.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Soru:
Acaba Allah’ın kalbimizde yer edindiğini söyleyebilir miyiz? Asıl soru şudur ki Allah nerededir? Bazıları Allah’ın kendi arşında yer edindiğini veya göklerde olduğunu söylüyorlar. Lütfen bu konuda bir açıklama yapınız.
Kısa Cevap:
Allah hem göklerde ve hem de yerdedir, arşa da yerleşmiştir ve ayrıca kalbimizde de yer edinmiştir; Allah’ın bir zaman veya mekâna ihtiyacı olmadığından her yerde ve her zamanda O’nun varlığı hissedilebilir. Biraz dikkat ile bu konu doğru şekilde idrak edilebilir. Sadece bazı konularda düşünce ve tefekkür gerekmektedir.
Gerçek bir Müslüman olup Allah’ın yarattıkları ve nişaneleri vasıtasıyla kâmil bir yakin ile O’nun varlığını derk edebiliriz. Bu her zaman için geçerlidir. Bunu, Allah’ın zatının niceliği ve keyfiyeti hakkında düşünmeden, boşluk vadisine düşmeden, normal yaşantımızı açmaza sürüklemeden yapabiliriz. Bu yöntem, insanoğlunun birçok bilim dalında kullandığı yöntemdir.
Ayrıntılı Cevap:
“…Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Diriltir ve öldürür ve O, her şeye kadirdir. O, evveldir, ahirdir, zahirdir, batındır ve O, her şeyi bilendir. O, gökleri ve yeri altı günde yaratan ve sonra hâkim olandır… Nerede olursanız olun mutlaka O, sizinledir.”[1]
Yukarıdaki âyetler ışığında, ilk önce bir rivayeti nakledip kısaca tahlil ettikten sonra sorunuzu yanıtlayacağız:
İmam Sadık’ın (a.s) öğrencilerinden olan Hişam b. Hakem, şöyle nakleder: Ebu Şakir Deysanî adında iki tanrılı inanca sahip bir şahıs bana hitaben şöyle dedi: “Sizin Kur’ân’ınızda öyle bir âyet var ki ikiliğe inancımızı güçlendiriyor.” Dedim ki: “Hangi âyet?” Dedi ki: “ Gökteki ilah da, yerdeki ilah da O’dur.” [2]âyeti.” Ben o anda bir cevap bulamadım. Hac döneminde İmam Sâdık’a (a.s) bu konuşmayı aktardım. İmam (a.s) şöyle buyurdu:
“…Geri döndüğünde ona de ki, senin Kûfe’deki ismin nedir? Sana bir isim söyleyecek. O zaman ona Basra’daki adını sor. Kesinlikle bir önceki adını tekrarlayacaktır. O an ona bir bak ve de ki, Bizim Allah’ımız da böyledir! Göklerde de Allah’tır, yerde de Allah’tır, denizde de Allah’tır, çölde de Allah’tır. O her yerde ve her mekânda Allah’tır.”[3]
Şimdi zikrettiğimiz rivayete dayanarak iki nükteye dikkat etmenizi istiyoruz:
Birinci nükte: Sorunuzun bir bölümüyle ilgili olan kutsi bir hadiste Allah şöyle buyuruyor:
“Ben göklere de yere de sığmam ancak mümin bir kulumun kalbinde yer edinirim.”[4]
Bu hadise göre[5]sorumuz şöyle olacaktır: acaba siz bir dostunuza onun kalbinizde olduğunu veya kalbinizin onun için çarptığını söylerseniz, bu sevgi yüklü sözlerin manası, onun fiziksel anlamda sizin kalbinizde yer edindiği veya sizin kalbinizin onun bedeninde olduğumudur? Kesinlikle değildir. Bu tür söylemler sizin dostunuza karşı olan sevginizin nişanesidir. Bu bağlamda eğer Allah, ben mümin kulumun kalbinde yer edinirim, buyurmuşsa bunun anlamı Allah’ın bir cisim olup bir kalbi mekân etmesi değil, kulun Allah ile arasında samimi ve dostça bir irtibatın olduğudur. Şunu bilmeliyiz ki O, madde âleminin iki özelliği olan zaman ve mekânın yaratıcısıdır ve O’nu bu tür özelliklerle vasıflandırmak doğru değildir.
