.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Takvim yaprakları 29 Mart 1962'yi gösterdiğinde Şiî dünyasının tek otoristesi olan Ayetullah el-Uzma Burucerdî'nin vefat haberi tüm radyo ve gazetelerde verilmeye başlamıştı. Ama toplumun ve ilim havzalerının tüm ısrarlarına rağmen, İmam Humeynî geçmişte olduğu gibi taklid merciî olmak için en küçük bir girişimde bulunmadı.


Ayetullah Burucerdî’nin vefatıyla birlikte taklit merciliği bölününce, Şah Rejimi de, büyük şeytan Amerika'nın istediği reformları yapmaya daha da hız verdi. Eyalet ve Vilayet Encümenleri kanunu değiştiriliyordu. Bu kanuna göre Müslüman olmak ve Kur’an-ı Kerime yemin etmek şartı kalkıyordu. 07 Ekim 1963’de Esedullah Alem kabinesi bunu onayladı. İmam Humeynî  Kum ve Tahran'ın büyük alimleri bu haberi duyunca, kendi aralarında görüşerek hükümete itirazda bulundular.


Şah Rejimi, önce alimleri tehdit edip aleyhlerinde propagandaya başladı. Bunun üzerine ayaklanmalar daha da büyüdü. Tahran, Kum ve diğer bazı şehirlerde kepenkler indiriliyor, halk alimlerin hareketini destekleyerek camilerde toplanıyordu. İmam Humeynî, devletten, vilayet ve eyalet encümenleri kanununu resmen iptal edilip bunun açıkça yayınlamasını istiyordu.


Sonunda Şah Rejimi yenilgiyi kabullenip 27 Kasım 1963 günü onaylanmış kanunu iptal ettiğini Tahran ve Kum ulema ve müçtehitlerine bildirdi. İmam Humeynî Kum alimlerini yeniden toplayarak kapalı kapılar ardında iptal edilen kanunun basın yayın organlarında açıkça ilan edilmedikçe kıyamların süreceğini bildirdi. Ertesi gün yasanın iptal ediliş haberi gazetelerde yayınlandı. İslam ulemasının ve Müslüman halkın bu başarısının ardından Şah Rejimi, ulemanın ve özellikle İmam Humeynî'nin aleyhine geniş bir saldırı başlattı. Şah, kıyamları bastırmaya kararlıydı. İmam Cafer-i Sadık'ın (a.s) şehadet yıl dönümüne tesadüf eden 12 Mart 1964)'de, Şah'ın silahlı sivil görevlileri Feyziye Medresesi'ne girip, orada toplanan alimlere saldırdı. Sonra da polisler vahşice saldırarak birçok kişiyi şehid ettiler. Aynı gün Tebriz’deki Talibiye Medresesi'ne de saldırıda bulundular.

İmam Humeynî Feyziye Medresesi'ndeki facianın 40. günü, yani 01/5/1946 tarihinde ulema ve halkla beraber, bütün İslam ve Arap ülkelerinin İsrail’in karşısında durmaları gerektiğini vurgulayarak Şah'ın İsrail’le yaptığı anlaşmaları kınadı. Bu şekilde İran’daki İslamî hareketin ümmetin menfaatlerinden ayrı olmadığını daha baştan ortaya koydu.

15 Hordâd (4 Haziran) Kıyamı

Ruhullah Humeynî 13 Hordâd'ta yani 02 Haziran 1964'de Feyziye Medresesi'nde tarihi bir konuşma yaptı. İmam’ın konuşmasının büyük bölümünü, Pehlevî Saltanatı'nın getirdiği yıkımlar ve Şah ile İsrail’in aralarındaki gizli ilişkiler oluşturuyordu. İmam’ın bu konuşması Şah'ın beynine balyoz gibi inmişti. Kudrete deli gibi susayan ve Firavunî tekebbürü dillere desten olan Şah, ayaklanmayı bastırmak için emir verdi. Önce 14 Hordad (03 Haziran) günü akşamüzeri İmam'ın yakın arkadaşlarını tutuklandı. Sabah saat üçte de, yani 15 Hordad (04 Haziran), İmam Humeyni’yi gecenin kör vaktinde tutuklayarak Tahran’a götürüp subay evine hapsettiler ve aynı gün akşam oradan Kasr Hapishanesi'ne nakledildi. İmam’ın tutuklandığı haberi Kum ve çevresinde hızla yayıldı. Kadın ve erkek birçok kişi rehberlerinin evine akın ettiler. “Ya ölüm, ya Humeyni!” sloganları şehirde yankılandı. Halk Hz. Masume'nin türbesinden dışarı gelirken kurşun yağmuruna tutuldu. Kıyam acımasızca bastırılıp, kontrol edildi. Askerî kamyonlar şehitleri ve yaralıları cadde ve sokaklardan toplayıp bilinmeyen yerlere götürdüler.

