.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Mide bütün nefsanî isteklerin güç kaynağı ve vücutta meydana gelen bütün sıkıntı ve acıların başlangıç noktasıdır. Zira mideye olumlu yanıt verildiğinde, cinsel istek uyanıyor. Cinsel isteğe olumlu yanıt verildiğinde ise mide şehveti ve cinsel şehvetin birleşmesiyle insanda aşırı mal ve makam hırsı doğuyor. Bu iki istek ise kişinin renkli yiyecekler peşinde gitmesine ve türlü kadınlarla beraber olma arayışında olmasına zemin hazırlıyor. Mal ve makam peşinde gitmek ister istemez türlü haksızlıklar, çekememezlikler ve düşmanlıklara meydan hazırlayacaktır. Riya, kibir ve üstünlük taslamak hastalığının başlangıç noktası da burasıdır. Bu hastalıklar kişiyi kin beslemeğe, düşmanlıklara ve türlü kıskançlıklara sürükleyecektir ve bunun sonucunda da türlü günahlara düşmesine vesile olacaktır.

İşte bunların tamamı, mideyi kontrol etmemek ve dolu midenin birer eseridir. Oysa insan, açlıkla ve şeytanın giriş yollarını daraltmakla nefsinin gemini kendi eline alabilirse Allah yolunda ilerleyebilir ve Allah’a karşı koyan insanların safından ayrılabilir. Böyle bir insan hiçbir zaman dünyaya gönül bağlamadığı için dünya malını ebedi ahiret hayatını güzelleştirmek için bir araç olarak kullanacaktır ve diğer insanlar gibi dünya malı için ölesiye çaba harcamayacaktır.

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Midesini dolduran kişinin kalbi gökyüzünün melekûtuna ulaşamaz.

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Düşünmek, ibadetin yarısıdır ve az yemek, ibadetin ta kendisidir.

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Kalplerinizi çok yiyip içmekle öldürmeyin. Kuşkusuz kalp, tarla misalidir ve gereğinden fazla su onu öldürür.

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: İnsanoğlu, midesinden daha kötü bir tabağı doldurmamıştır. İnsan için onu ayakta tutacak birkaç lokma yeterlidir. Ama illa da yemek istiyorsa midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini suya ve üçte birini hava için ayırmalıdır.

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Şeytan, kan gibi insanoğlunun damarlarında dolaşır. Öyleyse açlık ve susuzlukla onun yollarını daraltın.

İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Mide dolduğu zaman insanı isyana sürükler. İnsanın rabbine en yakın olduğu zaman midesinin hafif olduğu vakittir; insanın rabbinin gözünde en menfur olduğu vakit midesinin dolu olduğu vakittir.

İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: İnsan hayatta kalabilmek için yemek zorundadır ancak yediği vakit midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini suya ve üçte birini nefes için ayırmalıdır. Domuzların kesim için beslenip yağ bağladığı gibi yağlanmayın.

İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: Hiçbir şey dolu bir mide kadar Allah nezdinde menfur değildir.

Lokman Hekim, oğluna hitaben şöyle buyurmuştur: Oğlum, mide dolduğu vakit düşünce uykuya dalar, hikmet sağırlaşır ve insan ibadet şevkini yitirir.

Açlığın yararları çok fazladır, onlardan bazıları şöyledir:

Birincisi: Kalbin temizlenmesi, zekânın sivrileşmesi ve basiretin derinleşmesidir. Kuşkusuz tokluk, aptallığa yol açar, kalbi körleştirir ve beyinde duman oluşup sarhoşluk gibi bir hâl oluşmasına vesile olur.

İkincisi: Kalbin incelik kazanıp temizlenmesi ve bu sayede Allah’ın yâdıyla etkilenip onunla konuşmanın hazzına varmasıdır.

Üçüncüsü: İnkisar ve tevazu haline varmak, Allah’ı unutup günahlara sürüklenmeğe yol açan dünya sarhoşluğu ve dünya sevincinden kurtulmaktır.

Dördüncüsü: İlahi imtihanlar ve azapların tekrar hatırlanmasıdır. Kuşkusuz tok bir insan, aç insanları ve açlığı unutur. Basiretli insanlar ise gördükleri bir sıkıntıyla ahiret sıkıntılarını hatırlar; aç kalmakla cehennem ehlinin açlığını düşünür ve onların bu ayeti kerimedeki hallerini anımsarlar: Onlar için kuru dikenden başka yemek yoktur, o ise ne besler ne de açlığı giderir.[1]Susuz kalmakla ise insanların mahşer çölündeki susuzluğunu anımsarlar.

