III. Halife Osman b. Affan’ın kendi hükümeti döneminde Hz. Peygamber tarafından Mekke ve Medine’ye girişleri yasaklanan ‘Sürgün ve Fitne Ailesi’ olarak tanımlanan Hakem ailesine kendi sarayında yer vermesi ve özellikle Mervan ibn-i Hakem’i maliye bakanı yapması büyük tepkilere neden olmuştu.

Peygamber zevcesi Âişe ve dönemin önemli isimlerinin yaşanan bu olaylar yüzünden III. Halife’ye olan tenkitleri; halkı haklı olarak saray yönetimine karşı öfkeye itmişti. Nitekim yalnızca menfaat ve can güvenliği için İslam dinine giren Hakem ailesi de zaman ilerledikçe beytûlmalı kendi cepleri gibi kullanmaya başlamış ve çevre vilayetlerde bu olay infiale neden olmuştu. Üstüne üstlük Ebuzer gibi büyük bir sahabenin sarayı eleştirmesi ve daha sonra icbaren sürgüne gönderilmesi yaşanacak olayların zeminini hazırlıyordu.

Sonuç itibariyle üçüncü halife Osman’ın isyancılar tarafından suikastla öldürülmesi üzerine Medine’de bulunan ashap Ali b. Ebû Tâlib’i halife olmaya zorladı ve sonuçta da halifelik görevine geldi. Hz. Ali’yi bekleyen en önemli mesele Osman’ın katillerini bulup cezalandırmaktı. Öte yandan yeni halifeye yalnız Medine’de biat edilmiş, diğer vilâyetlerin durumu henüz aydınlığa kavuşmamıştı.

Halife, siyasi anlaşma ve biata yanaşmadıkları için Osman tarafından tayin edilen valilerin bir kısmını değiştirme kararı almış, bunu öğrenen Talha b. Ubeydullah Basra, Zübeyr b. Avvâm da Kûfe valiliğini istemiş, ancak Taberî’nin ve diğer tarih kaynaklarının naklettiğine göre onların bu isteği Ali b. Ebû Tâlib tarafından kabul edilmemişti. Bu da Talha ve Zübeyr gibi iki büyük sahabenin imtihanlarının başlamasına neden olmuştu.

Âişe, hilâfetinin son dönemlerinde Osman’ı çeşitli vesilelerle çokça tenkit etmiş ve hatta onun hakkında ortadan kaldırılmasını dahi söylemişti. Olayların patlak vermesine ramak kala Medine’de bulunmak istemeyen Peygamber Efendimizin zevcesi Âişe Mekke’ye geçmişti. Hilafet sarayı İmam Ali’nin görevlendirdiği kişilerce korunuyor ve hatta giriş kapısında Peygamber evlatları olan Hasan ve Hüseyin de uzun saatler boyunca saraya baskın olmasın diye nöbet tutuyorlardı. Derken o istenmeyen olay vuku bulmuş ve saray etrafını kuşatmış olan farklı beldelerden binlerce insan arasından kimliği belirsiz şahıslar hükümet sarayının camından girerek Osman b. Affan’ı öldürmüşlerdi.

Ama Âişe Osman’ın öldürüldüğünü ve hilafete Ali b. Ebû Tâlib’in geçtiğini duyunca Mekke’de halka hitaben Osman’ın mazlum olarak öldürüldüğü yolundaki meşhur konuşmasını yaptı. Bu arada Osman’ın ölümünden Âişe’yi sorumlu tutanlar olmuşsa da Âişe ileri sürülen iddiaları reddederek bu hususta herhangi bir kusurunun bulunmadığını ısrarla belirtmiştir.

