.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Dindar Genç, Allah’ın İftihar ve Kıvanç Kaynağıdır
Allah’a ibadetle meşgul olan bunca insan arasından Allah Teâlâ, meleklerine ibadet eden genci göstererek onunla iftihar ettiğini söylüyor. Bu yalnızca bizlere ibadetin önemini göstermekle kalmıyor, belki de bu gençlik çağında ibadet etmenin ne denli önemli olduğunu bizlere anlatıyor. Bu nedenle, gençlik yıllarını ibadete vermiş bir genç ile ihtiyarlık dönemini ibadete vermiş yaşlı birisi asla eşit görülmemektedir. Hatta bu mesele o kadar mühimdir ki, rivayetlerde dahi yer bulmuş ve gençken ibadet ehli olan ile ihtiyar hâlinde bu işe gönül veren arasında oldukça büyük dereceler konmuştur. Bir rivayette bu olay peygamberlerin avam halka üstünlüğü ne ise, bu da odur şeklinde yorum bulmuştur. Allah’ın Resulü (s.a.a.) şöyle buyurur:
“Henüz gençliğinin ilk evresinde Allah’a ibadet etmeye koyulmuş bir genç ile ilerlemiş yaşıyla beraber Allah’a yönelen yaşlı kimse arasındaki fark, peygamberlerin diğer insanlara üstünlüğü gibidir.”[1]
Gençlik, Sorumluluk ve Görev Döneminin Başlamasıdır
İslâmî kaynaklardan elde edilen bilgi doğrultusunda şunu söylemek pek de yersiz olmayacaktır; gençlik çağına adım atmakla, insanın sorumluluk ve mesuliyetleri de başlamaktadır. Elbette bundan, yani ergenlik çağından önceki yıllarda da bazı fakihlere göre İlâhî emirlerin uygulanması gerektiği yönünde fetvalar göze çarpmış ama bu ödevlerin yerine getirilmediği durumlarda da hiçbir cezaya uğramayacağı dile getirilmiştir. Aslına bakılacak olunursa bu konu, gençlik çağında ciddiyet kazanmakta ve her türlü İlâhî buyruğun sorumluluğu altına girmektedir. Artık Yüce Allah onu, salahiyet sahibi olarak görmekte ve kendi sözlerine muhatap almaktadır. Zaten, bu yüzden İlâhî boyutta ondan “Mükellef”olarak bahsedilir. Aslında insan ömrünün en büyük dinî olayı bu yaşlarda vuku bulmakta ve bu kutlu, iftihar dolu elbiseyi kendi teninde görmeye başlamaktadır.[2]İşte bu yüzden bu konuya ağırlık vermekte önem vardır.
Seyyid ibn-i Tavus bu konuda oğluna şöyle yazmaktadır:
“Evladım, Muhammed! Yüce Yaradan seni akıl nimetiyle mükâfatlandırıp, kendi makam-ı âliyesinde seni muhatabı olarak kabul gördüğünde bu anı mutlaka not al ve kendin için en değerli bayram olarak bil. Bu yıldönümünü kutla, Allah Teâla’yı da sana verdiği bu akıl nimeti için çokça şükret.”[3]
Gencin ödev ve sorumluluk alma çağına gelmesi, onun ruhî, psikolojik, aklî ve cismî olarak ömrünün diğer evrelerinden daha üstün ve önemlidir. Bir rivayette de bu ruhî ve cismî değişikliğe şu şekilde değinilmektedir. Hz. Ali (a.s.) şöyle buyurur:
“Çocuklarda artık akıl yetisi kendini göstermeye başladığında namaz, bedene güç-kuvvet geldiğinde oruç ve cünüp olduklarında ise kurallar ve sınırlar ona vacip olur.”[4]
Kıyamet Gününde Gençlik Hakkında Hesaba Çekilme
Kıyamet gününde insana, ömrünü ve özellikle de gençliğini nerede harcadığı sorulacaktır. Bu konu hakkında bazı rivayetlerde iki şekilde soru sorulacağı görülmektedir; öncelikle insana maddî âlemde ömrünü nasıl harcadığı ve sonrasında ise gençliğini nasıl geçirdiği ve ne iş ile tükettiği sorulacaktır. Allah’ın Resulü (s.a.a.) buyuruyor;