Beşincisi: Nefsin günaha meyletmesini önlemek ve kötülüğe meyleden nefsin kontrolünü ele geçirmektir. Kuşkusuz bütün günahların ana kaynağı nefsanî istekler ve şehvettir. nefsanî istekler ve şehvetin gücü kuvveti ise yemek ve içmekle temin edilir.

Altıncısı: Uyumak isteğinden kurtulup da daha çok uyanık kalmak fırsatına sahip olmaktır. Kuşkusuz çok yiyen insan çok su içmek ihtiyacı hisseder ve çok su içen insan çok uyumak ihtiyacı hisseder. Çok uyumak ise insan ömrünün önemli bir bölümünü heba eder; gece ibadetinden mahrum bırakır, akıl ve ferasetin önünü alır ve kalbi katılaştırır.

Yedincisi: İbadetlerin kolaylaşmasıdır. Zira çok yemek yiyen bir insan doğal olarak vaktinin önemli bir bölümünü bu yemeğin elde edilmesi, hazırlanması, yenilmesi ve sonraki aşamaları için harcar.

Sekizincisi: Vücut sağlığı ve hastalıklardan korunmaktır. Kuşkusuz birçok hastalığın ana kaymağı çok yemek ve bu yiyeceklerin vücutta bıraktığı kirli kalıntılardır. Ayrıca hastalıklar insanı ibadetten alıkoyar ve insanı kendisiyle meşgul eder. Kişinin asıl düşünmesi gereken konulardan uzaklaşmasına, doktorlara ve türlü ilaçlara ihtiyaç duymasına ve birçok sıkıntıya girmesine sebep olur. Öyle ki insan iyileştikten sonra bu sıkıntıların etkisinden kurtulmak için türlü günahlara bile meyledebilir.

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Mide hastalık yuvasıdır. Yememek ise ana ilaçtır. Vücuduna alıştırdığın şeyi ver.

Dokuzuncusu: Mali sıkıntıların azalmasıdır.

Onuncusu: Gerekli olandan fazlasını Allah yolunda ihtiyaç sahiplerine verme imkânı ve diğer insanları kendine tercih etmek seçeneğine sahip olmaktır.

Misbâhu’ş-Şerîa kitabında İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Az yemek, bütün durumlarda ve bütün topluluklar içinde iyi bir davranıştır. Zira insanın zahir ve batını için en iyi seçenektir. Yemek, ancak dört şekilde olursa iyi bir davranış halini alabilir; zaruret, udde(donanım), futuh(açıklık) ve kuvvet. Zaruret Allah’ın en seçkin kulları içindir. Udde, Takva sahibi insanlar içindir. Futuh, tevekkül sahibi insanlar içindir. Kuvvet ise mümin kullar içindir. Hiçbir şey çok yemek gibi müminin kalbine zarar veremez. Çok yemek iki etkiyi peşinden sürükler; kalbin katılaşmasını ve nefsanî arzuların uyanmasını. Açlık ise müminin en seçkin, ruhun, kalbin gıdası ve vücudun sağlık kaynağıdır.

Şunu bil ki insanın tabii yapısı onu her zaman tok olmaya ittiği için din, açlık konusunda mübalağaya gitmiştir. Bunun sonucunda insanın nefsi onu yemeğe sürüklerken din, onu alıkoymaktadır. Dolayısıyla bu iki güç birbirini dengeler ve bunun sonucunda her zaman ve her yerde tavsiye edilen itidal ve vasat olma hali insanda meydana gelmiş olur. Bu gerçeği göz önünde bulundurarak şöyle diyebiliriz: İnsan her zaman kendi vücuduna uygun bir şekilde midesini ağırlaştırmadan ve açlığın acısını giderecek kadar yemek yemelidir. Zira yemek hayatın devam etmesi ve Allah’a kulluk edilebilmesi içindir. Dolayısıyla en iyi seçenek mutedil ve orta halli bir yemek kültürüdür. Öyle ki yemeğin etkisiyle insan yere yapışıp kalmayarak meleklere benzemeğe daha çok çalışsın. Kuşkusuz melekler yemeğin ağırlığı ve açlığın acısını taşımazlar.

Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de “Yiyin, için ve israf etmeyin”[2]buyurarak bu gerçeği vurguluyor.

Buradaki ölçü ise kişinin ancak açlık veya susuzluk hissettikten sonra yiyip içmeğe başlaması ve hala yemek isteği var iken yemeğine son vermesidir.

[1]     Gaşiye, 6 ve 7.

[2]     Araf, 31.