.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
1. Dilin, Dinin, Kavmin ve Toprağın Kutsallığı
Kutsal dil (Sacred language) ibadet, dua ve semavi kitap tilavet edilirken kullanılması zorunlu olan dildir. Hatta evlilik gibi bazı anlaşmaların akdi ve hayvanın din usulüne göre kesilmesi gibi bazı işler için bile kutsal dil söz konusudur.
Kutsal dilde konuşmanın ve onu işitmenin sınırlamaları vardır. Bu nedenle Şam Hıristiyanları ikinci halifeyle yaptıkları anlaşmada Müslümanların lehçesiyle konuşmamayı ve Arap hattıyla yüzüklerinin üzerine bir şey yazmamayı taahhüt ettiler.[1]
Bütün dünya dinleri kendi tarihlerinde bir veya birkaç kutsal dili tecrübe etmişlerdir. Günümüzde de hemen hemen bütün dünya dinlerinin kutsal dilleri vardır.
Eğer bütün dünya dinleri kendi tarihlerinde kutsal dile sahip idilerse bu durumda acaba bütün eski diller de bir zamanlar kutsal mıydı? Bu sorunun cevabı olumludur; şöyle ki, yeryüzündeki bütün eski kavimlerin kendilerine has din ve dilleri vardı. Doğal olarak onlardan her biri kendi kavim, toprak, dil ve dinlerini kutsal biliyorlardı.[2]Ancak kavimlerin, toprakların, dillerin ve dinlerin çoğu tarihi olaylar sonucunda birbirine karışmışlardır. Bu nedenle onların bazılarının kutsallığı zarar görmüştür.
Günümüzde dünya kavimlerinin sayısının dinlerin kaç katı olduğunu, dinlerin çoğunun çeşitli kavimler arasında yayıldığını ve kitabın başında da belirtildiği üzere dinlerin bazı kavimler için yerli ve bazıları için de yabancı olduğunu görmekteyiz.
Dolayısıyla dünya kavimleri ve milletlerinin çoğunun ithal dinleri vardır. Dinlerin çoğu birkaç millet arasında dağılmıştır. Bu nedenle kutsal dillerin sayısı yerli dillerden çok azdır.
2. Arapça; İslam’ın Mukaddes Dili
Kutsal dilin semavi kitabın veya o dinin kurucusunun dili olması gerekli değildir. Ancak genellikle böyledir. Bildiğimiz üzere İslam’ın kutsal dili Arapçadır ki, Kuran-ı Kerim’in ve Hz. Resulullah’ın da (saa) dilidir. Buna ilaveten İslam geleneğinde[3]Arapçanın Allah’ın dili olduğu geçmektedir[4]ve Allah onu diğer dillere üstün kılmıştır.[5]Nitekim dünyanın başlangıcında Hz. Âdem’in dili Arapça idi. Ancak itaatsizlik edip yasak ağacın meyvesinden yedikten sonra Allah nimetlerini esirgedi ve Arapçayı ondan alarak yerine Süryani dilini verdi.[6]Daha sonra ilk Arapça konuşan kimse Hz. İsmail idi.[7]Hz. Yusuf Mısır padişahıyla ilk karşılaşmasında Arapça olarak selam verdi[8]ve Hz. Süleyman Arapçayı kendi ibadet dili kıldı.[9]Aynı şekilde denildiğine göre Hz. Mehdi’nin (af) vezirlerinin hepsi Arap olmamalarına rağmen Arapça konuşacaktır.[10]
Dünyanın sonunda da Arapça söz konusudur. Zira cennet ehlinin dili Arapça olacaktır.[11]İşte bu şekilde İslam’ın mukaddes dili, Allah’ın dili ve güzelliklerin dili olarak tanıtılmış ve ebedileştirilmiştir. Aynı şekilde Kuran’ın Arapça olması, o kutsal kitaptaki 11 ayette geçtiği üzere yüce Allah tarafından bir lütuftur.
Kutsal dil, birçok ibadette ve bazı İslami işlemlerde ön plana çıkmaktadır. İslam’da ezan, ikame, namaz, hac ve umre dili Arapça olmalıdır ve bütün Müslümanlar o sözlerin Arapçasını öğrenmekle yükümlüdür. Kuran-ı Kerim’de Arapça olarak tilavet edilmektedir. Dualar, ziyaretler ve tesbihler Arapçadır. İslam-i inançlar da ölüye Arapça olarak telkin edilir.
