Bismillâhirrahmânirrahîm

Benî İsrâîl (İsrâîloğulları)

Kur’ân-ı Kerîm’de iki yerde geçen [1] ve Hz. Ya‘kûb’un (a.s) ikinci adı veya lakabı olan İsrâîl’den dolayı, onun soyundan gelenlere Tevrât’ta Beney Yisrâel, Kur’ân’da Benû/Benî [2]  İsrâîl (İsrâîloğulları) denilmektedir.

İsrâîl’in oğulları Rûbîl, Şem’ûn, Lâvî, Yahûd, Reyâlûn, Yeşçer, Hz. Yûsuf (a.s), Binyamîn, Dân, Naftâlî, Hâd ve Âşır adlarını taşımakta [3]; bunlardan her biri aynı addaki kabilenin atası sayılmakta ve böylece İsrâîloğulları on iki kabileden oluşmaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm şöyle buyurmaktadır:

“Biz onları (İsrâîloğullarını) ayrı ayrı oymaklar olarak on iki topluluk (ümmet-aşiret) olarak ayırdık.” [4] 

Ahd-i Atîk’te İsrâîloğulları bir taraftan Tanrı’nın kavmi, mukaddes millet olarak takdim edilirken [5] diğer taraftan kötü davranışları sebebiyle bizzât İsrâîl Tanrısı onları tenkit etmektedir. Çünkü onlar Hz. Mûsâ (a.s) ve Hz. Hârûn’a (a.s) karşı gelmiş [6], Rabb’in gözünde kötü olanı yapmış, Yahve’yi bırakıp Ba’l [7]  ve Mulûk [8] gibi ilâhlara, bu arada altın buzağıya tapmış [9], zina etmiş [10], yüce Allah’a verdikleri sözü tutmamış, ahidlerini bozmuş, ibadethâneleri yıkmış, peygamberleri öldürmüş [11], başka ilâhlardan korkmuş, yüce Allah’ın şeriâtını bırakıp diğer milletlerin kanunlarını benimsemişlerdir. [12]

Kur’ân’da Yahûdîlerden hem Benî İsrâîl olarak ve hem de Hûd, Yehûd ve Hâdû kelimeleriyle bahsedilmektedir. Ancak Yehûd kelimesi sadece Medenî sûrelerde geçtiği hâlde, Benî İsrâîl Mekkî sûrelerde de yer almakta ve daha çok İslâm öncesi dönemlerde vukû bulan olayların söz konusu edildiği âyetlerde geçmektedir.

Mekke’de Yahûdî nüfusu yok denecek kadar az olduğu için hicretten önce nâzil olan sûrelerin hiçbirinde ey İsrâîloğulları diye bir hitap yer almamaktadır. İsrâîloğulları’ndan bahseden sûrelerde onların geçmişte yaşadıkları olaylardan, özellikle de Hz. Mûsâ’nın (a.s) Firâvun’la mücadelesi ve İsrâîloğulları’nı kurtarmasından, yüce Allah’ın elçisi Hz. Mûsâ’ya (a.s) inanmayıp karşı çıkanların kötü âkıbetinden söz edilmekte, geçmişte İsrâîloğulları’na verilen nimetler sayılmakta, özellikle âlemlere üstün kılındıkları belirtilmektedir. [13]

Bir taraftan İsrâîloğulları’nın atası olan Hz. Ya‘kûb’un (a.s) gücü, diğer taraftan Tanrı’nın seçilmiş kavmi oldukları inancı, İsrâîloğulları’nın gurura kapılıp ırkî üstünlük iddiasında bulunmalarına yol açmış, onlar imtiyazlı olduklarını vurgulamış, âdeta kendilerinin dışındaki insanları hâkir görmüşlerdir. [14]

Kur’ân-ı Kerîm, İsrâîloğulları’nın bu iddialarına karşılık bir zamanlar âlemlere üstün kılındıklarını, fakat bunun ırkla ilgili olmadığını belirtmekte; onlara yüce Allah’a verdikleri sözü ve diğer yükümlülüklerini hatırlatarak üstünlüğün ancak bunlarla olabileceğini bildirmektedir.