Yine Taberî’nin nakline göre Osman’ın suikastından sonra Medine’den uzaklaşan ve fitnenin temeli olan Emevî ailesi mensupları ile Osman’ın Basra ve Yemen valileri, vilâyetlerinin beytûlmâlında bulunan para ve savaş malzemesiyle birlikte Mekke’ye gelerek Âişe’ye katıldılar. Peygamber zevcesinin tarih kaynaklarından da anlaşılacağı üzere Ali’ye karşı olan eski zamanlardan kalma bazı içsel problemleri vardı. İfk olayı da dâhil olmak üzere Âişe’nin İmam Ali’ye karşı beslediği kin onu aslında Allah Resulünün sözlerini dinlememeye kadar itmişti.

Umre için yola çıkan Talha ile Zübeyr de Mekke’ye gidip Âişe’nin safında yer aldılar. Mekke’de “Osman’ın kanını talep için” Âişe’nin önderliğinde oluşan topluluk, uzun müzakerelerden sonra Medine’ye giderek isyancılara karşı çıkmak yerine Osman’ın Basra valisi Abdullah b. Âmir’in ısrarı üzerine Basra’ya gitmeye karar vermişlerdi. O sırada Mekke’de bulunan Hz. Peygamber’in diğer zevcelerinden Hafsa bint Ömer de Âişe ile birlikte Basra’ya gitmek istediyse de kardeşi Abdullah buna engel oldu.

Âişe “asker” adlı meşhur devesinin üzerinde Mekke’den yola çıktığı zaman yanında 3000 dolayında kuvveti vardı. Ancak önce Zâtûırk, sonra da Merrûzzahrân’da, zaferin kazanılması durumunda halifenin kim olacağı tartışılmaya başlandı. Talha, Zübeyr veya Osman’ın oğullarından birinin halife olması gerektiği yolundaki tartışmalar sürerken Osman’ın Kûfe valisi Saîd b. Âs hilâfetin Abdümenâf yani Ümeyye oğullarından alınamayacağını, dolayısıyla Osman’ın oğullarından birinin halife olması gerektiğini ileri sürerek taraftarlarıyla birlikte topluluktan ayrıldı, Mugîre b. Şu’be de ona katıldı. Böylece Âişe, Talha ve Zübeyr yaklaşık 1000 kişilik bir kuvvetle Basra önlerine ulaşabildiler.

Müsned-i Ahmed’in nakline göre bir gece vakti yolda köpek havlamaları duyan Âişe nerede olduklarını sormuş, Hav’eb suyu civarında bulunduklarını öğrenince Hz. Peygamber’in zevcelerine hitaben; “Acaba hanginize Hav’eb köpekleri havlayacak?” dediğini hatırlamış ve onun bu hareketi tasvip etmediğine kani olarak yola devam etmekten vazgeçtiğini söylemişti. Bunun üzerine Abdullah b. Zübeyr ile birlikte bir grup sahâbî, bulundukları yerin adını belirleyen rehberin yanıldığını ısrarla söylemişler, Zübeyr b. Avvâm da; “Belki Allah Teâlâ senin sayende müminlerin arasını düzeltecektir.” diyerek onu yola devama ikna etmişlerdi. Sonuç itibari ile Allah Resulünün uyarısına yine kulaklar tıkanmıştı.

Âişe ve beraberindekiler Basra önlerine gelince Abdullah b. Âmir’i, Basralılar’ı kendi taraflarına çekmek üzere şehre gönderdiler; ayrıca Âişe, Ahnef b. Kays gibi Basra’nın ileri gelenlerine mektuplar yazdı. Diğer taraftan Hz. Ali’nin Basra valisi Osman b. Hûneyf, Âişe’nin kuvvetleriyle birlikte Basra yakınlarına geldiğini haber alınca maksatlarını öğrenmek üzere kendilerine İmrân b. Husayn ile Ebû’l-Esved-i Dûelî’yi gönderdi. Âişe, gayelerinin isyancı takımın bozduğu barış ve düzeni geri getirmek, mazlum olarak öldürülen Osman’ın katillerini cezalandırmak ve Müslümanların arasını düzeltmek olduğunu bildirmiş, Talha ile Zübeyr de aynı görüşlere katıldıklarını, ayrıca kendilerinin Ali b. Ebû Tâlib’e zorla biat ettirildiklerini söylemişlerdi. Bu gelişmeler üzerine Basralılar ikiye ayrılmış ve sert münakaşalara başlamışlardı.

