاكِرًا وَإِمَّا كَفُورًا” (İnsan 3)
[36]“قوم عبدوا الله عز و جل خوفا فتلک عبادة العبید” (Meclisi, Biharu’l-Envar, c. 70, s. 236)
[37]“وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَشَدُّ حُبًّا لِّلّهِ” (Bakara 165)
[38]“الحب افضل من الخوف” (Kuleyni, el-Kafi, c. 8, s. 129)., Allah’a muhabbet, Allah’tan korkudan daha üstündür
[39]“أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّٰهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ” (Yunus 62)
[40]“ان هذا الاسلام دبن الله الذی اصطفاه لنفسه و اقام دعائمه علی محبته” (Meclisi, Biharu’l-Envar, c
[41]El-Ensari, Aşk Usturlab-i Esrar-i Hodast, s. 67-73
[42]“احبوا الله من کل قلوبکم” (Muttaki Hindi, Kenzu’l-Ummal, c. 16, s. 124).
[43]لا یمحض رجل الایمان با الله حتی یکوم الله احب من نفسه و ابیه و امه و ولده و اهله و ماله و من التاس کلهم” (Meclisi, Biharu’l-Envar , c. 70, s. 24)
[44]“اللهم اجعل حبک احب الاشیاء الی” (Muttaki Hindi, Kenzu’l-Ummal, c. 2, s. 182)
[45]“يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ” (Maide 54)
[46]Meclisi, Biharu’l-Envar, c. 67, s. 125
[47]“فی حدیث المعراج, یا محمد وجبت محبتی للمتحابین فی و وجبت محبتی للمتعاطفین فی و وجبت محبتی للمتواصلین فی و وجبت محبتی للمتوکلین علی و لیس لمحبتی علم و لا غایة و لا الهایة ” (Meclisi, Biharu’l-Envar , c. 74, s. 21)
[48]“ان الله یحب” ve “و الله لا یحب” ifadelerinin geçtiği ayetler bu cümledendir. (Abdulbaki, el Mu’cemu’l-Müfehres li-Elfazi Kur’ani’l-Kerim, s. 191 ve 192).
[49]“ كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ” (Âl-i İmran 31).
“قال رسوا الله صلی الله علیه و آله احبوا الله لما یغدوکم من نعمه و احبونی لحب الله و احبوا اهل بیتی لحبی”
[50]Metinde “icabi”. (Çev
[51]Metinde “selbi” (Çev.
[52]“الحب فی الله فریضة و البغض فی الله فریضة” (Meclisi, Biharu’l-Envar, c. 69, s. 252)
[53]“احب فی الله و ابغض فی الله و وال فی الله و عاد فی الله فانه لا تنال ولایته الله الا بذلک”(Meclisi, Biharu’l-Envar, c. 69, s. 252)
[54]“حب اولیاء الله تعالی واجب و کذلک بغض اعداء الله و البرائة منهم و من ائمهم”(Saduk, Uyunu’l-Ahbari’r-Rıza, c. 2, s. 124).
[55]Durkheim, Suver-i İbtidai-yi Hayat-i Mezhebi, s. 63-79
[56]Durkheim, Suver-i İbtidai-yi Hayat-i Mezhebi, s. 63-79
[57]The Golden Boug
[58]“فِطْرَةَ اللّٰهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا” (Rum 30).“کل مولود یولد علی الفطرة یعنی المعرفته بان الله عز و جل خالقه” (Kuleyni, Usulü Kafi, c. 2, s. 13).
[59]تعصی الاله و انت تظهر حبه هذا لعمری فی الفعال بدیع
لو کان حبک صادقا لاطعته ان المحب لمن یحب مطیع (Meclisi, Biharu’l-Envar, c. 37, s. 24).
[60] “و قوم عبدوا الله حبا له فتلک عبادة الاحرار و هی افضل العبادة” (Kuleyni, c. 2, s. 84
[61]Müzzemmil
[62]“لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِن ذَنبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ” (Fetih 1)
[63]“لا اکون عبدا شکورا” (Kuleyni, Kafi, c. 2, s. 95)
[64]“الهی ما عبدتک خوفا من نارک و لا طمعا فی جنتک, بل وجدتک اهلا للعبادة فعبدتک” (Meclisi, Biharu’l-Envar, c. 41, s. 14)
[65]Kirk Patrick, L. A., Attachment and Religious Representation and Behavior in handbook of attachment theory and research, J. Cassidy ve P. R. Shaver edisyonu, 1999, s. 806-810
[66]Friendship with Go
[67]Bu kitap (Dust-i ba Hoda) Fernaz Furud tarafından Farsça’ya tercüme edildi ve Hümeyra yayınları tarafından 2000 yılında yayınlandı
[68]Self-estee
[69]Hüseyni Deşti, Mearif ve Meariyf, c. 8, s. 481
[70]“قال رسول الله صلی الله علیه و آله ان الله کریم یحب الکرم” (Muttaki Hindi, Kenzu’l-Ummal, 15991)
[71]“وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلًا” (İsra 70)
[72]“و اکرم نفسک عن کل دنیة و ان ساقتک الی الرغائب فانک لن تعتاض بما تبذل من نفسک عوضا. و لا تکن عبد غیرک و قد جعلک الله حرا”
(Meclisi, Biharu’l-Envar, 1986, c. 77, s. 328).
[73]“الکریم... و اذا توعد عفی” (Amidi, Gureru’l-Hikem, c. 1, s. 394),“الکریم یعفو مع القدرة” (a.g.e., c. 2, s. 126).
[74]“الکریم اذا وعد وفی” (A.g.e., c. 1, s. 394).
[75]“من شرف الاعراق کرم الاخلاق” (A.g.e., c. 6, s. 17).“وَإِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا” (Furkan 72).
[76]“لذة الکرام فی الاطعام ” (Gureru’l-Hikem, c. 5, s. 132).
[77]Muhammedi Reyşehri, Mizanu’l-Hikme, c. 8, s. 374.
[78]A.g.e., s. 366-367.
[79]Bu te pek çok rivayet vardır. Bkz: Muhammedi Reyşehri, Mizanu’l-Hikme, c. 8, s. 364-374.
[80]“من کرمت نفسه صغرت الدنیا فی عینه” (Amidi, Gureru’l-Hikem, c. 5, s. 451)
[81]“من کرمت علیه نفسه لم یهنها با المعصیة” (Muhammedi Reyşehri, Mizanu’l-Hikme, c. 10, s. 147)
[82]“من کرمت علیه نفسه هانت علیه شهواته” (Aynı yer)
[83]“من کرمت علیه نفسه قل شقاقه و خلافه” (Aynı yer)
[84]“من هانت علیه نفسه فلا ترج خیره” (Amidi, Gureru’l-Hikem, c. 5, s. 443)
[85]“النفس الدنیة لا تنفک عن النائات” (Aynı yer)
(islami Kaynaklar Işığında Ruhsal Hijyen)