.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Ahiret Yolculuğundan Önceki Son Saatleri

Hz. Fatıma (a.s) Babasını rüyasında görmüştü, Babası ona şöyle demişti:

Kızım! Bana gel. Seni çok özledim.

Ardından şöyle demişti:

Bu akşam yanıma geleceksin!…

Uykusundan uyandı, ahiret yolculuğunun hazırlıklarına başladı. Doğru sözlü ve söyledikleri doğrulanan ve "Beni rüyada gören gerçekten görmüştür." diyen babasından yolculuğa çıkacağını duymuştu.

Şu hâlde haberin doğruluğundan kuşkulanmaya, tereddüt etmeye gerek yoktu.

Gözlerini açtı. Bütün gücünü topladı. Ölüm öncesi son silkiniş sürecini yaşıyordu belki de. Gerekli hazırlıkları yapmak için ayağa kalktı. Hayatının bu son saatçiklerini ganimet bildi.

Mihrap Şehidi İmam Ali (as) Mihrap Şehidi İmam Ali (as)

Hz. Zehra (a.s) duvara tutunarak evin su bulunan tarafına doğru yürüdü. Titrek elleriyle çocuklarının elbiselerini yıkadı. Sonra çocuklarını çağırdı, başlarını yıkadı.

Bu sırada İmam Ali (a.s) eve girdi. Sevgili eşinin hasta yatağından kalktığını, ev işlerini yapmaya başladığını gördü.

İmam (a.s), ona bakınca yüreği sızladı. Fatıma (a.s), sağlıklı zamanlarında bile kendisini yoran ağır işlere bu hâldeyken yeniden koşmuş olduğuna yüreği dayanamadı. Sağlığı bozulduğu hâlde, bu ağır işleri yapmaya kalkmasının sebebini sormasında şaşılacak bir şey yoktu elbette.

Fatıma (a.s) da büyük bir açıklıkla, bu günün, hayatının son günü olduğunu, çocuklarının başlarını ve elbiselerini yıkamak için kalktığını söyledi. Çünkü bu günden sonra anneleri olmayacak, yetim kalacaklar.

İmam (a.s), bu haberin kaynağını sordu, Fatıma (a.s) gördüğü rüyayı anlattı. Fatıma (a.s) bizzat kendisi, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde kendi ölüm haberini eşine vermiş oluyordu.

Hz. Zehra'nın (a.s) İmam Ali'ye (a.s) Vasiyeti

Hayatının bu son demlerinde, uzun süredir, yerine getirilmesini istediği vasiyetini eşine iletmesinin zamanı gelmişti artık. Ali'ye (a.s) şunları söyledi:

Ey amcamın oğlu! Kuşkusuz, ölüm haberim bana verilmiştir. Durumumun nasıl olacağını bilmesem de, birkaç saat sonra babama kavuşacağım. İçimde sakladığım bazı şeyleri sana vasiyet edeceğim.

Ali (a.s) ona şu karşılığı verdi:

İstediğin şeyi bana vasiyet et ey Resulullah'ın (s.a.a) kızı!

Ali (a.s) Fatıma'nın başucuna oturdu, evde bulunan diğer kimseleri dışarı çıkardı. Sonra Fatıma (a.s) konuşmaya başladı:

Ey amcamın oğlu! Seninle beraber olduğum günden beri, sana hiç yalan söylemedim ve ihanet etmedim, benimle yaşadığın sürece sana karşı gelmedim.

Ali (a.s) şöyle dedi:

Allah'a sığınırım. Sen, Allah'ı en iyi bilen, iyilik ve takva sahibi, cömert, Allah'tan çok korkan birisin. Allah'a yemin ederim ki, bana karşı gelmişsin diye seni kınayacağım hiçbir davranışın olmamıştır.

Senin ayrılığın ve seni yitirmem bana ağır geliyor. Ancak bundan kaçınmamız mümkün değildir.