15 Hordâd (4 Haziran) sabahı inkılâp rehberinin tutuklandığı haberi Tahran, Meşhed, Şiraz ve diğer şehirlere de ulaştı. Oralarda da Kum şehrindekine benzer olaylar yaşandı. Veramin ve Tahran'ın etrafındaki diğer şehirlerin halkları Tahrana doğru yürümeye başladılar. Tanklar ve diğer zırhlı araçlar halkın şehre girmesine engel olmak için Veraminin üç yoluna dayanmışlardı. Askerler halkla çatışmaya girerek halktan birçok kişiyi şehid ettiler. Tahran pazarının etrafı ve şehrin merkezinde de toplanan halk “ya ölüm, ya Humeyni” diyerek Şah'ın sarayına doğru yürüdü. Rejim askerleri halkı otomatik silahlarla tarayarak ayaklanmayı güçlükle durdurabildiler.


Hareket liderinin tutuklanması ve 15 Hordad (4 Haziran 1964) yılında halkın acımasızca katledilmesinden sonra kıyam bastırıldı gibi göründü. İmam Humeynî hapiste sorgulanırken büyük bir cesaretle İran’a hakim güçlerin ve yargının yetersiz ve kanunsuz olduğunu haykırdı.


İmam Humeynî 18 Ferverdin (6 Nisan 1965) yılında akşam vakti hapisten çıkıp, Kum şehrine geldi. Halk bu haberi duyunca büyük bir sevinçle sokaklara çıkıp, Feyziye Medresesi ve şehirde şenlikler düzenlediler. İmam hapisten çıkmasından üç gün geçmemişti ki yaptığı inkılâpçı bir konuşmayla rejimin bütün planlarını alt-üst etti. Devrim lideri bu konuşmasın da 15 Hordad (4 Haziran) kıyamını çeşitli boyutlarıyla ele alıp gazetelerin kendisinin rejimle anlaştığına dair haberlerini yalanlayarak şöyle buyurdu:

“Gazeteler, ulemanın şahla, onun beyaz reformu ve milletle anlaştığını yazmışlar. Hangi reform? Hangi millet? Humeynî'yi assalar yine de anlaşmayacaktır. Zorla reform olmaz, olamaz.”

Kapitülâsyonun Aleyhine Kıyam ve Türkiye’ye Sürgün

Şah, tutuklama, mahkeme ve katliamlarla direnişin gücünü büyük ölçüde kırdığını zannederek Amerika'nın baskılarıyla Beyaz Saray'ın dikte ettiği reformları uygulamakta ısrar ediyordu. Kapitülasyonu (yani İran’daki Amerikalıların her türlü dokunulmazlık haklarına sahip olma kanununu) hayata geçirmek Şah'ın yapacağı işlerin başında geliyordu. Bu tasarının meclis tarafından onaylanması İran’ın zaten yarım yamalak olan özgürlüğüne ağır bir darbe indirdi. İmam Humeynî, Şah'ın doğum günü olan 4 Aban (25 Ekim 1965) tarihinde Kum’da büyük halk topluluğu ve ulemaya tarihî konuşmalarından birini yaptı. Bununla gerçekte Amerikalıların İran’da yaptıkları kanunsuz girişimleri sorguluyor, şah rejiminin cinayetlerini ayyuka çıkarıyordu.
03 Kasım 1965 yılında Tahran'dan gelen komandolar İmam Humeynî'nin evini tekrar kuşattılar. İmam’ı tutuklayıp direk olarak Tahran Mihrabad havaalanına götürdüler ve oradan askerî uçakla, emniyet ve askerî güçlerin gözetiminde Türkiye’ye sürgün edildi. İmam Humeynî 11 ay Türkiye’de kaldı.

