.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Sıla, ilişki ve irtibat manasında ve rahim de yakınlar ve akrabalar anlamındadır. Sıla-i rahim, akrabalar ile ilişkiyi sağlayan amele denir. İslâm’da sıla-i rahimin özel bir önemi vardır. İmam Sâdık (a.s)[1], kendisine “Bazı akrabalarım benim din ve düşüncemden ayrı bir din ve düşünceye sahiptir, onların benim üzerimde bir hakları var mıdır?” diye soran bir şahsa şöyle buyurur:

“Evet, yakınlık ve akrabalık hakkını bir şey kesmez. Eğer seninle hemfikir ve ortak inanca sahip olurlarsa, o zaman biri akrabalık hakkı ve diğeri de İslâm ve Müslümanlık hakkı olmak üzere senin üzerinde iki hakları olur.”

Bir başka rivayette de şöyle buyurmuştur:

“Sizler yakınlarınıza sıla-i rahim veya iyilikte bulunun, onlar sizinle ilişkilerini kesse de siz onlarla ilişkinizi kesmeyin.”

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Sizinle ilişkilerini kesseler de siz akrabalarınızla ilişki kurun.”[2]

Ama soru şudur: İslâm karşıtı ve düşmanı olan kâfir ve müşrik akrabalara da sıla-i rahimde bulunmayı İslâm tavsiye etmiş midir? Örneğin Hz. Peygamber (s.a.a), maalesef müşrik olan, şirkte çok inat eden, kendisi ve diğer Müslümanlara inkâr edilmeyen düşmanlıklar, cinayetler ve zulümler yapan Ebu Leheb’e sıla-i rahimde bulunuyor muydu? İki delille cevabın hayır olduğunu söylemeliyiz.

1. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Cehennem ehli oldukları açıkça kendilerine belli olduktan sonra, -yakınları da olsalar- Allah’a ortak koşanlar için af dilemek ne Peygamber’e yaraşır, ne de müminlere.”[3]

Çok açık olduğu üzere af dilemek, istiğfar etmek ve dua etmek sıla-i rahim kategorisinden sayılmaktadır. Rivayetlerde sıla-i rahim için minimum ölçüler belirtilmiştir. Selam vermek[4]veya bir miktar su içirmek[5]bu kabildendir. Yani onlara selam vermek veya bir miktar su vermek ile sıla-i rahim gerçekleşmektedir. Aynı şekilde rivayetlerde eğer yakınlarınıza ulaşamıyorsanız hayır duası ve kendileri için istiğfar dileyerek onlar ile sıla-i rahimde bulunun diye buyrulmuştur. Âyetten istifade edildiği üzere, ehl-i hidayet olmadığı ve inatçı olduğu anlaşıldıktan sonra Ebu Leheb gibi müşrikler için Hz. Peygamber’in (s.a.a) istiğfar etmemesi gerekmektedir.

2. Kur’ân şöyle buyuruyor:

“İbrahim’in, babası (amcası Azer) için af dilemesi, sadece ona verdiği bir söz yüzündendi. Onun bir Allah düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrahim, çok içli, yumuşak huylu bir kişiydi.”[6]

Bu âyette İbrahim’in (a.s) amcası için istiğfar ettiği, sıla-i rahimin bir örneğini sergilediği ama onun Allah’ın düşmanı olduğunu anladıktan sonra ondan uzaklaştığı ve ilişkisini kestiği beyan edilmiştir. Aziz İslâm Peygamberi (s.a.a), peygamberliğin üçüncü yılında yakınlarına çağrıda bulununca Ebu Leheb ona düşmanlık etti ama Hz. Peygamber o zaman ondan uzak olduğunu ilan etmedi. Bir sonraki merhalede Ebu Leheb düşmanlığını artırınca ve aşikâr kılınca ve Hz. Peygamber’e ve mesajına karşı savaş açınca ve de Ebu Leheb ve eşi hakkında Tebbet Sûresi nazil olunca Allah Resulü (s.a.a) onunla ilişkisini kesti.

3. İmam Seccad (a.s), Allah Resulü’ne salâvat gönderirken şöyle buyurmaktadır:

“Sana davet etme yolunda yakınlarına düşmanlık etti. Senin hoşnut olman için kabilesiyle savaştı. Senin dinini diriltmek için yakınlarından uzaklaştı. Seni inkâr eden yakınlarını kendisinden uzaklaştırdı. Senin dinini kabul eden yabancıları kendisine yakın kıldı. Senin için en uzak kimseler ile dost oldu ve en yakın kimselere de düşmanlık yaptı.”[7]

Merhum Seyyid Ali Han, Sahife’nin şerhinde şöyle demektedir: İlişkisini kesin olarak kesti ve onlardan uzaklaştı. Onlardan ayrıldı ve daha iyi bir tabirle onlarla dostluğunu bitirdi. Onlara iyilik ve hayır yapmayı sona erdirdi. Allah Resulü’nün kavmi ve aşiretine ve de Kureyş, Benî Muttalib ve Benî Haşim’e karşı olan tavrı, kendisiyle savaşan, kendisini yalancı sayan ve Allah’ın nurunu söndürmek isteyenlerle savaşması ve onlardan birçoğunu Bedir ve Uhud’da öldürmesi, esir alması ve Allah için kendilerine acıma ve şefkat göstermemesinden ibaretti.[8] Ebu Leheb’in de bu fertlerden olduğu hususunda bir şüphe bulunmamaktadır. Bu nedenle, İslâm’ın akrabamız olsa bile inatçı kâfir ve müşriklerle hiçbir ilişkiyi tasvip etmediği neticesini almaktayız.

[1]     Reyşehrî, Muhammed Mehdi, Mizanu’l-Hikmet, c. 4, s. 83.

[2]     Vesailu’ş-Şia, c. 11, s. 175.

[3]     Tevbe, 113;bkz. Tabatabâî, Muhammed Hüseyin, el-Mizan, c. 9 ve 10, s. 282, Menşurat-ı Zevi’l-Kurba, Yersiz, Tarihsiz.

[4]     Biharu’l-Envar, c. 71, s. 104.

[5]     Biharu’l-Envar, c. 74, s. 117.

[6]     Tevbe, 114; Mümtehine, 4.

[7]     Sahife-i Seccadiye (a.s),s. 48, tercüme: Mühendis Yasir Arap, 1. baskı, 1370, İntişarat-ı Guli.

[8]     Hüseynî, Medeni Şirazî, Seyyid Ali Han, Riyazu’s-Salikin, c. 1, s. 365 ve 366, 6. baskı, İcmaatu’l-Müderrisin.