.
.

Ehlader Araştırma Bölümü



Peygamberlerin davetinde yer alan ilk slogan, mektep ve ekollerinin en hassas ve en temel noktasından ibaret olan ve hatta buna ruh ve ana unsur da denebilir, tevhid nağmesidir. Diğer ekollerin devrim programlarında işin ilerlemesi "tedric" seyrine dayalı olup ilk sloganları, belirlenen amaçların ortam ve zeminini hazırlamaktan başka bir şey değildir. Peygamberlerin programında ise son söz başta söylenir ve herkes, iman ve bağlanışın başlangıcında işin yön, amaç ve sonucunu anlar ve tam bir sağgörüyle ona inanırlar.

Hem peygamberlerin davetinden haberdar olup onu kabul edenler ve hem de kabul etmeyerek savaşa kalkışanlar, tevhid sloganının gündeme getirilmesinin, bu yeni ekolün doğal olarak her tür beşerî tahakkümlerle, sınıfsal farklılıklarla, sömürü ve haksızlıklarla mücadele anlamına geldiğini anlarlar.

Sosyal yapılanma ve istenen düzenin oluşumu döneminde de insanın özgürlük ve değerinin gözetilmesi, sosyal adalet, kamu refahı, zulüm ve haksızlıkla mücadele... doğal olarak göz önünde bulundurulan değerlerdir.

Peygamberlerin getirdiği ekolün amaç, yön ve yolunun belirginliği, buna karşı olan düşmanları -her yerde ve her zaman aynı şekilde belirginleştirip ortaya çıkarır ve aynı zamanda da peygamberlere iman edenlerin peygamberler sonrasında sorumluluk, yükümlülük ve hareket yönlerini belirler ve mektebî sapmalarını önler. Kur'ân-ı Kerim, birçok yerde ve büyük peygamberlerin dilinden nübüvvetin ilk sloganını "Allah'a kulluk" ve "tağuttan sakınma" olarak, yani tevhid olarak tanıtır: Andolsun ki biz her ümmete, Allah'a kulluk edin ve Şeytan'dan uzaklaşın diye bir peygamber gönderdik; içlerinde, Allah'ın doğru yola sevkettiği de var, sapıklığı hakedeni de. Gezin yeryüzünde de bakın, görün, yalanlayanların sonuçları ne olmuş.1

Andolsun ki Nuh'u, kavmine peygamber olarak gönderdik de ey kavmim dedi, Allah'a kulluk edin, O'ndan başka bir mabudunuz yoktur. Şüphe yok ki ben, büyük bir günün azabına uğrayacağınızdan korkuyorum.2

Kur'ân-ı Kerim, yine birkaç ayet sonra bir başka peygamberin dilinden şöyle aktarır: Âd kavmine kardeşleri Hud'u yolladık da ey kavmim dedi, Allah'a kulluk edin, O'ndan başka bir mabudunuz yoktur. Hâlâ mı çekinmeyeceksiniz? Kavminin kâfir olanlarından ileri gelenler, şüphe yok ki dediler, biz seni sapıklık, bilgisizlik içine dalmış görmedeyiz ve sanıyoruz ki yalancılardansın sen. O, ey kavmim dedi, bende sapıklık, bilgisizlik yok, fakat ben, âlemlerin Rabbinden gelen bir elçiyim. Rabbimin bildirdiği haberleri size tebliğ etmedeyim ve ben sizin için güvenilecek bir öğütçüyüm. Sizi korkutmak için içinizden birisine Rabbinizden vahiy gelmesine şaşıyor musunuz? Hatırlayın ki sizi Nuh kavminden sonra hükümdar etti, boypos, kuvvet-kudret bakımından da onlardan üstün etti sizi. Siz de Allah'ın nimetlerini anın da muradınıza erin, kurtulun. Dediler ki: Sen bize tek Allah'a kulluk etmemizi ve atalarımızın taptıklarını bırakmamızı sağlamak için mi geldin? Doğru söyleyenlerdensen tehdit ettiğin şeyi meydana getir bakalım. O, Rabbinizden azaba ve gazaba uğramayı hak ettiniz dedi, Allah'ın, haklarında hiçbir delil indirmediği ve ancak sizin ve atalarınızın taktığı birtakım adlar için benimle çekişmeye kalkıyorsunuz demek, o hâlde bekleyin, şüphe yok ki ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.3

