Dr. Ali Şeriati

Bazı kimseler, kendilerine hukukî, iktisadî ve sosyal imtiyazlar tanırken, kendileri dışındakileri de mahrum bırakırlar. Ancak bu imtiyazları muhafaza etmek zordur; gün gelir zorbalar, söz konusu imtiyazları ve kaynakları zorbalıkla ellerinde tutamaz olurlar. Bu durumda şirk dini devreye girer ve statükoyu muhafaza görevini üstlenir. Şirk dininin buradaki görevi, insanları, kendilerine sunulan ve dayatılan her şeyin, Allah'ın iradesinin tecellisi olduğuna ikna etmek ve ona teslim olmalarını sağlamaktır. Bunun sonucunda da insanlar, sadece kendilerinin değil, tanrılarının ve putlarının da, kendilerinden üstün olan insanların tanrılarından ve putlarından daha aşağı bir seviyede olduğuna inanmaya başlarlar.


Şirk Dininin Kurucu ve Koruyucuları


Şirk dini, sınıf ve ırk ayırımcılığı üzerine bina edilmiş olan bu yapıyı güçlendirme görevini üstlenir ve onu sürekli hale getirir. Bundan dolayıdır ki şirk dininin kurucu ve koruyucuları, toplumda her zaman üst tabakanın sırasında ve seviyesinde yer almışlardır; hatta kimi zaman üst tabakadan daha etkin, üstün ve zengin olmuşlardır.


Sasanîlerdeki ateşperest din adamlarına ve Zerdüştî rahiplere, Avrupa'daki keşişlere, İsrail oğullarındaki hahamlara ve Bel'am-i Ba'ur gibi tiplere, Afrika ve Avustralya'daki putperest kabilelerde bulunan büyücü, kâhin ve falcılar gibi mevcut dinin sahipleri olarak ortaya çıkan kimselere bir bakın, hepsi ya toplumdaki egemen zümre ile el ele ve omuz omuza hareket etmişler veya onların da üstünde bir yere sahip olmuşlardır. Avrupa'da, toprağın % 75'inden fazlasının keşişlerin elinde olduğu dönemler olmuştur. Sasanîler döneminde ise, Zerdüştî din adamları ve mabetlerinin tasarrufu altındaki toprak, çiftçilerin elindeki topraktan daha çoktu. İnandığımız ve izlerini takip ettiğimiz peygamberler, düşündüğümüzün ve tahayyül ettiğimizin aksine, tarih boyunca eski toplumlara ekonomik, ahlakî ve fikrî bakımlardan zalimce ve insanlık dışı bir hayat yaşatan ve tevhid dinine karşı tağuta ve puta tapınmayı savunan şirk dininin karşısında yer almışlardır.


Şirk Dininin Temeli


Şirk dininin temeli, bir grup insanı zenginleştiren, diğerlerini ise fakir bırakan ekonomik anlayıştır. Bu ekonomik sistem, var olabilmek ve varlığını sürdürebilmek için dine ihtiyaç duymaktadır. Zira din kadar insanları kendiliklerinden boyun eğmeye sevk eden güçlü hiçbir etken yoktur. Bu görevi daima, şirk dini, statükoyu muhafaza ederek yerine getirmiştir. Şirk dini bu görevi iki şekilde yapmıştır:


1-İnsanlara, egemen güç ve aileler sayısınca tanrı inancını aşılayarak…


2-Kendine mensup olan egemen sınıfa, alt tabakadaki insanlara karşı imtiyazlar sağlamak ve bu imtiyazları tarih boyunca muhafaza etmek suretiyle…


Uyuşturucu Din


Din karşıtlarının da söylediği gibi, şirk dininin ana unsurları, cehalet, korku, ayrımcılık, sermayedarlık ve bir sınıfın insanlarını diğer insanlara karşı üstün tutmaktır. Din karşıtlarının bu değerlendirmesi, hak din için değil, şirk dini için doğrudur. Doğru olan bir şey daha vardır ki, o da şirk dininin, zillet, sıkıntı, çaresizlik ve cehalet içinde yüzen halkları, içinde bulundukları durumun kendileri, ataları ve çocukları için ilahî bir takdir olduğuna inandıran ve buna teslim olmaya çağıran bir uyuşturucu görevini görmesidir.


