.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Bahis konusu bu yasağın Allah Resulü döneminde olup olmayışıdır ve cevabın evet olması durumunda bu yasağın sebep ve amaçlarıdır. Ehl-i Sünnet hadis araştırmacılarının büyük bölümü bu yasağı Resulullah dönemine kadar uzatarak o Hazret’ten nakledilen bazı rivayetlerle bu meseleye meşruiyet katmaya çalışmışlardır.
Diğer kesim ise bu yasağın ilk halife döneminde getirildiğini kabul edip gayenin İslam ve Müslümanların hayrı olduğunu iddia etmişlerdir. Tarihi gerçekler ise bu meselede siyasi amaçlar olduğunu ve her açıdan İslama zarar verdiğini göstermektedir.
Resulullah’ın (s.a.a) hadis yazımını reddettiğini iddia eden rivayetler dışında, hadis yazımına karşı çıkan ilk şahsın Ömer İbn Hattab olduğu tarihi verilerle sabittir. Gerek Ehl-i Sünnet gerekse Şia âlimlerinin doğruladığı vâkâda Resulullah vefat eşiğindeyken sahabi ve Ben-i Haşim’den bazılarının da bulunduğu bir zamanda “Bana kalem kağıt getirin size benden sonra asla sapmayacağınız bir şey yazayım” talebinde bulunmuş ama maalesef II. Halife Ömer ibn-i Hattab ise “Bu adam ağrıların etkisiyle sayıklıyor! Kur’an yanımızdadır ve o bize yeter”[1]diyerek buna mani olmuştur.
Resulullah’ın vefatından kısa bir süre sonra I. Halife Ebu Bekir, halktan toplattığı hadisleri imha etmiş ve hadis naklini yasaklamıştır. Allah Resulünün zevcesi Ayşe bu konuda şöyle nakletmişir:
“Babam, Peygamber’in sözlerinden beş yüz hadis toplamıştı, gece uyurken pek rahatsızdı, ben endişelenip neden üzüldüğünü sordum, dedi ki; Kızım yanında olan hadisleri getir! Ben hadisleri getirdikten sonra benden ateş istedi ve onları yaktı.”[2]
Urve şöyle naklediyor:
“Ömer İbn-i Hattab Süneni yazmak istediğini belirterek bu işte sahabeler ile meşverette bulundu. Onlar da bu meseleyi olumlu karşılayıp teşvikte bulundular. Ömer bir ay kadar düşünüp Allah’tan yol göstermesini istedi ve bir gün Allah’ın verdiği azimle şöyle dedi: Ben Sünen’i yazmak istedim fakat Allah’ın kitabını bir kenara bırakıp kendi kitaplarına yönelen önceki kavimleri hatırladım. Andolsun Allah’a ki ben Allah’ın kitabıyla başka bir kitabın karışmasına müsade etmem.”[3]
Böylece hadisleri toplamayıp, o da Ebu Bekir gibi hadis yazımına mani oldu. Bazılarının hadis yazdığını duyunca da onlardan yazdıkları hadisleri getirmelerini ve daha sonra toplanan rivayetlerin yakılmasını emretti.[4]
II. Halife’nin bu işte oldukça kararlı olduğu, Ebu Mes’ud, Ebu Derda ve Ebu Mes’ud-i Ensari gibi bazı önde gelen şahsiyetleri fazla rivayet nakletmek suçu dâhilinde hapisle cezalandırması[5]ve Medine dışında yaşayıp hadis nakleden kimseleri Medine’ye davet edip çıkmalarına mani olmasıyla anlaşılmaktadır.
Osman döneminde ise onun ılımlı kişiliği ve bazı tarihi bilgilere göre bu yasağın şiddeti daha azdır fakat yine devam etmiştir.[6]Örneğin özellikle Ebuzer gibi sahabelerin Resulullah’tan herhangi bir hadis nakletmeleri yasaklanmıştır.[7]
Hadis Yazımına Getirilen Yasağın Zararları
Hadis yazımına getirilen yasağın hiçbir İlahi boyutu olmayıp yalnızca hilafet yönetiminin temellerini sağlamlaştırmak amacıyla getirildiğini belirledikten sonra bu yasağın doğurduğu zararları incelemekte fayda görüyoruz:
1- Hadis Zincirlerinin Kopması
Sahabelerin en fazla birinci asrın sonuna kadar yaşadığı ve hadis yasağının yaklaşık bir asır devam ettiğinden yola çıkarak Peygamber ve tabiiler asarındaki bariz bir şekilde rivayet zincirlerinde kopukluk olduğunu söyleyebiliriz. Tarihi belgelere göre vefat eden son sahabe, Peygamber döneminde sekiz yıl yaşayan ve hk. 110 yılında 108 yaşındayken irtihal eden Ebu’t-Tufeyl Âmir b. Vasile’dir.[8]Mesele şu ki acaba ashabtan kaç kişi bu kadar uzun yaşamıştır?!