Türkiye’den Irak’a Sürgün


İmam Humeynî o tarihten 04 Ekim 1966 yılına kadar oğlu Mustafa’yla beraber Türkiye’de kaldı. Ankara'da bir kaç hafta ikamet ettikten sonra sürgün aylarının sonuna kadar Bursa'da kaldı. Daha sonra ise ikinci sürgün yeri olan Irak’a gönderildi. Şah Rejimi'nin düşüncesinin aksine Irak'ta ulema ve halk, İmam'ı  büyük bir coşkuyla karşıladılar. Bu hareket, 15 Hordad (4 Haziran) kıyamının Necef İlim Havzası tarafından desteklendiğini gösteriyordu.


İmam Humeynî 1966 yılının Ekim ayında Necef'te, Şeyh Ensarî Camii'nde fıkıh derslerine başladı. Bu dersler Paris’e hicret edinceye dek devam etti ve 1971 yılının Behmen (Ocak-Şubat) ayında “İslam Hükümeti” veya “Velayet-i Fakih” adı altında kitap haline getirilip İran, Irak ve Lübnan’da yayınlandı; hac mevsiminde de hacılara dağıtıldı. Bu kitabın yayınlanıp dağıtılması mücadeleyi yeni bir aşamaya getirmişti.


İmam Humeynî sürgün döneminde, bütün zorluklara rağmen mücadelesinden taviz vermedi. Konuşmaları ve mesajlarıyla zafer ümidini kalplerde canlı tutuyordu. Merhum İmam Araplarla İsrail arasında süren altı günlük savaş dolayısıyla 6 Haziran 1968’de olay yaratan fetvasını vererek Müslüman devletlerin İsrail ile her türlü ticarî ve siyasî ilişkilerini, Müslümanlara İsrail mallarını kullanmayı haram etti.

Mücadelenin Devamı

Şah, 1975 yılının Mart ayının sonlarına doğru “Diriliş” adlı bir parti kurdu. Bununla tek partili sisteme geçip diktatörlüğünü sağlamlaştırmak istiyordu. Televizyonda yaptığı bir konuşmayla herkesi bu partiye üye olmaya çağırdı. Üye olmayanlar ülkeyi hemen terk etmek zorundaydılar. İmam Humeynî buna engel olmak için şu fetvasını yayınladı: “İslam ve Müslüman İran milletinin menfaatlerine zarar veren bu partiye üye olmak haram, zalime yardım ve Müslümanları yok etmektir. Onun karşısına dikilmek “neyh an-il münkerin (kötülükten men etmenin) en açık yerlerindendir.” İmam Humeyni ve bazı diğer alimlerin bu konuda fetvaları çok etkili olmuştu. Şah Rejimi partiyi ayakta tutmak için gösterdiği bütün çabalara rağmen, birkaç yıl sonra, partinin başarısızlığa uğradığını ve resmen dağıtıldığını ilan etti.


1976 yılında 15 Hordad (4 Haziran) kıyamının yıl dönümünde inkılapçı ulema Kum’daki Feyziye Medresesi'nde yeniden kıyam ettiler. “Yaşasın Humeyni” “Pehlevi hanedanlığına ölüm” sloganları her tarafı inletiyordu. Bu hareket Şah ve SAVAKa çok ağır gelmişti. Polisler medreseyi kuşatma altına alıp, kıyamcıları acımasızca dövdüler. Sonra da hepsini tutuklayıp hapse attılar.


Şah, İslam dinini tümüyle yok etmek için aynı yıl, yani 1976’da Peygamberimizin (saa) Mekke'den Medine'ye hicretiyle başlayan hicri takvimini değiştirip yerine Hahamenişî şahlarının saltanata ulaşma yılını olan şahlar şahı takvimini getirdi. İmam Humeynî buna da sert bir tepki göstererek, böylesi temelsiz bir takvimi kullanmayı haram etti. İran halkı Diriliş Partisi konusunda verilen fetvaya nasıl uyduysa, takvim konusundaki fetvaya da aynı şekilde uydu. Şah Rejimi her iki olayda da ağır yenilgiye uğradı ve 1979 yılında şahlar şahı takvimini değiştirmek zorunda kaldı.


