.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Kibir, kişinin, kendisini, kibirlenmiş olduğu kişiden üstün görmesi anlamındadır. Bu sıfat, ucb sıfatının bir ürünüdür. Ancak kibirde kişi kendisini diğer bir insanla karşılaştırırken ucbda bu durum söz konusu değildir.

Kibir konusunu kapsamlı bir şekilde ele almak için bu konuyu birkaç alt bölümde açıklamalıyız.

1- Kibir ile İlgili Ayet ve Hadisler

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri ayetlerimden uzaklaştıracağım.[1]

Diğer bir ayeti kerimede Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler.[2]

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

(Peygamberler) fetih istediler (Allah da verdi). Her inatçı zorba da hüsrana uğradı.[3]

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Kuşkusuz O, büyüklük taslayanları asla sevmez.[4]

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Kalbinde hardal tanesi kadar kibir olan kişi cennete giremez ve kalbinde hardal tanesi kadar iman olan kişi cehenneme giremez.

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Yüce Allah şöyle buyurmuştur: Ululuk benim cübbemdir yücelik ise benim giysimdir. Dolayısıyla bu iki şey üzerinde beninle çekişen kişiyi cehenneme düşürürüm.

el-Kafi kitabında İmam Muhammed Bakır’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Kibir, Yüce Allah’ın giysisidir. Kibirlenen kişi ise bu giysi üzerinde Yüce Allah’la kavgaya tutuşmuştur.

İmam Muhammed Bakır’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: İzzet ve kibir Yüce Allah’ın giysisidir. Kim bu giysiler üzerinde Yüce Allah’la kavgaya tutuşursa Yüce Allah onu cehenneme gömer.

İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Kalbinde zerre kadar kibir taşıyan kişi cennete giremez.

Muhammed bin Müslim İmam Muhammed Bakır (a.s) veya İmam Cafer Sadık’tan (a.s) nakletmiş olduğu hadiste İmam’ın as şöyle buyurduğunu nakleder: Kalbinde hardal tanesi kadar kibir olan kişi cennete giremez. Ravi şöyle der: İmam’ın (a.s) bu sözü üzerine “İnna lillâh ve innâ ileyhi râciun”[5]dedim. İmam (a.s): “Neden bu ayeti okudun?” diye sorunca “sizin bu sözünüz üzerine söyledim” dedim. İmam (a.s) şöyle buyurdular: (Söylediğim şey) senin anladığın gibi değil, bu sözü söylerken Allah’a karşı gelmeyi kastettim, söylediğim şey Allah’a bilerek karşı gelmektir.

İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Kibir, insanları küçük görüp onları aşağılamak ve hakkı hiçe saymaktır. Ravi şöyle der: “İnsanları aşağılamak ve hakka duyarsız olmak ne demektir?” diye sordum bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdular: Hakkı bilip bilmeden hak üzere olan insanlara saldıran kişi anlamındadır. Kim bunu yaparsa Allah’ın giysisi üzerine onunla kavgaya tutuşmuştur.

İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Cehennemde kibirli insanlara özgü “Sakar” isminde bir çöl vardır. Bu çöl aşırı kızgınlık yüzünden Yüce Allah’a şikâyette bulunacaktır ve bir nefes almasına izin vermesini isteyecek. Nefes aldığında ise cehennemi bile yakacaktır.

İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Kibirli insanlar kıyamet gününde karınca gibi haşredilecektir ve Yüce Allah’ın hesap işi bitene dek bu karıncalar insanların ayağı altında ezilecektir.

Ömer bin Yezid şöyle nakleder: İmam Cafer Sadık’a (a.s) şöyle dedim: Güzel yemekler yiyorum, güzel kokular kullanıyorum, güzel bir merkebe biniyorum ve kölem arkamdan geliyor, bunda kibir gibi bir sakınca görüyorsanız bunları yapmayayım? İmam Cafer-i Sadık (a.s) bir süre başını aşağı eğdi ve ardından şöyle buyurdu: Allah’ın rahmetinden uzak olan kibirli insan, diğer insanları kendisinden aşağı gören, hakka yabancı insandır. İmam’a (a.s) şöyle dedim: Hakka yabancı değilim, insanları aşağılamanın ne olduğunu bilmiyorum. Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdu: İnsanları kendisinden aşağı görüp de onları yapmak istemedikleri işleri zorla yaptıran kişi zorba zalimdir.

İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Büyük konuşan insanlar içlerindeki aşağılık hissinden ötürü bunu yapıyorlar.

