Ayet-i kerimelerin nüzul sebebi ve tarihi konumları İlahi konuları idrak etmemiz açısından bize çokça ipucu verir. Örneğin 18. Zilhicce günü Maide Suresi 67. ayet-i kerimenin nazil oluşu. Tam hac menasıklarının bittiği ve hacdan geri dönüş yolunda. Konu neydi acaba? Sırada hangi konu vardı Hz. Peygamber tarafından açıklanması gereken, yüce Allah tarafından bildirilen?
“Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni (halka) ilet. Eğer bunu yapmazsan, O'nun risaletini açıklamamış olursun (elçilik görevini yerine getirmemiş olursun). Allah seni insanlardan korur. Kuşkusuz, Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.”[1]
Ayet dehşet vericidir. Açıklamasını emrettiği, açıklamadığında risaletin amacının yerine gelmediği ve insanlar tarafından tehlikeli bir tepki alacağı hal neydi acaba?
İşte konunun hem sözel, hem de fiili olarak açıklaması Hz. Peygamber (saa) tarafından Gadir-i Hum hutbesi olarak verildi. Gadir-i Hum hutbesini kesinlikle okumak gerekir. Risaletin amacını özetleyen bir hutbedir. Eğer bu denilenler anlaşılmazsa veya kabul edilmezse risalete iman ve dolayısıyla tevhid inancı da tehlikededir.
Hutbedeki ana konu; Resulullah’tan (saa) sonra ilahi yol sorumluluğunu taşıyacak olan vasileri Ehl-i Beyt İmamlarının, Allah tarafından bildirildiği ve açıklanması gerektiğidir. Yani yeryüzünün ilahi projesi olan imamet süreci Hz. Resulullah’tan (saa) sonra İmam olarak Ali b. Ebu Talib ve onun çocuklarından gelen belli isimler üzerinden devam edeceğidir.
Müşrik bir toplumdan gerçekten hicret etmeyen, hatta hâlâ o günleri hatırlamak isteyenler tevhid, risalet ve ahiret sürecini daha yeni sindirip sindirmeme aşamasında net değil iken şimdi de imamet sürecini kabul edeceklerdi. Nefsini hazırlamayanlar ve hakkı hazmedemeyenler için gerçekten bu, büyük bir lokma idi. Bu yüzden ayeti kerime de “Allah seni insanlardan korur.” denilmişti.
Ancak derdi hidayet olan, ilahi rızayı kesinlikle kazanmak olan kimseler için yüce Allah, hidayet yolunu açık tutmuştu. Bu yüzden ilahi velayet Hz. Resulullah’tan (saa) sonra imamlar (s.a) üzerinden garanti altına alınıyordu. Dolayısıyla Allah tarafından bu göreve layık görülmüş kişiler Hz. Peygamber tarafından resmen ilan edilmişti bu gün ve onlar adına Hz. Peygamber tüm insanlardan biat alıyordu. Elbette Hz. Peygamber (saa) bu haberleri önceden de vermişti ve toplumu bu günlere hazırlamıştı. Ancak toplu duyuru ve toplu biat bugün alınıyordu.
Hz. Peygamberin(saa) bu açıklamalarının ve akabinde gerçekleşen biatın öneminin farkında olmak gerekir.
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştu:
“Kim benden sonra Ali'nin imametini bilerek inkâr ederse, benim nübüvvetimi inkâr etmiştir; kim de benim nübüvvetimi bilerek inkâr ederse, Allah'ın rubûbiyetini inkâr etmiştir.”[2]
Muhammed b. Fazl, İmam Ali Rıza’nın (a.s) babaları kanalıyla Allah Resulü'nden (s.a.a) şöyle rivayet ettiğini nakleder:
“Ya Ali, sen ve benden sonraki (diğer) imamlar, Allah'ın kullarına hücceti ve yaratıkları arasında nişanelerisiniz. Kim, sizden bir tanesini bile inkâr ederse, aslında beni inkâr etmiştir; kim de sizden birisine karşı gelirse, aslında bana karşı gelmiştir; size cefa eden, bana cefa etmiştir; kim sizinle ilişki kurarsa, benimle kurmuştur; kim size itaat ederse, bana itaat etmiştir; kim size dost olursa, bana dost olmuş ve kim size düşmanlık yaparsa, bana düşmanlık yapmıştır; zira hiç şüphesiz sizin hepiniz bendensiniz; benim tıynetimden yaratılmışsınız; ben de sizdenim!”[3]
Bu sözlerle Hz. Muhammed (saa) imam Ali’nin (a.s) velayetini kendi risaletine bağlamış oluyordu. Bu yüzden ayeti kerimede “Risaletini tamamlamamış olursun” demektedir. Yani peygamberden sonra bu yol unutulur ya da tahrif edilir. Ancak imam Ali’nin velayeti ile başlayan süreçle peygamberin yolu korunmuş olacaktı. Elbette yol İmam Ali (a.s) ile de yarıda kalmamalı idi. Kıyamet kopuncaya kadar tüm veliler yani imamlar açıklanarak sıratı müstakim korunmalıydı. Dolayısıyla ilk adım peygamberden sonra İmam Ali’nin (a.s) velayetini kabul etmek olacaktı. İlk imamı kabul eden daha sonraki imamları da kabul edebilecekti. Bu yüzden İmam Ali’nin (a.s) velayetliğini kabul etmek büyük bir adımdı.