İslam fıkhının işlemlerle ilgili bölümünün bazı yerlerinde Arapçanın şart olması veya olmaması söz konusu edilmektedir ve şart olması derece bakımından daha üstün olabilir. Mesela fakihlerin fetvasında ihtilaf olmasıyla birlikte evlilik ve boşanma hususunda akit okunması gerekir ve bu akit imkân dâhilinde Arapça olmak zorundadır. Tabii ki akdi sağlamlaştıran niyettir, söz değil. Ancak evlilik ve boşanma gibi önemli akitlerde bir tür dini irtibat söz konusudur. Bu nedenle bu durumlarda hem akit okunmakta ve hem de o akit kutsal dil olan Arapçadır.[12]
Diğer taraftan Ehl-i Sünnetin büyük imamı Ebu Hanife’nin fetvasına göre ezanı, namazı ve telbiyeyi farsça söylemek caizdir.[13]Şia fakihlerinden bazıları da namazda Arapça dışında bir dille dua etmeyi caiz bilmiştir.[14]Ancak Arapçanın dışında bir dille yapılan canlı ve yaygın olan ibadet örneği Cuma namazının hutbeleridir. Arapçanın yanı sıra farsça, Türkçe, Urduca, Bengalce, Guceratça, İngilizce ve diğer dillerde gerçekleşmektedir ve iki rekât namazın yerine geçmektedir. Şiaların mersiyeleri, methiyeleri ve ağıtları da yöre diliyle gerçekleşmektedir.
3. Diğer Dinlerin Kutsal Dilleri
Hemen hemen bütün dinlerin kutsal bir dili olmasına rağmen bazı dinler için kutsal dil sadece tarihsel bir konudur. Ne zaman bir din bu bakışa sahip olsa, bütün fırkaları veya bazı fırkaları has bir dile odaklanmaz ve yöre dilleriyle ibadet ederler.
Aynı şekilde bütün dinler, işaret dilini kullanmaktadır. İslam’da bunun örneği namazın tekbirinde el işaretiyle dünya ve dünya işlerini arkaya atmaktır. Bununla birlikte kimi zaman bir dinin sözsüz kutsal dili de vardır. Tıpkı Hinduizm ve Budizm’deki Mudralar dili gibi. Mudra; Vişnu, Şiva ve Buda’nın bazı heykellerindeki parmaklarının durumudur ki, adı geçen dinlerin bazı inançlarını göstermektedir. Bu sözsüz kutsal dil, Hinduizm’in kutsal dili Sanskritçe ve Budizm’in dini dilleri olan Palice ve Prakritçe ile farklıdır.
Yahudilerin kutsal dili İbrani’cedir. İbranice Tevrat’ın, Hz. Musa’nın ve İsrailoğulları kavminin dilidir. İşgalci İsrail ülkesi kurulduktan sonra İbrani’ce yenilenerek o ülkenin resmi dili oldu.
Hıristiyanlık başından itibaren çeşitli kültürlerle karışmış olduğundan dolayı Hıristiyanlar çeşitli zaman ve mekânlarda Yunanca, Latince, Süryanice, Kıpti’ce ve Ermeniceyi kutsal saymışlardır. Şöyle ki:
Katolik Hıristiyanlar yaklaşık yarım asır öncesine kadar Latince ibadet ediyorlardı. Latince Romalıların diliydi ve Hz. İsa zamanında müşterek idiler. O zamanlar Filistin Roma’nın sömürgesi altında olduğundan dolayı İncillerin bildirdiğine göre Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi Yahudilerin ısrarı ve Filistin’in Rum yöneticisinin eliyle gerçekleşmiştir. Dolayısıyla Latince Hz. İsa’nın düşmanlarının diliydi. Romalılar miladi dördüncü asrın başlarında Hıristiyan olmalarından ve dini törenlerini Latince icra etmelerinden sonra yavaş yavaş kutsal sayıldı. Kitab-ı Mukaddes’in Jerome (ö. M.420) eliyle yapılan ve Vulgate diye meşhur olan tercümesinin Katolik Hıristiyanlar için önemi vardı. İbadetlerde Latincenin kullanılmasının gerekliliği ikinci Vatikan şurası tarafından (1962-1965) geçersiz kılındı. Papa da fetvalarını Latince yayınlıyordu ve Latince kaldırıldığı için o fetvalar hiç beklemeden diğer dillere tercüme edilerek yayınlandı.