Diğer bir hadiste ise şöyle yazar: Kibirlenenler veya zorbalık yapanlar bunu ancak içlerindeki zillet ve aşağılık duygusundan ötürü yapıyorlar.

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Kibirli yürüyüşüyle elbisesini yere sürterek yürüyen birisine Yüce Allah (rahmet gözüyle) bakmayacaktır.

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Affeden kuluna Yüce Allah izzetten başkasını vermez ve tevazu gösteren bütün kullarını Yüce Allah yükseltecektir.

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Elinde (evine) eşya taşıyan kişiyi severim. Bu şekilde ev halkına yardımcı olduğu gibi kibirlenmeyi kendisinden uzaklaştırıyor.

Resulullah’ın (s.a.a) sahabeler’e seslenerek şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Neden ibadetten haz almadığınızı görüyorum? “İbadetin hazzı nedir?” diye sorulduğunda ise şöyle buyurdular: Tevazu.

Resulullah’ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Ümmetimin tevazulu insanlarıyla karşılaştığınızda onlara karşı tevazu gösterin, kibirli insanlarla karşılaştığınızda ise onlara karşı kibirli olun. Sizin bu davranışınız onların küçük düşmesine vesile olacaktır.

İmam Musa Kazım’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Tevazulu olmak, insanlara, sana davranmalarını istediğin şekilde davranmaktır.

2- Kibrin Çeşitleri

Kibir konusuyla ilgili açıklamış olduğumuz hadislerden de anlaşıldığı üzere kibirlenmek farklı türlere sahip olabilir.

Bir: Allah’a karşı kibirli olmak.

Örneğin Nemrut örneğinde olduğu gibi kimi insan Allah’a karşı kibir gösterisinde bulunur. Nemrut Allah’a meydan okuyacak kadar ileri gidip Firavun gibi ilahlık iddiasında bulunacak kadar pervasız bir insandı. Firavun “ben sizin yüce rabbinizim”[6]diyerek Yüce Allah’a karşı kibirli bir tutum sergilemiştir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Kuşkusuz bana ibadet etmekten büyüklenenler cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir.[7]

Kibir sonucu Allah’a dua etmemek ve ona yalvarmamak da bu tür kibrin bir diğer örneğidir.

İki: İnsanlara karşı kibirli olmak.

“Diğer insanlara benzeyen bir insana tabi olamam” deyip de Yüce Allah’ın elçileri olan peygamberlere ve onların vasileri olan İmamlara tabi olmamak bu tür kibirlenmenin bir örneğidir.

Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de bu olaya değinirken şöyle buyurmuştur:

Dediler ki: Bizim gibi olan bu iki adama mı iman edelim?[8]

Diğer bir ayeti kerimede bu tür düşünceye sahip insanların şöyle dediği nakledilmiştir:

Onlar dediler ki: Siz de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsiniz.[9]

Diğer bir ayeti kerimede ise şöyle dedikleri nakledilmiştir:

Eğer kendiniz gibi bir insana boyun eğecek olursanız; hüsrana uğrayacağınızda hiç şüphe yoktur.[10]

Bunun diğer bir örneği ise zalim yöneticilerin kibirlenip de yönetimi, bu makamı hak eden insanlara teslim etmemesidir.

Bu tür kibrin diğer bir örneği ise diğer insanlara karşı kibirli olmaktır. Yani kişinin kendisini büyük görüp diğer insanları hakir görmesi. Bu tür insanlar, sıradan bir insandan duymuş oldukları doğru sözleri kabul etmezler ve karşı gelmeye çalışırlar.

Kendisini diğer insanlardan üstün gören kişi her zaman kendisinde kemal yönünde bir sıfat görür. Bu kemal, dünyevi türünden bir kemal olabildiği gibi dini bir kemal da olabilir. Dini kemal, ilim veya amel olabilir. Dünyevi kemal ise asil soy, güzellik, güç, mal mülk ve yardımcı olabilecek insanların fazlalığı olabilir.

İlmiyle övünüp de kendisini diğer insanlardan üstün gören kişinin bu hastalıktan kurtulmasının yolu, sahip olduğu bu ilmin kendisini “kibirlenmenin ancak Yüce Allah’a yakışır bir durum olduğuna” yönlendirdiği üzerine düşünmesidir. Böyle bir insan, kibirlenerek Yüce Allah’ın gazabına dâhil olduğu gerçeğini göz önünde bulundurmalı ve Yüce Allah’ın kendisinden beklediği davranışın tevazulu olmak olduğu, Mevla’sının kendisinden beklediği şey için gerekirse kendisini sıkıntılara sokması gerektiği, ilim sahibi insanların sorumluluğunun diğer insanlardan daha ağır olduğunu düşünmelidir.

İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Âlim bir insanın bir günahı affedilinceye dek bilgisiz insanın yetmiş günahı affedilir.

Bilgisiyle övünen kişi bu dünyada kendisinden daha bilgin veya kendisi gibi bilgin insanların var olduğunu biliyorsa, öyleyse kibirlenmenin ne anlamı var? Dünya üzerindeki diğer tüm insanları kendisinden az bilgili olarak görüyorsa bu durumda sahip olduğu sorumluluğun daha ağır olduğunu ve asıl ölçünün insanın son hali olduğu gerçeğini göz önünde bulundurmalıdır.

Ameliyle övünen kişiler için de aynı durum geçerlidir. Böyle bir insan kendisini diğer tüm insanlardan daha salih ve daha takvalı görüyorsa asıl ölçünün amel olmadığı gerçeğini ve insanın son halinin belirleyici olduğu gerçeğini göz önünde bulundurmalıdır. Kendisine şöyle demelidir: Belki de bu kişi kurtulacaktır ve ben helak olanlardan birisi olacağım, belki de bu kişi yalnızca Allah’ın bildiği bir güzel sıfata sahiptir ve bu özelliği sebebiyle kurtulanlardan birisi olur iken ben tam tersi bir durumda olacağım.

Bu bir gerçek ki Yüce Allah nezdinde kötü insanlardan birisi olma ihtimalini ciddi bir ihtimal olarak değerlendiren kişiler her zaman kibirden uzak davranış tarzlarını benimseyeceklerdir. Böyle bir insan hiçbir zaman kendi amellerine memnuniyet gözüyle bakamaz ve Yüce Allah nezdinde adilce hesaba çekilecek olursa kötülük görüntüsüne sahip amelleri bir yana iyilik gibi görünen amelleri bile gerçekte kötülük sayılabileceğini bilir. Dolayısıyla kibirlenmek için kendisinde bir sebep bulamaz. Nitekim İmam Zeynel Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: Allah’ım, iyilikleri bile (aslında) kötülük olan birisinin kötülükleri nasıl kötülük olmasın?

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Ve Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalpleri çarparak yapanlar.[11]

Bu ayeti kerimede iyilikler yapıp da kabul edilecek mi edilmeyecek mi diye tedirginlik yaşayan insanların hali anlatılıyor.

Soyuyla övünüp kibirlenen kişilere gelince bu insanlar aslında diğer insanların sahip olduğu yücelikle övünüyorlar. Böyle bir insanın mensup olduğu kişi hayatta olacak olsaydı bu kişiye şöyle söyleyebilirdi: Bu üstünlük bana aittir, sen benim fazla kalan parçamdan yaratılan bir kurtçuktan başka bir şey değilsin.

Bu tür bir kibirden kurtulmak bu kişinin bir aileye mensup olmanın gerçekte ne anlama geldiğini bilmesiyle mümkün olabilir. Bu tür bir insanın, babasının kirli bir sudan başka bir şey olmadığını, büyük babasının ise toprak olduğunu ve insanın ilk olarak topraktan yaratıldığını bilmesi ona bu yönde yardımcı olacaktır.

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır. Sonra onun zürriyetini, dayanıksız bir suyun özünden üretmiştir.[12]

Güzelliğiyle övünüp kibirlenen insanlar bu hastalıktan kurtulabilmek için akıl gözüyle kendi içlerine bakmalıdırlar. Bu yöntemle insan, kendisinde bulduğu çirkinlikler ve iğrenç özellikler sebebiyle artık dış güzelliğiyle övünmeyi bir kenara bırakacaktır. Kuşkusuz insan vücudunun her bir parçası çirkinlikler yuvası gibidir. İnsanın bağırsaklarındaki dışkı, mesanesindeki idrar, burnundaki sümük, kulağındaki kötü kokulu sıvı, damarlarındaki kan, cildinin altındaki pis su, koltuklarının altındaki kötü koku ve benzeri şeyler bu yönde insanın dikkat etmesi gereken birer örnektir. Bu tür insanlar, her gün bir veya daha çok defa tuvalette iken kendi elleriyle dışkılarını temizlemek zorunda olduklarını düşünürlerse, her gün mutlaka “dokunmak bir yana bakmak ve koklamak bile istemedikleri” bir şeyi karınlarından çıkarabilmek için tuvalete gitmek zorunda olduklarını göz önünde bulundururlarsa daha kolay bir şekilde bu tür kibirden kurtulabilirler.

