.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Molla Ahmed-i Nerakî

Bil ki iki âlemin saadet anahtarı, kendi nefsini tanımaktır, çünkü insanın kendisini tanıması kendi yaratıcısını tanımasına yardımcı olur.

Hak Teâlâ'nın buyurduğu gibi:

“İleride onlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz; öyle ki, şüphesiz onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun…”[1]  

Hz. Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir:

“Her kim kendisini tanırsa rabbini tanır.”[2]

Bunun kendisi oldukça net ve açıktır: Her kim kendisini tanıyamazsa başkalarını da tanıyamaz, zira hiçbir şey sana kendinden daha yakın değildir, kendini tanımadan başkalarını mı tanıyacaksın?

"To ki der ilm-i hud zebun başi

Arif-i kirdikar çun başi"

Sen daha kendini tanımaktan acizsin, Yaradanı mı tanıyıvereceksin!?

Aynı şekilde kendini tanımak; ahlakı düzeltme, kemalatı hâsıl etme şevkiyle olumsuzluklar ve tasvip edilmeyen sıfatları defetme çabası verir. Çünkü insan kendi hakikatini tanıdıktan sonra bilir ki: onun hakikati melekût âlemi”nden[3] bu cismani âleme gelen “cevher”dir.[4] Sonra şu düşünceye kapılır; bu değerli cevheri boş ve faydasız olarak bu âleme göndermemişler ve beden sandığına oyun olsun diye koymamışlardır. Böylece nefsin beden üzerindeki ilişkisini anlamaya koyularak sonunda kendini varması gereken kutsal bir menzilin başında bulur.

Bazen ‘Artık ben kendimi tanıdım ve kendi hakikatime vardım’ dersin. Sakın, sakın ha! Bu bilgisizlik ve akılsızlıktan başka bir şey değildir.

Azizim! Bu şekilde bilmek ve tanımak saadet anahtarı asla olamaz ve seni bir yerlere de ulaştırmaz. Çünkü diğer hayvanlar da bu tanımanda seninle ortaktır. Onlar da kendilerini bu şekilde tanımaktadır. Zira sen kendi zahirinde; baş, yüz, el, ayak, göz, kulak, deriden ibaretsin ve batınında ise; acıkırsın yemek istersin, birisine öfkelenirsin intikam almaya koyulursun, şehvet sana galebe çalar yakınlaşmak istersin. Bunlardan başka bir şey tanımazsın ve bunların hepsiyle de bütün hayvanlarla eşitsin.

Eğer hakikatin bu ise hangi yolla “Sebba”[5] ve “Behaim”e[6] iftihar etmekte ve hangi sebepten kendini onlardan üstün görmektesin? Ve eğer sen bu isen, neden âlemlerin rabbi Allah seni diğer yaratıklara tercih etmiş ve buyurmuştur:

“Biz âdemoğullarını yarattıklarımızın birçoğundan gerçekten üstün kıldık.”[7] Oysa bu sıfat ve özellikte birçok hayvan sana tercih edilmiştir.

Artık kendi hakikatini talep etmelisin ki; ne olduğun, kim olduğun, nereden geldiğin, nereye gideceğin, bu menzilde kaç gün duracağın, niçin geldiğini, seni niçin yarattıklarını, bu aza ve bedeni hangi sebepten sana verdiklerini, kudret ve ihtiyar dizginlerini hangi nedenden ötürü senin eline verdiklerini bilesin.

Saadetinin ne olduğunu, nede olduğunu ve yokluğunun ne olduğunu bilmen gerekir.

Ayrıca sende toplanan bu sıfat ve melekelerin bazıları behaimin, bazıları sebbanın, bazıları yırtıcıların, bazıları şeytanların ve bir kısmının da meleklerin sıfatlarından olduğunu bilmen gerekir.

Bu sıfatlardan hangilerinin senin hakikatine yakıştığını ve layık olduğunu ve senin kurtuluş ve saadetine sebep olduğunu tanı ki; onu elde etmek için uğraş veresin. Bunların da hangilerinin senin bedbahtlık ve şekavetine neden olduğunu bil ki; onun ortadan kaldırılması için çaba sarf edesin.

Bilcümle işin başı olarak saadet ve kurtulmayı talep edene lazım olan şey: kendini tanımak için çaba sarf ederek kendi hakikatini tanımaya koyulmaktır. Bunlar olmadan asla maksada ulaşılmaz.

Kaynaklar

[1] Fussilet/53

[2] Biharu'l-Envar, c. 2,  s. 32, 23.hadis

[3] Melekler âlemi, madde ve nasut âleminin üstü nufus-u (nefisler) mücerrede ve ukul (akıllar) âlemidir.

[4] Değerli ve kıymetli şey manasına gelir. Felsefede: ukul ve nufus-u mücerrede manalarında da kullanılmaktadır. İslami ilimler sözlüğü, c. 1, s.658.

[5] “Sebu” kelimesinin çoğuludur. Yırtıcı hayvan manasına gelmektedir.

[6] Yırtıcı hayvanlar haricindeki dört ayaklılar.

[7] İsra/70