Öte yandan 656 yılı Ekim sonu gibi Hz. Ali, Âişe ile beraberindekilere Medine’nin kuzeydoğusunda Rebeze’de yetişebilme ümidiyle 3000 dolayındaki bir kuvvetle Medine’den ayrılmıştı. Basra’da olup bitenler hakkında yolda bilgi alınca hemen Osman b. Hûneyf’e bir mektup göndererek Talha ile Zübeyr’in kendisine biatları sırasında hiçbir şekilde zor kullanılmadığını bildirmişti. Bunun üzerine Osman, Ali b. Ebû Tâlib’in haklılığını ileri sürerek diğerlerinin Basra’yı terk etmelerini istedi; onlar da kendilerinin haklı olduğunu söyleyerek Osman’ın şehri terk etmesini istediler. Neticede bir akşam namazı sırasında bir baskınla Vali Osman b. Hûneyf ve adamları esir alındı ve daha sonra serbest bırakıldı. Fakat valinin saçı sakalı kökünden kazınmış, kaşları ve kirpikleri yolunmuştu. Osman b. Hûneyf ve adamları bu durumda Zûkar’da konaklamış bulunan Hz. Ali’nin yanına gidip Basra’daki durumu anlattılar. Bu arada beytûlmâl ele geçirildi ve idaresine Âişe’nin kardeşi Abdurrahman getirildi. Basralı taraftarlarından müşterek biat alan Talha ile Zübeyr kumandayı birlikte yürütecekler, namaz daha önce olduğu gibi Zübeyr’in oğlu Abdullah ve Talha’nın oğlu Muhammed tarafından kıldırılacaktı.

Âişe Basra’yı ele geçirmekle beraber buranın tam desteğini henüz sağlayamamış, Basra’nın önde gelenlerinden Ahnef b. Kays ile kabilesi Temîm’in bir kolu olan Ben-i Sa’d’ı bir türlü ikna edememişti. Kûfe’yi kazanmak veya bu şehrin Ali’ye fiilen destek olmasını önlemek amacıyla Kûfe’nin ileri gelenlerine mektuplar gönderdi. Hz. Ali de hemen hemen aynı günlerde Kûfe’nin desteğini sağlamak maksadıyla şehre arka arkaya üç heyet gönderdiyse de bir sonuç alamadı. Vali Ebû Mûsâ el-Eş‘arî tarafsız kalmayı tercih ediyordu. Bunun üzerine Mâlik-i Eşter, Hz. Ali’nin izniyle duruma el koymak için Kûfe’ye gitti ve Ebû Mûsâ’nın konağını ele geçirdi.