Güzelliğiyle övünüp kibirlenen kişi, iğrenç kirli bir sıvıdan yaratıldığını düşünürse, hayız kanıyla beslendiğini göz önünde bulundurursa, hayız kanının geçiş yolu olan kanaldan geçip kirliliklerin yuvası olan bir bölgeye geldikten sonra ancak annesinin kucağına kavuşabildiğini, bir gün bile temizlenmeyecek olursa kötü kokular içinde kalacağını düşünürse ve bir süre sonra, öldüğünde ise bütün insanların iğrendiği bir varlık haline geleceğini göz önünde bulundurursa çok daha kolay bir şekilde bu hastalıktan uzaklaşabilir.

Güç ve kuvvetiyle övünüp kibirlenen kişi bu hastalıktan kurtulabilmek için geçirmiş olduğu ağır hastalıkları düşünürse, vücudundaki küçük bir damar bile işlevini yapmayacak olursa en güçsüz insanlardan bile daha güçsüz bir duruma düşebileceğini göz önünde bulundurursa, küçük bir sineğin kendisinden çaldığı şeyi bile geri alamadığını, burnuna giren bir sinek veya kulağına giren bir karınca bile onu öldürebileceğini, ayağına batan küçük bir dikenin bile onu aciz ve güçsüz bırakacak kadar etkili olduğunu düşünürse, bir gün boyunca ateşli bir hastalığa yakalanırsa günlerce bu hastalığın etkisiyle güçsüz düştüğünü ve ayrıca her ne kadar güçlü olursa olsun bir eşek, bir fil, deve veya inek kadar güçlü olamayacağını göz önünde bulundurursa, bu tür hayvanlarla ortak olduğu bir üstünlüğün övülecek bir yanı olmadığını düşünürse çok daha kolay bir şekilde bu hastalıktan kurtulabilir.

Parasının çokluğuyla, mal ve mülkünün fazlalığıyla veya sözünü dinleyecek olan insanların fazla olmasıyla övünüp de kibir hastalığına yakalanan kişiye gelince; bu tür bir kibirde kişi, güzellik ve güç durumlarının aksine kendi içinde taşıdığı bir ayrıcalıkla değil de kendi zatı dışında taşıdığı bir üstünlükle övünür. Bu tür bir kibir, en çirkin kibir türlerinden birisidir. Yahudiler, Hristiyanlar ve diğer kâfirlerin bizden üstün oldukları bir ayrıcalık bizim için bir üstünlük vesilesi ve meziyet sayılamaz. Bu nasıl bir üstünlük ki bir hırsız veya devlet görevlisi onu bizden alabilir. Bütün bunlar bir yana insana musallat olan büyük hastalıklara ne demeli? Vücudunu her dem biraz daha yiyip bitiren savaş halindeki dem, safra, belgam ve sevda gibi zıt tabiatlara ne demeli? İnsan istese de istemese de acıkıyor, susuyor, hastalığa yakalanıyor ve ölüyor. Kendisine yönelik hayır ve şerlerle ilgili menfaat ve zararlarla ilgili, hayır ve şerlerle ilgili hiçbir etkinliğe sahip değildir.

Bilmek ve öğrenmek istediği şeyi öğrenemeyebiliyor, hatırlamak istediği şeyi hatırlamayabiliyor, unutup da hatırlamak istemediği şeyi unutamayabiliyor, önemli bir konuyu düşünmek isterken düşünce âleminde çok daha farklı yerlerde gezinebiliyor, canının istediği şeye ulaşırken aslında kendisini helak edecek bir şeye vardığının farkında olmayabiliyor veya uzak kaçtığı şeyden uzaklaşırken aslında kendi kurtuluşundan uzaklaştığının, zevk alarak iştahla yediği bu yemeğin aslında onun sonunu hazırladığının farkında olmayabiliyor. İnsan ilaçların acı olduğunu söylüyor, oysa hayatı bu ilaçlara bağlıdır. Hiç kimse bir an sonrasında bile görme gücünü duyma kabiliyetini, bilgisini veya gücünü kaybedemeyeceğinden emin değildir, bir an sonrasında felç geçirmeyeceğinden, bir an sonrasında aklını, ruhunu ve dünyada bağlı olduğu her şeyi kaybetmeyeceğinden emin değildir. Kısaca İnsan adındaki bu varlık, ölüme mahkûm zavallı bir varlıktan başka bir şey değildir, hiçbir şeyi olmayan fakir bir kuldan başka bir şey değildir.