“Kul, Kıyamet Günü henüz adım atamadan ona ömrünü nerede hiç ettiği ve gençliğini ne için harcadığı sorulacaktır.”[5]
İmam Sâdık (a.s.) da şöyle buyurmaktadır:
“Lokman’ın (a.s.) oğluna tavsiyelerinden bir kısmı da şöyleydi; Ey Oğul! Ruz-i Mahşer’de sana dört şey hakkında soru soracaklar: Gençliğini nerede harcadığını, ömrünü nerede geçirdiğini, malını hangi yoldan elde ettiğin ve nerelerde harcadığını?”[6]
Dikkat edilecek olunursa bu rivayetlerden gençlik çağı hakkında şöyle önemli bir sonuç ortaya çıkmaktadır. O da; İnsanın gençliğini nerede harcadığı ile ömrünü nerede kullandığı sorularının aynı cümleler içerisinde geçmesi ve gençliğin, ömrün belli bir dönemi olmasına rağmen en az onun kadar değerli sayılması.
Gençliğin Çehresindeki İyiler ve İyilikler
İslâm kültür ve öğretilerinde yer alan konular içerisinde gençliğin değer ve önemini bizlere açıkça anlatan şeylerin başında “Güzel-İyi” ve “Gençlik” öğelerinin her zaman birbiri ile ilintili olarak önümüze çıkması gelmektedir. İyiler, genç yüzlüdürler ve kıyamet gününde de yapılan iyilikler hoş sima gençler olarak ortaya çıkacaklardır. Belki bu benzetme, gençliğin insanlar için çekici ve gönle yakın olmasından kaynaklanmaktadır ama bize göre, yalnızca bu çekicilikle yetinmek yersiz ve yetersizdir. Çünkü gençliğin güzelliğinden başka özdeki temiz yaratılışı, nifak ve ikiyüzlülükten beri kalışı, zorlukları kolayca aşması ve her zaman kolayca mutlu olabilmesi, onun güzelliğindendir. İşte, bu yüzdendir ki; Ruz-i kıyamette iyiler, genç yüzlüler olarak ortaya çıkacak ve iyilikler de genç ve güzel bir insan gibi şekle bürünecektir. Rivayetlerde şöyle geçmektedir:
“Hasan ve Hüseyin Cennet gençlerinin efendileridir.”[7]
“Mehdi (a.f) genç bir insan şeklinde zuhur edecek[8]ve onun tüm yardımcıları gençlerden olacaktır.”[9]
“Kıyamet Günü Kur’ân, aynı genç bir insan gibi görünecektir.”[10]
“Cennetteki herkes genç olacaktır.”[11]
Ya da Vakıa suresi XVII. ayet-i kerimede yer alan“Çevrelerinde, ebedî yaşamağa erdirilmiş gençler dolaşır”ile dünya hayatında yapılan iyilik ve güzelliklerin bu şekilde gençler şeklinde hizmet sunacakları anlatılmaktadır.
Güzel Ahlâklı Gençler Toplumun Gizli Hazineleridir
Bundan yaklaşık 30-40 yıl öncesine kadar tüm toplumlarda, Devlet Planlama Teşkilatı ve diğer hükümet birimlerinde kaynaklar insan dışı ve tamamen maddîydi ama günümüze bakıldığından bu kaynaklar yerini insan endeksli kaynaklara vermiş durumdadır. Elbette bu henüz istenilen seviyeye ulaşmamış ve hakkıyla eda edilememiştir ama yakın zamanda hak ettiği yeri bulacaktır. Bu arada yarınların bir yönetici ve bir idarecisi olarak gençlere gerekli önemin verilmesi, her toplumun ve bugünün orta yaş ve üstü yönetici ve idarecilerini de oldukça ilgilendirmektedir. İşte bu yüzdendir ki; gençlerin geleceği için oldukça hassas ve yerinde hesaplamalar yapılmalı ve toplumun dirliği ve birliği için çabalanmalıdır.
