.
.

Uluslararası el-Mustafa Üniversitesi Türkiye Temsilciliği tarafından düzenlenen konferans, 2-3 Haziran tarihlerinde Cuma ve Cumartesi günleri Ankara’da yapıldı.

Sunumların Türkçe ve Farsça olarak yapıldığı konferans simultane olarak her iki dile de tercüme edildi. Yine bu konferans el-Mustafa Kur’an TV sitesinden ve  Youtube kanalından canlı yayınlandı.

1. Oturum

https://www.youtube.com/watch?v=WEQ_7pXF5So

 2. Oturum

https://www.youtube.com/watch?v=iznUd-l5UBg

Yurtiçi ve yurtdışından 10 konuşmacının sunumlarını yaptıkları konferans, el-Mustafa Üniversitesi Türkiye Temsilcisi Dr. S. Vahid Kaşani’nin açılış konuşmasıyle başladı. Dr. Kaşani açılış konuşmasında katılımcıları selamladıktan sonra şunları dile getirdi:

“Molla Sadrâ felsefî, kelâmî, irfânî ve Kur'ân ile hadis öğretilerini kullanarak, kendi selefi olan filozof ve ilahiyatçıların fikir ve görüşlerini araştırmacılığı, irdeleyiciliği ve eleştirel yaklaşımı ile aralarında bir bağ kurmaya çalışmış ve nihayetinde ‘Aşkın Hikmet’ denilen yeni bir felsefî akımı bizlere miras bırakmıştır. Molla Sadrâ'nın görüş ve düşüncelerini hakkıyla tanıtılması, özellikle İslam dünyasındaki önemli yönetici akımlardan biri olarak batı felsefesinin modern insanın felsefî ve epistemolojik sorunlarını çözümlemedeki açmazına karşı Hikmet-i Müte'âliye’nin yeteneklerini açığa çıkarmak düşünür ve felsefecilerin en önemli görevlerinden birisidir.

Türkiye üniversitelerinin kıymetli üstatları ve Uluslararası el-Mustafa Üniversitesi’nin değerli hocalarının katılımıyla gerçekleştirilen ‘Molla Sadrâ ve Felsefî Düşünceleri Konferansı’ aslında Hikmet-i Müte'âliye ve kapasitelerini tanıtmak için güzel bir adım olmuştur. Bu minvalde Türkiyeli akademisyenler ile Uluslararası el-Mustafa Üniversitesi’nin öğretim görevlileri arasında diyalog ve fikir teatisi imkânı sağlanarak, iki ülkenin bilim ve araştırma merkezleri arasındaki bilimsel etkileşimler ve fikir alışverişi alanının artacağını umuyoruz.”

el-Mustafa Rektörü Prof. Dr. Ali Abbasi konferansa gönderdiği video mesajda şunları dile getirdi:

“Molla Sadrâ İslam tarihimizin kesinlikle önde gelen bilgelerinden biridir. Bir diğer tabirle tüm asırların en büyük filozoflarından sayılmaktadır. Molla Sadrâ Muhammed Şîrâzî’nin felsefî bir ekolün kurucusu olduğu da rahatlıkla söylenebilir. Yeni bir mektebin, felsefî bir akımın kurucusudur. Bugün Hikmet-i Mûtealiye olarak bildiğimiz konu Molla Sadrâ tarafından öne sürülmüş ve dile getirilmiştir. Molla Sadrâ’nın önemli felsefi görüşleri vardır. Asaletu’l vücud, teşkiku’l vücud, vahdet-i vücud Molla Sadrâ’nın görüşünün temelini oluşturmaktadır. Hamdolsun bu aklî ve hikmetli akım kendi ilim havzalarımızda yaygındır ve umarız sizlerin himmeti ve bu tür ilmî konferansların düzenlenmesiyle bu düşüncenin ve ekolün farklı coğrefyalarda da tanınması sağlanır. Ben tekrar bu konferansı tertipleyenlere teşekkür ediyor, bu ilmî konferansa katılan katılımcılara başarılar diliyorum.”