Mekkî sûrelerde İsrâîloğulları’ndan bahsedilmesi, geçmiş olaylarla ilgili kıssalara âşina olan ve Müslümanlarla mücadelede Yahûdilerden bilgi desteği alan Mekke müşriklerinin kıssadan hisse almaları içindir. Bu dönemde nâzil olan âyetlerde yüce Allah’ın birliği, âlemlerin Rabbine inanmanın gerekliliği, âyetleri inkâr edenlerin âkıbeti, Hz. Mûsâ (a.s) ve Firâvun kıssasından örneklerle vurgulanmakta; geçmiş peygamberlerin ve kitapların kabul ve tasdik edilmesi üzerinde durulmakta; peygamberleri yalanlayanların, ahireti inkâr eden ve putlara tapanların cezalandırılacağı İsrâîloğulları tarihinden örneklerle belirtilmekte; zulüm ve kibrin fayda vermeyeceği ifade edilmekte ve böylece Mekke müşrikleri uyarılmaktadır.

Yüce Allah’ın birliği, Yahûdîlerin üzerinde ısrarla durdukları en önemli inançtır. Öte yandan anılan peygamberlerin çoğu İsrâîloğulları arasından çıkmış, bu sebeple İsrâîloğulları’nın yüceltildiği, çeşitli konularda şahit tutulduğu Mekke döneminde onların Müslümanlarla bir çatışması olmamıştır.

Medine’de ise Yahûdîler kalabalık hâlde bulunuyorlardı ve burası onların önemli merkezlerinden biriydi. Resûl-i Ekrem (s.a.a) Medine’ye hicret edip burada güç kazanınca, menfaatlerinin zedelendiğini gören Yahûdîler, Müslümanlara karşı düşmanca tavır aldılar ve bunun üzerine Kur’ân’ın onlara karşı üslûbu değişti. Böylece Kur’ân’da Yahûdîlerin İslâmî davet karşısındaki inatçı ve inkârcı tavırları, Yüce Allah’ın kelâmına kulak vermemeleri eleştirildiği gibi Kutsal Kitaplar’ını tahrif etmeleri; peygamberlerini yalanlamaları ve öldürmeleri gibi kendi tarihlerine ait kötülükleri söz konusu edildi. [15]

Kur’ân-ı Kerîm, İsrâîloğulları’na hitap ederken, onların geçmişteki durumlarını ve kendilerine verilen nimetleri hatırlatmaktadır. Firâvun’un zulmünden ve denizde boğulmaktan kurtulmaları, çöldeki yiyecekler, kayadan su fışkırması, Tûr’un üzerlerine kaldırılması bu nimetlerden bazılarıdır. [16]

İsrâîloğulları’ndan yüce Allah’a kulluk etme; anaya babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik yapma; insanlara güzel söz söyleme; namaz kılıp zekât verme, peygamberlere inanıp onları destekleme gibi konularda söz alınmış ve karşılığında günahlarının bağışlanarak cennete kavuşturulacakları vaad edilmişti. [17] Fakat onlar verdikleri sözü tutmamışlar; peygamberleri inkâr etmiş ve onları öldürmüşler, yüce Allah’ı unutup, putlara ve buzağı heykeline tapmaya başlamışlar ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmışlardır. [18]  İsrâîloğulları’na kitap, hüküm ve peygamberlik verilmiş [19]; Hz. Mûsâ’ya (a.s) indirilen kitap onlar için rehber kılınmış [20], ancak onlar söz dinlemeyip haddi aşmışlardır. [21] Kur’ân [22], İsrâîloğulları’nın ihtilâf ettikleri pek çok şeyi açıklamaktadır. [23]

Arz-ı Mev’ûd

İbrânîce’de Eretz Israel (İsrâîl diyarı) denilen bu bölge Ahd-i Atîk’te Ken‘ân diyarı [24], diyar [25], gurbet diyarı [26], memleket [27] diye de zikredilmektedir. İkinci Mâbed döneminden itibaren ise arz-ı mev‘ûd diye adlandırılmış olup Ahd-i Cedîd’de de bu isimle geçmektedir. [28] Ahd-i Atîk’te burası ayrıca iyi ve geniş diyar [29], süt ve bal akan diyar [30], bütün memleketlerin süsü olan diyar [31] diye tavsif edilmiştir.