Karşıt Gruplar

Bu süreçte gerçekleşen bir başka nokta, nübüvvetin en heyecan verici -bir açıdan da en önemli- bölümünü oluşturur. Bu ise "cephelerin ayrışımı ve çatışmalar" konusudur. Sınıfsal imtiyazlara muhalefet nağmesi, dünyanın hiçbir noktasında ve tarihin hiçbir diliminde yanıtsız kalmamış ve kalmayacaktır. Bu çağrı, -çoğunlukla mahrum tabakadan oluşan- taraftar ve destekçi kazandığı gibi, -darbe almış ve saldırıya uğramış- karşıt ve düşmanları da karşısına alacaktır. Bu da iki cephe arasında karşıtlıkların ve çatışmaların ortaya çıkmasına neden olacaktır. İşte bu noktadan hareketle, nübüvvet eksenli onlarca konu gündeme gelir.

Şimdi sözü edilen bu grupları ayrıntılarıyla tanımak üzere Kur'ân'a dönelim. Kur'ân-ı Kerim bir yerde, genel bir ifadeyle peygamberlerin davetine karşıt olan kesimlerin varlığından söz eder. Bir başka yerde, üç sınıfı örnekleyen üç ismi yanyana getirir (Firavun, Haman, Karun; yöneticiler, önde gelenler ve zenginler sınıfının sembolü). Yine başka yerlerde Yahudi ve Hristiyan din adamlarını da dördüncü sınıf olarak açıklar ve her birinden ayrı ayrı söz eder.

Kur'ân-ı Kerim, peygamberlere karşı dört cephede savaşan dört unvana şöyle dikkat çekmiştir: Tağut, Mele', Mütref, Ahbar ve Ruhban. Bu alanda yer alan birçok ayetten sadece birkaçını örnek olması bakımından buraya taşıyacağım: İşte biz, böylece her peygambere insan ve cin Şeytanlarını düşman ettik; bazısı, bazısına yaldızlı sözler söyleyerek aldatır. Rabbin dileseydi yapamazlardı bunu, onları da bırak, iftiralarını da (onlara itina etme, komplo ve entrikaları karşısında ümitsizliğe kapılma). Onlar, ahirete inanmayanların gönülleri meyletsin ve hoşnut olsunlar da yapageldiklerine devam etsinler diye söylerler o sözleri.4

Ve andolsun ki Musa'yı delillerimizle ve apaçık bir burhanla göndermiştik. Firavun'a, Haman'a ve Karun'a; derken onlar, bu demişlerdi, pek yalancı bir büyücü. Musa, katımızdan gerçekle onlara gelince öldürün demişlerdi, onunla beraber inananların oğullarını ve bırakın kadınlarını; kâfirlerin düzeni, ancak gerçekten dışarıdır, boştur.5

Ve hiçbir şehre korkutuculardan birini göndermedik ki oradaki nimete, mala sahib olanlar, şüphe yok ki biz, size gönderilen şeyleri inkâr ediyoruz demesinler. Ve biz demişlerdi, mal bakımından da daha fazla mala sahibiz, evlât bakımından da topluluğumuz daha çok ve bize azap edilemez."6

Nübüvvetin Ürünü

Peygamberlerin insanları davet ettikleri yol, insanın doğal ve yaratılışsal yolu olduğu ve insanların o yolda hareketi de doğal bir hareket olduğu için büyük bir hızla ve çok kolay olarak gerçekleşir. İnsanları bu yoldan uzaklaştıran zalim ve cahilî düzenler, insanın tabiat ve fıtratına ters düşen bir işe giriştiklerinden dolayı işleri kalıcı olmaz ve yok olmaya mahkumdur. Nübüvvetin ve peygamberlerin işinin ürünü işte buradan anlaşılabilir...