1978 Yılında İnkılapçı Hareketin Doruğa Ulaşması

İmam Humeyni'nin oğlu Ayetullah Mustafa Humeynî'nin 22 Ekim 1978’de şahadeti üzerine İran’da büyük bir cenaze merasimi düzenlendi. Bu merasim ülkedeki ilmiye havzaları ve inkılapçı güçlerin kıyamı için yeni bir zemin hazırladı. İmam Humeynî bu olayı, “Allah’ın gaybi yardımlarından biri” diye nitelendiriyordu. Şah, İmam Humeyni'nin aleyhine 'İttilaat Gazetesi'nde ihanet dolu bir makale yayınlatarak aklınca İmam’dan intikam almak istedi.
08 Ocak 1979 tarihinde Kum halkı ve ulema makaleye itiraz ederek kıyam ettiler. Rejim, kıyamı kanlı bir şekilde bastırdı. Baskında şehid olanların şahadetlerinin üçüncü, yedinci ve kırkıncı gününde Tebriz, Yezd, İsfahan ve Tahran'da ardı arkasına rejimin aleyhine kıyamlar düzenlendi.

Irakt'an Paris’e Hicret

İran-Irak dışişleri bakanları, Amerika'nın Newyork şehrinde bir araya gelerek, İmam Humeynî'yi Irak'tan çıkarmaya karar vererek 23 Eylül 1978 yılında İmam'ın Necef'teki evini kuşattılar. Irak’ın emniyet genel müdürü İmam'ın yanına gelerek Irak'ta kalabilmesi için davasından vazgeçip, siyasete karışmamasının şart olduğunu söyledi. İmam da İslam ümmeti karşısındaki sorumluluğundan dolayı mücadelesine devam edeceğini ve asla barış yapmayacağını bildirdi.

İmam Humeynî 03 Ekim 1978 günü Irak'tan Kuveyt’e gitti. Kuveyt Devleti İran’ın işareti üzerine İmam'ın bu ülkeye girmesine engel oldu. İmam'ın önce Lübnan veya Suriye’ye gitmesi söz konusuydu. Ama daha sonra oğlu Ahmed Humeynî’yle yaptığı istişare sonucu Paris’e hicret etmeye karar verdi. 05 Ekim günü Paris’e gitti. İki gün sonra Paris’in Nevfel Luşahta bölgesinde bir İranlının evine yerleşti.


İmam’ın dört ay boyunca kaldığı bu bölge dünya muhabirlerinin merkezi haline geldi. İmam Humeynî burada yaptığı çeşitli röportaj ve görüşmelerle İslam hükümeti ve hareketin geleceğine yönelik hedeflerini bütün dünyaya duyuruyordu. Bu şeklide dünyada birçok kişi İmam’ın düşünce ve kıyamını daha yakından tanıma fırsatını buluyordu. İmam Humeynî Paris'ten İran’daki hareketin en buhranlı dönemini yönetiyordu.


İmam Şemsi 1357 yılın Dey ayında (Aralık-Ocak 1978-79) “Devrim Şurası”nı kurdu. Şah ise “Saltanat Şurası”nı kurup, Bahtiyar'ın hükümetine güvenoyu aldıktan sonra 26 Dey (15 Ocak)’de ülkeden kaçtı. Şahın kaçışı Tahran'da, ardından bütün İran’da yayıldı. Halk mutluluktan sokaklara döküldü.

Sürgünden Sonra Vatana Dönüş

1357 (1979) yılının Behmen (Ocak) ayının başlarında, İmam Humeynî’nin İran’a dönmeye karar verdiği duyuldu. Halk 14 yıldır onun dönüşünü beklerken, bir yandan da endişeliydiler; çünkü Şah hükümeti emniyet merkezleri ve havaalanlarını elinde tuttuğu için İmam’ın hayatı tehlikedeydi. Ayrıca askeri yönetim de vardı. Ama İmam Humeyni dönmeye karar vermişti. Halka gönderdiği mesajlarda bu kritik ve tehlikeli aşamada halkın yanında olmak istediğini söylüyordu.