Mürcie Ve Sorumsuzluk


Mesela Mürcie mezhebine bakın. Bu mezhep, İslâm toplumundaki günahkâr ve suçluların, bu durumlarından sorumlu olmadıklarını iddia etmektedir. Mürcie'nin görüşü şudur: "Allah (c) mahşerde, Ali ve Muaviye'nin hesabını görmek için terazi kurar." Bu şu demektir: Allah (c), hesaplarını göreceğine göre, Ali ve Muaviye hakkında bir şey söylemek sana düşmez; sen, neyin doğru neyin yanlış olduğuyla ilgilenmeden hayatını yaşamaya bak!


Şirk Dininin Hareket Biçimi


Şirk dini tarih boyunca iki şekilde hareket etmiştir:


1-Dinler tarihinde görüldüğü gibi şirk dininin, kendine mahsus bir hareket çizgisi vardır. Bu hareket, Totem, tabu, mana, grup tanrısı, çok tanrıcılık ve ruhlara tapınma şeklinde bir seyir çizmiştir. Dinler tarihindeki bu şirk dinleri, aslında şirk dininin farklı tezahür biçimleridir.


2-Şirk dininin en tehlikeli, en sinsi olan ve insana ve hakikate en çok zarar veren şekli gizli şirktir. Bu, tevhit perdesi altında gizlenen şirk biçimidir. Tevhit peygamberleri şirke karşı çıktığı sürece şirk dini de onlara karşı çıkmıştır. Ne zaman ki peygamberler, muzaffer olmuşlar ve şirk dinine diz çöktürmüşlerse, şirk dini, tevhit dininin takipçileri arasında gizli bir şekilde varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Mesela Musa'ya (a.s) ve onun davasına karşı çıkan Bel'am-i Ba'ur, Musevî din adamları olan hahamlar ve İsa'yı (a.s) öldürmeye teşebbüs eden Ferisiler kılığında ortaya çıkıp iş yapmıştır.


İsa'yı (a.s) öldürmek isteyen, ona karşı çıkan ve putperest Rum Kayseri ile el ele, omuz omuza, tevhide karşı mücadele eden güruhun içinde, Musa'ya (a.s) inananların takipçisi olan kimseler de vardı. Bel'am-i Ba'ur ve Sâmirî, Musa'nın (a.s) getirdiği dinin kisvesi altında sahneye çıkmışlardır. Orta çağdaki Hıristiyan keşişlerin, sevgi, dostluk, vefa ve sabır dini olan Hıristiyanlık ve barış ve affın timsali olan İsa (a.s) adına işledikleri cinayetleri, Moğollar rüyalarında bile işlememişlerdir. Peki, bunlar İsa'nın (a.s) izleyicileri ve havarîleri miydiler, yoksa şirk dininin mensupları mıydılar? Aynı Ferisiler, bu sefer keşişler kılığında sahnedeydiler, Musa'nın dinini şirk ile öldürmek istediler ve bunu başardılar da.


Hal böyle olunca 19. yüzyılda din hakkında söylenen şu sözün doğruluğunda hiçbir şüphe yoktur: "Din, insanların, ölümden sonraki hayat ümidiyle bu dünyadaki fakirlik ve mahrumiyete karşı tahammül edebilmeleri ve yaşadıkları her sıkıntının ve kendilerine sunulan her durumun tanrının iradesi ile olduğuna, dolayısıyla da bu durumu değiştirmelerinin mümkün olmadığına inanmaları için bir afyondur." Yine 18 ve 19. yüzyıldaki bilginlerin söylediği şu sözler de doğrudur:


"Din, insanların, bilimsel gerçekler konusundaki cehaletlerinden doğmuştur."


"Din, insanların mevhum korkularının ürünüdür."


"Din, feodal yapıdaki ayrımcılık, sermayedarlık ve fakirlik sonucu ortaya çıkmıştır."


Peki, bu hangi dindir? Bu din, gizli kalmayan hemen tümüyle tarihe geçmiş olan şirk dinidir. Aslında bunlar, tevhit, cihat ve Kur'an kisvesi altındaki şirk dinleridir. Üstüne üstlük bu dinlerin mensupları, Kur'an'ı mızraklarının ucuna takmak suretiyle bu konuda önde görünmekten de geri durmamışlardır.