Allah'a yemin ederim ki, Resulullah'ı (s.a.a) kaybetmekle yaşadığım musibetimi yeniledin.

Senin ölümün ve seni yitirmem büyük bir musibettir. "Biz Allah'tan geldik ve O'na döneceğiz."

Ne feci, ne elem verici, ne yaralayıcı ve ne hüzün verici bir musibettir bu! Bu musibet karşısında hiçbir teselli beni teskin etmez, hiçbir taziye unutturmaz bu acıyı. Bir yıkımdır ki geride hiçbir şey bırakmıyor.

Sonra birlikte uzun süre ağladılar. İmam, Fatıma'nın başını sinesine koydu ve şunları söyledi: "Bana istediğini vasiyet et. Bana emrettiğin her şeyi yaptığımı göreceksin. Senin emrini, senin işlerini kendi işlerime tercih edeceğim." Bunun üzerine Fatıma (a.s) şunları söyledi:

Bana karşı sergilediğin bu davranışından dolayı Allah seni hayırla ödüllendirsin. Ey amcamın oğlu! Öncelikle sana şunu tavsiye ediyorum: Benden sonra evlen… Çünkü erkeğin bir kadını olması gerekir.

Ardından sözlerini şöyle sürdürdü:

Bana haksızlık eden şu adamlara cenazemi göstermemeni vasiyet ediyorum. Onlar benim ve Resulullah'ın (s.a.a) düşmanlarıdır. Onların ve onlara tâbi olanların cenaze namazımı kılmalarına izin verme. Cenazemi, gözler uykuya daldığı, herkesin uyuduğu geceleyin defnet.[1]

Sonra sözlerini şöyle sürdürdü:

Ey amcamın oğlu! Başımda ağladıktan sonra, beni yıka, vücudumu açma. Çünkü ben temiz ve temizlenmişim. Üzerime, babam Resulullah'ın (s.a.a) üzerine döktüğünüz kâfurdan kalanını dök. Namazımı kıl, sonra akrabalarımdan diğerleri peş peşe gelip kılsınlar. Beni gündüz değil, geceleyin; açıkça değil, kimse görmeden gizlice defnet. Kabrimin izlerini yok et, belli olmasın. Bana zulmeden hiç kimseye cenazemi gösterme. Ey amcamın oğlu! Benden sonra evlenmeden edemeyeceğini biliyorum. Eğer bir kadınla evlenirsen, bir gün ve geceyi ona, bir gün ve geceyi de çocuklarıma ayır. Ey Ebu'l-Hasan! Oğullarımın yüzüne bağırma. Kanadı kırık kimsesiz yetimler gibi görmesinler kendilerini. Çünkü onlar dün dedelerini yitirdiler, bugün annelerini yitirecekler.[2]

İbn Abbas, Fatıma'nın (a.s) yazılı bir vasiyetini rivayet etmiştir ve bu rivayette şöyle deniyor:

Bu, Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fatıma'nın vasiyetidir. O bu vasiyette bulunurken Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın kulu ve resulü olduğuna, cennetin ve cehennemin hak olduğuna, kıyamet gününün gelmesinde şüphe bulunmadığına ve Allah'ın kabirlerde bulunan herkesi dirilteceğine şahitlik etmektedir. Ey Ali! Ben, Muhammed'in kızı Fatıma'yım. Allah beni seninle evlendirdi ki, dünya ve ahirette senin olayım. Sen başkalarından daha çok bana yakınsın. Naaşımın üzerine kâfur dök, beni yıka ve geceleyin beni kefenle. Namazımı kıl ve cenazemi geceleyin defnet. Hiç kimse bilmesin. Seni Allah'a emanet ediyorum ve çocuklarıma selâm söyle kıyamete kadar.[3]

İslâm'da İlk Tabut Uygulaması

Esma bint-i Umeys'ten rivayet edilir ki: Fatımatü'z-Zehra (a.s) Esma'ya şöyle dedi:

Ben ölen kadınların görüntüsünden hiç hoşlanmıyorum. Üzerine bir giysi atıyorlar ve bu giysi onun bütün vücudunu gören herkese gösteriyor.