Kitâb-ı Mukaddes’te Hz. İbrâhîm’e (a.s) yapılan vaadde Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar olan bölge [32], Hz. Mûsâ (a.s) ve Yeşu’a yapılan vaadde, Ayak tabanınızın basacağı her yer sizin olacak [33] denilmiştir.   

Arz-ı mev‘ûd ilk önce Hz. İbrâhîm’e ve onun zürriyetine şöyle vaad edilmiştir: “Ve senin gurbet diyarını, bütün Ken‘ân diyarını sana ve senden sonra zürriyetine ebedî mülk olarak vereceğim ve onların Allah’ı olacağım.” [34]

Ancak Kitâb-ı Mukaddes geleneği daha sonra Hz. İsmâîl’i (a.s) devre dışı bırakarak vaadin Hz. İshâk (a.s) ve onun zürriyetine ait olduğunu belirtmektedir. [35] Hz. İbrâhîm’den (a.s) sonra aynı vaad Hz. İshâk’a ve onun zürriyetine [36], Hz. Ya‘kûb’a (a.s) ve zürriyetine [37], Hz. Yûsûf’a (a.s) [38], Hz. Mûsâ’ya (a.s) [39] ve Yeşu’a [40] yapılmıştır.

Arz-ı mev‘ûd’la ilgili ilk ahid, Rab Yahova ile Hz. İbrâhîm (a.s) arasında şöyle yapılmıştır: “O günde Rab İbrâhîm’le ahdedip dedi: Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar bu diyarı, … senin zürriyetine verdim.” [41] Bu ahid ile Tanrı, Hz. İbrâhîm’in (a.s) soyunu fazlasıyla çoğaltacaktır ve o, milletlerin babası olacaktır. Onun soyundan krallar çıkacaktır. Onun gurbet diyarını, bütün Ken‘ân diyarını ona ve ondan sonra da zürriyetine ebedî mülk olarak verecektir. Bu vaadin karşılığı olarak Hz. İbrâhîm (a.s) ve onun zürriyeti, Tanrı olarak sadece O’nu tanıyacak ve her erkek sünnet olacaktır. Bu ahid ebedîdir. [42]  

Hz. Mûsâ (a.s) ile de şöyle bir ahid yapılmıştır: “Bunun için İsrâîloğulları’na söyle. Ben Rabbim. Sizi Mısırlılar’ın yükleri altından çıkaracağım... sizi kendim için bir kavim olarak alacağım ve size Allah olacağım... ve İbrâhîm’e, İshâk’a Ya‘kûb’a vermek için yemin ettiğim diyara sizi getireceğim ve onu size miras olarak vereceğim.” [43] Hz. Mûsâ (a.s) vasıtasıyla Rab Yahova ile İsrâîloğulları arasında yapılan ahdin şartları ise Rabbin, Hz. Mûsâ’ya (a.s) verdiği şeriâtın hükümleridir. [44] İsrâîloğulları Tevrât’ta bildirilen hükümlere riayet ettikleri sürece, Rab Yahova, onları kendisi için bir kavim olarak alacak ve onlara Allah olacaktır. [45] “Eğer gerçekten sözümü dinleyecek ve ahdimi tutacaksanız, bana bütün kavimlerden hâs kavim olacaksınız; çünkü bütün dünya benimdir ve siz bana kâhinler melekûtu ve mukaddes millet olacaksınız.” [46]

Ahd-i Atîk’in birçok yerinde arz-ı mev‘ûd’da uyulması gereken kurallar ayrıntılarıyla bildirilmiştir. [47]

Ahdin şartlarına uyulmadığı, Rabbin emirleri yerine getirilmediği, O’nun kanunları reddedildiği,  şeriâttaki emirler tutulmadığı takdirde ise başlarına her türlü felâket gelecek; Rab Yahova onlardan nefret edip onlara karşı öfke ile yürüyecek ve mülk edinmek için girdikleri diyardan koparılacaklardır. [48]