Konferansın düzenlenmesinde çokça emeği geçen Prof. Dr. Mustafa Çevik ise şunları söyledi:

“Sadra felsefeyi salt epistemoolji olarak görmez. Ona göre felsefe bilgelik eğitimi ve olmak biçimidir. Felsefe sadece bir “kal” sorunu değil “hal” sorunudur. Ona göre felsefe “insan-ı kamil” olma yolunda bir eğitim sürecidir. Metafiziğini kaybetmiş bir sosyal bilim kalıcı bir doğru bilgi üretemez. Üretilen bilginin taşıyıcısı durumuna mecbur kalır. Bugün dünyada egemen olan sosyal bilimler hem metodolojisiyle hem de amacıyla metafiziği ve ontolojisi olmayan bilgi üretmektedir. Bunun için İslam dünyası olarak günümüz sorunlarına yeniden bakmaya ve yeni bir güncel İslam Felsefesi paradigmasına ihtiyacımız vardır. “

Açılış konuşmalarından sonra tebliğlerin sunumuna ve oturumlara başlanmış oldu. Moderatörlüğünü Yusuf Tazegün hocamızın yaptığı oturumlarda, Molla Sadra felsefesinde uzman konuşmacıların aktardığı bazı konu başlıkları şunlardı:

Prof. Dr. Hamit Rızâniyâ , el-Mustafa Üniversitesi Felsefî İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi:

“Vücûd (varlık), en üst mertebesinden alt mertebesine kadar birbiriyle ilintili bir silsileyi teşkil eder. Tüm varlıklar farklı düzeylerde vücûddan nasibini almıştır. Madde, varlığın en alt mertebesidir. Ondan daha üst mertebeler ise [sırasıyla] madenî maddeler (mevâdd-ı ma‘denî), bitki (nebât), hayvan ve nihayetinde insandır. Bunlar dışsal açıdan çok (mütekessir), içsel açıdan ise (vücûdda) müttehit (bir) olup, birbirleriyle bağlantılıdırlar. Dolayısıyla tüm âlem, niteliklerinin kuvvet (şiddet) ve zayıflığıyla, vücûddan meydana gelmiştir. Vücûd, (imkân âleminde) üç temel mertebeye sahiptir: Bunlar aklî mertebe, hayâlî mertebe (ya da nefs mertebesi) ve tabiî (maddî) mertebe olup, her üçü de birbiriyle ilişkilidir. Bu üç mertebenin tamamı, insanda toplanmıştır.”

Dr. Mahmut Meçin, Mardin Artuklu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi:

“Sadrâ’ya göre âlem bir bütün olarak adeta bir nefis gibi canlı bir varlıktır. Hakk’ın esma ve sıfatları dâhil âlemin tüm hakikatlerini özünde taşıyan insan tabiat âleminin ötesine geçme potansiyeline sahip olan yegâne varlıktır. Sadrâ’nın insan tasavvurunda tebarüz eden en önemli husus âlemden insana ve insandan âleme, başka bir ifadeyle afaktan enfüse, enfüsten afaka doğru kurguladığı düşünsel yolculuklarla insan-âlem arasındaki özdeşliğe yaptığı vurgu ve mebde ile meâd arasında insanın kemal yolculuğuna dair yaptığı mülahazalardır. Nitekim felsefî öğretilerini sistematik bir bütünlük içinde ele aldığı Esfâr eserinin içerik planı dikkate alındığında onun bütün felsefesinin söz konusu özdeşliği temellendirme ve insanî nefsin kemal sürecini tasvir etme üzerine kurulu olduğu görülecektir.”