İkinci nükte: Bu doğrultuda, Allah’ın arşta oturduğu da düşünülmemelidir. Allah, kendisi ile arş arasındaki irtibat hakkında çeşitli tabirler kullanmıştır.
Bir yerde “Arşın Rabbi”[6]olarak, başka bir yerde “Arşın Sahibi” [7]olarak tanımlıyor ve bazen de arşta yer edindiğini beyan ediyor.[8]
Tüm bu yerlerde “Arş” ın tek bir manada tutulmaması tabiidir. Allame Meclisî’nin deyimiyle: “Arş kelimesi kullanıldığı yere göre kendine has bir mana taşır ve sadece ilahî ilim sahibi kimseler bunların dakik manasına ulaşabilirler.”[9]
Kur’ân-ı Kerim’in Arapça nazil olması göz önünde bulundurularak; bu dilde de diğer dillerde olduğu gibi her bir kelimenin hakikî manasının yanında mecazî manası da vardır. Kur’ân’da bulunan ve sizin için belirsizlik taşıyan “Arşta yer edindi” tabiri için birkaç mana düşünülebilir:
Arapça sözlüklerde “isteva/istiva etti” ibaresi için birkaç mana zikredilmiştir. Örneğin: Oturdu, yöneldi, yükseldi, kapladı vs…[10]Şu çok açıktır: tüm bu manalar Allah’ın bir yeri ve mekânı olduğu ve bu mekânın adının Arş olduğu konusunda delil teşkil etmez.
“استوی” kelimesinin bir manasının tefsiri olan şu şiire dikkat ediniz:
Bişr Irak’a istiva etti;
Kılıç kullanmadan ve kan dökmeden.
Acaba bu şiirde استوی/ istiva kelimesi, o savaş komutanının çok büyük bir cüssesinin olduğuna ve cüssesiyle tüm Irak topraklarını kapladığına mı işarettir?
Arap edebiyatından anlayan hiçbir kimse böyle bir tefsiri kabul etmez. Bu nedenle ve edebi ve tefsir kuralları çerçevesinde, âyetlerde işaret edilen ve Allah’ın bir mekânda oturması anlamına gelen arşta yer edinme şeklindeki tefsir kabul edilemez.
Şimdi sorunuzun diğer kısmını cevaplayalım. Allah’ı maddî bir varlık kabul edip O’nun için bir yer ve mekân tayin etsek, şu soru akla gelir: O, nerededir?