Üstad Celali sünnette şüpheye düşmeyi hadis yasağının doğurduğu zararlardan biri diye nitelendirdikten sonra bazı şarkiyatçıların sözülerine değinmiştir. Örneğin Goldziher’e göre:
“Yazılan tüm rivayetlerle birlikte birinci asırdan sonra telif edilmiş hadis mecmuları sahte ve itibarsızdır.”[9]
Şüphesiz şayet hadis yazımı yasaklanmayıp rivayet zincirleri Peygamber Efendimize kadar kesinti içermeden uzasaydı, müsteşrikler veya Kaddafi gibi düşünenler için Sünnet-i Nebeviye şüphe duymaları için hiçbir bahane kalmazdı.
2- Sahte Hadislerin Ortaya Çıkışı
Hakiki din ile el değimiş dinin bir savaşı olan sahte ve uydurma hadis meselesi, İslam tarihi boyunca görülmüş en acı kültürel vakaalardandır. Sahte hadisler zahirde Peygamber’e (s.a.a) intisap ettikleri için kutsal bir konuma sahip olmalarına karşın aslında İslam’ı temelden kesen baltalar misali İslam akide ve ahlakını tahrip etmektedirler.
Hadis uydurma tarihçesini incelediğimizde çok acı ve talihsiz olaylarla karşılaşıyoruz. Buna örnek olarak akidevi düşmanlık, ateistlik ve çatışmalar neticesinde uydurulan rivayetleri gösterebiliriz.[10]Sadece bu amaçla uydurulan rivayetlerin on dört bin olduğu düşünülüyor.[11]
Bilindiği üzere Muhammed b. Süleyman tarafından yakalanıp zındık olduğu için idama mahkûm edilen İbn Ebi’l Avca şöyle itirafta bulunmuştur:
“Andolsun aranızda dört bin rivayet uydurarak size helal olanı haram ve haram olanı helal edip oruçlu olunacak günde size iftar etmeyi, iftar edilecek günde size oruç tutmaya zorladım.”[12]
Hal böyleyken mezhepsel, siyasi ve ahlaki nedenler gibi diğer faktörlerle uydurulan hadisler de buna eklenirse çok sayıda sahte hadis ile karşılaşılacaktır.[13]
Bu yüzden de Buhari’nin altı yüz bin rivayetten sadece yedi bin kadarını seçerek sahihinde topladığını aynı şekilde Malik’in yüz bin kadar rivayetten sadece üç binini, Ebu Davud’un beş yüz bin rivayetten yalnızca beş bin iki yüz kadarını, Müslim’in üç yüz bin rivayetten sadece yedi bin iki yüz rivayeti ve Ahmed b. Hanbel’in yedi yüz elli bin rivayetten yaklaşık otuz binini toplayıp hadis mecmualarında getirdiklerini duyunca şaşırmamalıyız.
Bu hadis mecmualarındaki zayıf rivayetleri bir kenara bırakıp uydurulmuş hadislerin birçoğunun tarih sayfasından silindiğini varsaymamıza rağmen Ehl-i Sünnet’in muasır araştırmacılarından biri Mevsuetu’l Ehadis ve’l Asar ve’l Zaife ve’l Mevzu’e[14]adlı eserin önsözünde uydurulmuş hadisleri açıklayan ve tanıtan kitaplar arasından yetmiş sekiz eseri zikretmiştir.[15]
Bunların hepsi sahte hadis belasının kapsamını ne denli geniş ve yıkıcı olduğunu göstermektedir. Burada dürüstçe şu soruyu sormalıyız: Şayet halifeler hadis yazım ve naklini yasaklamasalardı ve bu değerli miras yazılı bir şekil alarak muhafaza edilseydi yine de hadisler bu derece yalanlarla karşılaşır mıydı? Halifelerin icraatları ve gayeleri İslam ve Müslümanların hayrına dair ise dinin temellerini mahvetmek etmek için fırsat kollayan Yahudiler, zındıklar, fırkacılar gibi birçok iç ve dış düşmanın pusuda beklediğini görmeleri gerekmez miydi? Onlar hiç mi Kur’an’ın en uzun ayet-i kerimesini okumadılar da Allah Teala’nın Müslümanlara hataya düşüp unutmamaları için birbirine borç verirken yazmalarını ve hatta bir şahitten belgenin onaylatılmasına dair buyruğunu görmediler?[16]
Daha açık bir beyanla hadis uyduranların oluşturduğu tehlike olmasa dahi, her insanın tabiatında olan unutkanlık ve yanlış nakletmek bile hadis yazmanın gerekliliğini gösterir.