Kur'an'ı mızrağının ucuna takıp sokağa çıkanlar, Lât ve Uzzâ için Hz. Peygambere karşı çıkan Kureyşliler değildi. Zira onlar, durumlarını o dönemde açıkça ortaya koyamıyorlardı. Bunun için mızraklarının ucuna Kur'an'ı takarak Ali, dolayısıyla da Allah ve Muhammed (s.a.a) ile savaşıyorlardı. Halife, cihada ve hacca gidip Peygamber (s.a.a) ve onun ailesi adına Kur'an esasına dayalı İslâm devletini yönetirken aslında şirk dinini yönetiyordu.


Şirk dini, orta çağda Musa (a.s) ve İsa (a.s) adına hüküm sürmüştür. Musa (a.s) ve İsa (a.s), tevhit dininin kurucuları oldukları halde şirk dini onların adını kullanarak varlığını sürdürmüştür.


Evet, yukarıdaki alıntılarda sözü edilen din, saptıran, uyuşturan, duraklatan, sınırlandıran ve insanların durumlarına karşı lakayt davranan şirk dinidir. Bu din, tarih boyunca da insanlara musallat olmaktan geri durmamıştır. Demek ki, "Din, korkudan doğmuştur; insanları uyuşturur ve sınırlandırır; feodalitenin ürünüdür." diyenler doğru söylemişlerdir. Bu tespitleri yapanlar, tarihi esas almaktadırlar. Oysa bunlar, din konusunda da tarih konusunda da uzman kimseler değiller. Dolayısıyla tarihe bakan herkes gibi onlar da, tevhit-şirk ayrımı yapmadan din hakkında genel değerlendirmelerde bulunmuşlardır.


Gerçekten de İbrahimî dinlerdeki ve şirk dinlerindeki tanrı isim ve sıfatlarını karşılaştırdım ve şirk dininin, korku ve cehaletten doğduğunu gördüm. Bundan dolayıdır ki müşrikler, insanların, uyanmasından, okur-yazar ve bilgi sahibi olmalarından korkarlar. İsterler ki, belli konulardaki bilgiler her zamanki gibi sabit kalsın, o konularda ilerleme kaydedilmesin ve bu bilgiler de kendi tekellerinde olsun. Zira bilginin artması, insanların uyanması, tenkidi bakış açısı, ideal sahibi olma ve adalet talebi, şirk dinini sarsar ve yok eder. Bunun içindir ki, şirk dini feodalizm öncesinde, sırasında, sonrasında, Doğu'da ve Batı'da daima mevcut durumu muhafaza yoluna gitmiştir.


Şirk dinlerindeki tanrıların bütün isim ve sıfatları, korku, vahşet ve zorbalık gibi istibdadın farklı boyutlarını içeren isim ve sıfatlardır. Oysa üç bin yıl önceki dinler dâhil, İbrahimî dinlerin isimlerinin manaları şu iki mana ile bir şekilde bağlantılıdır:


1-Aşk, güzellik, celal ve cemalin yegâne sahibine kulluk


2-Koruma, dayanak noktası, baba şefkati, lider ve sığınak


Öyleyse tarih boyunca dünyada hüküm süren şirk dininin, cehaletten ve insanların doğa olaylarından kaynaklanan korkularından doğduğu düşüncesi doğrudur. Hâlbuki İbrahimî dinler aşktan, insanın, tek hedefe ve kâinattaki tek rabbe kendisini adamasından, varlıktaki tek kıbleye yönelmesinden, ruhî, fikrî ve sosyal her tür ihtiyacına cevap veren mutlak cemal, kemal ve celal sahibine olan bağlılığından doğmuştur.


İbrahimî dinlerin peygamberleri, maddî, manevî ve sosyal bütün egemen güçlere ve  (F. Bacon'un ifadesiyle) zihnî, beşerî, ekonomik ve maddî her tür puta karşı çıkmışlardır. Kendilerini ve mensuplarını, statükoyu değiştirmek ve Kur'an'da peygamberlerin gönderiliş amacı olarak gösterilen adaleti sağlama ve sürdürme konusunda sorumlu görmüşlerdir.


Bütün bunlardan hareketle varmak istediğimiz nokta şudur: Tarih boyunca din, dinsizliğe karşı değil, dine karşı olmuş ve dinsizlikle değil, din ile savaşmıştır.


Bilgi, basiret, aşk ve insanlığın fıtrî adanmışlığı üzerine kurulmuş olan tevhit dini, cehalet ve korkudan doğmuş olan şirk dininin karşısında yer almıştır. İnkılabi bir din olan tevhit dini daima, sahih inançları tahrif etmek ya da sahte inançlar ve tanrılar üretmek suretiyle statükoyu koruyan tağutperestliğe karşı çıkmıştır.


