.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

 

Şia Mezhebinin Temelleri

Mukaddes İslam dini üç temel üzerine kurulmuştur:

1.      Tevhit (Allah’ın tek oluşu)

2.      Nübüvvet (peygamberlerin Allah Teâla tarafından gönderilmiş olması)

3.      Mead (yeniden diriliş ve kıyamet gününün hak oluşu)

Bütün Müslümanlar arasında geçerli olan bu üç temel inanca Usûlü'd-Dîn denir.

Buna ek olarak Şia mezhebi iki inancı daha temel olarak ele alır:

4.      Adalet (Allah, kulların işledikleri günaha ortak değildir)

5.      İmamet (İmamlar Allah tarafından seçilmişlerdir)

Buna göre Şi’îliğin din ve mezhep inancı beş temel üzerine inşa edilmiştir. Şimdi bunların her birisine kısaca değinmek istiyoruz:

* * *

Birinci Temel İnanç: Tevhit

 

Tevhit, Yüce Allah’ın tek olduğunu bilmek ve buna inanmaktır. Âlemdeki bütün varlıkları yoktan var eden O’dur. Ortağı, eşi ve benzeri yoktur. Tevhit, Allah’ın bir olduğuna kesin inançtır.

Bu inanç, semavi dinlerin tamamının temelini ve merkezini oluşturur. Eğer bazı dinlerde bunun aksi görülürse; bunun sebebi kesinlikle yoldan çıkmış kimselerin yaptıkları usulsüz değişikliklerdir.

Tevhit inancı iki temel üzere oturtulmuştur:

Birincisi: Kâinatı yaratan ve idare eden Allah’tır.

İkincisi: Allah birdir, ortağı, eşi ve benzeri yoktur.

 

Birinci temel:

Kâinatta var olan her şey mahvolup yok olmaktadır. Tüm bu olayları bizzat kendimiz de müşahede edip gözlemliyoruz. Bunlarla, her yaratılanın varlığını bir başkasından aldığı ve varlığını onun aracılığıyla sürdürdüğü açıktır. Hiçbir canlının kendi başına var olma yeteneği yoktur. Çünkü eğer zaten varlık âleminde kalma güçleri olsaydı; asla yok olmazlardı. Demek ki her varlık ve vücut, yok olmayı kabul ediyorsa, onun bir yaratıcısı vardır ve bu yaratıcı da kesinlikle şanı yüce Allah Teâla’dır. Yüce Allah'ın kendisi ezelî ve ebedîdir. Amacımızı daha açık ve net hale getirmek için aşağıdaki örneği inceleyelim:

Örneğin önümüzde birkaç ayna olduğunu ve bu aynaların ışık saçtığını düşünelim. Bu ışınlara uzaktan baktığınızda tüm ışınların aynanın kendisinden değil, belki de başka bir yerden geldiği rahatlıkla anlayabiliyoruz. Çünkü ayna kendinden herhangi bir ışık ve aydınlık yayamaz. Bu nedenle insanlar da bu ışınların kaynağını aynalarda aramazlar. Bu ışınlar aynanın dışında olan güneş, ay, lamba veya alev gibi ışık saçan nesnelerde aranır. Çünkü ayna ancak bu gibi şeylerden ışık alabilir.

Işığın özüne dönüp aslî köküne dönmesi gibi, insanın varlığının ve vücudunun da kendine ait bir kökü ve dönüş yeri vardır. İnsan o kökten menşe alır ve ondan ayrı tutulamaz. Bir insanın bu kökten bağımsız olarak var olması zaten mümkün değildir. O kök ve menşe de Allah’ın ta kendisidir.

Allah’ı tanımanın en iyi yolu ve bu kâinatın bir yaratıcısının oluşu inancıdır. Bu hem yaratılanları izlemekle hem de Allah’ın kudretinin neticesine bakmakla olur. Aklı başında bir insan bunları idrak ettiği zaman; güçlü ve hikmet sahibi bir yaratıcının varlığından haberdar olur. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:

إِنَّ فىِ خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَ الْأَرْضِ وَ اخْتِلَافِ الَّيْلِ وَ النهََّارِ لاََيَاتٍ لّأُِوْلىِ الْأَلْبَابِ

“Göklerin ve yerin yaradılışında, gece ve gündüzün ardarda gelmesinde akıl sahipleri için nişaneler vardır.”[1]

Aklı başında bir insan, bu koskoca cihanın kendiliğinden oluştuğuna asla inanmaz. Yeryüzü ve geniş okyanuslar, sayısız yıldızlar ve güneş, birbirinden ilginç hayvanlar, bütün bu ağaçlar ve çeşitli otlar ve netice itibariyle bu kadar azametli olan evrenin bir yaratıcısının olmaması asla mümkün değildir. Her şeyi var eden bir yaratıcı, bilgili, özgür bir yaratan vardır ve ona Allah denir.