Yunan Ortodoks Hıristiyanları, Yunancanın (ki, Yeni Ahit o dilde yazılmıştır) kutsal olduğuna, Irak, Suriye ve Lübnan Hıristiyanları Süryanicenin kutsallığına (İslam’dan önceki Suriye’ye aittir ki, Hz. İsa da o dilde konuşmuştur), Mısır Kıpti Hıristiyanları Kıpti dilinin kutsallığına (İslam’dan önceki Mısır’la ilgili) ve Ermeni Hıristiyanlar, Ermenicenin kutsallığına inanıyorlar. Protestan Hıristiyanları hareketlerinin başlangıcından itibaren dillerin kutsallığını kabul etmiyorlardı ve dini törenleri herhangi bir dilde gerçekleşmesini caiz biliyorlardı. Hinduların kutsal dili Sanskritçe ve Sihlerin kutsal dili Pencap dilidir. Buda dinindeki mukaddes kitaplar Palice ve Prakritçe dillerinde yazılmışlardır ve günümüzde bu dillerin kutsal olmadığı ve olmayacağı anlaşılmıştır. Zerdüştlerin kutsal dili özel bir hattı olan Avestaca’dır. Pehlevi dili de Zerdüşt dininde bir ölçüde kutsaldır. Sabiilerin kutsal dili Mandeice’dir.
4. Kutsal Metinlerin Tercümesi
Kutsal metinlerin tercüme edilmesi o metinlerin kutsallığını şiddetler azaltmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu durumda İslam’a göre ona dokunmak için taharet şart değildir. Yahudilikte de bunun benzeri hüküm vardır.[15]Hıristiyanlıkta kutsal metine veya onun tercümesine dokunmayla ilgili bir hüküm yoktur.
Genellikle dinlerin takipçileri kendi semavi kitaplarının tercüme edilmesine karşı olmuşlardır. 1536 yılında Yeni Ahit’i İngilizceye çevirip yayınladığından dolayı, William Tyndale’nin asılması ve ardından cesedinin yakılması, Hıristiyanların bu işe karşı muhalefetlerinin bir örneğidir. Tercümesinin birçok nüshası da yakıldı.
Kuran-ı Kerim’in tercümesi de kabul görmemiştir.[16]Öyle ki, Şah Veliyullah diye bilinen Allame Şeyh Ahmed b. Abdurrahim Dehlevi (ö. 1763), Kuran-ı Kerim’i “Feth’ur Rahman fi tercimet’il Kuran”adıyla Farsçaya çevirdikten sonra Hindistan’ın İslam-i toplumundan göçmek zorunda kaldı.[17]Aynı şekilde yaklaşık 70 yıl önce Mısır devleti bir taraftan, Kuran’ın tercümesini onaylayan âlimler ve tercümesine muhalif olan âlimler de diğer taraftan bu hususta şiddetle tartıştılar ve sonunda mesele tercüme muhaliflerinin lehine son buldu.[18]
Diğer taraftan Eski Ahit’in eski tercümelerinden bazılarının Keldanicesi, Targum adıyla ve o kitabın eski yunanca tercümesi, Septuaginta tercümesi adıyla Yahudi toplumlarında kutsallık kazandı. Hıristiyanlardan bazıları da Septuaginta tercümesinin ve Vulgata’nın Latince tercümesinin kutsallığına inandılar. Öyle ki, aziz Augustinus Septuaginta tercümesiyle İbranice metin arasındaki farklılıklar hakkında şöyle dedi:
“Eğer bu kutsal kitaplarda sadece tanrının ruhunun insanlar aracılığıyla söylediği şeyleri görmemiz gerekiyorsa bu durumda eğer bir şey İbranice metinde olur ama Septuaginta tercümesinde olmazsa bu, tanrının ruhunun onu tercümanlar aracılığıyla değil de bilakis sadece peygamberler aracılığıyla söylemek istediğini göstermektedir. Ancak eğer bir şey Septuaginta tercümesinde bulunur ama İbranice metinde bulunmazsa o, ruhun onları Septuaginta tercümesi aracılığıyla söylemek istediğidir ve böylece her iki grubun (müellifler ve tercümanların) peygamber olduklarını gösteriyor.”[19]