Sonunda, İmam 12 Behmen 1357 (31 Ocak 1979) tarihinde, 14 yıllık uzun bir ayrılıktan sonra vatana geri döndü. İran halkı, eşi-benzeri görülmemiş bir şekilde, İmam’ı karşılamaya geldi. Kalabalık öylesine çoktu ki batılı muhabirler bunu gizleyemiyor ve bu insan selinin 4 ya da 6 milyon kişi olduğunu söylüyorlardı. İnsan yığınları İmam Humeynî'nin tarihi konuşmasını dinlemek için havaalanından İslam devrimi şehitlerinin mezarlarının bulunduğu “Beheşt-i Zehrâ”ya akın ettiler. İmam buradaki konuşmasında yüksek sesle şöyle buyuruyordu: “Ben devlet kuracağım! Ben bu milletin desteğiyle devlet kuracağım!” Şahpur Bahtiyar önceleri bu sözleri önemsemediyse de birkaç gün sonra, yani h.ş 16 Behmen 1357 (5 Şubat 1979)’de İmam devrimin geçici devlet başkanını atayınca işin ciddiyetini anladı.


08 Şubat 1979’da Hava Harp Okulu personeli İmam Humeynî’nin ikamet ettiği Tahran Alevî Okulu'na gelerek ona biat ettiler. Şah ordusu dağılmanın eşiğine gelmişti. Bu olaydan önce İmam’ın fetvası üzerine ordudan birçok imanlı asker ve rütbeli kişiler, kışla ve birliklerinden firar ederek halkın safına geçmişlerdi.


20 Behmen (9 Şubat) günü pilotlar Tahran'ın önemli hava merkezlerinde ayaklandılar. Şah’ın eğitilmiş özel birlikleri bu kıyamı bastırmak için devreye girdiyse de halk onların yardımına koştu ve 21 Behmen (10 Şubat) günü karakollar ve devlet kurumları ardı arkasına halkın eline geçti. Şahın bütün güç merkezleri tek tek yıkıldı ve 22 Behmen (11 Şubat) sabahı İran’da İslam Devrimi'nin zafer güneşi doğuyor, 2500 yıllık zalim şahların saltanatı çöküyordu.
H.ş 1358 yılında halk İran tarihinin ilk özgür seçimi için sandık başına giderek sistemin İslam Cumhuriyeti olmasına oy verdi. Daha sonra, İslam anayasasının onayı ve İslamî Şura Meclisi'nin seçimi için üst üste seçimler yapıldı.


İmam Humeyni İslam Devleti'nin temellerini sağlamlaştırmak, hedeflerini, İslamî hükümetin öncelik vereceği işleri açıklamak ve halkı sahnede tutmak için Kum şehrinde her gün kendisini seven binlerce insanla görüşüyor, konuşmalar yapıyor, yol gösteriyordu.


İnkılaptan sonra 28 Şubat 1979’da Tahran'dan Kuma geldi. Kalp hastalığı başlayıncaya kadar da orada kaldı. İmam Humeynî kalbinde rahatsızlık başlayınca Tahran'da kalp hastanesine yatırıldı. Orada 39 gün tedavi gördükten sonra geçici olarak Tahran'ın Derbend bölgesinde bir eve yerleşti. Daha sonra h.ş 27 Ordibeheşt 1359 (16 Mayıs 1980)’da kendi isteğiyle Tahran'ın Cemeran bölgesinde küçük ve sade bir eve taşındı ve vefat edinceye kadar da orada kaldı.

Tahmili Savaş ve 8 Yıllık Savunma

Amerika'nın İslam Cumhuriyeti'nin aleyhine uyguladığı ekonomik ve siyasî ambargolar bir işe yaramdı. Casusluk yuvası olan Amerikan konsolosluğunun ele geçirilmesinden sonra Tebes çölündeki askerî operasyon ve Kürdistan bölgesini parçalama konusundaki başarısızlıklarının üzerine 1980 yılında İran’ı savaşla dize getirmeye karar verdi.


Irak ordusu, Amerika'nın planıyla 21 Eylül 1980’de İran’a saldırdı. Aynı gün öğleden sonra saat 2’de savaş uçakları Tahran ve diğer şehirlerin havaalanlarını bombardıman ettiler. Saddam'ın ordusu, İran topraklarında kısa sürede kilometrelerce ilerlemiş, beş büyük eyaleti işgal etmişti. Kahraman İran milleti, İmam Humeynî’nin kumandasında tüm varlığıyla düşmanın karşısına dikildi. Sâminu'l Eimme (a.s), Tariku'l Kuds, Fethu'l Mubin, Beytu'l Mukaddes gibi başarılı operasyonlarla düşmanı İslamî İran’ın topraklarından dışarı attılar. Bu uğurda on binlerce şehid verdiler. Gösterdikleri fedakarlıklarla Müslüman İran milletinin tarihine iftiharla geçtiler. Savaşı başlatanlar ise hedeflerinin hiç birine ulaşamadılar.