İslâm kaynaklarında şu noktalara oldukça önem verilmiştir, birincisi; hiçbir kaynak ve sermaye insan gücüyle denk değildir ve ikincisi de; insan gücü de yalnızca fiziksel güç ile sınırlı değil ve hatta bu güç belki de insanın elinde tuttuğu en küçük güçlerden biridir. Gençler ve gençlik çağı, dinî metinlerde en değerli ve tarifi olmayan membaa ve kaynak olarak adlandırılmakta ve bu şekilde onlar üzerinde iyi planlar yapıldığı takdirde toplumun bekası için sağlam bir sigorta olarak görülür. Gençler, bir toplumun en değerli hazineleri olarak kabul görülmekte ve bu gençlere öngörülen şekilde eğitim verildiği takdirde toplumun üzerine saadet ve mutluluk kapıları açılacaktır. Allah korusun bu konu önemsenmeyip, gerektiği kadar itibar görmezse gençlik hem toplum kültüründen hem de İslâmî değerlerden uzak düşecek ve ister istemez toplum, bu bedbahtlıktan nasibini alacaktır. Bir rivayette İmam Cafer-i Sâdık’ın (a.s.) nezdinde gençliğin önemi şu sözlerle ortaya konmaktadır;
“Şüphesiz iyi ahlâklı bir genç her güzelliğin anahtarı ve her kötülüğün kilidi; kötü huylu bir genç de her iyiliğin kilidi ve her kötülüğün de anahtarıdır.” [12]
Merhum Meclisî, Ehl-i Beyt büyüklerinin rivayetlerini içeren o değerli kitabı Bihâru’l- Envâr’da konumuzla ilgili güzel bir hikâye anlatmaktadır:
“Hz. İsa (a.s.) havarileri ile birlikte seyahat etmekte ve bir şehirden geçmektedirler. Derken o şehrin yakınlarında bir define bulurlar. Havariler, İsa Mesih’ten (a.s.) parçalanıp dağılmış bu defineyi kaybolmasın diye toplamak için izin isterler. Hazret şöyle buyurdu;
Ben şehre girip, tanıdığım bir hazine peşine düşeceğim ve siz de bu hazinenin başından ayrılmayın.
Mesih (a.s.), şehre girer ve içerisinde yaşlı bir kadının bulunduğu bir yıkıntının içine girer. İhtiyar kadından gece burada konaklamak için izin ister ve ona şöyle sorar;
Sizin kimseniz yok mudur? İhtiyar cevap verir;
Olmaz mı? Bir oğlum var. Gündüzleri çöllerde diken toplayarak geçimimizi sağlıyor.
Gecenin ilerleyen saatlerinde yaşlı kadının genç oğlu evine gelir ve anası ona;
Ey Oğul! Tahminimce bu gece oldukça değerli bir misafirimiz var ve bu fırsatı sakın kaçırma, git ve onun huzurundan yararlan. der.
Genç, İsa Mesih’in (a.s.) yanına gelir ve birbirleri ile sohbet etmeye başlarlar. Hazret (a.s.), gence nasıl yaşadığını, gelirini nasıl elde ettiği hakkında sorular sorar ve genç de bunlara cevap verir. Hz. İsa (a.s.), gencin oldukça zeki ve hayat dolu olduğunu anlar ama bir küçük sorunun da var olduğunu sezer. Ona şöyle buyuruyor:
Genç! Ben, seni perişan eden bir şeyin sürekli seni düşündürdüğünü hissediyorum. Eğer bir derdin varsa bana söyle. Belki o derdin devası benim yanında olabilir.
Evet, yalnızca Allah’ın tedavi edebileceği bir derdim var benim.
O derdini bana söyle, belki Allah Teâlâ onu senden giderecek bir şeyi bana ilham eder.