Peygamberlerin hareketinin başarısız olduğunu ve peygamberlerin yoluyla çelişen batılın insanlık tarihine ve tarihin seyrine hüküm sürdüğünü bildiren görüşler, ancak dar görüşlülükten ve yüzeysellikten kaynaklanmıştır. İlâhî elçiler başlangıçtan bugüne, genel olarak insanları kendi istedikleri yol ve yöne hidayette başarılı olmuşlardır ve bundan sonra da dünyanın sonuna kadar bu çizgide olacaktır.

Hak elçilerinin her biri, bu uzanan tarihin her diliminde insanı ileriye taşımışlardır; insanın seyrini, beşerî toplumun yüceliş ve yetkinliğinden ibaret olan yaratılış gayesi yönünde kolaylaştırmış ve hızlandırmışlardır; amansız bir uğraş ve mücadele sonrasında-her hangi bir durumda ve her hangi bir neden sonucunda- bu dünyadan ayrıldıklarında görev ve elçiliklerinin son noktasında ilâhî emanet yükünü –insanı hidayet etme emanetini- kendinden sonraki elçiye teslim etmiş ve başarılı bir hâlde gözlerini dünyaya kapatmışlardır... Böylece de insan, tarihin bu dönem ve diliminde sürekli olarak uzayıp giden ömrünün bilinç ve uyanıklığıyla -ki bu da elçilerin çağrısının getirilerindendir- elçilerin yoluna daha iyimser ve onların hedefine daha yakın olmuştur... Son ilâhî hüccet eliyle insanın eğitilmesi ve aydınlatılması yönünde son adım atılıncaya dek, hiçbir engel ve mani olmaksızın insanlık sonsuz yüceliş ve yetkinliği yolunda adım atıncaya değin ve her zamankinden daha hızlı olarak mübarek hareketine devam edinceye kadar bu doğal seyir bu minval üzere devam edecektir...

Elçiliklerin, peygamberliklerin ve yollarının gerçek ürünü işte budur... Bu bağlamda çok önemli bir nokta vardır ve o da, aşamalı başarıların çok belirleyici olan "iman" ve "sabır" etkenlerine bağlı olduğudur. Yol esnasındaki yenilgiler bu etkenlerin yokluğundan kaynaklanmış ve parlak başarılar ise bunların kullanılması sonucunda elde edilmiştir... Aşağıdaki ayetler, Kur'ân'ın bu alandaki ümit bahşeden ve genel yasaların göstergesi olan ayetlerinden örneklerdir sadece:

...De ki: "Her şeyi yaratan Allah'tır ve o birdir, acze düşmez, her şeyden üstündür. Gökten yağmur yağdırır da vadilerde alabildikleri kadar seller, ırmaklar olur, çağlayıp akar, akarken de üste çıkan köpükleri sürükler götürür. Ziynet eşyası, yahut faydalanmak için kullanılan araçları yaparken ateşte eritilen şeylerde (demir veya diğer madenlerde) de buna benzer bir köpük, bir posa meydana gelir. İşte Allah gerçekle boş şeyi bu çeşit bir örnekle anlatır. Köpük, dağılır gider, halka fayda verecek şeyse (su veya demir ve diğer madenler) yerinde kalır. İşte Allah, böyle örnekler getirir. Rablerinin davetine icabet edenlere güzel bir mükâfat var; fakat icabet etmeyenlere gelince: O çeşit adamlar, yeryüzünde ne varsa hepsine sahip olsalar ve bir misli daha malları olsa da (kötü sonlarından kurtulmak için) hepsini feda etseler gene onlar için kötü bir hesap var, yurtları cehennemdir ve orası ne de kötü yataktır ya.7