 

İkinci Temel:

Allah Birdir ve Ortağı Yoktur. Bu konuda iki delili yeterli buluyoruz:

 

Birincisi: Kâinattaki Nizam ve İntizam

Bu konunun delili: Eğer bu konuda (varlığın yaratılışında) birden fazla tanrı varsayılsa ve her biri diğerine ihtiyaç duymadan tasavvur edilse, bunların amaç ve iradelerinin bazı yerlerde birbiriyle çelişeceği muhakkaktır. Varlık âleminin kendi arasındaki düzen, yaratıcının tek olduğuna en açık delildir. Eğer iki yaratıcı olsaydı, evrendeki bütün bu düzen hiç şüphesiz bozulur giderdi. Bu konu hakkında Allah Teâla Kur’an’da şöyle buyurmaktadır:

لَوْ كاَنَ فِيهِمَا ءَالهَِةٌ إِلَّا اللَّهُ لَفَسَدَتَا  فَسُبْحَانَ اللَّهِ رَبّ‏ِ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ

 

“Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilah olsaydı cihanın düzeni bozulurdu. Ve arşın sahibi olan Allah onların sıfatlandırdıkları şeylerden münezzehtir.”[2]

Bu sunulan delilin özeti şudur: Gerçekten de bu evrenin kesin bir düzeni vardır. Evrenin tüm küçük parçaları ve zerreleri birbiriyle sıkı sıkıya bağlantılıdır. Günümüzün modern bilimi, evrenin doğruluğunu ve düzenini doğrulamaktadır. Böyle bir durumda bu varlığın yaratıcısının tek, ilim sahibi ve bilge olması gerekir. Akıl bu varlığın kökeninin tesadüf olduğunu kabul etmez. Nitekim akıl, görünüşte basit olan tüm bu olayları veya birbiriyle bağlantılı olayları anladıktan sonra, birbiriyle bağlantılı çeşitli eylem ve olayların tesadüfen meydana geldiğini de kabul etmez. Fakat akıl böyle bir şeyi kabul etmiyorsa, bütün bu sağlam ve şaşırtıcı düzen ve varlığın, hikmetli ve âlim bir yaratıcıya sahip olmadığı ve tesadüfler sonucu ortaya çıktığı nasıl düşünülebilir?!

Allah Teâla şöyle buyurmaktadır:

سَنُر۪يهِمْ اٰيَاتِنَا فِي الْاٰفَاقِ وَف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّۜ اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ

“Onlara ayetlerimizi ufuklarda ve öz benliklerinin içinde göstereceğiz. Ta ki, onun hak olduğu kendilerine ayan-beyan belli olsun. Kendisinin her şey üzerinde bir tanık oluşu, senin Rabbine yetmez mi?”[3]

 

Bu oldukça önemli konunun detaylı açıklamaları inanç ve itikatlarla ilgili kitaplarda yapılmıştır ve bu konuyla ilgilenenler o kitaplara müracaat edebilirler.

İkincisi:

 

Bu delil ise oldukça sade ve aynı zamanda sağlam bir delildir. Hazret-i Ali (as)

oğlu İmam Hasan’a (as) vasiyetinde buyuruyor:

“Ey oğlum bil ki, eğer rabbinin bir ortağı olsaydı o da peygamberlerini gönderirdi ve onun mülkünün de eserlerini ve saltanatını görürdün. Onun işlerini ve sıfatlarını tanırdın. Fakat O, Allah kendisinin de söylediği gibi tektir.”[4]

 

Yüce Allah’ın Sıfatları (özellikleri)

 

Allah’ın sıfatları iki kısımdır:

1.      Zatında olması gereken sıfatlar (Sûbutiyye)

2.      Zatında olmaması gereken sıfatlar (Selbiyye)

 

Birinci kısım; Zatında olması gereken sıfat ve özellikler (Sûbutiyye)

 

Olması gereken sıfatlarda yine iki kısımdır:

1-      Zatî sıfatlar

2-      Fiilî sıfatlar

1.       Zatî sıfatlar; yani kendi varlığına ve zatına ait özelliklerdir.

Bu özellikler, Allah’ın kendisidir ve onun zatından ayrılması imkânsızdır. Bu sıfatların temeli beş sıfattan oluşur: Güç, İlim, Hayat, Ezelilik ve Ebedilik.

A) Güç ve Kudret: Allah güçlüdür ve istediği her şeyi yapabilir. Hiçbir işi yapmaktan aciz değildir ve hiçbir işi yapmağa da mecbur bırakılamaz.