Bir gün çölde diken topladıktan sonra onları satmak için şehre götürüyordum. Derken padişahın kızının bulunduğu sarayın yanından geçtim ve tam bu esnada gözüm şahın kızına ilişti. Ona öyle âşık oldum ki, bana ölümden başka bir çarenin olmadığını anladım.
Padişahın kızına âşık olan genç, içerisinde bulunduğu bu ekonomik durum ve toplum içerisindeki yeri itibariyle bu evliliği olağandışı görmektedir. Allah’ın Resulü (a.s.) ona şöyle buyurdu;
Eğer istersen senin evliliğin için gerekli maddî desteği sağlayabilirim…
Bunun üzerine genç, ihtiyar anasının da fikrini almak ister ve Hz. İsa ile arasında geçen diyaloğu ona anlatır. İhtiyar kadın oğluna;
Oğlum! Bu şahısın, üzerinde duramayacağı bir sözü sana vadedeceğini zannetmiyorum. Onu dinle ve her ne dilerse itaat et.
Hazret (a.s.), vermiş olduğu teklifi kabul eden gence bir kez daha buyurur:
Öyleyse yarın sabah padişahın yanına git ve kızına talip olduğunu dile getir ve senden ne isterse kabul et ve gel benden al.
Ertesi günün sabahı genç, padişahın sarayına gider. Padişahın muhafız ve yakınlarına onun kızı ile evlenmek istediğini ve bundan dolayı da buraya geldiğini söyler. Padişahın yakınları diken satan gencin bu sözlerini duyunca gülmekten yerlere yatarlar. Padişahın yakın çevresi onunla eğlenmeleri için genci padişahın yanına götürdüler. Genç padişahın yanına geldiğinde, onun kızıyla evlenmek istediğini söyler. Padişah da alaylı bir şekilde şöyle der:
Ben kızımı, hiçbir padişahın hazinesinde bulunmayan falan miktarda yakut ve mücevheri bana getirdiğin takdirde ancak sana veririm.
Genç, Hz. İsa’nın (a.s.) yanına gelir ve başından geçenleri o Hazrete (a.s.) bir bir anlatır. İsa Mesih (a.s.) genci yanına alarak içerisi çakıl taşlarıyla dolu bir yıkıntının yanına gelirler. Allah’ın Resulü (a.s.) bu taşların mücevhere dönmeleri için Allah’a dua eder ve bunun ardından taşlar değerli mücevherlere dönüşür. Genç, padişahın istediği miktarda değerli taşları alır ve ona götürür. Padişah, bu sahne karşısında neye uğradığını şaşırır ve bir o kadar daha mücevher getirmesini ister. Bunun üzerine genç tekrar Hz. İsa’nın yanına gelir ve aynı olay bir kez tekrar olur. Padişah, en sonunda pes eder ve bu olayın aslını esasını öğrenmek için gence neler olup bittiğini anlatmasını ister. Genç de nasıl âşık olduğunu ve kendilerine gelen o aziz misafiri anlatmaya başlar. Padişah, misafirin Hz. İsa (a.s.) olduğunu anlar ve gence o misafirini çağırmasını söyler ve;
Gelsin ve sen ile kızım arasında nikâh akdini icra etsin. der.