Marksizmin Yıkılış Haberi

İmam Humeynî kendine has basiretiyle 31 Aralık 1988’de Gorbaçov’a yazdığı mektupta Marksizmin yıkılacağını önceden şöyle haber vermişti:

“Bundan sonra Komunizm’i dünyanın siyasi müzelerinde aramak gerekir.”

Aynı mektupta, Sovyetler Birliği'ndeki olayları derin bir şekilde tahlil ediyor ve bunu “Komunizm’in kemiklerinin kırılma sesi” diye nitelendiriyordu. Yine komünistlerin dini yok etme siyasetlerinde başarısızlığa uğradıklarına işaret ederek, Gorbaçov’a, batılı emperyalistlere ümit bağlamak yerine Allah’a ve dine yönelmesini tavsiye ediyordu.


Hz. Peygamber'i (s.a.a) ve Dini Değerleri Savunma


İran-Irak savaşı bittikten sonra batının siyasi liderleri bir araya gelerek, İslam ve inkılâpçı Müslümanların aleyhine yeni bir ihanet girişiminde bulundular. Selman Rüşdî’nin “Şeytan Ayetleri” kitabını yayınlayıp, geniş bir şekilde dağıtımını sağlayan batılı devletler gerçekte İslam’ın aleyhine kültürel bir saldırı başlatmışlardı. İmam Humeynî 13 Şubat 1989'da Selman Rüşdî ve kitabının içeriğini bilip basan yayıncıları mürtet ilan ederek idam hükmünü verdi. Bu hüküm Müslümanlar arasında görülmemiş bir vahdet sağladı. İmam bu hükmüyle dünyayı bir kere daha titretti.

Eşsiz Şahsiyet

İmam Humeyni’nin çok düzenli ve programlı bir yaşamı vardı. Yaşamında plan ve programa oldukça önem verirdi. İbadeti, zikri, Kur’an okumayı belli zamanlarda yerine getirirdi.


Yürüyüşe çıkmak, yürürken Allah’ı zikretmek ve tefekkür etmek günlük programının bir parçasıydı. 90 yaşına gelmesine rağmen dünyanın en dinamik siyasi liderlerinden biriydi. İslam toplumunu ilerletmek ve sorunlarını halletmek yolunda, en sıkıntılı anlarda dahi hiçbir zaman iradesini kaybetmedi. Günlük gazeteleri yakından takip etmenin yanı sıra, radyo ve televizyon haberlerini izliyor, Farsça yayın yapan yabancı radyoları dinliyordu. Bu şekilde bizzat inkılap düşmanlarının düşüncelerini biliyor ve onlara karşı koymanın yollarını belirliyordu. Günlük faaliyetlerinin çokluğu ve devlet erkanlarıyla yaptığı toplantılar İslamî hareketin asıl sermayesi olan halk kitleleriyle görüşmesine engel olmuyordu. Daima çeşitli halk gruplarıyla görüşerek, onlara nasihatler ediyor, yol gösteriyordu.

Ayrılık Mevsimi


İmam Humeyni 22 Mayıs 1989’da tedavi için Tahran'ın Cemaran Hastanesi'ne yatırıldı. Zor ve uzun ameliyatlar geçirmesine ve kollarında serumlar olmasına rağmen yine de gece namazı kılıyor, Kur’an okuyordu. İmam 13 Hordad 1386 (03 Haziran 1989) gece saat 22:23’te yüce ruhu ahirete göç etti. Bu hicret bütün kalpleri derinden yaraladı.


İmam'ın cenaze törenine milyonlarca insanın katılması tarihin ender olaylarından birisiydi. Onun vefatı, yaşamı gibi yeniden bir diriliş ve hareket kaynağı oldu. Geride ebediyete kadar sürecek bir yol bırakmıştı.