B) İlim: Allah âlimdir, yani âlemdeki bütün varlıklar onun ilmi dâhilindedir ve hiçbir şey O’na saklı ve gizli değildir. Hatta kullarının düşünce ve niyetlerinden haberdardır. Her durumda her şeyi kavramış ve kapsamıştır. “Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca bir şey ona gizli kalmaz.”[5]

C) Hayat: Allah canlıdır ve ölüm ve yokluk onun pak zatından uzaktır. Çünkü cansız bir varlık diğer varlıkların var olma sebebi olamaz. Başkalarına hayat vermesi için önce kendisinin yaşıyor olması gerekir.

D) Ezelî ve Ebedîdir: Yani Allah hep vardı, geçmişinde hiçlik ve yokluk bulunmaz. Her zamanda olacaktır, fanî ve yok olmak onun için söz konusu değildir. Bu iki özellik onun varlığının gerekliliğindendir. Bundan dolayı o ilktir ve sondur.

Allah işitendir; yani duyulan şeylerden haberdardır.

Allah görendir; yani görülecek şeylerden haberdardır.

Bu iki sıfat bağımsız değildirler ve ilim sıfatından kaynaklanırlar.

2.      Fiilî sıfatlar: Zatında olması gereken diğer sıfattır. Allah bu sıfatlarla sıfatlandırılır. Fakat bu sıfatlar Allah’ın bizzat kendisi ve zatı değildir, onlar yalnızca Allah’ın yaptığı işlerin vasfıdır.

Bunları birkaç örnekle izah edelim:

1. Murid; yani işlerini özgür iradesiyle ve isteyerek yapar. O ateş gibi değildir; ateşin yakıcı olmak konusunda iradesi yoktur.

2. Mütekellim; yani gerçek olan şeyleri başkalarına gösterebilir ve maksadını onlara anlatabilir.

3. Râzîk; yani Allah kendi gücüyle bütün canlıların rızkını verendir.

4. Hâlîk (yaratan) yani Allah gökleri, yeri, onlarda olanı ve ikisinin arasında olanı yaratandır.

Daha birçok fiili sıfat vardır ve tamamını zikretmek konumuz dışındadır. Bu sıfatların tamamı Allah’ta vardır çünkü bunlar Kemal sıfatlardır ve Allah bütün kemal sıfatlara sahiptir.

 

İkinci kısım: Olmaması gereken sıfat ve özellikler (Selbiyye)

 

Allah’ın makamına uygun olmayan sıfatlardır. Allah’ın zatını bu sıfatlardan uzak ve beri bilmeliyiz. Bu sıfatlar şunlardır;

1.         Karışım ve terkip değildir; zira her karışımın kendini oluşturan kısımlara ihtiyacı vardır ve bir varlık başka bir şeye muhtaçsa, o varlık bütün varlıkların var olma sebebi olamaz.

2.         Cisim veya şekil değildir; zira her cismin ve şeklin bir yere ihtiyacı vardır. Ve o yer olmadan var olmasının imkânı yoktur.

3.         Gözle görülecek bir şey değildir, zira sadece cisimlerin görülme özeliyi vardır. Allah cisim olmadığı için hem dünya da hem de ahiret te onu görmek mümkün değildir.

4.         Üzerinde olaylar gerçekleşmez; yani cismin özellikleri (gençlik, yaşlılık, hastalık, sağlık, güçlülük ve zayıflık) onun zatında bulunmaz.

5.          Ortağı ve yardımcısı yoktur; zira ortaklık muhtaçlığın veya acizliğin göstergesidir. Bunların hiçbiri Allah’ın zatında bulunmaz.

6.          Muhtaç değildir; mülk âlemini ve melekût âlemini idare etmek için ve mahlûklarını koruyup kollamak için kimseye ihtiyacı yoktur.

 

 * * *

İkinci Temel İnanç: Nübüvvet (Peygamberler Allah tarafından gönderilmiştir.)

 

Allah’ın ilmi ve hikmeti üzere, kullarının hidayeti için onların kendi arasından peygamberler gönderir. Bu vesileyle kanunlarını ve hükümlerini bildirir. Bu kanunlar, insanların kurtuluşu ve kemale erme sebebidir.

Peygamberler seçilmiş insanlardır. Yaratıcıyla vahiy yoluyla irtibata geçerler ve hakikatleri alıp insanlara ulaştırırlar. Peygamberlerin peygamberlik iddiasının doğruluğu için; günahsız ve hatasız olmaları gerekir aynı zamanda bir mucizeyle birlikte gelmelidirler.

وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ مَا خَلَقْنَاهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

“Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları bir ‘oyun ve oyalanma konusu’ olsun diye yaratmış değiliz. Biz onları (kâinatı, dünyayı ve insanları) yalnızca Hakk ile (vahdet ve kudretimizi göstermek ve imtihan etmek amacı ile) yarattık. Ancak onların çoğu bilmezler (ve gerçeği merak etmezlerdi).”[6]

Hadislerden anlaşıldığı üzere Yüce Allah, insanları hidayet etmek için yüz yirmi dört bin peygamber göndermiştir. Birincisi Hazret-i Âdem ve sonuncusu Hazret-i Muhammed’dir. Bunlardan beşi azametlidir yani onlara kitap verilmiştir. Kur’an’da buna işaret edilmiştir:

فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ اُو۬لُوا الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ

“(Ey Nebim!) O halde, Ulü’l-Azim (azim sahibi, kararlılık ve dayanıklılık ehli) peygamberler gibi Sen de sabret.”[7]

Onlar; Hazret-i Nuh (as), Hazret-i İbrahim (as), Hazret-i Musa (as), Hazret-i İsa (as) nihayetinde Fahr-i Kâinat Efendimiz Hazret-i Muhammed’dir (saa).

Hz. Muhammed (saa) peygamberler silsilesinin sonuncusudur. Ondan sonra bir daha peygamber gelmeyecektir.

مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَٓا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلٰكِنْ رَسُولَ اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّ۪نَۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمًا۟

“Muhammed, sizden birisinin babası değildir ve fakat Allah'ın resulüdür ve peygamberlerin sonuncusu ve Allah, her şeyi bilir.”[8]

Kur’an-ı Kerim o hazreti, peygamberlerin sonuncusu olarak tanıtmış ve onun son peygamber oluşunu dinî gerekliliklerinden saymıştır. Hazret’in (saa) risaletinin delilleri çoktur ve burada sadece bir delil sunmakla yetineceğiz. O delil, Kur’an’dır. Allah Resulü hiç ders okumadığı halde okumayı ve yazmayı kimseden öğrenmediği halde, öyle bir kitap getirdi ki başka hiç kimsenin benzeri bir kitap getiremeye gücü yetmedi.

Defalarca Kur’an da insanları, Kur’an gibi bir kitap getirmeye davet etse de, hiç kimsenin böyle bir kitap getirmeye ve onunla savaşmaya gücü yetmemiştir.

“(Yoksa şöyle mi diyorlar; Kur’an’ı kendi yazıp yalan yere Allah’tandır diyor! Deki; Eğer doğru söylüyorsanız onun gibi bir sure getirin ve Allah’tan başka da yardım alabileceğiniz herkesi yardıma çağırın.”[9]

 

“Eğer kulumuza (Muhammed’e parça parça) indirdiğimizden (Kur’an-ı Kerim’den) şüphe ediyorsanız ve (bu iddianızda) sadıklardan (samimi ve tutarlı olanlardan)sanız; haydi Allah’tan başka şahitliğine (bilgisine ve belgesine güvendiğiniz) tüm tanıklarınızı (ve tanıdıklarınızı yardıma) çağırın ve Onun (Kur’an’ın) surelerine benzeyen bir sure (meydana) getirin (bakalım)! (Ama bunu asla yapamadınız) Yapamazsınız ve (elbette) yapamayacaksınız; (öyle ise ey mü’minler) kâfirler için hazırlanmış bulunan ve yakıtı insanlar ile taşlar olan ateşten sakının (ve ahirete hazırlık yapın)!”[10]

 

 

“Yoksa kendi uyduruyor mu diyorlar? De ki: Hadi, gerçekseniz, Allah'tan başka gücünüz kime yetiyorsa, kimlere güveniyorsanız onları da çağırın da hep beraber, buna eşit on sure meydana getirin.”[11]

Tarih ve hadis kitaplarında yazılı, peygamber efendimize ait çok mucizeler kaydedilmiştir.

Fakat Kuran’ı kerim daima kalıcı bir mucize olduğu için, içerisinde tahrif, deyişim olmadığı için ve hiçbir ilave ve azaltma olmadığı için bu mucizeyi yeterli buluyoruz.

 * * *

Üçüncü Temel İnanç: Cismanî ve fiziksel Meâd (yeniden diriliş ve kıyamet günü haktır.)

Peygamberlerin tamamı, insanların hayatının ölümle son bulmayacağı konusunda hemfikirdir. Bu âlemden sonra başka bir âlem daha vardır. İnsanlar orada yaptıklarının mükâfatın görecek veya cezasını çekecektir.

