.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

.


Saîd b. Tarif, İmam Bakır'dan (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmektedir:


"Bilin ki Cebrail bana geldi ve şöyle dedi: 'Ey Muhammed, Rabb'in seni Ali b. Ebî Tâlib'in sevgisine ve velâyetine emrediyor."[1]


Musa b. İsmail, babasından, o da dedesinden, o da babası İmam Sadık'tan (a.s), o da babası İmam Muhammed Bakır'dan (a.s), o da Câbir b. Abdullah'tan Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:


"Cebrail, Allah indinden bana gelerek, yeşil bir yaprak getirdi kendisiyle; o yaprağın üzerinde beyaz bir yazıyla şöyle yazılıydı: "Hiç kuşkusuz ben Ali b. Ebu Tâlib'in muhabbetini, yaratıklarıma farz kıldım. O hâlde bunu onlara ilet."[2]


Senetli bir hadiste İmam Hüseyin (a.s) Sa'd b. Ubâde'ye dayandırarak Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmektedir:

Tevrat’ta Geçen Hz. Süleyman ve Allah’a İtaatsizliği Tevrat’ta Geçen Hz. Süleyman ve Allah’a İtaatsizliği


"Ben göğe çıkarıldığımda ve Rabb'ime iki yay veya daha yakın olduğumda (burada manevi yakınlık kastedilmiştir), tarafından bana şöyle nida edildi: 'Ey Muhammed, yeryüzünde kimin seninle birlikte olmasını istiyorsun?' Dedim ki: 'Aziz ve Cabbâr (Rabb'im) kimi sever ve sevmemi emrederse, onu severim.' Sonra şu nidayı duydum: 'Ey Muhammed, Ali'yi sev; zira ben onu ve onu seveni seviyorum…"[3]


Resulullah (s.a.a): "Ey insanlar, Ali'yi sevin; zira hiç şüphesiz Allah onu seviyor…"[4]


Senetli bir hadiste Resulullah'tan (s.a.a) şöyle rivayet edilmiştir:


"Hiç kuşkusuz benden sonra Ali, sizin velinizdir. O hâlde Ali'yi sev; zira o ancak emredildiğini yapmaktadır."[5]


Ebu Saîd-i Hudrî, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir:


"Ali'yi sevin; zira hiç şüphesiz onun eti, benim etimden ve onun kanı, benim kanımdandır; ümmetimden onun hakkındaki ahdimi zayi edenleri ve onun hakkındaki vasiyetimi unutanları, Allah rahmetinden uzak kılsın! Onların Allah hakkında bir nasibi yoktur."[6]


Resulullah'tan (s.a.a) nakledilen bir hadiste şöyle geçmektedir:


"…Bilin ki kim Ali'yi severse, beni sevmiştir; kim de beni severse, Allah ondan razı olur; Allah da bir kimseden razı olursa, onu cennetle mükâfatlandırır."[7]


Haris, Hz. Ali b. Ebu Tâlib'den (a.s) şöyle nakletmiştir:


"Kim beni severse, kıyamet gününde beni sevdiği şekilde görür; kim de bana düşmanlık beslerse, kıyamet gününde beni sevmediği şekilde görür!"[8]


Resulullah (s.a.a): "Bilin ki bir kimse Ali'yi severse, Allah onun için (cehennem) ateşinden ve nifaktan kurtuluşu ve Sırat'tan geçiş iznini ve azaptan âmânda kalmayı yazar."[9]


Resulullah (s.a.a): "Bilin ki kim Ali'yi severse, kıyamet günü yüzü on dörtlük ay gibi parladığı hâlde gelir."[10]


Resulullah (s.a.a): "Bilin ki bir kimse Ali'yi severse, Arş'ın altından bir melek ona şöyle seslenir: 'Ey Allah'ın kulu, amelini baştan başla; hiç şüphesiz Allah, senin bütün günahlarını bağışladı."[11]


Resulullah (s.a.a): "Bilin ki bir kimse Ali'yi sever ve bu sevgi üzerinde ölürse, melekler onunla müsafaha eder ve Peygamberlerin ruhu onu ziyaret eder!"[12]