Tevhit peygamberi, insanları, Allah'ın iradesinin tecellisi olan varlıktaki kanunlara ve evrensel gidişata uymaya çağırır. Tevhit dininin gereği, Allah dışındaki her güce 'hayır' demektir. Allah'a kulluğun karşısında, tağutperestlik vardır. Tağut ise insanı, evrene ve insan hayatına egemen olan hak nizama karşı çıkmaya ve toplumdaki farklı güç odaklarının tezahürleri olan çeşit çeşit putlara köleliğe ve onlar karşısında zelil olmaya davet eder.


Allah Ve İnsan


Tevrat ve İncil'in tahrif edilmemiş olan bölümlerinde ve Kur'an'ın istisnasız hemen her yerinde insan ile Allah kelimeleri aynı çizgide zikredilmektedir. Yani ilmî ve yaradılışa dair ayetlerde değil, sosyal, siyasî ve ekonomik meseleleri açıklayan bütün ayetlerdeki "nâs" kelimesini kaldırıp yerine Allah kelimesini koymak, Allah kelimesinin yerine ise "nâs" kelimesini koymak, cümlede hiçbir değişikliğe neden olmaz. Mesela "Kim Allah'a güzel bir borç verirse…" Ayetinin manası, Allah'ın ihtiyacı olduğu için Ona borç vermek demek değildir; onun manası, "insana borç vermek" demektir. Sosyal konularla ilgili ya da sosyal bir yönü olan bütün ayet ve hadislerde Allah ile insan aynı safta yer almaktadırlar.


Tağuta Tapanlar


Hak din safının karşısında kimler vardır? Tağuta tapanlar; peki tağuta tapanlar kimlerdir? Tağuta tapanlar, Kur'an'da mele' ve mütref olarak geçen toplumdaki aç gözlü oburlar ve her yetkiye sahip olup hiçbir sorumluluğu olmayan kimselerdir.


Mele' ve mütref dini, ya kendi adıyla açık bir şekilde ya da 'Allah ve insan dini' olan hak dinin perdesi altında kendisini gizleyerek tarih boyunca egemen olmuştur. Oysa tevhit dininin hükümranlığı tarihte gerçekleşmemiştir. Bana göre Şia'nın gurur duyulacak özelliklerinden biri, orta çağda İslâm yönetimi adına dünyaya sunulan hiçbir şeyi kabul etmemesi, sömürgeci emperyalistlere karşı mücadeleden geri durmamasıdır.


Zaten İbrahimî ve tevhidi din, daima, tağuta tapınmaya, mele' ve mütref dinine karşı çıkmış, insanları da bu cepheye karşı çıkmaya davet etmiştir. Tevhit dini şunu söylemiştir: Allah, siz insanların safındadır; Onun muhatabı insandır ve amacı, adaleti sürekli bir hale getirmektir. Tevhit dini, insanı, kâmil hale getiren bilgi, sevgi, yüce kudrete kulluk ve bilinç dinidir. Ne yazık ki, tarihe ve mevcut duruma karşı eleştiri ile ortaya çıkan tevhit dini, tarihte hiçbir zaman tam olarak hayata geçememiştir. Tağuta yani mele' ve mütrefe tapınmayı öneren muhafazakâr ve uyuşturucu şirk dini ise her zaman var ve egemen olmuştur.


Bana, "Bir aydın olarak sen, nasıl dine bu kadar sarılıyorsun?" diyen aydınlara da şunu söylemek istiyorum: "Ben bir dinden söz ediyorsam, bilin ki, geçmişte topluma hükmetmiş olan herhangi bir dinden değil, bu dini ortadan kaldırmayı hedefleyen dinden söz ediyorum. Peygamberleri, her tür şirki ortadan kaldırmak için çalışmış olan dini kastediyorum. Ancak sözünü ettiğim din, hiçbir zaman sosyal hayat bakımından tam olarak toplumda hayat bulamamıştır. Benim dile getirmek istediğim bu konudaki şu sorumluluğumuzdur: Tevhit peygamberlerinin yaptığı gibi, muhafazakâr ve uyuşturucu şirk dinini kaldırıp yerine tevhit dinini ikame etmek için çaba göstermek, bizim ve gelecekteki insanların insanî sorumluluğudur. Öyleyse benim dine sarılmam, geçmişe dönmek değil, tarihteki bu mücadeleyi devam ettirmek demektir."