Saîd b. Cübeyr, Ümmü'l-Müminin Âişe'den şöyle nakletmiştir:
Resulullah'tan (s.a.a) duydum ki, şöyle buyuruyordu:
“Ben gelmiş geçmişlerin hepsinin efendisiyim; Ali b. Ebî Tâlib ise vasilerin efendisidir; odur benim kardeşim, vârisim ve ümmetime olan halifem; ona itaat etmek farzdır; ona uymak fazilettir ve onu sevmek Allah'a yakınlaşma vesilesidir. Onun hizbi, Allah'ın hizbidir; ona yardım edenler, Allah'a yardım edenlerdir. Onun dostları, Allah'ın dostlarıdır ve onun düşmanları, Allah'ın düşmanlarıdır; o, benden sonra Müslümanların imamı, müminlerin mevlâsı ve emiridir.”[4]
Saîd b. Müseyyib, Hz. Ali'den (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) Tebûk gazvesinde kendisine hitaben şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Seni, ehlim arasında halifem olarak bıraktım." Ben "Ey Allah'ın Nebisi, kendinden sonra mı halife olarak bırakıyorsun?" dediğimde, şöyle buyurdu: "Harûn'un Musâ yanında sahip olduğu makama, sen de benim yanımda sahip olmak istemez misin?! Ancak (onlarla bizim aramızdaki tek fark şudur ki) benden sonra peygamber yoktur."[5]
İbn Abbâs, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir:
“Sizler, Ali'nin velâyeti altında olduğunuz müddetçe, asla yolunuzu şaşmaz ve helak olmazsınız! Ama ona muhalefet ederseniz, (farklı) yollar ve nefsânî hevesler sizi yolunuzdan saptırıp şaşkınlığa sürükler! O hâlde Allah'tan korkun; hiç kuşkusuz Allah'ın ahdi, Ali b. Ebî Tâlib'dir!”[6]
Resulullah (s.a.a) yine şöyle buyurmuştu:
“Ya Ali, beni sevdiğini zannedip de sana düşman kesilen, yalancıdır. Ya Ali, kim seninle savaşırsa, hiç şüphesiz benimle savaşmıştır; benimle savaşan ise şüphesiz Allah'la savaşmıştır. Ya Ali, sana düşman olan, bana düşman olmuştur; bana düşman olan ise hiç kuşkusuz Allah'a düşman olmuştur ve Allah böyle bir kimseyi helak edecek ve cehennem ateşine sokacaktır.”[7]
Resulullah (s.a.a), Hz. Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurmuştu:
“Senin dostun, benim dostumdur ve benim dostum, Allah'ın dostudur; senin düşmanın, benim düşmanımdır ve benim düşmanım, Allah'ın düşmanıdır. Benden sonra sana buğz eden kimsenin vay haline!”[8]
Bu konu ile ilgili yüzlerce daha delil var. O halde imam Ali’nin (a.s) konumunu anlamamak veya onun konumunu aşağıya çekmek bu aşamadan sonra derdi iman olmayanların çabası olmaktadır. Bu nedenle Maide suresi 67. ayet şöyle açıklamasını tamamlamaktadır. O gün nazil olan bu ifadeye dikkat edilmelidir; “Kuşkusuz, Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.”
Maide suresi 67. ayet Gadir-i Hum hutbesine sebep nazil olmuştu. O halde Hz. Peygamberin hayatının son tebliğleriyle de insanlar, aynen Gadir Hum kavşağı gibi imanda sebat veya devam edip etmeme konusunda da kavşak noktasına gelinmişti. İnsanlar bu İlahi emirle yani imamet makamını kabul edip etmeme ile son imtihanını veriyordu. Ya Peygambere ve dolayısıyla Allah’a güveneceksiniz ya da gerçekte Allah’ı ve peygamberini anlamamış ve iman etmemiş olacaksınız. İşte bu yol ayırımında tüm insanlar o gün durmuştu ve karar veriyorlardı. O gün bir kişi dışında diğer insanlar imam Ali’nin (a.s) “Müminlerin Emiri!” olduğuna biat etmişlerdi. Ancak bu yol ayırımına sadık kalmışlar mıydı, yoksa sonra kararlarını değiştirdiler mi? Bunu da tarih göstermiş olacaktı!
[1] Maide / 67
[2] Bihâru'l-Envâr, c.27, s.61.
[3] İsbâtü'l-Hüdât, c.1, s.519
[4]İsbâtü'l-Hüdât, c.2, s.69
[5] İhkâku'l-Hak, c.5, s.198
[6] İhkâku'l-Hak, c.6, s.57
[7] Gâyetü'l-Merâm, c.1, s.94
[8] İhkâku'l-Hak, c.6, s.406