Doç. Dr. Rıza Azeriyan, el-Mustafa Üniversitesi Felsefî İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi

Sadrulmüteellihîn Şîrâzî’nin perspektifinde ontoloji”den söz edildiğinde, insanın zihnini pek çok soru meşgul etmektedir. Bunlar Sadrâyî ontolojinin hangi temellere dayandığı, bu tür bir ontolojinin bileşenlerinin neler olduğu, hangi yöntemden faydalandığı, hangi meselelerle ilişkili olduğu, bu konuların nasıl analiz edildiği ve söz konusu ontolojinin neyi amaçladığı gibi sorulardır. “

Dr. Mehmet Seyid Gecit, Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

“Molla Sadrâ’nın, Meşşaî ve İşrakî felsefeyi mezceden filozof bir müfessir olmasından dolayı Kur’ânî okumaları farklı olmuştur. Bu yönüyle ‘ahbârî’ ve ‘usûlî’ ekollerden bağımsız ve farklı düşünmüştür. Molla Sadrâ’nın Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Kerîm isimli eseri aklî, naklî, kelâmî, tasavvufî ve felsefî açıdan önemli bir konuma sahiptir. Felsefecilerin düşünceleri ve kelâmcıların tartışmaları konusunda uzun yıllar tüketmesinden dolayı pişmanlığını dile getiren Molla Sadrâ, vakıf olduğu ilimleri, Kur’ân’ın anlaşılmasında istihdam ederek Allah’ın kelâmının yorumlamasına başlamış, ancak on sûrenin ve birkaç âyetin tefsîrini yapabilmiştir. Ömrü yetmediğinden, hacimli bir tefsîr yazma düşüncesi hayata geçmemiştir.”

Doç. Dr. Fevzi Yiğit, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

Molla Sadrâ’nın Tanrı ispatlaması, onun varlık anlayışına dayanır. Bunu kısaca “mevcutlar varsa Tanrı da vardır” şeklinde özetleyebiliriz. Yine onun Tanrı ispatlamasının vahdet-i vücut düşüncesi temelinde teşkil olduğunu söyleyebiliriz. Bu düşünce, panteist düşünceden Tanrı’yı basit, zorunlu, mutlak, tek ve sonsuz kabul etmekle farklılaşır. Başka bir deyişle Tanrı’nın herhangi bir eşyayla ortaklık içerisinde olduğu bir mahiyeti yoktur. Tanrı âlem ilişkisini kısaca Tanrı’nın, görünmek ve bilinmek için mahiyetlere iştiyakı, âlemin ise var olabilmek için Tanrı’ya ihtiyacı şeklinde dile getirebiliriz. Buna göre mahiyetler Tanrı’nın tecelli, iş, tavır ve eylemlerine dönüşmektedir. Molla Sadrâ’nın Tanrı ispatlamasını üzerine dayandırdığı varlık fikri, zihinsel açıdan soyutlamayla elde edilen bir varlık tasavvurunu değil, dış dünyayı mevcut kılan hakikat ve biricik gerçekliği temsil eder.

Doç. Dr. Emin Rıza Abidinejad, el-Mustafa Üniversitesi Felsefî İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi

“Vâcibu’l-Vücûd’u, Sadreddîn Şîrâzî’nin felsefesinin en önemli meselesi saymak mümkündür. Zira Mollâ Sadrâ’nın felsefesinde Allah, pratik (amelî) ve teorik (nazarî) hikmetin gayesidir; tüm güzelliklerin ve kemâllerin başlangıcı olan yegâne vücûddur. Aynı zamanda O, yaratılışın kendi kemâlî hareketindeki gayesidir. Sadrulmüteellihîn, Allah hakkında yaptığı yorum ve izahta – tıpkı kendi felsefî sisteminde açıklamaya çalıştığı diğer meselelerde olduğu gibi – baştan sona Hikmet-i Müteâliye’de inşa ettiği felsefenin temellerinden faydalanır. Öyle ki, temellerini Hikmet-i Müteâliye’de atmış olduğu bu ilke ve kurallarda, onun felsefî sisteminin teolojik delâletleri/içerimleri açıkça görülebilir. Nihayetinde Mollâ Sadrâ’nın teolojik burhanları ve açıklamalarıyla tamamlanan ilke ve kurallar ve onun ilâhî düşüncesinin bu yüce sarayı bu temellere dayanmaktadır.”