Hz. İsa (a.s.) padişahın sarayına vardığında, nikâh merasimi düzenlenir. Padişah diken satan gence güzel bir elbise giyindirir ve kızını onunla birlikte odalarına yollar. Sabah olunca padişah, damadını huzuruna çağırarak onunla konuşmaya başlar. Gençle konuşurken onun aslında ne kadar akıllı, zeki, anlayışlı ve kendine layık biri olduğunu fark eder. Padişahın kızdan başka bir çocuğu olmadığından, o genci kendisine veliaht tayin eder, ama padişah da bu nikâh töreninden üç-dört gün sonra dünyadan göçer. Artık hükümetin tüm yetki ve mülkü genç damada kalmıştır. İsa Mesih (a.s.) vedalaşmak için genç padişahın yanına gelir ama genç dayanamaz ona sorar;
Ey Hikmet sahibi insan! Sana bir sorum olacak. Eğer soruma cevap vermezsen, senin sayende ulaştığım bu mevki ve elde ettiğim tüm bu servet, artık bana ıstırap verecektir. Hz. İsa (a.s.);
Sor! der. Genç arz eder;
Dün gece aklıma şöyle bir soru takıldı: Siz beni İki gün içerisinde o fakirlik batağından bu yüce dereceye ulaştırdınız. Peki, öyleyse elinizde olan bu doğaüstü güçleri niçin kendiniz için kullanmıyor ve bu şekilde bir yaşamı seçiyorsunuz? Hazret buyurur:
Allah’ı bilip, tanıyan ve O’nun sonsuz nimetlerine mazhar olan birisi neden bu geçici dünyanın nimetlerine gönül bağlasın ki? Allah’a yakın olmak en büyük ruhî lezzettir ve o haz tahtla, taçla ve saltanatla kıyas dahi edilemez. Genç;
Bir sorum daha olacak. Peki, neden böylesine değerli bir şeyi kendiniz için seçmişken, bana böylesine aşağılık bir mevkii uygun gördünüz? İsa Mesih (a.s.) şöyle buyurdu;
Senin akıl ve algı yetini ölçmek istedim ve öte yandan eğer bu tahtı bırakıp, daha değerli şeylere yönelirsen, senin hayatın diğer insanlar için örnek teşkil edecekti.
Genç o anda padişahlık tahtından inerek, daha önceki hayatında giyindiği elbiselerini üzerine giyip, o Hazret (a.s.) ile şehirden ayrıldılar. Havarilerinin yanına geldiklerinde Hz. İsa (a.s.) onlara;
İşte bu, şehirde olduğunu tahmin ettiğim gerçek hazineydi ki onu buldum ve geldim.”[13]
Evet, görüldüğü üzere gençler öyle değerli gerçek hazinelerdir ki, doğru ve yerinde eğitilirlerse her toplumu ihya ederler ve bu paha biçilmez sermaye, hiçbir şeyle kıyas dahi edilemez.[14]
Genç, İlâhî Rahmet ve Lütfun Kapsamındadır
Ergenlik döneminin başlaması ve gençliğe ilk adımın atılmasıyla insanın sorumluluk dönemi başlamış olur ve bu evreden sonra yaptığı tüm eylemleri kıyamet gününde karşısına cevaplaması gereken sorular olarak karşısına çıkar. Ama şunu da bilmek gerekir; Yüce Allah’ın rahmet ve lütfu gençler üzerinde o denli fazladır ki; o dönemde işledikleri birçok günah ve hata, görmezlikten gelinmekte[15]ve İmam Cafer-i Sâdık da (a.s.) bunu Allah’ın gençler için öngördüğü en büyük lütuf olarak görmektedir:
“Muhammed bin Süleyman babasından şöyle naklediyor: İmam Sâdık’ın (a.s.) huzurundaydım ve o sırada Ebu Basir nefes nefese içeri girdi. Bir köşeye oturup, soluklandıktan sonra İmam (a.s.) ona şöyle buyurdular:
Böylesine nefes nefese kalmandaki sebep nedir? Ebu Basir:
Ey Allah’ın Resulü’nün oğlu! Yaşım oldukça ilerledi, kemiklerim iyiden iyiye zayıfladı ve ölümüm yaklaştı. Tüm bunlar olurken ben, ahirette başıma neyin geleceğinden ve beni neyin beklediğinden habersizim. İmam (a.s.) babama döndü ve buyurdu:
Ey Eba Muhammed! Sen de mi böyle demektesin!?
Kurban olduğum! Neden demeyeyim ki?
Ey Eba Muhammed! Bilmez misin Yüce Allah sizin gençlerinize lütufta bulunup, ihtiyarlarınızdan da haya eder!?
Nasıl yani?