Meâd ve ölümden sonraki hayat inancı, bütün ilâhî dinlerde, inanmak zorunda olunması gereken temellerdendir.

Meâd’da şunlara inanmak gerekir:

1.      Ölümden sonra iyilerin ruhu Berzahta bulunan cennette nimetler içerisindeyken, kötülerin ruhu berzahta kıyamet gününe kadar, azap içerisinde kalacaktır.

2.      Meâd (yeniden diriliş) cisimle olacaktır. Kuran’ın bazı ayetlerinde çok açık bir şekilde yeniden dirilişin, cimi ve maddi olacağı bildirilmiştir.

 

“Acaba insan çürümüş kemikleri toplayamayacağımızı mı zannediyor. Evet, hatta parmak uçlarını bile yeniden yapmaya gücümüz yeter.”[12]

 

“Ve Sur'a üfürülmüştür de göklerdekilerin ve yeryüzündekilerin hepsi de, o sesin şiddetinden ölüp gitmiştir, sonra bir daha üfürülünce o zaman hepsi dirilmiştir, ne olacak diye bakınıp durmadalar.”[13]

 

“Ve bize bir örnek getirmede ve yaratılışını da unutmada, çürüyüp dağılmış kemikleri kim diriltir demede. De ki: “Onları, ilk defa yaratıp-inşa eden (Allah tekrar) diriltecektir. O, her yaratmayı Bilendir.”[14]

“Ey Rabbimiz! Elçilerin vasıtasıyla vadettiğin şeyleri bize ver. Kıyamet günü yüzümüzü kara çıkarma. Şüphesiz sen, sözünden asla caymazsın.” Gerçekten de Rableri, dualarını kabul etti, ben, erkek olsun, kadın olsun, içinizden iyilik yapanın iyiliğini boşa çıkarmam, bazınız bazınızdan meydana gelmedir ve hepiniz birsiniz bence. Ama benim yolumda göçenlerin, yurtlarından çıkarılanların, eziyete uğrayanların, savaşıp vuruşanların, vurulup ölenlerin kusurlarını, andolsun ki mutlaka örteceğim ve onları, kıyılarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım, Allah katından mükâfattır bu, daha güzel mükâfat da gene Allah katında.”[15]

 

3.       Cennet ve nimetleri, Cehennem ve azapları, Mizan, Terazi, Sırat, Araf ve amel defterine göre hesabın yapılacağı haktır.

 

Dördüncü Temel İnanç: Adalet (Allah, kulların işledikleri günaha ortak değildir)

On iki İmam Şia inancına göre, zarurî olan inançlardan dördüncüsü Allah’ın adaletidir. Yani Allah hiç kimseye zulmetmez ve aklıselimin, kötü ve çirkin olarak gördüğü şeyleri yapmaz. Şia bu inancı, kendi mezhep inancının zaruretlerinden bilmektedir ve özel olarak bu konuyu ele alıp işlemektedir.

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اَنْتُمُ الْفُقَرَٓاءُ اِلَى اللّٰهِۚ وَاللّٰهُ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ

“Ey insanlar! Allah'a muhtaç olan sizsiniz, ama O hiç kimseye, hiçbir şeye muhtaç değildir ve O övülmeye çok layıktır.”[16]

 

“Şüphe yok ki Allah zerre kadar zulmetmez. Zerre miktarı iyilik bile olsa onu katkat arttırır ve yapana, kendi katından büyük bir mükâfat verir.”[17]

 

“Şüphe yok ki Allah, insanlara hiçbir suretle zulmetmez, fakat insanlar, kendi kendilerine zulmederler.”[18]

Adalet konusunda; Şia ve Mutezile ile Eş’âiriyye arasında görüş ayrılığı vardır. Eş’âire’ye göre insan aklının hiçbir konuda iyi ve kötüyü anlamaya gücü yetmez. Bu konuda sadece ilâhî kanunlara uymak gerekir. Şeriatın iyi dediği şeyi iyi, kötü dediği şeyi ise kötü olarak bilmemiz gerekir. Bu inanç karşısında, Şia ve Ehl-i Sünnet’in büyük çoğunluğu (Mutezile) aklın bu konuda en büyük hâkim olduğuna inanırlar. Akıl birçok konuda iyiyi ve kötüyü anlayacak kapasitededir. Buna göre Akıl iyilik edeni cezalandırmanın zulüm olduğunu bilir ve zulmün kötü olduğunu anlar. Allah’ın ise, kötü iş, hikmetine aykırı iş yapması mümkün değildir.