Sorunun sade ve kısaca cevabı, Allah’ın madde cinsinden olmayışı ve bu nedenle de bir mekâna ihtiyaç duymamasıdır. Ayrıca tarih boyunca bu konunun dakik idrakinde belirsizliklerle karşılaşılmıştır. Hatta Allah inancını taşıyan ve O’na ibadet edenler dahi Allah ile ilişkili konularda doğru bilgiye ulaşamadıklarından kendilerini kınamaktadırlar. Bu hususta bazı noktalara değinmemiz gerekiyor:
Eğer Kur’ân ve rivayetleri incelemiş iseniz şu noktaya ulaşırsınız: bu kaynaklar, Allah’ın niceliğini ve keyfiyetini halka ispat etmekten ziyade, yaratılanların üzerinde düşünmeyle ve varlık düzeninin nasıl idare edilişini anlamayla Allah’ı tanıtma peşindedirler.[11]
Bir gün Allah Resulü (s.a.a), tefekkür halinde olan bir gurupla karşılaşır ve onlara sorar: “Ne hakkında düşünüyorsunuz?” Onlar, Allah’ın yarattıkları hakkında düşünüyoruz, derler. Peygamber (s.a.a), onların bu hareketlerini destekleyerek Allah’ı tanımak için bu yolu devam ettirmelerini ve Allah’ın zatı hakkında ise düşünceye kapılmamalarını tavsiye etti.[12]
İmam Hasan Askerî (a.s), kendisine Allah’ın nasıl bir varlık olduğunu soran yarenlerinden birine cevabında ilk olarak, Allah’ın onlardan bu konunun incelenmesini istemediğini söylemiş ve daha sonra Allah ile ilgili kısa açıklamalarda bulunmuşlardır.[13]
Her halükarda bu metot, bu meseleye özel değildir. Bazı beşeri ilimleri de kapsamaktadır: Bizim milyarlarca galaksinin olduğuna ve her birinin milyonlarca yıldız barındırdığına yakinimiz var ve bunda hiçbir şüphe de yok. Ama gök bilimleri hakkında genel bir bilgi sahibi olmadan bu konu hakkında düşünmeye başladığımızda hayretlerle dolu bir dünyayla karşılaşırız ve ondan öteye de geçemeyiz. Bunlar Allah’ın yaratıklarıdır. Allah’ın yaratıkları hakkında bu kadar bilinmeze duçarken hiç kimse O’nun hakkında kâmil bir ilme ulaşamaz.[14]
Ama bununla birlikte şunu da unutmamalıyız: tüm bu söylenenlerin anlamı Allah hakkında hiçbir fikrin, düşüncenin ve araştırmanın olmaması ve düşünmenin yasaklanması değildir. Aksine manevî ve ilahî ilimle donanmış kimseler, belirlenmiş şartlar dâhilinde bu yola adım atabilirler. Aşağıdaki rivayete dikkat ediniz: İmam Seccad’a (a.s) Allah’ı tanıma hakkında soru soruldu. İmam (a.s) şöyle buyurdu:
“Allah, ahir zamanda, derin düşünceli insanların olacağını, Tevhit Sûresinin ve Allah’ın bazı hususiyetlerine işaret edilen Hadid Sûresinin bazı ayetlerini güzel bir şekilde tefsir edeceklerini biliyordu.”[15]
Peygamber (s.a.a) ve İmamların (a.s) dönemindeki Müslümanlar dahi bu âyetlerin gerçek manasına ulaşamamışlardır.
[1] Hadid, 1-6.
[2] Zuhruf, 84.
[3] Kuleynî, Muhammed b. Yakup, el-Kâfi, c. 1, s. 128, hadis 10, Daru’l-Kutubi’l-İslamiye, Tahran.
[4] Meclisî, Muhammed Bâkır, Biharu’l-Envar, c. 55, s. 39, Muessesetu’l-Vefa, Beyrut, kameri 1404.
[5] Bu rivayet istinat edilebilecek muteber rivayetlerden değildir.
[6] Tevbe, 129, Enbiya, 22, Müminun, 86 ve 116, Neml, 26, Zuhruf, 82.
[7] Gafir, 15, Buruc, 15, İsra, 42, Tekvin, 20.
[8] Araf, 54, Yunus, 3, Rad, 2, Taha, 5, Furkan, 59, Secde, 4, Hadid, 4.
[9] Biharu’l-Envar, c. 55, s. 31.
[10] İbn Menzur, Lisanul-Arap, c. 14, s. 414.
[11] Âl-i İmran, 191, Yunus, 24, Rad, 3, Nahl, 11 ve 69, Rum, 21, Zümer, 42, Mülk, 3-4 ve onlarca başka ayet.
[12] Verram b. Ebu Ferraş, Mecmua-i Verram, c. 1, s. 250, İntişarat-i Mektebetu’l-Fakih, Kum.
[13] Biharu’l-Envar, c. 3, s. 260, hadis 10.
[14] el-Kâfi, c. 1, s. 103, hadis 12.
[15] el-Kâfi, s. 91, hadis 3.