İsrâîloğulları tarihleri boyunca, hiçbir zaman Rab Yahova ile yapılan ahde sadık kalmamışlardır. Ahd-i Atîk de onların ahdi bozmalarını ısrarla vurgulamaktadır. [49] Hz. Mûsâ (a.s) zamanında yapılan ahid, İsrâîloğulları’nın altın buzağıya tapmalarıyla bozulmuş [50] ve daha sonra arz-ı mev‘ûd’un ebediyen verileceği tekrar bildirilerek [51] ahid yenilenmiştir. [52] Çölde ahid tekrar hatırlatılarak arz-ı mev‘ûd’a girilince uyulması gereken kurallar belirtilmiş [53], fakat İsrâîloğulları her defasında ahdi çiğneyip Rab Yahova’ya isyan etmişlerdir. Rabbin emri üzerine Hz. Mûsâ (a.s) her kabileden birer temsilciyi arz-ı mev‘ûd hakkında bilgi toplamak üzere Ken‘ân diyarına göndermiş; kırk gün sonra dönen grup, iki kişi hariç, oraya gitmenin tehlikeli olduğunu belirtmişler ve tekrar Mısır’a dönme arzularını izhar etmişlerdir. Bunun üzerine Rab Yahova onları mirastan mahrum edeceğini bildirmiş ve orayı onlara kırk yıl haram kılmıştır. [54] İsrâîloğulları’na böyle bir vaadin yapılması, onların salâhından ve yüreklerinin doğruluğundan dolayı değil, ancak oradaki milletlerin kötülüğünden ve Rabbin İbrâhîm’e (a.s), İshâk’a (a.s) ve Ya’kûb’a (a.s) and ettiği sözü sabit kılması sebebiyledir. [55] Zira İsrâîloğulları “sert enseli bir kavim”dir. [56] Mısır diyarından çıktıkları günden beri Rabbe âsi olmuşlardır. [57] Öküz kendi sahibini, eşek de efendisinin yemliğini bildiği hâlde İsrâîl, Rabbini bilmemektedir. [58] İsrâîloğulları suçlu bir millettir; haksızlığı yüklenmiş olan kavimdir ve kötülük işleyenlerin zürriyetidir. Rabbi bırakmışlar [59]; ahdi bozmuşlar [60] ve başka ilâhların ardında gitmişlerdir. [61] Rab Yahova’nın hoşgörüsüne rağmen, her defasında ahdi bozdukları için Rab onları helâk etmek istemiş, fakat bu niyetinden dönmüş ve nâdim olmuştur. O kadar çok isyan etmişlerdir ki onları cezalandırmaya niyetlenen, fakat buna nâdim olan Yahova, nedâmet ede ede yorulmuştur. [62] Ahde riayet etmeyen arz-ı mev‘ûd’dan mahrum kalacak ve lânetlenecektir. [63] Orada ebedî kalabilmek için ahde riayetin yanında daha başka şartlar da ileri sürülmüştür. “Yollarınızı ve işlerinizi ıslâh edin, sizi bu yerde oturturum. Yollarınızı ve işlerinizi iyice ıslah ederseniz, bir adamla komşusu arasında tam adalet ederseniz, garibi, öksüzü ve dul kadını mağdur etmezseniz, bu yerde suçsuz kanı dökmezseniz, kendi ziyanınıza olarak başka ilâhların ardınca yürümezseniz o zaman bu yerde ezelden ebede kadar atalarınıza vermiş olduğum diyarda sizi oturturum.” [64]

Arz-ı mev‘ûd tabiri Kur’ân-ı Kerîm’de geçmemektedir. Ancak Hz. İbrâhîm (a.s) ve Hz. Lût’un (a.s) “bereketli kılınmış” bir diyara ulaştırıldıkları anlatılmaktadır. [65]