Allah’ın adil olduğuna ve zulüm etmediğine bir diğer delil ise zulmün temeline bakmaktır. Zulmün temeli ya cahillik veya ihtiyaçtan kaynaklanır. Zulüm eden şahıs, zulüm ettiğinin farkında olsun veya olmasın, yaptığı işte adil olursa hedefine varamayacağı için zulmeder. Cahillik, acizlik ve muhtaçlık yaratılmışların sıfatındandır. Bu tür sıfatların Allah’ın zatında olması mümkün değildir.

Allah seçilmiş peygamberleri aracılığıyla, insanlara zulmetmeyi yasaklamıştır, insanlara yasak ettiği şeyi kendisinin yapması nasıl mümkün olabilir?

 

* * *

Beşinci Temel İnanç: İmamet

Hekim ve hikmet sahibi olan Allah, peygamberleri göndermeyi kendine farz kılmıştır. İnsanları zulümden ve cahillikten kurtarıp, onları doğru yola hidayet etsinler diye onları göndermiştir. Aynı hikmeti gereği peygamberden sonra bazı şahısları, kanunların ve şeriatın korunması ve uygulanması için onların yerine vasi olarak seçmiştir.

Şia inancında imamet dinin sütun ve temellerinden biridir. Allah ve resulü onu görmezlikten gelmez. İmametin bazı şartları vardır:

1.      İmamet ilahi bir makamdır ve Allah dilediğine verir.

2.      Peygamberi Allah’ın seçtiği gibi imamı da Allah seçer ve bunu kendisinden önceki peygamber veya imamlara bildirir. İnsanların seçimiyle veya akıllı insanların kararıyla asla imam seçilemez ve imamet makamına eremez.

3.      İmam, masum olmalı yani küçük veya büyük günahlardan hiçbirine bulaşmamalıdır.

4.      İmamın, peygamberlik dışında peygamberin bütün özelliklerine ve faziletlerine sahip olması gerekir. Peygambere indirilenin tamamını bilmek, onu korumak, hükümleri korumak ve uygulamak onun görevleridir. Her yönüyle insanları doğru yola hidayet etmek ve insanların dini ve dünyevi hatalarını düzeltmek de onların görevlerindendir.

Birçok hadislerde (hem Şia hem Sünnî kaynaklarda gelmiştir) Hazreti Resulü Ekrem kendisinden sonraki imamları tanıtmış ve hepsinin Kureyş kabilesinden olduğunu ve yine hepsinin Ehl-i Beyt’ten olduğunu bildirmiştir. Hazreti Mehdi onların, geleceğini vaat ettikleri sonuncu imamdır.

On iki imam inancına göre Allah, peygambere açıkça kendinden sonra Ali’yi kendi yerine bıraktığını insanlara bildirmesini emretmiştir.

“Ey Resul! Rabbinin sana bildirdiğini (Ali’nin vasi oluşu) insanlara bildir eğer bunu yapmazsan risalet vazifeni yerine getirmemiş olursun ve Allah seni insanlardan koruyacaktır.”[19]

Hazret-i Resulü Ekrem, Allah bu emri bildirdikten hemen sonra Veda Haccı’ndan geri dönerken Gadir-i Hum olarak bilinen mekânda Hazret-i Ali’nin imametini ve vilayetini insanlara bildirmiştir.

Şia ve Sünnî ulemasının naklettiklerine göre imamların sayısı onikidir. Sırasıyla şöyledir:

1- Ali İbn Ebu Talib (as)

İsim: Ali, lakap: Emir el-Müminin, künye: Ebu’l Hasan, baba adı: Ebu Talib, anne: Fatime Bint Esed, kutlu doğumu: 13 Recep 30 Amu’l Fil mübarek Ramazan ayı, 40 hicrî kamerî.

2- Hasan ibn Ali ibn Ebi Talib (as)

İsim: Hasan, lakap: Mücteba, künye: Ebu Muhammed evvel, babası: Emire’l Müminin Ali, annesi: Hazreti Fatime Zehra, doğumu: 15 Ramazan hicretin 3 ü, şehadeti: meşhur görüşe göre 28 Sefer 50 hicrî kamerî.

3- Hüseyin ibn Ali ibn Ebi Talib (as)

İsim: Hüseyin, lakap: Seyyid-i Şüheda, künye: Ebu Abdullah, baba adı: Emire’l Müminin Ali, annesi: hazreti Fatime Zehra, viladet: 3 Şaban 4 hicrî, mazlumca şehit oluşu: 10 Muharrem 61 hicrî kamerî.

4- Ali ibn Hüseyin Zeynulabidin (as)

İsim: Ali, Lakap: Zeynel Abidin, künye: Ebu Muhammed, baba adı: Ebu Abdullah el-Huseyin, Anne adı: Şehri Banu, viladet: 5 Şaban 38 hicrî, vefat: 25 Muharremu’l Haram 95 hicrî kamerî.