5. Kutsal Dilin İptali
Bazıları çeşitli dinlerde müminleri kutsal dili iptal etmeye davet etmiş ve insanın anladığı dile ibadet etmesi gerektiğini söylemişlerdir. Yahudilerden küçük bir azınlık bu davete olumlu cevap vermişlerdir. Ancak sabit ve tek bir kutsal dilleri olmayan Hıristiyanlar, kutsal dili iptal etmeye daha hazırlıklıydılar ve Protestanlar bu konuyu çok yaygınlaştırdılar. Katolikler de yavaş yavaş bunu kabullendiler ve belirttiğimiz üzere ibadetlerde Latincenin kullanılmasının gerekliliği ikinci Vatikan şurası (1962-1965) tarafından iptal edildi. Fransa ve bazı diğer ülkelerdeki Katoliklerden çok küçük bir grup bu konuyu kabul etmemişlerdir ve şu anda da Latince ibadet ediyorlar.
İslam dünyasında Türkiye’nin ilk cumhurbaşkanı olan Kemal Atatürk 1932 yılında Kuran-ı Kerim’in Türkçe okunması emrini verdi ve 1933 yılında müezzinlere Türkçe ezan vermelerini ve namazın Türkçe kılınması emrini verdi. Bu emirler yaklaşık 25 yıl boyunca geçerliydi ve onun halefleri o emirleri iptal ettiler.
[1] Ebu Bekr’ul Tartuşi, Sirac’ul Mülük, (Beyrut, Dar-u Sadir Li’t-Tebaeti ve’n-Neşr, 1995), s.319
[2] Yahudi kavminin kutsallığı çıkış, 19:6’da, Hıristiyan kavminin kutsallığı Petrus’un birinci mektubu, 2:12’de ve Filistin topraklarının kutsallığı Zekeriya’nın kitabı, 2:12’de ve Maide suresinin 21. Ayetinde geçmektedir. “Kutsal dil”anlamına gelen Lişon Hikodeş tabiri de İbranicenin kutsallığını gösteriyor.
[3] Bu bölümde nakledilen hadisler sadece Arapçanın Müslümanların örfünde kutsal olduğunu göstermek içindir. O hadisin masumdan nakledildiği veya nakledilmediği göz önünde bulundurulmamıştır.
[4] “Arapçayı öğrenin. Şüphesiz o, Allah’ın kullarıyla konuştuğu dildir.”(Bihar’ul Envar, c.1, s. 212 ve c.76, s. 127). “Vahiy, Allah katından Arapça olarak indi; bir peygamber geldiğinde kendi kavminin diliyle gelir.”(AGE, c.11, s.42). “Allah, bütün kitap ve vahiyleri Arapça indirmiştir. Ancak peygamberlerin kulağına kendi kavimlerinin diliyle ulaşır ve peygamberimizin (saa) kulağına Arapça ulaşmıştır.”(AGE, c.16, s.134 ve c.18, s.263).
[5] Bihar’ul Envar, c.25, s.29
[6] “Âdem’in dili Arapçaydı ve o, cennet ehlinin dilidir. Rabbine isyan ettiğinde Allah cennet nimetlerini yeryüzü nimetleri olarak ve Arapçayı da Süryani dili olmak üzere değiştirdi. ”(AGE, c.11, s.56)
[7] AGE, c.12, s.87
[8] AGE, c.12, s.294
[9] AGE, c.14, s.112. Hz. Musa (as) aşağıdaki metni İslami ilimlerin Arapça olduğuna bir işaret olarak İbrani diliyle bir taşın üzerine kazımıştı ve o yazı İslam’ın zuhurundan sonra keşfedildi: “Allah’ım! Senin adınla başlıyorum. Hak, rabbinden sana apaçık bir Arapçayla geldi. Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed, Allah’ın resulüdür. Ali, Allah’ın velisidir. Musa b. İmran kendi eliyle yazmıştır.”(AGE, c.27, s.9 ve c.38, s.58 ve 59)
[10] Muhyiddin b. Arabî, el-Futuhat’ul Mekkiyye, 366. Bölüm.
