Müslüman bir ferdin ve toplumun birinci önceliği, vazifesini bilip onu uygulamak olmalıdır. Vazife dışında uygulamalardan birçoğu İslam’ın özüne ya da Müslümanların vahdetine zarar vermektedir. Birçok konuda işi ehline bırakmak gerekir.

İşin ehli olmayanların yersiz çıkışları ve sözleri İslam’a, mektebe ve Müslümanlara zarar vermektedir. Çoğu zaman dikkat edilmez, küçük bir şeydir denilir ama zamanla o küçük ateşin büyük bir tefrika yangınına dönüştüğü görülür.

Toplumun vahdetini koruma konusunda ilk etapta Peygamberlerin ve İmamların uygulamalarına bakmamız gereklidir. Onların tutumu bizim yapmamız gerekenlere ve vazifemizi anlamamıza ışık tutacaktır.

Bunlardan en önemlilerinden biri, çok zor ve tefrikaya elverişli bir kavmin Peygamberi olan Hz. Musa’nın (a.s) tutum ve hareketleridir. Hz Musa’nın (a.s) kavmi içinde vasi tayin etmiş olduğu Hz. Harun’un (a.s), Hz. Musa’nın (a.s) yokluğundaki tutumudur. Vahdetin korunması ve tefrikadan uzak durmak o kadar önemlidir ki; Harun, kavmin bölünmesinden ve tefrikaya düşmesindense buzağıya tapmalarını tercih etmiş ve müdahale etmeden sabrederek işi, ehli olan Hz. Musa’ya bırakmıştır.

Hz. Musa (a.s) dünya tarihinin en tefrikacı kavmi olan Ben-i İsrail’i bir arada tutabilmekteydi.

Şeriat emirlerinin yani Tevrat’ın inmesini bekleyen Ben-i İsrail’e müjdeli haber gelmişti ve Hz. Musa’ya (a.s) vahiy gelerek onu Tur Dağı’na Allah ile münacata çağırmaktaydı. Hz. Musa’ya (a.s) kavmine 30 günlük Allah ile bir mülakatının olacağını bildirmesini ve yerine Hz. Harun’u tayin ederek Tur Dağı’na çıkması emredildi. Hz. Musa’da (a.s) kardeşi olan Hz. Harun’u (a.s) vasisi ve halifesi olarak ümmeti içerisinde tayin etti.

Hz. Musa (a.s) Allah ile mülakatı üzerinden 30 gün geçtikten sonra 10 gün daha uzatılarak 40 güne çıktı.

40 günün sonunda Hz. Musa (a.s) kendi kavmine geldiğinde onları altın ve mücevherlerden yapılmış bir buzağıya taparken buldu.

Hz. Musa (a.s) kardeşi Hz. Harun’u (a.s) hemen sesleyerek kavmin niye bu hale geldiğini sordu.

Hz. Harun (a.s) gözleri yaşlı, üzgün ve düşünceli bir şekilde dedi: ‘Ey kardeşim! Beni azarlama. Çünkü ben elimden geleni yaptım. Ama Samiri, kavmi buzağıya ibadet etmeye sesledi ve çoğu düşüncesizce ona uydu. Kavmin tefrikaya ve sonuçta savaşa düşmesinden korktuğumdan dolayı da sabrettim ve senin gelip işe el atmanı bekledim.’

Hz. Harun (a.s) bu hareketiyle kavmin tefrikaya düşmesine engel oldu ve Hz. Musa (a.s) geldiğinde işe el atarak Samiri’yi ve de kavmini cezalandırdı.

Hz. Resulullah’ın (s.a.a) hayatına da baktığımızda görüyoruzki Medine’de yıllarca Avc ve Hazrec kabileleri birbirleriyle savaşmakta ve kan dökmekteydiler. Bazen küçük bir şey kanların dökülmesine sebep olabiliyordu.

Hz. Resulullah’ın (s.a.a) Medine’ye gelmesi ve İslam’ı ve adaleti Medine halkına sunmasıyla tüm gazap ve kinler muhabbet ve sevgiye dönüştü. Avc ve Hazrec birbirleriyle kardeş oldular. Sadece onlar değil Muhacirlerle Ensar da bir birleriyle kardeş oldular.

Hz. Resulullah’ın (s.a.a) bu mucizesiyle birbirlerinin kanını döken böyle bir kavim bir araya geldiler ve bir bayrak altında toplanarak birlik oldular. Öyle bir birlik ki zamanla, iki büyük imparatorluk olan İran ve Rum İmparatorluğu, onların karşısında diz çöktü.

Bu tevhit ışığı o kadar güçlü bir nurdu ki Müslümanları birlik ve beraberlik halinde güçlü bir topluma çevirdi.

Allah’ın davetine uyan Müslümanlar, İslam ve tevhit çatısı altında toplandılar ve kısa sürede İslam sancağı geniş bir coğrafyaya yayıldı.

وَأَطِيعُوا۟ ٱللَّـهَ وَرَسُولَهُۥ وَلَا تَنَـٰزَعُوا۟ فَتَفْشَلُوا۟ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ ۖ وَٱصْبِرُوٓا۟ ۚ إِنَّ ٱللَّـهَ مَعَ ٱلصَّـٰبِرِينَ

‘Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.’

Dikkata değer başka bir konu ise şudur ki; Allah, sadece Müslümanların birliğini değil ve hatta ortak noktaları olan Müslümanlarla Kitap Ehlini de vahdete seslemektedir.

قُلْ يَـٰٓأَهْلَ ٱلْكِتَـٰبِ تَعَالَوْا۟ إِلَىٰ كَلِمَةٍ سَوَآءٍۭ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلَّا نَعْبُدَ إِلَّا ٱللَّـهَ وَلَا نُشْرِكَ بِهِۦ شَيْـًٔا وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا أَرْبَابًا مِّن دُونِ ٱللَّـهِ ۚ فَإِن تَوَلَّوْا۟ فَقُولُوا۟ ٱشْهَدُوا۟ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ

‘(Resulüm!) de ki: Ey Ehl-i Kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım. O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun ki biz Müslümanlarız! deyiniz.’

Bazı ayetlerde Müslümanların ve İslam’ın katı düşmanları olarak sayılan Ehli Kitab’a, ortak noktalarından dolayı birlik eli uzatılmaktadır.

Görüyoruz ki Hz. Resulullah da (s.a.a) bu noktayı imkanlar el verdikçe uygulamıştır ve Yahudi ve Hristiyanlarla anlaşmalar yapmıştır.

Tüm Müslümanların artık vahdet ve birlik konusunu ciddi bir şekilde ele alıp, asıl düşmanlarımıza karşı güçlü bir şekilde karşı durma vakti gelmiştir ve geçmektedir.

Müslümanlar birlik olmadıkları takdirde düşmanın eline fırsat vermekteler ve İslam ümmeti içerisinde tefrikaların oluşmasına ve mazlumların kanının dökülmesine sebep olmaktadırlar.

Birlik ve beraberlik içerisindeki bir İslam ümmeti hiçbir şekilde fethedilmeyecek güçlü bir kaledir. Bu birlik olduğu takdirde düşmanlar da Müslümanlara yan bakma cesareti asla bulamayacaklardır.