5- Muhammed ibn Ali el-Bâkır (as)

İsim: Muhammed, lakap: Bakır, künye: Ebu Cafer, baba adı: Ali bin Hüseyin, Anne adı: Fatime imam Hasan’ın kızı, doğum: 1 Recep 57 hicrî kamerî, şehadet: 8 zilhecce 114 hicrî kamerî.

6- Cafer ibn Muhammed (as)

İsim: Cafer, lakap: Sadık, künye: Ebu Abdullah, baba adı: Muhammed Bakır, Anne adı: Ummu Ferve, doğum tarihi: 17 Rebiul Evvel 83 hicrî kamerî, vefatı: 

7- Musâ ibn Cafer el-Kâzım (as)

İsim: Musa, lakap: Kazım, künye: birinci Ebul Hasan, baba adı: Cafer Sadık, Anne adı: Hamide, doğum tarihi: 7 sSefer 128 hicrî kamerî, şehadet: 25 Recep 183 hicrî kamerî.

8- Ali ibn Musa er-Rızâ (as)

İsim: Ali, lakap: Rıza, künye: ikinci Ebul Hasan, baba adı: Musa bin Cafer, Anne adı: Necme (Ummu’l Benin) doğum tarihi: 11 Zikade 148 hicrî kamerî, şehadet: meşhur görüşe göre: Sefer ayının son günü 103 hicrî kamerî.

9- Muhammed ibn Ali el-Cevâd (as)

İsim: Muhammed, lakap: Cevad, künye: ikinci Ebu Cafer, baba adı: Ali bin Musa Er Rıza, anne adı: Hızran veya Sekine, doğum tarihi: 10 Recep 195 hicrî kamerî, şehadet: Zilkade ayının sonu 220 hicrî kamerî.

10- Ali ibn Muhammed el-Hâdî (as)

İsim: Ali, lakap: Hadi, künye: üçüncü Ebul Hasan, baba adı: Muhammed bin Ali Cevad, Anne adı: Semane ve meşhur olarak Seyde, doğum tarihi: 15 Zilhacce 212 hicrî kamerî, şehadet: 3 Recep 254 hicrî kamerî.

11- Hasan ibn Ali el-Askerî (as)

İsim: Hasan, lakap: Askeri, künye: Ebu Muhammed, baba adı: Ali bin Muhammed, anne adı: Hedise, doğum tarihi: 8 Rebiussani 232 hicrî kamerî, vefat: 8 Rebiulevvel 260 hicrî kamerî.

12- Mehdi ibn el-Hasan (as)

İsim: Muhammed, lakap: Mehdi ve Kaim, künye: Ebul Kasım, baba adı: Hasan, Anne adı: Nergis, doğum tarihi: 15 Şaban 255 hicrî kamerî.

Onun adı Efendimiz Muhammed Mustafa’nın adı ve lakabı ise yine Peygamberimizin lakabı yani Ebûl-Kâsım’dır. Masum İmamlar (as), onun gerçek adının anılmasını yasaklamışlardır. İmamın lakapları arasında Hûccet, Kâim, Halef-i Sâlih, Sahibe’z-Zaman ve Bagiyatullah yer alıyor. En meşhur lakabı ise Mehdi’dir.

İmam Mehdi (af) babasının vefatında beş yaşındaydı. Yüce Allah ona ilim ve hikmeti verdi. Daha küçükken onu âlemlere bir işaret ve bir ayet yaptı ve imamet makamına ulaştırdı. Cenâb-ı Hak, İmam Mehdi’yi (af) hikmeti ile gizleyecek ve dünyada belli şartlar oluştuğunda Allah'ın hükümlerini her yerde uygulamak üzere zuhur edip ortaya çıkacaktır. İslam Peygamberinin (Allah'ın selamı ve bereketi onun üzerine olsun) birçok rivayette imamın ahir zamanda çıkacağını garanti ettiği rivayet edilmektedir. Bu rivayetlerin hiçbirinde onun ahir zamanda doğacağı söylenmemektedir. Ehl-i Sünnet âlimleri de İmam'ın (af) zuhurunu kabul ederler, ancak şu farkla ki onun henüz doğmadığını iddia ederler. Bu, Şi’îlerin İmam'ın (af) uzun bir aradan sonra ortaya çıkacağına dair inancıyla tamamen uyuşmaktadır.