İnsanın gerçeği bu iken tekebbür etmek neyine? Geçmişi kötü kokulu bir sıvı iken, geleceği bütün insanların iğrenip uzak duracağı bir kokuşmuş et parçası iken ve sonunda da aslına, yani toprağa dönüşecekken böbürlenmek insanın neyine?

Keşke insan bu halinde bırakılacak olsaydı. Yakında ona yeni bir hayat verilecektir, sıkıntılar çekip zorluklar yaşaması için yeni bir hayat. Yakında daha önce yapmış olduğu yanlışların cezasını çekecektir. Bütün dağılan vücut parçaları birleştirildikten sonra kabirden çıkartılacak ve kıyametin korkulu sahalarına doğru itilecektir. Bu halde iken kurulu bir kıyamet sahnesi ve paramparça olmuş bir gökyüzü, alt üst olmuş bir yeryüzü, yerinden oynayan dağları, sönmüş yıldızlar, soğuk bir güneş, her yerin kapkara karanlığa büründüğünü, acımasız azap melekleri, kaynar bir cehennem, günahkâr insanların hasretle baktığı cennet, yapmış olduğu en ufak amellerin bile yazılı olduğu bir amel defteri, ağzından çıkan bütün sözlerin yazılı olduğu bir amel defteri görecektir.

Yüce Allah insanın yaratılışının başına ve insanın sonuna değinerek şöyle buyurmuştur:

Canı çıksın o insanın, ne de nankördür o. (Allah,) Onu hangi şeyden yarattı? Bir nutfeden (spermadan) yarattı da ona şekil verdi. Sonra ona yolu kolaylaştırdı. Sonra onun canını aldı ve kabre soktu.[13]

Buraya kadar söylediklerimiz, bilgi artırmak yöntemiyle bu hastalığı tedavi etmek yönündeydi. Fiiller ve davranışlara şekil vermek suretiyle kibir hastalığını yenmek isteyenler ise hâl ve hareketlerinde tevazulu olmayı benimsemelidirler. Yüce Allah’a karşı ve diğer insanlara karşı tevazulu bir tutum benimseyenler zamanla bu hastalıktan kurtulabilirler.

Hadis kaynaklarımızda anlatıldığı üzere Hz. Peygamber (s.a.a) yerde oturup da yemeğini yerdi ve şöyle buyururdu: Ben sadece bir kulum ve diğer kullar gibi yemek yerim.

Süleyman peygambere (a.s) “Neden yeni bir elbise giymiyorsun?” sorulunca şöyle buyurdu: Ben yalnızca bir kulum, bir gün özgürlüğüme kavuştuğumda giyerim.

Hz. Süleyman (a.s) bu buyruğunda insanların ahiretteki serbestliğine değinmiştir.

Tevazunun bir ayağı bilgi ise diğer ayağı amel ve uygulamadır. Yüce Allah ve peygamberine karşı kibirle yaklaşan Arapların aynı zamanda iman ve namaz ile yükümlü kılınmasının sebebi de budur zaten.

Namazdaki saklı sırlar, bu ibadetin, dinin direği hükmünde olmasını sağlamıştır. Bu sırlardan birisi rükû ve secdeye inmektir. Cahiliye dönemindeki Araplar eğilmeği kendilerine bir eksiklik ve düşüklük olarak görürlerdi. Elindeki kırbaç düştüğünde onu yerden almak için veya birisinin ayakkabısının bağı çözülse bile onu düzeltmek için eğilmeyebilirdi. Bu sebeple rükû ve secde yapmakla yükümlü kılındılar.

3- Acaba Kibirli miyim?

Kalbini kibir konusunda denetlemeyen şahıs, Yüce Allah katında kibirli birisi olarak bilindiği halde kendisini tevazulu birisi olarak düşünebilir ve bu sebeple dünyadaki çabalarının hiç olmasına zemin hazırlayabilir.

Beş yöntem kullanarak kalbimizdeki kibir konusunu denetleyebiliriz.