Esma: "Ey Resulullah'ın (s.a.a) kızı! Habeşistan'da iken gördüğüm bir şeyi sana göstereyim." dedi ve yaprakları soyulmuş yaş hurma çubuklarının getirilmesini istedi. Sonra getirilen bu çubukları düzeltti ve bunların üzerine bir örtü serdi. Fatıma (a.s) dedi ki:

Ne güzel bir şey bu. Bunun içindeki ölünün kadın mı, erkek mi olduğu belli olmaz.[4]

İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle dediği rivayet edilir:

İslâm'da ilk tabut uygulaması, Fatıma'nın na'şının bir tabuta konulmasıyla başlamıştır. Fatıma (a.s) sonunda vefat ettiği hastalığa yakalanınca, Esma'ya şöyle dedi:

"Ben iyice zayıfladım. Vücudumda et kalmadı. Benöldüğümde, vücudumu gizleyecek bir şey yapamaz mısın?"

Esma dedi ki: "Ben Habeşistan'da iken onların bir şey yaptıklarını görmüştüm, sana da ona benzer bir şey yapayım mı? Eğer beğenirsem, senin için bir tane yaparım." Fatıma (a.s): "Evet." dedi.

Bunun üzerine Esma bir divan istedi. Getirilen divanı ters çevirdi. Sonra hurma çubuklarının getirilmesini istedi. Bu divanı, dik tuttuğu çubukların üzerine bağladı, sonra üzerine bir örtü serdi.

Esma dedi ki: "Onların böyle yaptıklarını görmüştüm." Fatıma (a.s) şöyle dedi: "Bana da aynısını yap. Beni ört ki Allah da seni ateşten korusun."

Ömrünün Son Anları

Hz. Fatımatû'z-Zehra (a.s) evin ortasına serili yatağına döndü ve yüzünü kıbleye çevirerek yatağa uzandı.

Söylendiğine göre, Fatıma (a.s) kızları Zeyneb ve ÜmmüGülsüm'ü Haşimoğulları'ndan bir kadının evine gönderir ki, annelerinin ölümünü görmesinler. O, bunları, kızlarına duyduğu şefkatin, merhametin gereği olarak yapıyordu ki, ölüm musibetinin o ağır etkisinden korunsunlar.

İmam Ali, Hasan ve Hüseyin (hepsine selâm olsun) o sırada evin dışındaydılar. Belki de o sırada zorunlu olarak ve belli bir maksada binaen dışarı çıkmışlardı.

Esma'dan rivayet edilir ki: Fatımatü'z-Zehra (a.s) son nefesini vermek üzereyken Esma'ya şöyle dedi:

Resulullah (s.a.a) vefat ederken Cebrail cennetten kâfur getirmişti. Resulullah bu kâfuru üç kısma ayırdı; bir kısmını kendisi için, bir kısmını Ali için ve bir kısmını da benim için. Kâfur kırk dirhem ağırlığındaydı.

Sonra şöyle dedi:

Ey Esma! Babamın falan yerde bulunan kâfurunun geri kalanını getir ve başımın ucuna koy.

Esma kâfuru getirip başının ucuna koydu. Sonra, namaz kılmak için abdest alırken Esma'ya şöyle dedi:

Sürdüğüm kokuyu getir. Namaz kılarken giydiğim elbiselerimi getir.

Sonra abdest aldı. Örtüyü üzerine serdi ve şöyle dedi:

Biraz bekle, sonra beni çağır. Cevap verdiysem bir şey yok demektir. Ama cevap vermediysem, bil ki babamın yanına gitmişim. O zaman hemen Ali'yi çağır.