İmam Zaman'nın (af) gaybete çekilişinin iki aşaması vardır:

Birinci aşama: Gaybet-i Sugrâ (küçük gizlilik) denir. Bu dönem Hicretin 329. yılına kadar devam eder. Bu zamana kadar İmam’ın Müslümanlar arasında özel temsilcileri vardı ve bunlar dört kişiydi. Bağdat'ta Müslümanlar arasında yaşamışlar, oraya defnedilmişler ve mezarları da oradadır halk tarafından meşhurdur. Bunlar sırası ile:

Birincisi: Osman ibn Said. İmam Zaman (af) ve İmam Hasan el-Askerî’nin (as) özel ve en güvendiği vekillerinden biriydi. Hicri 280 yılında vefat etmiştir.

İkincisi: Muhammed ibn Osman ibn Said. Hicrî Kâmerî 304 veya 305’te vefat etti.

Üçüncüsü: Hasan ibn Ruh Nubahtî. Hicri 326 yılında vefat etti.

Dördüncüsü: Ali ibn Muhammed Semûrî. Hicrî Kâmerî 329'da vefat etti.

Semûrî'nin vefatıyla beraber İmam Mehdi’nin (af) Müslümanlar içindeki özel elçileri de bitmiş olmaktadır. Bununla birlikte Gaybet-i Sugrâ dönemi bitmiş ve artık Gaybet-i Kübrâ dönemi başlamıştır. Bu durum, Cenâb-ı Hakk'ın İmam’ın (af) zuhur etmesini tavsiye edinceye ve onaylayıncaya kadar devam edecektir. Dolayısıyla bu dönemde kim İmam’ın temsilcisi ve elçisi olduğunu iddia ederse yalancı sayılacaktır.

Hasan ibn Ahmed Mûketteb’den şöyle rivayet edilmiştir: “Bağdat'taydım. O yıl İmam’ın (af) son elçisi Semûrî (ra) vefat etti. Sefirin vefatından birkaç gün önce oraya gittim. Bir gün Müslümanları başına topladı ve İmam Zaman’ın Müslümanlara hitaben yazdığı bir mektubu okudu:

“Bismillâhirrahmânirrahîm! Ey Muhammed ibn Semûrî! Allah sana Müslümanlar arasında özel bir mükâfat versin! Altı gün içinde bu dünyadan göçeceksin. Eksik kalan işlerini tamamla! Vefatından sonra hiç kimseyi benimle Müslümanlar arasında özel bir elçi olarak atama. Böylece Gaybet-i Kübrânın (büyük gizlilik) vakti gelmiş oldu. Allah izin vermedikçe zuhur hakkında hiçbir bilgi yoktur. Bu zuhur, uzun bir süre sonra, kalplerin nefretle, yeryüzünün zulümle dolduğu bir dönemde gerçekleşecektir. Şi’îlerimden bir grup beni gördüğünü iddia ediyor; Onlar yalancıdırlar. Büyük ve Yüce Allah'ın güç ve kudretinden başka güç ve kudret yoktur!’

Orada olan herkes mektupta yazılanları iyice belledi. Sonra onun (Semûrî’nin) yanından ayrıldık. Altıncı gün olduğunda tekrar yanına gittik; can vermek üzereydi. ‘Senden sonra İmam (af) ile artık kim konuşacak?’ diye soruldu. Şöyle cevap verdi: ‘Bu, artık Allah’a ait bir meseledir. İmamla irtibat kesildi. Allah’ın kendisi hüküm verendir.’ Bu ondan duyulan son sözdü. Allah ondan razı olsun!”[20]

İmam Zaman’ın (af) uzun süreli yokluğunda, şeriat konularında büyük ve bilgili âlim olarak kabul edilen salih müçtehitlere yönelmek Müslümanların görevidir. Bu emri İmam Zaman (af) bizzat emretmiştir. Bir hadiste İmam şöyle buyurmaktadır:

“Benden sonra Müslümanlar, şeriat meselelerinde bizlerden doğru hadis rivayet edenlere (salih âlimlere) yönelsinler. Onlar benim size olan hüccetim ve ben de Allah tarafından hepinize hüccetim.”[21]

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -


[1] Ali İmran/190
[2] Enbiya/22
[3] Fussilet/53
[4] Nehcû’l Belâga, Mektup/31
[5] Sebe/3
[6] Duhan/38-39
[7] Ahkâf/35
[8] Ahzâb/40
[9] Yunus/38
[10] Bakara/23-24
[11] Hûd/13
[12] Kıyamet/4
[13] Zümer/68
[14] Yasin/78/79
[15] Âl-, İmrân/194-195
[16] Fâtır/15
[17] Nisâ/40
[18] Yunus/44
[19] Maide-67
[20] Bihârû’l-Envâr, c.51, s.367
[21] Vesâilûş-Şia, c.18, s.101