Resulullah (s.a.a): "Kim Ali'yi kalbiyle severse, bu ümmetin sevabının üçte birisini hak eder; kim hem kalbi ve hem de diliyle severse (dilinde ona karşı sevgisini belirtirse), bu ümmetin sevabının üçte ikisini hak eder; kim de hem kalbi, hem dili ve hem de eliyle severse (pratikte bu sevginin gereklerini yerine getirirse), bu ümmetin sevabının hepsini hak etmiş olur! Bilin ki Cebrâîl bana şöyle haber verdi: "Saadetin hepsine o kimse sahip olur ki Ali'yi hem hayattayken hem de vefatından sonra sevmiş olsun."[13]


Yahya İbn Abdurrahman-i Ensârî diyor ki Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum:


"Kim hem hayatında ve hem de vefatından sonra Ali'yi severse, onun için emniyet ve iman yazılır (kaçınılmaz olur)."[14]


İbn Abbas Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir:


"Ali, hüküm vermede ümmetimin en iyisidir. O hâlde kim beni seviyorsa, onu da mutlaka sevsin; zira kul, benim velâyetime ancak Ali'yi sevmekle ulaşır."[15]


Selman ise şöyle rivayet etmektedir Allah Resulü'nden (s.a.a):


"Kişi ancak benim Ehlibeyt'imi benim için severse, iman etmiş sayılır.' Ömer b. Hattap 'Ehlibeyt'i sevmenin alameti nedir?' diye sorduğunda, elini Ali'ye dokundurarak 'İşte budur (bunu sevmektir)!' cevabını verdi."[16]


Yine Selman-ı Fârisî'den şöyle nakledilmiştir:


"Resulullah'ı (s.a.a) gördüm ki Ali b. Ebî Tâlib'in bacağına ve göğsüne dokunarak şöyle buyurdu: 'Seni seven, beni sevendir; beni seven ise Allah'ı sevendir; sana düşman olan, bana düşman olmuştur ve bana düşman olan, Allah'a düşman olmuştur!"[17]


Resulullah (s.a.a): "Şunu bilin ki kim Ali'yi severse, hesaptan, teraziden ve Sırat’tan âmânda kalmış olur."[18]


Resulullah (s.a.a): "Bilin ki Ali'yi seven kimse, göklerde ve yerde 'Allah'ın (muhabbetinin) esiri' olarak adlandırılır!"[19]


Resulullah (s.a.a): "Bilin ki kim Ali'yi severse, 'Allah'ın yeryüzündeki emini' olarak adlandırılır." [20]"


Resulullah (s.a.a): "Şunu bilin ki kim Ali'nin sevgisi üzere ölürse, ben cennet konusunda onun için kefilim."[21]


Resulullah (s.a.a): "Bilin ki kim Ali'yi severse, onun için ne bir divan kurulur, nede bir terazi; ona şöyle hitap edilir: "Hesapsız olarak cennete gir!"[22]


Resulullah (s.a.a): "Kim Ali'yi severse, muhakkak ki beni sevmiştir ve kim de beni severse, hiç kuşkusuz Allah'ı sevmiştir."[23]


Resulullah (s.a.a): "Bilin ki bir kimse Ali'yi severse, bedenindeki her damarın sayısıca Allah ona bir huri verir; ailesinden seksen kişi hakkında şefaat etme hakkına sahip olur; cennette, bedeninin her kılına karşılık ona bir huri ve bir şehir verilir."[24]


Sadaka b. Musa, İmam Musa Kazım'dan (a.s), o da babası İmam Cafer-i Sadık’tan (a.s), o da Câbir b. Abdullah Ensârî'den şöyle nakletmişlerdir:

"Benim, ümmetim için, Ali'yi konusunda beslediğim umut, aynı 'La İlahe İllallah'a beslediğim umut gibidir."[25]


 Cabir b. Abdullah-i Ensârî'den şöyle nakledilmiştir:


"Bir gün biz, Resulullah'ın (s.a.a) yanındaydık. Bir ara Allah Resulü, yüzünü tam olarak Ali b. Ebu Tâlib'e döndürerek şöyle buyurdu: "Ey Ebe'l Hasan, seni müjdelememi ister misin?" O da 'Evet ya Resulallah' deyince, şöyle devam ettiler: "İşte bu, Cebrail’dir; Allah-u Teâlâ'dan haber veriyor ki senin dostlarına ve sevenlerine yedi haslet bağışlamıştır: Ölüm anında kendilerine müdara edilecek; korku anında yalnızlıkları giderilecek; zulmet ve karanlık anında, aydınlanacaklar; dehşet anında, emniyete alınacaklar; ameller tartıldığında, kendilerine adaletle davranılacak; Sırat’tan geçiş iznine sahip olacaklar; diğer insanlardan önce cennete girecekler ve onların nuru önlerinde ve sağlarında hareket edecektir."[26]