Ne oldu da Halifeler Kur’an’ın Peygamber döneminde sahifelerde yazılmasına rağmen bu sahifelerin toplatılıp mushaf şeklinde muhafaza edilmesi için pek çaba gösterdiler hatta üçüncü halife Osman’ın diğer bazı sahabelerle meşveretinden sonra dağınık mushafları toplatıp yaktılar.[17]Oysa bir çok Müslüman Kur’an’ı ezbere bilir ve Kur’an’ın mucizevi yapısı ile İlahi vaad gereği tahrife uğraması söz konusu dahi olamazdı.
Hadiste ise yazılması yönünden teşvik olunmadığı gibi tüm güçleriyle yazımı engellemeye çalışmışlardır?!
Acaba onların ve bu işi haklı çıkarmaya çalışanların tarih karşısında geçerli bir cevapları var mıdır?
Ehl-i Sünnet’in bazı insaflı araştırmacıları bile hadis yazımına getirilen yasağın hadis uydurmaya zemin hazırladığına dair itiraflarda bulunmuşlardır.
Muhammed Ebu Riyye konuyla ilgili şöyle demiştir:
“Hadis yazımının gecikmesi ve ikinci asırın başlarına kadar ertelenmesi neticesinde hadis uydurma ve yalan kapısı hiçbir ölçü olmaksızın sonuna dek açılarak sayısızca hadis uydurulmuştur. Öyle ki sahte hadislerin sayısı binlerle ifade edilerek İslam dünyasının doğusu ve batısında bir çok eserde yer bulmuşlardır.”[18]
[1] Sahih-i Buhari, c. 1, s. 54, Sahih-i Müslim, c. 2, s. 16, Müsned-i Ahmed İbn-i Hanbel, c. 1, s. 355
[2] Tezkiretu’l Huffaz, c. 1, s. 5, Tarihu’l İslam es-Sakafi ve’s-Siyasi, s. 362
[3] Takyidu’l İlm, s. 50
[4] Tabakat-i İbn-i Sa’ad, c. 5, s. 140
[5] Tezkiretu’l Huffaz, c. 1, s. 75, Tedvin es-Sünneti’ş-Şerife, s. 436
[6] O’nun şöyle dediği nakledimiştir: Ebu Bekir ve Ömer’in döneminde duymadıkları bir hadisi kimse nakledemez. et-Tabakatu’l Kubra, c. 2, s. 366
[7] et-Tabakatu’l Kubra, c. 2, s. 366, daha fazla bilgi için bkz. Tedvin es-Sünnetu’ş-Şerif, s. 423-436
[8] Men lehu Rivayet fi Kütüb-i Sitte, c. 1, s. 527, Tehzibu’l Tehzib, c. 5, s. 71
[9] Tedvin es-Sünnetu’ş-Şerif, s. 528-532
[10] el-Mecruhin, c. 1, s. 62. Kitab el-Mevzuat, c. 1, s. 18
[11] Kitab el-Mevzuat, c. 1, s. 20
[12] age, c. 1, s. 37. Ahadis-i Ummu’l Mü’minin Aişe, c. 2, s. 327
[13] Daha fazla bilgi için bkz. el-Vaz’i fi’l Hadis, c. 1, s. 265-280. Usulu’l-Hadis, s. 132-133
[14] موسوعة الاحاديث و الاثار و الضعيفة و الموضوعة
[15] Mevsuetu’l Ahadis ve’l Asar ez-Zaife ve’l Mevzu’a, c. 1, s. 209
[16] Bakara/282
[17] Daha fazla bilgi için bkz. c. 1, s. 260, et-Temhid fi Ulum-i Kur’an, c. 1, s. 338-354
[18] İzv’a a’la’s-Sünneti’l Muhammediye, s. 121