Firâvunların baskısı altında yaşayan İsrâîloğulları’nı Mısır’dan çıkarmakla görevlendirilen Hz. Mûsâ (a.s) da, “Ey kavmim! Allah’ın sizin için yazmış olduğu arz-ı mukaddese giriniz ve arkanıza dönmeyiniz; sonra hüsrana uğrayanlardan olursunuz” demiştir. [66]

Fakat İsrâîoğulları oraya girmek istememişler. Bunun üzerine arz-ı mukaddes onlara kırk yıl haram kılınmıştır. [67]

İsrâîloğulları’na önceden verilen sözün gerçekleştirildiği ve sabretmelerine karşılık, hor görülüp ezilen bu milletin “bereketli kılınan topraklara” vâris kılındığı ifade edilmiştir. [68]

-----------

[1]- 3/Âl-i İmrân: 93; 19/Meryem: 58
[2]- İbn Manzûr diğer âlimlerden farklı olarak ibn kelimesini b-n-v kökünden ele alıp izah etmiştir. (Lisânu’l-Arab, c. 2, s. 158) Sözlüklerde ibn sözcüğü b-n-y maddesinden ele alınmıştır. (Mucmelu’l-lüğa, c. 1, s. 136; es-Sıhâh, c. 1, s. 118; Müfredât, s. 147) Kur’ân-ı Kerîm’de, kırk kez geçen ibn kelimeleri oğul, çocuk; bir kez geçen ibney kelimesi iki erkek çocuk; elli dört kez geçen benî/benû kelimeleri çocuklar, oğullar, sülâle, akraba; on altı kez geçen benûn/el-benûn, benîn/el-benîn ve yirmi iki kez geçen ebnâ sözcükleri çocuklar, erkek çocuklar; dört kez geçen benî(yye) kelimeleri çocuklarım; altı kez geçen büney(ye) ifadeleri çocuğum, yavrum, evladım; bir kez geçen ibneh kelimesi kız, kızı; yine bir kez geçen ibnetey kelimesi iki kızım; on yedi kez geçen el-benât kelimeleri kızlar anlamına gelmektedir. Ancak Ezherî, ibn sözcüğünü b-n-v/b-n-y köklerini bir arada zikretmiştir. (Mu’cemu tehzîbi’l- lüğa, c. 1, s. 396)   
[3]- Tefsîr-i Kummî, c. 1, s. 239
[4]- 7/A’râf: 160
[5]- Kitâb-ı Mukaddes, Çıkış, 19/5-6
[6]- Kitâb-ı Mukaddes, Sayılar, 16/2-3
[7]- 37/Sâffât: 123
[8]- 27/Neml: 34
[9]- Kitâb-ı Mukaddes, Çıkış, 32/1-6; Hâkimler, 3/7, 4/1, 10/6; I. Samuel, 7/3-4
[10]- Kitâb-ı Mukaddes, Hâkimler, 8/33
[11]- Kitâb-ı Mukaddes, I. Krallar, 19/14
[12]- Kitâb-ı Mukaddes, II. Krallar, 17/7-23; Yeremya, 32/30-35
[13]- 2/Bakara: 47, 122; 7/A‘râf: 140; 44/Duhân: 30-32; 45/Câsiye: 16
[14]- 3/Âl-i İmrân: 24, 75; 5/Mâide: 18
[15]- 2/Bakara: 71-79, 87-93; 4/Nisâ: 44-52; 62/Cum‘a: 5-8
[16]- 2/Bakara: 40, 47, 122; 7/A‘râf: 105, 134; 10/Yûnus: 93; 20/Tâ-Hâ: 47, 80; 45/Câsiye: 16
[17]- 2/Bakara: 83; 5/Mâide: 12, 70
[18]- 2/Bakara: 83; 5/Mâide: 70, 110; 17/İsrâ: 4; 20/Tâ-Hâ: 94