[11] Bihar’ul Envar, c.11, s.56; c.8, s.218 ve 286; c. 10, s.81. Cennet hurileri de Arapça konuşacaktır (c.8, s.134).
[12] Bilgisi olmayan bazı kimseler evlilik akdi okunurken gelin ve damadın bir birine helal olması için dua okunduğun zannederler (tıpkı kurbanın helal olması yüce Allah’ın adının dile getirilmesinin gerekliliği gibi).
[13] Şemsuddin Es-Sereğsi, El-Mebsut, (İstanbul: Dar’ud De’ve, K. 1403), c.1, s.36-37.
[14] İmam Humeyni (ra), Risale-i Tevzih’ul Mesail, 1135. Madde.
[15] Mişna, Yadim 4:5
[16] Tercümenin yanı sıra aşağıdaki husus da dikkate değerdir:
a)
Birinci halife, Zeyd b. Sabit’i Kuran-ı Kerim’i toplamak üzere çağırdığında o, Hz. Resulullah’ın (saa) girişimde bulunmadığı bir işe kalkışmaktan dolayı tedirginlik duydu (Muhammed b. İsmail El-Buhari, Es-Sahih, Kitab’ut Tefsir, Cem’ul Kuran babı).
b)
Resmi Mushaflarda bulunan yedi binden fazla kasıtlı imla hatasını düzeltmek de yasak idi ve bu güne kadar da böyledir (Muhammed Hadi Marifet, Et-Temhid, Kum: Muesset’un Neşr’ul İslam-i, 1415, c.1, s.377-386).
c)
Kuran’ı alıp satmak da sakıncalıydı (Muhammed Hasan En-Necefi, Cevahir’ul Kelam, Beyrut: Daru İhya’it Turas’il Arabî, c.22, s.125-129); ve Ferheng-i Moin (c.4, s.5110) “hediyenin”bir anlamının da Kuran’ın değeri olduğunu belirtmekte ve şöyle demektedir: Onun alım satımı dinimizce uygun olmadığı için fiyat yerine hediye denilmektedir.
d)
Osmanlı halifesi III. Sultan Ahmet Han zamanında H.K. XII. asrın başlarında basım sanayisi İstanbul’a geldiğinde o yörenin fakihleri Kuran-ı Kerim’in basımının haram olduğu fetvasını verdiler (Muhammed Ferid Bek El-Muhami, Terih’ul Devlet’il Ulyetil Osmaniyye, Beyrut: Dar’un Nefais, 1419, s.319).
e)
Kuran-ı Kerim’in yeni cihazlarda kaydı da sakıncalıydı: “Bu zaman Kuran’ı ses kutusunda hapsetmişler ve saz ve şarkıyla tilavet edilmektedir” (Hacı Muhammed Haşim Horasani, Munteheb’ut Tevarih, Tahran: İntişaratı İlmiyye-i İslamiyye, s.873).
f)
Kuran-ı Kerim’in mikrofon veya radyodan yayınlanması da bazı Müslümanlar için kabul edilebilecek bir şey değildi.
[17] Mecellet’ul Menar, c.31, s.636.
[18] Bu çekişme ve bu konudaki diğer konular hakkında daha fazla bilgi için bak. Seyid Muhammet Ali Ayazi, “Kuran-ı Kerim hakkındaki fıkhi görüşler”Der Yadigarnameyi Feyz’ul İslam, (İntişarat-ı Danişgah-ı Azad-ı İslam-i Humeyni Şehr Bölümü, 1383), s. 151-185 ve Muhammed Hâdi Marifet, Et-Tefsir ve’l Mufessirun, (Meşhed: El-Camiat’ur-Rezeviyye Li’l Ulum’il İslamiyye, K.1418), c.1, s.113-168.
[19] Aqustin, Şehr-i Hüda, 43018.