Resulullah (s.a.a): "Müminin sahifesinin (amel defterinin) unvanı, Ali b. Ebî Tâlib'in sevgisidir."[27]


Resulullah (s.a.a): "Kim (Allah'ın) sağlam ipine sarılmak isterse, Ali ve zürriyetini sevsin."[28]


İmam Ali Rıza (a.s) kanalıyla babalarından Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:


"Kim kurtuluş gemisine binmeii, 'ürvetü'l-vüskâ'ya tutunmayı ve Allah'ın sağlam ipine sarılmayı istiyorsa, benden sonra Ali'yi sevsin; onun düşmanına düşman olsun ve onun evlatlarından olan hidayet imamlarına uysun, zira hiç kuşkusuz onlar, benden sonra benim halifelerim, vasilerim; Allah'ın, halk üzerindeki hüccetleri; ümmetimin efendileri ve takva sahiplerini cennete doğru götüren önderlerdir; onların hizbi, benim hizbim, benim hizbim de Allah'ın hizbidir; onların düşmanlarının hizbi ise Şeytan'ın hizbidir!"[29]
 

Kaynaklar


[1] Besâirü'd-Derecât, s.74.
[2] İhkâkü'l-Hak, c.7, s.187, Bihârü'l-Envâr, c.39, s.297 (az farkla).
[3] İhkâkü'l-Hak, c.7, 152.
[4] İhkâkü'l-Hak, c.7, s.146.
[5] İhkâkü'l-Hak, c.15, s.111.
[6] El-Emâlî (Şeyh Tûsî), c.1, s.67, Bişâretü'l-Mustafâ, s.90.
[7] Bihârü'l-Envâr, c.27, s.114, Fezâilü'ş-Şîa, s.2 (az farkla).
[8] El-Emâlî (Şeyh Tûsî), c.1, s.183, Keşfü'l-Ğumme, c.1, s.389.
[9] Bihârü'l-Envâr, c.27, s.115.
[10] Fezâilü'ş-Şîa, s.4, Bihârü'l-Envâr, c.39, s.277.
[11] Fezâilü'ş-Şîa, s.4, Bihârü'l-Envâr, c.27, s.115, Mülhakât-u İhkâki'l-Hak, c.21, s.319.
[12] Esrârü'ş-Şehâde, s.241.
[13] İhkâkü'l-Hak, c.5, s.91.
[14] İhkâkü'l-Hak, c.7, s.138, Bihârü'l-Envâr, c.27, s.76 (az farkla), İlelü'ş-Şerâyi', s.144 (az farkla).
[15] İhkâkü'l-Hak, c.7,s.113.
[16] Mülhakât-u İhkâki'l-Hak, c.21, s.343.
[17] Mülhakât-u İhkâki'l-Hak, c.21, s.321.
[18] Bihârü'l-Envâr, c.27, s.115.
[19] Fezâilü'ş-Şîa, s.4, Bihârü'l-Envâr, c.27, s.115.
[20] Esrârü'ş-Şehâde, s.241.
[21] Esrârü'ş-Şehâde, s.241.
[22] Bihârü'l-Envâr, c.27, s.115.
[23] Mülhakât-u İhkâki'l-Hak, c.21, s.321.
[24] Fezâilü'ş-Şîa, s.3, Bihârü'l-Envâr, c.27 (az farkla).
[25] Bişâretü'l-Mustafâ, s.145.
[26] El-Hisâl, c.2, s.402, Nurü's-Sekaleyn Tefsiri, c.5, s.240, A'lâmü'd-Din, s.451, El-Emâlî (Şeyh Sadûk), s.276, Bişâretü'l-Mustafâ, s.56 (az farkla), Bihârü'l-Envâr, c.27, s.162.
[27] Bişâretü'l-Mustafâ, s.154, Yenâbîü'l-Mevedde, s.125, El-Gâdîr, c.10, s.278, Bihârü'l-Envâr, c.27, s.142, Kenzü'l-Ummâl, c.11, s.602.
[28] İhkâkü'l-Hak, c.7, s.160.
[29] El-Emâlî (Şeyh Sadûk), s.26, İhkâkü'l-Hak, c.5, s.113 (az farkla).

Editör: Hasan Bedel