Bir: Bu yöntem çerçevesinde kişi kendi seviyesinde gördüğü birisiyle herhangi bir konu üzerinde tartışmalıdır. Buradaki hassas an, doğru sözün diğer tarafın ağzından çıktığı andır. Bu anda kişi, bu sözü kabul etmekte, doğrunun bu olduğunu dile getirmekte zorlanıyorsa; arkadaşına teşekkür etmekte sıkıntı yaşıyorsa, bu, kişinin kalbinde var olan gizli bir kibir göstergesidir. Bu durumdaki insanlar Allah’a sığınmalı ve kendi içlerinde taşıdıkları bu sinsi hastalıktan kurtulabilmek için gerekli gayret ve çabayı göstermelidirler. Doğruyu dile getirmek için, arkadaşlarına teşekkür etmek konusunda kendilerini zorlamalı, kendi yanlışlarını dile getirmelidirler ve arkadaşlarına bu bilgiyi kendilerine aktardığı için teşekkür etmelidirler.

İki: Bu yöntemde şahıs, kendi seviyesinde olan akraba ve arkadaşlarıyla bir araya gelmeli ve diğerlerini üstte oturttuğu halde kendisi aşağıda oturmalıdır. Bu durum kişinin kalbine ağır geliyorsa, bu, kalpteki kibir hastalığının bir göstergesidir. Bu hissi yaşayan birisi kalbindeki bu ağırlıktan kurtulana dek aşağıda oturmayı kendisine vazife bilmelidir. Ancak Şeytan burada bir tuzak kurarak kişiyi doğrudan saptırmaya çalışabilir. Örneğin kişiyi ayakkabıların üzerinde oturmaya itebilir veya kendisiyle arkadaşları arasında birtakım soytarı tipli insanlar bırakarak onlardan aşağıda oturmaya itebilir. Bu durumda kişi tevazu yaptığını düşünürken kibrin kucağına düştüğünü fark etmeyebilir. Bu tür davranışlar kibirli insanların kalbini zorlamadığı halde onların tekebbürünü artırabilir. Zira “üstte oturmanın bir tür tahkir ve aşağılanma” vesilesi olduğu düşüncesini bu arkadaş ortamında yaratabilir; bu durumda kişinin aşağıda oturması tevazu kisvesinde kibir yapmaktan başka bir şey olmayacaktır.

Üç: Fakir ve yoksul insanların davetini kabul etmek, akraba ve arkadaşların çarşı pazardaki işlerinin peşinde koşmak kişiye ağır geliyorsa bu, kibir hastalığının bir belirtisidir.

Dört: Kendi ve ailesinin ihtiyaç duyduğu malzemeleri çarşıdan alıp da eve taşımak kişiye ağır geliyorsa, bu, kibir ve riya hastalığının bir göstergesidir.

Beş: Eski giysiler giymek kişiye ağır geliyorsa, bu, kibir hastalığının bir belirtisidir. İnsanların içinde eski giysiler giymek istemeyenler riya hastalığıyla boğuşurken kendi başına iken bile bu tür giysilerden uzak duran kişiler birer kibir hastasıdır.

Ancak son üç yöntem konusunda mutlaka şahısların konumu ve farklı zaman ve mekân şartları göz önünde bulundurulmalıdır.

Burada bilinmesi gereken en önemli konulardan birisi şudur: Her tür tevazu iyi olmayabilir ve ancak aşağılanmaksızın ve hakarete uğramaksızın yapılan tevazular tavsiye edilir. Zira aşırıya gitmenin her iki şekli de kötüdür ve işlerin en iyisi vasat olanıdır. Kendi seviyesinde olan insanlardan öne geçen kişi tekebbür tuzağında iken ancak kendisini kendi seviyesindeki arkadaşlarından geride tutan kişi tevazu yapmıştır. Ancak örneğin bir âlim, bir ayakkabı tamircisini kendisinden öne geçirirse ve örneğin onu kendi yerinde oturtup onun ayakkabılarını önüne getirirse bu durumda tevazu değil, tezellül etmiştir; yani kendisini tahkir etmiştir ve aşağılamıştır.

[1]     A’raf, 146.

[2]     Mumin, 35.

[3]     İbrahim, 15.

[4]     Nahl, 23.

[5]     Anlamı: Şüphesiz biz Allah’a aitiz ve şüphesiz O’na döneceğiz.

[6]     Naziat, 24.

[7]     Mumin, 60.

[8]     Muminun, 47.

[9]     İbrahim, 10.

[10]    Muminun, 34.

[11]    Muminun, 60.

[12]    Secde, 7 ve 8.

[13]    Abese, 17 - 21