Hz. Ali kuvvetlerini Kûfe dışında topladıktan sonra Basra’ya doğru hareket etti ve şehrin dışında Zâviye mevkiinde konakladı. Devamın da ise Taberî şunları aktarır; daha Zûkar’dan ayrılmadan anlaşma sağlama ümidiyle Âişe’nin karargâhına sahâbeden Ka‘kâ‘ b. Amr’ı elçi olarak göndermişti. Ka‘kâ Basra’ya giderek Âişe, Talha ve Zübeyr ile görüşmüş, kendilerini, Hz. Ali’nin halifeliği etrafında toplandıkları takdirde katilleri cezalandırmanın kolaylıkla mümkün olabileceği yolunda ikna etmeye çalışmış, onlar da halifenin bu görüşte olması durumunda barışı kabul edebileceklerini bildirmişlerdi. İmam Ali’nin Talha ve özellikle Zübeyr ile bizzat görüşmesi de olumlu sonuç verdi. Hatta Zübeyr, Ali’nin kendisine, Hz. Peygamber’in Ali ile haksız yere mücadele edeceğine dair sözlerini hatırlatması üzerine bu işten vazgeçmek istediğini Âişe’ye bildirdi. Ancak oğlu Abdullah onu korkaklık ve döneklikle suçladı. Bu sırada kimse ne olduğunu anlamadan iki taraf da kendisini savaş içinde buldu. Hâlbuki taraflar adamlarına, karşıdan bir saldırı olmadan kesinlikle savaşı başlatmamalarını emretmişlerdi. Hz. Ali savaşı durdurmak için gayret sarf etmişse de çarpışmalar bütün şiddetiyle devam etti. Belki de Peygamber zevcesi Âişe fitne bineği olan ve savaşa da adını veren devesinden inseydi ortalık yatışacaktı ama bunu asla yapmadı. İyi bir kumandana sahip olmayan Âişe kendi safındakilerin kaçmasını önlemeye çalışıyor, ancak birdenbire şiddetlenen savaş özellikle Âişe’nin etrafında cereyan ediyordu. Onun içinde bulunduğu hevdece oklar yağarken kendisini korumak için Abdullah b. Talha dâhil yaklaşık yetmiş kişi burada can verdi. Hz. Ali, savaşın Âişe’nin bindiği devenin etrafında cereyan ettiğini görünce devenin öldürülmesini emretti; onun öldürülmesiyle bir anlamda savaş da sona ermiş oldu. Âişe savaşı devesinin üzerinden idare ettiği için İslâm tarihinde bu olaya “Vak‘atû’l-Cemel” denilmiştir.

Âişe’nin hevdecine birçok ok saplanmışsa da kendisi yara almadan kurtuldu. Talha, savaşın daha başlarında gerçek bir münafık olan Mervân b. Hakem tarafından atılan bir okla öldürülmüştü. Zübeyr ise savaş meydanından uzaklaşmakta iken Vâdissibâ’da Ahnef b. Kays’ın kabilesine mensup bir kişi tarafından öldürüldü. Âişe’nin devesi düşer düşmez Ali taraftarı olan kardeşi I. Halife Ebû Bekir'in oğlu Muhammed ve ayrıca Ammâr b. Yâsir hemen yanına koşarak onu kalabalıktan uzaklaştırdılar. Âişe yanına gelen Hz. Ali’ye, “Sen galip geldin, artık müsamahalı davran” dedi. Hz. Ali de hem Âişe’ye hem de onun yanında savaşa katılanlara son derece iyi davrandı. Savaşta ölen Müslümanları bizzat gömdürdü ve Basra’ya girmeden önce ordusuna yağmadan sakınmalarını ve kimseye dokunmamalarını emretti. Medine’ye dönmek üzere Basra’dan ayrılacağı sırada Âişe’yi kardeşi Muhammed b. Ebubekir’e emanet etti. Âişe, meydana gelen olaylardan dolayı müminlerin birbirlerini incitmemelerini, kendisiyle Ali arasında şahsî herhangi bir kırgınlık bulunmadığını, onun iyi ve seçkin bir kişi olduğunu söylediyse de yaptıkları ve o çarpışmada ölen sahabeler bir daha geri dönmedi. Kendisine refakat edecek heyetin başında kardeşi vardı ve ileri gelen Basralılar’dan kırk kadın, kırk kadar da erkek memur edildi. Tarih kaynaklarının naklettiği üzere Muhammed b. Ebubekir ablası Âişe’yi yolda yaptıklarından ötürü hırpalamış ve ruz-i mahşerde bunun cevabını nasıl vereceğini defalarca sormuştu. Nitekim kardeşi Muhammed ile birlikte 656 tarihinde Basra’dan ayrıldı, Medine’ye geçti ve hayatının sonuna kadar orada kaldı.