Artık ölüm anı iyice yaklaşınca, perde kalktı ve Fatıma Efendimiz (a.s) keskin bir bakış yöneltti ve şöyle dedi:

Cebrail'e selâm olsun. Resulullah'a selâm olsun. Allah'ım, Resul'ünün yanına al. Allah'ım, hoşnutluğuna, katına, yurduna, esenlik yurduna al…

Sonra şöyle dedi:

Şu gök halkının kervanıdır. Şu, Cebrail; şu da Resulullah'tır (s.a.a); bana sesleniyor: Kızım! Gel! Burada seni karşılayacak şey senin için daha hayırlıdır.

Gözlerini açtı ve şöyle dedi:

Ve aleyke's-selâm, ey ruhları kabzeden! Acele et, bana acı verme.

Ve ardından şöyle dedi:

Gelişim sana olsun Rabbim, ateşe değil.

Göz kapakları yumuldu, elleri yana düştü, ayakları boylu boyunca uzanıverdi.

Esma seslendi, cevap vermedi. Yüzündeki örtüyü kaldırdı. Fatıma (a.s), hayattan ayrılmıştı.

Üzerine kapandı, bir yandan öpüyor, bir yandan da şöyle diyordu:

"Ey Fatıma! Baban Resulullah'ın (s.a.a) yanına gittiğin zaman Esma bint-i Umeys'ten selâm söyle."

Hasan ve Hüseyin eve geldiklerinde annelerinin üzerinin örtülmüş olduğunu gördüler. Dediler ki: "Ey Esma! Annemiz bu saatte niçin uyuyor?" Esma dedi ki: "Ey Resulullah'ın oğulları! Anneniz uyumuyor; o, bu dünyadan ayrıldı."

Hasan annesinin üzerine kapandı. Bir yandan öperken, bir yandan da şöyle dedi: "Anneciğim! Ruhum bedenimden ayrılmadan bir kez daha benimle konuş!"

Hüseyin, annesinin ayaklarını öpüyor ve şöyle diyordu: "Ben oğlun Hüseyin! Kalbim çatlayıp ölmeden önce konuş benimle!"

Esma, Hasan ve Hüseyin'e dedi ki: "Ey Resulullah'ın oğulları! Gidin babanıza annenizin öldüğünü haber verin."

Hasan ve Hüseyin mescidin yakınlarına kadar geldiler. Artık kendilerini tutamayıp yüksek sesle ağlamaya başladılar. Bu sırada bazı sahabeler yanlarına gelip, neden ağladıklarını sordular. "Annemiz Fatıma öldü." dediler. Bunu duyan İmam Ali (a.s) yüzükoyun yere kapandı:

Kim bana teselli verecek, ey Muhammed'in kızı![5]

Cenaze İşlemleri ve Defin Merasimi

Hz. Ali'nin (a.s) evinden ağlama sesleri yükseldi. Medine, erkeklerin ve kadınların ağlama sesleriyle çınlıyordu. İnsanlar, Resulullah'ın (s.a.a) vefat ettiği günkü gibi bir dehşet anını yaşıyorlardı.

Haşimoğulları'nın kadınları Hz. Fatıma'nın (a.s) evinde toplandılar, feryat ettiler, ağladılar. İnsanlar akın akın Ali'yi (a.s) ziyarete geldiler. Ali (a.s) oturmuş, Hasan ve Hüseyin (a.s) dizinin dibinde için için ağlıyorlardı. Ümmü Gülsüm dışarı çıktı. Şöyle diyordu:

"Babacığım! Ya Resulallah! İşte şimdi seni, bir daha buluşmamak üzere gerçekten seni kaybettik."[6]

Halk toplanmış, hıçkırıklarla ağlaşıyorlardı. Cenazenin evden çıkarılmasını ve namazını kılmayı bekliyorlardı. Ebuzer (r.a) dışarı çıktı: "Dağılın. Resulullah'ın (s.a.a) kızının cenazesinin evden çıkarılması akşam geç vakitlere ertelendi." dedi.