Dr. Sadi Yılmaz, Bingöl Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi

“Hikmetü’l-Müte‘âliye/Aşkın hikmet adıyla özgün bir felsefî sistem ortaya koyan Molla Sadrâ’nın felsefî düşüncesinde ontolojinin belirgin bir yeri olduğu aşikârdır. Varlığın birliği, varlığın asıllığı, varlığın teşkiki, zihnî varlık ve cevheri hareket gibi temel düşüncelerinin filozofun ontoloji düşüncesinin köşe taşları sayıldığı söylenebilir. Nitekim Sadrâ, bilgi konusundaki görüşlerini de varlık konusundaki görüşleriyle sıkı bir ilişki içinde ortaya koyarak bilgiyi varlığı/inniyeti ile mahiyeti aynı olan hakikatlerden biri olarak değerlendirir. Bu itibarla bilginin tanımının yapılmasının mümkün olmadığını savunarak bilginin nefsânî vicdânî bir hal olduğunu ve bilgi elde etme kabiliyetine sahip olan canlının herhangi bir karışıklık olmadan bilgi halini kendi zatında bulduğunu kabul eder. Molla Sadrâ, bilgi konusundaki görüşlerini doğrudan ortaya koymak yerine felsefî başyapıtı kabul edilen el-Esfâru’l-Erba‘a’da selefleri olan İbn Sînâ, Ebu’l-Berekât el-Bağdâdî, Fahreddin er-Râzî ve Sühreverdî gibi filozofların bilgi görüşlerine yer vererek onlara yönelik eleştiriler bağlamında görüşlerini ortaya koyar.”

Dr. Ferman Kızmaz, el-Mustafa Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi

           

“Molla Sadrâ, nefsin mahiyet ve hakikati konusuyla ilgili olarak, insanın varoluşu ve nefsin mahiyetine odaklanılıyor. Nefsin hakikatinin, sürekli bir değişim ve dönüşüm süreci içinde olduğunu ve insanın yaratılışında var olan potansiyellerin gerçekleştirilmesi ve gizli yeteneklerin farkına varılması yoluyla tamamlandığını öne sürüyor. Molla Sadrâ, insanın nefsi ve bedeni arasındaki ilişkiye dair, insanın beden ve ruh olmak üzere iki temel unsurdan oluştuğuna ve bu ikisinin birbiriyle ilişkili olduğuna inanır. Molla Sadrâ, ruhun seviyelerini; buhar ruhu, bitkisel ruh, hayvansal ruh ve insan ruhu olarak ayırır.

Dr. Murat Aydoğdu, el-Mustafa Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi

“Molla Sadrâ mektebini “Hikmetü’l-Mutealiye fi’l-Esfari’l-Erbea”, yani “Akli Dört Yolculukta Aşkın Hikmet” olarak isimlendirmiştir. Kendi ekolünü anlatan ansiklopedi niteliğindeki kitabını varlık hakkında zikir etmiş olduğumuz ontolojik ve epistemolojik (ayet) boyutları ifade edecek bir isimle “Dört Aklı Yolculukta Aşkın Hikmet” isimlendirmiştir. İlk yoluculuk için atmış olduğu başlık; “birinci yolculuk: varlığın doğasında ve zati cüzilerinde yoğunlaşıp onda düşünerek yaratıklardan hakka gitmektir” şeklindedir.”

Haberin Fotoğrafları için:

https://www.elmustafa.com.tr/haber-detay/molla-sadra-ve-felsefi-dusunceleri-konferansi-duzenlendi/387

Editör: Hasan Bedel