Ve andolsun ki gönderilen kullarımıza şu hükmü takdir etmiştik. Şüphe yok ki onlar, elbette yardıma mazhar olacaklardır. Ve şüphe yok ki bizim ordumuz, elbette üstündür. Artık yüz çevir onlardan bir zamana dek. Hele bir bak, bir gözle onları, onlar da sonuçları neymiş, yakında görecekler. Azabımızın çabucak gelmesini mi istiyorlar? Fakat azabımız, yurtlarına gelip çökünce korkutulanlar, ne de kötü bir sabaha kavuşacaklar. Ve yüz çevir onlardan bir zamana dek. Ve bir bak, bir gözle, onlar da sonuçları neymiş, yakında görecekler. Yücedir, münezzehtir -izzet ve kudret sahibidir- Rabbin ve yücelik, üstünlük ıssı Rab, onların vasfettiklerinden.8

Elçiliklerin ürünü hakkında kısaca şöyle denebilir: Peygamberler ve onlara inananlar, ilâhî davete tam anlamıyla iman ettikleri ve sabır gösterdikleri her aşamada ve her zaman diliminde zafer elde ederek uygun çevreyi oluşturmuş, istenen düzeni kurmuş ve cahilî düzeni yıkmışlardır. Tümüyle peygamberler -görüntü olarak aşamalı yenilgiyle karşılaşanlar da dahil olmak üzere- nübüvvetin genel seyir hattında, insanların düşünce düzeyini ve moralini yükseltmekten ve bir sonraki aşamaya varmak için insanları hazırlamaktan ibaret olan hedef ve amaçlarına ulaşmışlardır.

Kur'ân-ı Kerim, peygamberlerin öyküsü veya bütün peygamberlerle ilgili gerçekler bağlamında yüce İslâm Peygamberini (s.a.a), Müslümanları ve peygamberler yolunda yürümek isteyen herkesi bilgilendirmek ve yüreklendirmek için bu gerçeği farklı ifadelerle açıklamıştır. Şüphe yok ki biz, elbette peygamberlerimize ve inananlara, dünya yaşayışında da yardım ederiz, tanıkların getirileceği günde de. Bir gündür o gün ki zalimlerin özürleri fayda vermez ve onlaradır lânet ve onlarındır kötü yer-yurt. Ve andolsun ki biz, Musa'ya doğru yolu gösteren kitabı verdik ve İsrailoğulları'nı da mirasçı ettik o kitaba ki, Aklı başında olanları doğru yola sevk eder ve onlara öğüttür. Artık sabret, şüphe yok ki Allah'ın (yardım ve zafer) vaadi gerçektir ve suçunun bağışlanmasını dile ve akşam ve sabah çağlarında, Rabbine hamd ederek tenzih et O'nu.9

Enbiyâ Suresi, peygamberlerin zaferini ve onların karşıtları olan zalimlerin ve düşmanların ise yenilgisini açıklamaktadır: Zulmeden nice şehirleri helâk ettik de ondan sonra diğer toplulukları yarattık. Azabımızı hissettiler mi hemen kaçmaya başlıyorlardı ondan. Kaçmayın, dönün sahip olduğunuz mallara, nimetlere ve evlere; çünkü sorguya çekileceksiniz.10

Yine aynı sure, Hz. İbrahim'in (a.s) öyküsünü şöyle açıklamaktadır:Ey ateş dedik, soğu İbrahim'e karşı ve bir zarar verme ona. Onlar, İbrahim'e bir düzen kurmak istedilerse de biz, onları en büyük bir ziyana uğrattık. Onu da, Lut'u da kurtarıp âlemlere kutlu ettiğimiz yere ulaştırdık. Ve ona İshak'ı verdik, Yakub'u da istemeden ihsan ettik ve hepsini de temiz ve iyi kişiler kıldık. Onları öyle rehberler ettik ki emrimizle halkı doğru yola sevk ederler ve onlara hayırlı işleri, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik ve onlar, bize ibadet eden kişilerdi.11

------------------------------------------------------------------------------------------------

1- Nahl, 36
2- A'raf, 59
3- A'raf, 65-71
4- En'am, 112-113
5- Mü'min, 23-25
6- Sebe', 34-35
7- Ra'd, 16-18
8- Sâffât, 171-180
9- Mü'min, 51-55
10- Enbiyâ, 11-13
11- Enbiyâ, 69-73