Ebu Bekir ve Ömer gelip Ali'ye (a.s) baş sağlığı dilediler ve şöyle dediler: "Ey Ebu'l-Hasan! Resulullah'ın (s.a.a) kızının cenaze namazını bize haber vermeden kılma."[7]

Bunun üzerine toplanan halk dağıldı. Cenaze merasiminin ertesi sabah yapılacağını sanıyorlardı.

(Rivayete göre Hz. Fatıma (a.s) ikindi namazından sonra veya gecenin ilk saatlerinde vefat etti.)

Fakat İmam Ali (a.s), Fatıma'nın (a.s) cenazesini o gece yıkadı, kefenledi. Esma da ona yardım ediyordu.

Sonra: "Hasan! Hüseyin! Zeyneb! Ümmü Gülsüm! Gelin, son kez annenizi ziyaret edin. Çünkü bu, ayrılma anıdır ve buluşma cennette olacaktır…" diye onlara seslendi. Bir süre geçtikten sonra İmam Ali onları annelerinin cenazesinden uzaklaştırdı.[8] Ardından cenaze namazını kıldı ve ellerini göğe kaldırarak şöyle seslendi:

Allah'ım! Bu, Peygamber'inin kızı Fatıma'dır. Onu karanlıklardan nura çıkardın. Böylece o her tarafı aydınlattı.

Bütün sesler kesilip gözler uykuya dalınca, gecenin bir yarısında Emirü'l-Müminin (a.s), Abbas, Fadl b. Abbas ve bir dördüncü şahıs bu narin cenazeyi alıp götürüyorlardı. Hasan, Hüseyin, Akil, Selman, Ebuzer, Mikdad, Büreyde ve Ammar da cenazeye eşlik ediyorlardı.[9]

Ali (a.s) kabre indi. Resulullah'ın (s.a.a) ciğerparesini aldı ve lahdine yanı üstü yerleştirdi. Şöyle dedi:

Ey toprak! Emanetimi sana emanet ediyorum. Bu, Resulullah'ın (s.a.a) kızıdır. Bismillahirrahmanirrahim. Bismillah ve billah ve alâ millet-i Resulillah Muhammedi'bn-i Abdillah. (Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla. Allah'ın adı, Allah'ın yardımı ve Allah'ın elçisi Muhammed b. Abdullah'ın dini üzere.) Ey Sıddıka (dosdoğru kadın)! Seni, sana benden daha evlâ/yakın olana teslim ediyorum. Allah'ın senin için razı olduklarına ben de senin için razıyım."

Ardından şu ayeti okudu:

Sizi ondan (topraktan) yarattık; yine sizi oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız.[10]

Sonra kabirden çıktı.

Oradakiler Nebevî incinin üzerini toprakla örtmeye başladılar. İmam Ali (a.s) de mezarın belli olmaması için toprağı iyice yaydı, dümdüz yaptı.

İmam Ali'nin (a.s) Hz. Zehra'ya (a.s) Ağıtı

Defin töreni acele bir şekilde tamamlandı. Halkın görüp mezarlığa akın etmesinden korkuyorlardı. İmam (a.s) mezarın toprağından elini silkelerken, Resulullah'ın (s.a.a) ciğerparesini yitirmekten dolayı büyük bir üzüntüye kapıldı. Sevgi pınarı eşiydi o. Birlikte saflık, temizlik, fedakârlık ve başkalarını kendilerine tercih etme gibi erdemlerin hâkim olduğu mutlu bir hayat yaşamışlardı. Fatıma (a.s) onun uğruna ne korkular ve ne zorluklar çekmişti. Gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı. Sonra yüzünü Resulullah'ın (s.a.a) kabrine çevirdi ve şöyle dedi:

Benden sana selâm olsun ya Resulallah! Kızından, sevgilinden, gözünün aydınlığından, ziyaretçinden, hemen yanı başındaki yerde yatıp bizden ayrılan, Allah'ın çok çabuk bizden koparıp sana kavuşturduğu ciğerparenden sana selâm olsun. Ya Resulallah! Seçkin kızından dolayı sabrım azaldı, âlemin kadınlarının efendisinin ayrılığı karşısında tahammülüm kalmadı. Fakat senin ayrılığında (zorluklara karşı sabretmedeki senin) sünnetine uymamdır beni teselli eden. Son nefesini göğsümde verirken gözlerini ben kendi ellerimle kapattım ve seni kabrine ben yerleştirdim ve bütün işlerini ben üstlendim.

Evet, Allah'ın kitabında, benim için bu zorlukları kabullenmenin en güzel ifadesi vardır: "Biz Allah'tan geldik ve yine O'na döneceğiz." Artık emanet iade edildi ve rehine (bedenin tutsağı olan ruh) geri alındı. Zehra'yı kaptırdım. Onun ayrılığından sonra yer ve gök ne çirkindir, [nasıl da toz duman gibi görünür] ya Resulallah!

Hüznüme gelince, sonsuzdur; gecelerimi ise uykusuz geçirmekteyim. Allah, senin şu anda bulunduğun yurda beni de almadıkça, bu hüzün yüreğimi terk edecek değildir. Derin bir yara gibi yakıcı bir hüzündür bu. Daima diri ve kavurucu bir kederdir. Allah ne çabuk bizi birbirimizden ayırdı! Şikâyetim Allah'adır.

Ümmetinin nasıl üzerime çullandığını kızın sana anlatacaktır. Nasıl onun haklarını çiğnediklerini de. Ona sor, durumu ondan öğren. Göğsünde ne birikmiş öfkeler vardı ki, bunları dışarı atacak bir yol bulamıyordu. O söyleyecek ve hüküm verenlerin en hayırlısı olan Allah da hükmedecektir.

Selâm ikinize olsun ya Resulallah! Bu bir veda edenin selâmıdır, bıkkınlık ve sorumluluktan kaçanın selâmı değil. Eğer dönüp gidiyorsam, bunun sebebi usanmışlığım değildir. Şayet burada bekliyorsam, bunun sebebi de Allah'ın sabredenlere vaat ettiği ödülden ümidimi kesmem değildir. Sabır daha güvenli ve daha güzeldir çünkü.

İstilacıların bize baskın çıkmaları olmasaydı, kabrinin başını mesken edinir, oradan ayrılmazdım. Orada yalnızlığa çekilir ve beklerdim. Oğlunu yitirmiş bir anne gibi, musibetin büyüklüğüne oturur ağlardım. Allah'ın yardımı ve gözetimi altında kızın gizlice defnedildi. Zorbalıkla hakları çiğnendi onun. Herkesin gözü önünde, ona kalan mirasa el konuldu. Senin hatırını dinleyen olmadı. Kimse seni aklına bile getirmedi. Allah'adır şikâyetimiz -ya Resulallah-! Sendedir tesellilerin en güzeli -ya Resulallah-! Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi onun (Fatıma'nın) ve senin üzerine olsun.[11]

- - - - - - - - - - -


[1]- Ravzatu'l-Vaizin, 1/151. Bir başka rivayette de şöyle geçer: "Sesler kesildiği, gözler uyuduğu..."
[2]- Biharu'l-Envar, 43/178 ve 192
[3]- Biharu'l-Envar, 43/214
[4]- Keşfu'l-Gumme, 1/503; Biharu'l-Envar, 43/213; Tehzibu'l-Ah-kâm, 1/469
[5]- Biharu'l-Envar, 43/186
[6]- Biharu'l-Envar, 43/192
[7]- age. 199
[8]- age. 179
[9]- age. 193
[10]- [Tâhâ, 55]
[11]- Biharu'l-Envar, 43/193