[19]- 45/Câsiye: 16
[20]- 17/İsrâ: 2; 32/Secde: 23; 40/Mu’min: 53-54
[21]- 5/Mâide: 78
[22]- 27/Neml: 76
[23]- TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 23, s. 193
[24]- Kitâb-ı Mukaddes, Tekvîn, 11/31; 17/18; Çıkış, 6/4
[25]- Kitâb-ı Mukaddes, Tesniye, 26/15; İşaya, 57/13
[26]- Kitâb-ı Mukaddes, Tekvîn, 17/8
[27]- Kitâb-ı Mukaddes, Tekvîn, 26/2-3
[28]- Kitâb-ı Mukaddes, İbrânîler’e Mektup, 11/9
[29]- Kitâb-ı Mukaddes, Çıkış, 3/8
[30]- Kitâb-ı Mukaddes, Çıkış, 3/8; Levililer, 20/24; Tesniye, 11/9
[31]- Kitâb-ı Mukaddes, Hezekiel, 20/6, 15
[32]- Kitâb-ı Mukaddes, Tekvîn, 15/8
[33]- Kitâb-ı Mukaddes, Tesniye, 11/24; Yeşu, 1/3
[34]- Kitâb-ı Mukaddes, Tekvîn, 13/14-17; Tekvîn, 17/8
[35]- Kitâb-ı Mukaddes, Tekvîn, 21/12
[36]- Kitâb-ı Mukaddes, Tekvîn, 26/2-3
[37]- Kitâb-ı Mukaddes, Tekvîn, 28/4, 13; 48/4
[38]- Kitâb-ı Mukaddes, Tekvîn, 50/24
[39]- Kitâb-ı Mukaddes, Çıkış, 3/8, 17; 6/4, 8; 32/13; 33/1
[40]- Kitâb-ı Mukaddes, Yeşu, 1/2-4
[41]- Kitâb-ı Mukaddes, Tekvîn, 15/18-21
[42]- Kitâb-ı Mukaddes, Tekvîn, 1-14
[43]- Kitâb-ı Mukaddes, Çıkış, 6/2-8
[44]- Kitâb-ı Mukaddes, Çıkış, 19/24
[45]- Kitâb-ı Mukaddes, Çıkış, 6/7; Levililer, 26/12
[46]- Kitâb-ı Mukaddes, Çıkış, 19/5-6
[47]- Kitâb-ı Mukaddes, Tesniye, 5-8; 11/22-25; 12/1-26/19
[48]- Kitâb-ı Mukaddes, Levililer, 26/14-33; Tesniye, 28/58-68
[49]- Kitâb-ı Mukaddes, Tesniye, 29/25; 31/16, 20; Yeşu, 7/11; I. Krallar, 19/10; II. Tarihler, 12/1; Ezra, 9/10; Mezmûr, 119/53; İşaya, 24/5; Yeremya, 9/13; 22/9; Hezekiel, 44/7
[50]- Kitâb-ı Mukaddes, Çıkış, 32
[51]- Kitâb-ı Mukaddes, Çıkış, 32/13
[52]- Kitâb-ı Mukaddes, Çıkış, 33-34
[53]- Kitâb-ı Mukaddes, Levililer, 25/55-26/46
[54]- Kitâb-ı Mukaddes, Sayılar, 14/33-34
[55]- Kitâb-ı Mukaddes, Tesniye, 9/4-5
[56]- Kitâb-ı Mukaddes, Çıkış, 32/9; 33/3; 34/9; Tesniye, 9/6, 13
[57]- Kitâb-ı Mukaddes, Tesniye, 9/7
[58]- Kitâb-ı Mukaddes, İşaya, 1/2-3
[59]- Kitâb-ı Mukaddes, İşaya, 1/4
[60]- Kitâb-ı Mukaddes, Tesniye, 31/16, 20; Yeremya, 11/10
[61]- Kitâb-ı Mukaddes, Yeremya, 11/10
[62]- Kitâb-ı Mukaddes, Yeremya, 15/6
[63]- Kitâb-ı Mukaddes, Yeremya, 11/3
[64]- Kitâb-ı Mukaddes, Yeremya, 7/1-7
[65]- 21/Enbiyâ: 71
[66]- 5/Mâide: 21
[67]- 5/Mâide: 22-26
[68]- 7/A‘râf: 137; TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 442