Allah, sizin gençlerinize gençliklerinin yüzü suyu hürmetine azap etmez ve yaşlılarınızı da bu hâlde olduklarından ötürü sorguya çekmez.[16]
Elbette bu rivayetin Ehl-i Beyt mektebini kabullenip, gönül vermiş gençler için geçerli olduğunu söylemek gerekir. Öte yandan bu rivayet içerisinde geçen bir diğer eğitici konuya da vurgu yapmak gerekmektedir. İmam (a.s.) bu rivayette birbirinden her ne kadar farklı da olsa birbirlerine oldukça yakın iki tutumu dile getirmektedir. Birincisi gençlere nasıl davranılacağına dair olan yaklaşım ve bir diğeri de ihtiyarlara olan bakış açısı. Bu rivayete göre yaşlılara karşı edep ve hayâlı olmak ve onların bu zaaf dönemlerini hatırlatacak eylemlerden beri durmak gerekmekte ve gençlerle olan münasebetlerde ise onlara tüm olanakları sunmak ve saygı duymak, ayrıca onların şahsiyet kazanmaları adına çaba harcamak gerekmektedir. “مراهق”, (Murahik) “غلام”, (Gulam) “فتی” (Feta) ve “شاب” (Şabb) gibi konuyla alâkalı kelimelerin geçtiği hadis ve rivayetler kitabımızın ilerleyen bölümlerinde incelenecek ve gençlik hakkında İslâm’ın nazarı değerlendirilecektir. Tüm bunlar bir yana, Gençlerin ve gençlik çağının değerini ortaya koyan asıl unsur, İslâm dininin bu döneme olan özel bakış açısı ve onların eğitimi için çizdiği yollardır.
[1] Muttekıy El-Hindî, Ali bin Hisameddin; Kenz ul A’mal, C. 15, s. 776.
[2] Yani, İslâmî inanç gereği şahsın sünnet olması, Hacc ve Atebat-ı Aliye’ye gitmesi, evlenmesi vb. unsurlar, “Mükellef” olduğu kadar, onun hayatında bu denli etkin bir dinî olay olarak görülmemektedir.
[3] İbn-i Tavus; Keşfu’l-Muhacce, s. 142, Muhammed Reyşehrî’nin aktarımıyla, Ceşn-i Teklif, s. 16.
[4] Meclisî, Muhammed Bâkır; Bihâru’l-Envâr, C. 88, s.132.
[5] Tarihu’l-Yâkubî, C. 2, s. 90.
[6] Kuleynî, Muhammed b. Yâkub b. İshak; El-Kâfî, C. 2, s. 135.
[7] Sadûk, Muhammed bin Ali; Men Lâ Yahzuru’l-Fakîh, C. 4, s. 420, Rivayet 5920.
[8] Meclisî, Muhammed Bâkır; Bihâru’l-Envâr, C. 52, s. 287.
[9] a.g.e., C. 52, S. 344.
[10] Kuleynî, Muhammed b. Yâkub b. İshak; El-Kâfî, C. 3, s. 603.
[11] Meclisî, Muhammed Bâkır; Bihâru’l-Envâr, C. 42, s. 292.
[12] Meclisî, Muhammed Bâkır; Bihâru’l-Envâr, C. 78, s. 446.
[13] Meclisî, Muhammed Bâkır; Bihâru’l-Envâr, C. 14, s. 280.
[14] Modern Farsça’da “Hazine” manasına gelen “گنج-Genc”kelimesi, Türkçe’de “Genç” olarak kullanılan ve konumuzun mihveri olan kelimenin özüdür. “Genç” demek aslında hazinedir ve İsa Mesih’in de peşinde gittiği hazine aslında bu gençtir. (Mütercimin notu)
[15] Kuleynî, Muhammed b. Yâkub b. İshak; El-Kâfî, C. 8, s. 33, Rivayet 6.
[16] Kuleynî, Muhammed b. Yâkub b. İshak; El-Kâfî, C. 8, s. 34.